BEYAZ KUBBELER : Savaşçı Kadı...

By Humeyra2882

485K 44K 8.5K

NOT: Mavi Kubbeler/ Yalnız Prens hikâyesinin devamıdır. Ayrı ayrı okunabilir, karakterler ve mekan farklıdır... More

BÖLÜM 1
BÖLÜM 2
BÖLÜM 3
BÖLÜM 4
BÖLÜM 5
BÖLÜM 6
BÖLÜM 7
BÖLÜM 8
BÖLÜM 9
BÖLÜM 10
BÖLÜM 11
BÖLÜM 12
BÖLÜM 13
BÖLÜM 14
BÖLÜM 15
BÖLÜM 16
BÖLÜM 17
BÖLÜM 18
BÖLÜM 19
BÖLÜM 20
BÖLÜM 21 '' SON''
BÖLÜM 22 ( Savaşçı Kadın ve Kralın Şehri- İkinci Kitap)
BÖLÜM 23
BÖLÜM 24
BÖLÜM 25
BÖLÜM 26
BÖLÜM 28
BÖLÜM 29
BÖLÜM 30
BÖLÜM 31
BÖLÜM 32
BÖLÜM 33
BÖLÜM 34
BÖLÜM 35
BÖLÜM 36
BÖLÜM 37
BÖLÜM 38
BÖLÜM 39
BÖLÜM 40
BÖLÜM 41
BÖLÜM 42
BÖLÜM 43
BÖLÜM 44
BÖLÜM 45
BÖLÜM 46
BÖLÜM 47
BÖLÜM 48
BÖLÜM 49
BÖLÜM 50
BÖLÜM 51
BÖLÜM 52
BÖLÜM 53
BÖLÜM 54
BÖLÜM 55
BÖLÜM 56
BÖLÜM 57
BÖLÜM 58
BÖLÜM 59
BÖLÜM 60
BÖLÜM 61
BÖLÜM 62
BÖLÜM 63
BÖLÜM 64
BÖLÜM 65
BÖLÜM 66
BÖLÜM 67
BÖLÜM 68
BÖLÜM 69
BÖLÜM 70
BÖLÜM 71
BÖLÜM 72
BÖLÜM 73
BÖLÜM 74
BÖLÜM 75
BÖLÜM 76
BÖLÜM 77
BÖLÜM 78
BÖLÜM 79 (FİNAL)
Yazarınızdan sizlere önemli bir soru
Ben Geldim!

BÖLÜM 27

6.2K 631 151
By Humeyra2882

Muhafızların sinsi bakışlarını üzerimde hissetmekten bıkmış bir halde kafamı kamyonun gümüş zeminine çevirip sessizce iç çektim. Neredeyse beş saattir yoldaydık. Artık kamyondan çıkan garip seslere, sürekli sallanmasına ya da feci derecede hızlanmasına alışmıştım ama karşımda oturup sürekli gözlerini bana çeviren garip görünüşlü iki muhafızın varlığına bir türlü alışamıyordum. Gerçekten şu yolculuk bir an önce bitmeliydi.

Ayrıca soğuktan korunmak için açıklığı kapattıkları naylon pek işe yaramıyordu. Rüzgâr naylonun kenarlarından girip bize çarpıyor ve dondurucu soğuğunu üzerimize salıyordu. İçimde eski dünya üniforması olduğu için çok fazla etkilenmiyordum, neyse ki kardeşlerimin ve annemin üzerinde iki ceket ve kalın içlikler vardı ve çıkışın en uzak köşesinde oldukları için onları da soğuk pek etkilemiyordu.

Annem her zamanki gibi uyuyordu, çocuklarda hareket ettiğimizden beri birkaç kez konuşmuş ve yol boyunca sessiz durmuşlardı. Oliver arada bana bir şeyler soruyordu, sanırım üzerimdeki gerginliğin farkındaydı ama sorduğu soruların işe yaramadığını görünce o da pes etmiş ve karısına sarılıp yolculuğun devamında sessizce yerinde oturmuştu. Herkes gergindi, tek sıkılan ben olmadığım için mutluydum.

Kafamı yavaşça kaldırıp sessizce oturan kardeşlerime, oradan da karşımdaki muhafızlara çevirdim. Uzun boylu, esmer ve kahverengi gözleri olan muhafızla kesişti bakışlarımız. Adam birkaç saniye boyunca beni izledi ardından kafasını çevirip dışarı baktı ve hafifçe nefes verdi. Sinirlerime hâkim olmak zorundaydım, onlar muhafızdı. Yani tek bir söz söylersem beni tutuklama hakkına sahiplerdi ama içimdeki bir şey bunu pek umursuyormuş gibi durmuyordu.

Gözlerimi kapattım ve geleceğimizin nasıl şekilleneceğine odaklanmaya çalıştım. Kralın şehrine gitmek en büyük hayalimdi ama neden içimde anlamlandıramadığım bir korku vardı? Bunu çözemiyordum. Mutlu olmam gerekiyordu, böyle aptalca şeyler hissetmem değil.

Düşüncelerim uzaklardan gelen bir sesle bölündü. Korkuyla gözlerimi açtım ve etrafıma bakmaya başladım. Bedenim sesin yüksekliği ve korkunçluğu karşısında kaskatı kesilmişti. Herman bana doğru yanaştı ve '' Bu da neydi?'' diye sordu endişeyle.

Onu kolumla sardım ve '' Bilmiyorum'' diye mırıldandım, aynı zamanda muhafızlara bakıyordum. Onlar bu sesten etkilenmişe benzemiyorlardı.

''Haberciler'' dedi Jonny yavaşça.

Ona döndüm ve '' Anlamadım?'' diye sordum.

Bana döndü ve '' Geldiğimizi Kralın şehrindeki muhafızlara haber vermek için borazan çalıyorlar. Bu birincisiydi, ikincisi ve elbette son olarak üçüncüsü var. Yarım saat sonra orada oluruz'' dedi.

Sertçe yutkundum ve heyecanımı engellemeye çalıştım. Yarım saat sora Kuzey kubbeleri görebilecek olmak kalbimin hızını artırmıştı. Herman'a ve Hardy'ye dönüp yavaşça gülümsedim ve '' Korkulacak bir şey yokmuş, sadece geldiğimizi haber veriyorlar'' dedim sakince ve yeniden önüme döndüm.

Rahatlama yavaş yavaş bedenime yayılmaya başladı. Yol boyunca saldırıya uğramaktan o kadar korkmuştum ki, sürekli tetikte beklemiştim. Sesleri dinlemiş ve olası saldırıyı önceden tahmin edebilmek için şahin gibi gözlerimi açmıştım. Yaşadığım rahatlama vücudumu ağırlaştırdı ve göz kapaklarım da aynı şekilde gevşedi. Sanırım bu stres beni fazlasıyla yormuştu.

On beş dakika sonra ikinci borazan, bir on dakika sonra da üçüncüsü çaldı. Gözlerimi Oliver'a diktim. Hafifçe gülümsüyor ve karısının elini yavaşça okşuyordu. Mutluydu, sanırım burada mutlu olmayan tek insan bendim. Derin bir nefes alıp Jonny'e baktım. Onun suratı asıktı. Onu es geçtim, o hep öyleydi zaten.

Beş dakika sonra Jonny koruyucu naylonu hafifçe kaldırdı ve '' Bunu görmek ister misin?'' diye sordu.

Hevesle ona doğru ilerledim ve açtığı aralıktan dışarıya bakmaya başladım. Kocaman ağaçların bulunduğu bir ormandan geçiyorduk. Yol tamamen kardan temizlenmiş ve düzleştirilmişti. İlerledikçe yol kenarına konulmuş gözetleme kuleleri görüş açıma girdi. Bu kulelere merdivenle çıkılıyordu ve uzunluğu ağaçların boyunu bile geçiyordu. Biraz daha eğilip kulelerin en tepesine bakmaya başladım. En sonunda kulelerden birinin tepesinde iki muhafızın durduğunu gördüm. Muhafızların gözleri bizim üzerimizdeydi.

''Kuleler çok yüksekmiş'' diye mırıldandım.

Jonny ''Evet ama sana göstermek istediğim bu değildi. '' dedi sakince.

Ona döndüm ve '' Ne peki?'' diye sordum.

''Bakmaya devam et'' dedi ve aralık alana dikti gözlerini.

Kaşlarımı çattım ve önüme dönüp ağaçlara ve yola bakmaya devam ettim. Bir süre sonra ağaçlar tamamen bitti ardından dümdüz bir araziye giriş yaptık. Arazinin bazı yerlerinde küçük kulübeler vardı ama bu kulübeler sadece tek kişilik içindi. Sadece küçük bir kapısı ve çatısı vardı. Hala ne görmem gerektiğini bilmiyordum, açıkçası şaşırtıcı hiçbir şey yoktu.

Tam ne görmem gerektiğini sormak için hareket edecekken ''Kapı açıldı'' diye bağırdı biri. Kaşlarımı çattım ve dışarıyı seyretmeye devam ettim. Saniyeler sonra devasa boyutta taş bir kemerden geçtik. Ardında hızla oradan uzaklaşmaya başladık ve ben işte o zaman geçtiğimiz kemerin tüm ihtişamıyla yerden metrelerce yukarıya yükselen devasa surların bir parçası olduğunu anladım.

Uzaklaştıkça surların uzunluğunu ve genişliğini daha da net anlamaya başladım.Ayrıca üzerinde nöbet tutan düzinelerce Kuzey muhafızlarını da görebildim. Kimisi yerinde sabit bir şekilde duruyor. Kimisi ise surlarda yürüyordu ama oradaydılar işte. Kalbim heyecanla atarken kafamı biraz daha çıkardım ve surların iki yönde de ileriye doğru gidip dağın kenarından devam etmesini izledim.

''Çok güzel'' diye fısıldadım yavaşça.

''Evet, Bu en büyük sur ve kralın şehrini boydan boya çevreliyor ama içeriye girebilmek için ikinci Suru da geçmek zorundayız.'' Dedi Jonny.

Ona kafa sallarken suru incelemeye devam ediyordum. Surdan sonra hiçbir şey yoktu. Sadece bomboş arazi ve surun biraz ötesindeki büyük beton evler görüş açımdaydı. Yan yana inşa edilmiş dört ev de üç katlıydı.

Birkaç dakika sonra ikinci suru da geçtik. Tıpkı diğeri gibiydi, farkı yoktu. Yine devasa ve muhteşemdi. Neden iki sur yaptıklarını bilmiyordum ama bu kesinlikle bizi koruyacaktı.

İkinci surdan sonra ilerlerken görüş açıma düzenli bir biçimde yerleştirilmiş İki katlı beton evler girmeye başladı. Evlerin dış rengi birbirleriyle aynıydı. Dış rengi beyaz, pencere çerçevelikleri de kahverengiydi. Ama o kadar güzellerdi ki gözlerimi evlerin ihtişamından alamamıştım. Çatıları yukarı doğru kıvrılıyordu. Kapıların üzerinde işlemeli desenler vardı. Hepsi bir düzen içindeydi. Dış kapılarının önündeki alan tamamen yürüyebilmek için açılmıştı ve Tanrım, küçük taş yolu bile görebiliyordum. Burada pek fazla kar yoktu. Bunu nasıl başarmışlardı. Evet, yerler beyazdı ama kar en fazla ayak bileklerimize kadar gelirdi, ya da gelmezdi.

Evlerle birlikte sokaklarda yürüyen insanları da görebiliyordum. Kimse olduğumuz yöne bakmıyordu, sanırım kamyonların sürekli şehre girip çıkmasına alışkınlardı. İyice incelemeye başladım onları. Çoğu kıyafet birbirinden farklıydı ama bazı kişiler aynı renk ceket ve pantolon giyiyordu. Birkaç dakika sonra aynı tür ceket veya kalın ve uzun elbise giyen insanlar gördüm. Birçok farklı modelde kıyafet vardı ama bu modelleri paylaşan insan sayısı da fazlaydı.

Kamyon hızla sola doğru döndü ve daha kalabalık ve evlerin daha da sık olduğu bölüme girdi. Kalbim yavaşça sıkıştı. İnsanlar bir köşede tabureye oturmuş gülüşüyor, ya da küçük bir dükkândan alışveriş yapıyorlardı. Mutluydular, hem de çok.

Kalabalık alandan geçerken üç kamyon insanların dikkatini çok çekmişti. Birçok kişi işlerini bırakıp bize bakıyordu. Bakışlarından rahatsız olup yavaşça içeri girdim ve yanıma gelen Herman ve Hardy'e oturmalarını işaret ettikten sonra ben de yerime oturdum.

''Gördüklerini beğendin mi?'' diye sordu Oliver.

Ona döndüm ve '' Evet ama en çok birinci suru'' dedim tebessüm ederek. Gerçekten de en güzel orasıydı. O kadar devasa ve büyüktü ki, ihtişamı gözümü boyamıştı.

''Sen birde sarayı gör'' dedi Jonny. Ona döndüm ama bana bakmıyordu.

Aslında en çok Kuzey kubbeleri merak ediyordum. Babamın anlattığı kadar yüksek miydi acaba? Muhtemelen tırmanamayacaktım ama uzaktan görmek bile bana yeterliydi.

En sonunda durduk. Muhafızlar koruyucu naylonu hızla yukarı kıvırıp aynı yerine geri koydular ardından kasanın arka kapağını tutan küçük metal çubukları çıkarıp kapağı açtılar ve inmemiz için komut verdiler.

Yavaşça yere indim, ardından kardeşlerimin ve annemin inmesine yardım ettim. İndiğimiz yer tıpkı az önce gördüğümüz yer gibiydi. Evler yine iki katlıydı ve aynı diğerleri gibi beyaz renkteydi. Kalbim heyecanla atarken durduğum zemine çevirdim kafamı. Kar çok fazla yoktu, bileğime kadar uzanıyordu o kadar ve hava sıcaklığı bile o kadar düşük değildi. Yine de soğuktu tabii ama bizim olduğumuz bölge gibi değildi.

Etrafta pek insan yoktu. Olanlar ise durmuş bize bakıyordu. Bakışları kötü değil gibiydi, meraklıydılar sadece. Yada ben öyle görmek istediğim için öyle düşünmüş olabilirim elbette.

''Beni takip edin''dedi muhafızların başında olduğunu düşündüğüm kadın. Hala yüzü sert ve anlaşılmazdı.

Üzerimizde silah olduğunu düşünüyordu. Ee haksızda sayılmazdı. Yürüyen kafileye katıldım ve onlarla birlikte evlerin arasına karıştım. İki blok gittikten sonra kafamı sağ tarafa doğru çevirdim. İşte o zaman yukarı doğru uzanan kuzey kubbeler ve tüm ihtişamıyla bana göz kırpan saray görüş açıma girdi.

Önce yerimde donup kaldım. Kalbim gördüklerim karşısında hızla atarken bu kadarını beklemediğimi fark ettim. Bu hayallerimdekinden bile fazlaydı. Babamın anlattığından bile büyüktü. Olduğum yerden fazlasıyla uzaktı, dağın en ucuna inşa edilmişti ve sarayın çevresine, diğerleri kadar ihtişamlı olmasa bile bir sur inşa edilmişti. Surların önünde ise bir orman beliriyordu. Bu orman dağın eteklerinden aşağıya kadar inip şehrin başlangıcına kadar uzanıyordu.

Kubbeler bembeyazdı ve ucu bulutlara uzanıyordu. Gerçekten öyleydi. Küçük sis öbekleri kubbelerin çevresini sarmış ve ucunu bizden gizlemişti. Şaşkınca sarayı izlerken birinin kolumu sıkıca tutup '' Yürü'' dediğini duydum.

Önce şaşkınca kolumu tutan ele sonra da onu tutan kişiye baktım. Muhafızlardan biriydi bu. Kolumu öyle bir tutuyordu ki canım acımıştı. Öfke damarlarımda gezinmeye başlamıştı ama sakin olmaya çalıştım ve yürümeye devam ettim ama kolumu hala tutması sinirlerimi bozmuştu.

Sesimi sakin tutmaya çalışarak '' Yürüyorum, kolumu bırakabilirsin'' dedim yavaşça. Sert çıkmamıştı sesim ya da emreder bir biçimde söylememiştim. Normalde bunu yapardım elbette ama o kuzey muhafızıydı.

Adam buna aldırış etmedi ve tutuşunu sertleştirip ileri doğru çekiştirmeye başladı. Öfkeme hakim olma işi buraya kadardı işte. Sinirle kolumu çektim ve '' Bana bir daha dokunayım deme'' diye haykırdım.

Adam çıkışımla önce şaşırdı ardından gözleri karardı ve '' Sen az önce bana sesini mi yüklettin?'' diye sordu. Bunu sorarken kolumu yeniden tutmuştu.

Bu adamın derdi neydi böyle. Kolumu bırakması için debelenmeye başlamadan bir el beni kendine doğru çekti. Bu el Jonny'e aitti. Eyvah!

Her şey bir anda oldu. Jonny muhafızın yakasına yapışmış sinirle hırıldıyordu. Korkuyla Arron, Arthur ve Oliver'ın Jonny'nin yanına koşup muhafızı onun elinden kurtarmaya çalışmasını izledim.

Jonny ''Sen az önce ölüm fermanını imzaladın çocuk'' dedi dişlerini sıkarak. O sırada muhafızlar da işin içine karışmıştı. Birkaçı silahını kaldırıp bizim olduğumuz tarafa tutmuştu, birkaçı da Jonny'nin yanına gelip onu çekiştiriyordu. Çok güçlüydü, kimse muhafızı onun elinden alamadı.

Olacaklardan korkup ileri atıldım ve '' Jonny tamam bırak onu'' dedim hızla. Muhafızlar onu vurabilir veya onu hapse atabilirdi. Bunu asla istemiyordum.

Bana döndü ve sinirle '' Canını yaktı'' diye çıkıştı.

Ah Jonny! Kalbim ona karşı yumuşarken ağlama isteği tüm vücudumu sardı. Cidden bu adam beni seviyordu. Muhafızlar ve diğerlerinin arasından geçip yanına gittim ve koluna dokunup '' Ben iyiyim, bırak onu lütfen'' dedim yavaşça.

Jonny önce yüzüme odaklandı, korktuğumu ve sorun çıkmasını istediğimi anlamıştı. Yavaşça elleri gevşedi. Sonunda muhafızın yakasını bıraktı ve geriye doğru adımladı. O sırada muhafızlardan birkaçı onun kolunu tutup arkaya doğru kıvırdı ve üzerine silah doğrulttu.

Korkuyla kanım donarken '' Ne yapıyorsunuz siz, bırakın onu'' diye bağırdım endişeyle ve onlara doğru koşturdum. Kavgayı durdurmuştum ama bu muhafızları pek etkilemişe benzemiyordu.

''Sierra buraya gel''diye bağırdı Arron arkamdan ve beni tutmaya çalıştı.

Onu umursamadan muhafızları ve Arthur'u geçmeye çalıştım ama başaramadım. Arthur kolumu yakalayıp beni kendine çekti ve hareket etmemi engellemeye çalıştı.

Arthur '' Sierra, lütfen sakin ol'' dedi.

Debelendim ve yere diz çöktürülmeye çalışan Jonny'e doğru sinirle haykırdım. Arthur olay çıkarmamam için beni sabit tutmaya çalışıyordu. Oliver ise hararetli bir şekilde muhafızların başı olduğunu düşündüğüm asabi kadınla konuşuyordu.

Az önce kolumu tutan muhafız yanıma yeniden geldi ve sol bileğime yapışıp beni Arthur'dan uzaklaştırdı. Debelenip kurtulmaya çalıştıkça daha da sıkılaştı eli ardından diğer elimi de tutup ikisini birden hızla kıvırdı ve arkamda birleştirdi.

Arthur bana yardımcı olamadı, onu da iki muhafız tutuyordu. O sırada kollarım muhafız tarafından hafifçe döndürülüyordu. İster istemez yere doğru büyüktüm ve acıyla inledim. Tüm acı bileklerimden omuzlarıma doğru yayılırken kaskatı kesildim. Debelenmeye çalıştım, elinden kurtulmak için çabaladım ama kolumu döndürmesi ona saldırmama engel olmuştu. Zorla kafamı kaldırıp yerde debelenen Jonny ve Arthur'a baktım Arron da muhafızlar tarafından yakalanmıştı. Oliver ise yerde yüzükoyun yatıyordu ve hemen yanında da de ona silah doğrultan bir muhafız vardı.

Tanrım!

Gözüm ağlayan Herman ve Hardy'e, ardından korkudan ölmüş tüm kadın ve çocuklara kayınca kalbim hızla ezildi. Biri kucağındaki çocuğunu yere koyup üstüne doğru kalkan oluşturmuş diğerleri ise yerde diz çöküp çocuklarına sarılmış ya da elleriyle kafalarını sarmıştı.

Arthur'un oğlu ve diğer yaşça büyük oğlanlar muhafızlar tarafından yere diz çöktürülmüştü. Bize yardım etmeleri imkânsızdı. Gözümü yeniden Hardy ve Herman'a çevirdim ve gülümsemeye çalıştım. Korku dolu gözleri kahramanları sandıkları muhafızlara dönüktü. Lanet olsun! Muhafızlar böyle olmamalıydı, babam asla böyle bir şey yapmazdı!

Onların ağlamasına dayanamıyordum. Aptaldım, neden böyle bir tepki vermiştim ki. Her şey benim yüzümden olmuştu. Tüm suç benimdi.

Acı yüzünden gözümden bir damla yaş süzülürken beni tutan muhafız '' Yeni olduğunuz için burada işlerin nasıl yürüdüğünü biliyorsunuz. Burada muhafızların sözü geçer vahşiler'' diye bağırdı.

O an hayatımın en büyük hatasını buraya gelmekle yaptığımı düşünüyordum. Aç kalıyorduk, G vardı ama onlar bile böyle küstahça ve acımasızca davranmamıştı bize. Birde vahşiler mi demişti o. Asıl onlar vahşiydi. Biz değil. Ağlayışım artarken kendime hakim olmak için debelenmeyi bıraktım. Bu işin kaçarı yoktu.

''Size biraz ders vermek lazım, birkaç gece zindanlarda kalın da aklınız başınıza gelsin '' dedi Muhafız ve beni hızla oturduğum yerden kaldırmaya çalıştı. Hızlı olduğu için kolum daha da acımıştı ve bu sesli bir şekilde inlememe neden oldu.

''Yeter''

Sağ tarafımızdan yükselen sesle birlikte kafamı o yöne doğru hızla çevirdim. Werner arkasındaki bir düzine muhafız birliğiyle birlikte ayakta durmuştu ve gözleriyle etrafındakilere ateş saçıyordu. Kalbim atmayı bıraktı. Havada yükselen kükreyişi kalbimin korkuyla kasılmasına neden oldu.

Muhafızın elleri krala selam vermek için üzerimden çekilirken hızla yere düştüm. Kollarımı önüme getirip ovalamaya başladım. Bunu yaparken onu inceliyordum. Üzerinde tıpkı kuzey kuleden ayrılırken giydiği uzun, altın işlemeli beyaz cübbesine benzer bir kıyafet vardı ve lanet olsun ona çok yakışmıştı.

Yavaşça gözlerine odaklandım. Hedefinde ben vardım.

Tanrım! Onunla karşılaşmak istiyordum ama bu haldeyken olmaz, ben yerlerde muhafızlar tarafından sürüklenirken değil! Gözleri hala beni tarıyordu, önce vücudumda dolaştı ardından gözlerime odaklandı. Buna dayanamadım ve kafamı yere eğip yavaşça ayağa kalktım. Diğerleri de çoktan toparlanmıştı.

Werner yavaş adımlarla bize doğru yaklaşırken gerilimin havada uçuştuğunu hissedebiliyordum. Gözleri kolumu tutan ve beni yere düşüren muhafızdaydı. Yaklaştı, her adımda yanımdaki muhafız korkuyla titremeye başladı. Ona döndüm ve yüzünün kireç gibi olduğunu fark ettim. Bir adım ger attım ve o adamdan uzaklaştım. Werner'ın haline bakılacak olursa, onun yakınında olmamam gerekiyordu.

Werner tam karşımızda durdu. O sırada arkasında duran muhafızlarda gelmişti. Werner'ın hemen arkasında, kuzey dağlarında gördüğüm muhafız komutanı da vardı. Korkudan eser olmayan ama nefret barındıran gözlerini muhafızların üzerinde gezdiriyordu.

Werner adamın burnun dibine girdi ve birden bire sağ eliyle adamın boğazına yapışıp onu kendine doğru çekti. Adamın ayakları yerden biraz havalanmış, sadece ayakkabılarının ucuyla yere basabiliyordu, korkuyla kalbim attı. Tanrım! Werner çok güçlüydü!

Adam neye uğradığını şaşırmış bir halde Werner'ın elinden kurtulmaya çalıştı ama başaramadı. Nefes alamıyordu, biraz daha o şekilde tutarsa adamı öldürebilirdi. Werner boştaki diğer elini adamın koluna koydu ve yana doğru çevirip hızla kıvırdı. Adamın acıyla haykırışı kemiğinin kırılma sesiyle birlikte havada yankılandı. Ben olanları şaşkınca izlerken adamın kolunu hızla bıraktı, artık eskisi gibi düz durmuyordu. Olanlardan sonra bir adım daha geriledim.

Kafamı hızla gözleri kararmış, sinirden çenesi gerilmiş Werner'a çevirdim. O ise hala ağlayıp yalvaran muhafıza bakıyordu. Sonra konuştu, sesi o kadar derinden geliyordu ki, tenimin ürpermesine engel olmadım.

''Buralarda kimin sözü geçiyor demiştin?'' dedi.

Muhafızın yüzü kızarmış, nefes almak için can çekişiyordu. Ona cevap vermesi imkânsızdı. Yine de Werner öfke saçan gözlerini ona dikmiş ve cevap vermesini bekliyormuş gibi duruyordu. Werner en sonunda onu bıraktığında yere tıpkı boş bir çuval gibi düştü ve nefes alıp vermek için çabaladı. Her nefeste sesi hırıltılı çıkıyordu.

Kadın muhafız öne doğru gelip '' Majesteleri izniniz olur...'' diye söze girmek istedi ama Werner elini kaldırıp onu susturdu. Sonra tüm şiddetiyle ''Bir muhafızın görevi nedir?'' diye kükredi.

O an korkuyla yerimden sıçradım. Kimse cevap vermedi, zaten cevapta beklemiyordu. Werner ölümcül bakışlarını muhafızların üzerinde gezdirdi ardından '' Bir muhafızın görevi halkını ve krallığını korumak, gözetmek ve ona el uzatanlara karşı savaşmaktır. Hiçbir muhafız kendi halkına saldırmaz. Özellikle masum olanlara''

Sesi hala yeri göğü inletiyordu. Korkuyordum, baya şiddet yanlısı gibi duruyordu ama bir yandan da böyle güçlü bir şekilde ayakta durmasını gururla izliyordum. Nefesim kesildi, onu özlemiştim.

Ayakta durup etrafa dehşet saçan Werner'a bakarken Jonny yanıma geldi ve kolunu babacan bir tavırla omzuma atıp '' İyi misin?'' diye sordu.

Ona döndüm ve '' Evet'' dedim. O sırada Herman ve Hardy annemin elini tutarak yanıma geldiler ve bana sarıldılar. Annem hala bomboş etrafa bakıyordu. Hiç şaşırmadan kafamı Werner'a çevirdim.

Werner'ın odağında Jonny ve onun omzumdaki eli vardı. Bir süre omzuma takılı olan gözleri daha da alevlenirken sertçe yutkunup yerimde kıpırdadım. Beni kıskanıyor muydu? Bu saçmalık, kıskanması imkânsızdı.

Kafasını hafifçe kaldırıp '' Duncan'' diye seslendi.

Arkasında duran başkomutan hemen yanına gelip kafasını eğdi ve '' Majesteleri'' diye selamladı.

Werner bir saniye bile düşünmeden '' Hepsini zindana atıp sorgulayın ve cezalarını verin, ayrıca rütbeli olanların rütbesini düşürün.''Yerde yatan adama bakıp '' Bununda muhafızlık unvanını elinden alın ve madenlere gönderin'' dedi tiksinircesine.

Dediği şeyleri masalmış gibi dinliyordum. Onları sorgulamak mı? Zindana atmak mı? Ben şaşkınca etrafıma bakarken muhafızlar diz çöktü ve af dilendi ama Werner umursamayıp bana döndü ve '' İyi misin?'' diye sordu.

Muhafızlar diğer yeni gelenlerle birlikte zorla bizden uzaklaştırılırken ona bakıp olumlu anlamda kafa salladım. Werner hala sinirliydi ve Jonny hala yerinden bir gram kıpırdamamıştı. Gözleri yeniden Jonny'nin koluna kayınca hafifçe omuz silktim ve kolunu çekmesini sağladım. Jonny yaptığım şeyi anlayıp homurdandı ama kolunu çekip önünde bağladı.

Werner hafifçe doğruldu ve etrafına bakmaya başladı. Bir süre sonra kaskatı kesildi ve saniyeler içinde baktığı yöne doğru yürüdü. Az önce çocuğuna gövdesini siper eden kadının olduğu yere gidip yerde sessizce ağlayan dört beş yaşlarındaki çocuğun yanında durdu ve yavaşça eğilip onunla aynı hizaya geldi.

Çocuk korkuyla yerde oturan annesinin kucağında büzüşürken Werner çocuğun koyu siyah saçlarını okşadı '' Merhaba, benden korkmana gerek yok ufaklık. Seni korumak için buradayım'' dedi.

Çocuk endişeyle ona baktı ardından minik kafasını aşağıya yukarı salladı. Werner bu hareketle birlikte yavaşça annesinin kolunu tutup ayağa kalkmasını sağladı. Kadın utangaç ve korku karışımı gözlerini Werner'a çevirmişti.

Kalbim göğsümde sıkışmaya başlarken gözlerimi Werner'dan alamıyordum. Az önce etrafa ölümcül bakışlar atan o muydu? Neredeyse tek eliyle bir adamı öldürecek kadar hiddetlenen kişi Werner değil miydi?

Yavaşça yutkunup kalbinin yumuşaklığının ve öfkesinin onun başına neler açacağını düşündüm. Kontrolü arada kaybediyordu, sanırım çok sinirlenmesi onun en kötü yanıydı. Asabi olduğunu biliyordum ama bu kadarını da beklemiyordum.

Elbette o aptal muhafızlara ağızlarının payını vermiş olmasına bayılıyordum. Hele ki kolumu tutup canımı acıtan adamın muhafızlık unvanını elinden almıştı. Tanrım! Bu korkunçtu, onu madenlere gönderiyordu. Bu bir muhafız için utanç vericiydi. Werner'ın sesiyle birlikte düşüncelerimi bir kenara bıraktım ve onu dinlemeye başladım.

''Bugün burada olan her şey için ne kadar üzgün olduğumu size söylemem gerek. Muhafızlarım halkını korumak için görevlendirilir, onlara eziyet etmek için değil. Bundan sonra suçlu bulunmadığınız takdirde böyle bir şey olmayacağının teminatını size verebilirim.'' Dedi.

Arkasını döndü ve olayın hiddeti yüzünden daha önce orada olduklarını fark etmediğim yan yana dizilmiş üç kadın ve dört erkeği bize gösterdi. O anda fark etmediğim sadece onlar olmadığını anlamıştım. Bomboş olan sokak şimdi meraklı bakışlarla dolmuştu. Herkes krala ve bize odaklanmıştı.

Werner arkasındaki insanları işaret ederken'' Bunlar şehir düzeninden sorumlu birimimizde çalışan kişilerden. Sizlere kuzey krallığı hakkında bilgiler verip, evlerinize kadar eşlik edecekler'' dedi ve gözünü bana çevirdi.

''Buraya ve düzenimize alışana dek onlar sizin akıl hocalarınız olacak. Kuzey'de ne yaparız, halkın görevleri nelerdir. Geçinmek için ne yapmanız gerekmektedir. Bunların her birini sizlere yavaş yavaş açıklayacaklar. Sizde istediğiniz soruları sormakta özgürsünüz.'' Dedi, gözleri hala bendeydi ve bu hoşuma gitmemişti. Bana meraklı mı demek istiyordu. Eh yalanda değildi.

''Evinize hoş geldiniz'' dedi gözlerimin içine bakarak ardından diğerlerine kafasıyla selam verip oradan uzaklaştı. Evinize hoş geldiniz demişti, hem de gözlerimin içine bakarak. Bu bende heyecan uyandırmış hatta beni dört gözle falan beklediğini düşünmeme neden olmuştu.

Onuna arkasından aval aval bakıyordum. Yürüyüşünü bile özlediğimi fark ettiğimde gerçekten aptal bir âşık olduğuma karar verdim. Cidden onca zaman geçmişti ve ben onu görür görmez yeniden aynı şeyleri hissetmeye başlamıştım. Bu haksızlıktı!

Düşüncelerimin içinde kaybolmuşken birden önümde, düz bal rengi saçlara ve güzel parıldayan bal rengi gözlere sahip güzel bir kız belirdi ve görüşümü engelledi. Yüzüne odaklandım, dişlerini göstererek bana gülümsüyordu. Yüzü ufacıktı ve teni pürüzsüzdü, güzelliğiyle bir an kalakaldım. Yanağındaki gamzeleri o kakar tatlıydı ki, boğazım kurudu.

En sonunda '' Merhaba, ben Clare, bir süre sen ve ailenle ilgilenmek için görevlendirildim'' dedi neşeyle ve bana yaklaşıp aniden koluma girdi.

Ne yaptığını anlayamadan diğer kolunu da anneminkine geçirdi ve '' Ah, sizi uzun zamandır bekliyorum. Gerçekten meraktan ölmek üzereydim ama neyse ki geldiniz. Sizin oraların nasıl olduğunu o kadar merak ediyordum ki! Ben hiç kralın şehrinden çıkmadım çünkü. Ohh, özür dilerim sizi çok sıktım dimi. Hadi önce evinize gidelim. Bence çok beğeneceksiniz, buradaki en güzel evlerden biri. Nereden mi biliyorum? Bizzat eşyaları ben yerleştirdim çünkü ama sanırım sana kıyafetler biraz zor olacak. Beklediğimden biraz daha kilolusun'' dedi ve beni çekiştirmeye devam etti.

O kadar hızlı konuşuyordu ki dediği şeylere odaklanamıyordum. Bana kilolu demişti galiba? Yoksa dememiş miydi? Korku dolu gözlerimi hala konuşan ve etrafa tatlı gülücükler saçan kıza çevirdim ve başıma gelecekleri düşünmeye başladım.  

Merhaba,

Uzun günlerin ardından yeniden birlikteyiz. Bu bölümü yazmak beni biraz zorladı. Hala olmamış gibi hissediyorum. Umuyorum ki sizde öyle hissetmemişsinizdir ve umarım beğenerek okumuşsunuzdur. Bir daha ki bölümde görüşmek üzere.


Not : Ramazan is cominggg !  ( GOT izleyenler esprimi anlamıştır) 

Herkese hayırlı ramazanlar. <3

Continue Reading

You'll Also Like

38.7M 1.7M 56
Hikayeyi güncellemeyi unutmayın
1.3M 26.1K 15
2. KİTABIN YAZIMINA ŞİMDİLİK ARA VERDİM. TEKRAR BAŞLADIĞIMDA DUYURU YAPARIM. Bir gece vakti küçük bir bebek ormana bırakıldı. Ölsün diye götürüldüğü...
2.8K 455 39
Müzmin Jönler Konseyi Serisi ilk kitabıdır. "Kahinden bir uyarı aldı. Korkunç bir gücün uyarısını. Dediğine göre kahinin, korkunç bir güç doğuyordu...
5.2K 703 7
"Gökte yan yana uçan iki kuş, Yerde bir ağacın sıkıca sarılmış dalları olacağız." Günlerin sonunda dünya ve cennet bile kaybolur. Ama ayrılığımızın...