MÜSTAKBELİM

By vildanVNK

9.4M 302K 39.8K

~Dengesiz Herif & Asi Rapunzel~ Kaderden kaçamazsın, istemediğin kadar ister, nefret ettiğin kadar seversin.F... More

MÜSTAKBELİM
~1.BÖLÜM~
~2.BÖLÜM~
~3.BÖLÜM~
~4.BÖLÜM~
~5.BÖLÜM~
#SOMA
~6.BÖLÜM~
~7. BÖLÜM~
~8. BÖLÜM~
~9. BÖLÜM~
~10 BÖLÜM~
~11. BÖLÜM~
~12. BÖLÜM~
~13. BÖLÜM~
~14. BÖLÜM~
~15. BÖLÜM~
~16. BÖLÜM~
~17. BÖLÜM~
~18. BÖLÜM~
~19. BÖLÜM~
~20. BÖLÜM~
~21. BÖLÜM~
~22. BÖLÜM~
~23. BÖLÜM~
~24.BÖLÜM~
~25.BÖLÜM~
~26.BÖLÜM~
~27.BÖLÜM~
#GAZZE
~28.BÖLÜM~
~29.BÖLÜM~
~30.BÖLÜM (Part 1)~
~30.BÖLÜM (Part 2)~
~30.BÖLÜM (Part 3)~
~31.BÖLÜM~
~32.BÖLÜM~
~33.BÖLÜM~
~34.BÖLÜM~
~36. BÖLÜM~
~37.BÖLÜM~
~38.BÖLÜM~
~39.BÖLÜM~
~40.BÖLÜM~
~41. BÖLÜM~
~42.BÖLÜM~
HİKAYE HAKKINDAKİ SORULARA CEVAP
~43.BÖLÜM~
~44.BÖLÜM~
~45.BÖLÜM~
~46.BÖLÜM~
~47.BÖLÜM~
~48.BÖLÜM~
~49.BÖLÜM~
~50.BÖLÜM~
~51.BÖLÜM~
~52.BÖLÜM~
~53.BÖLÜM~
~54.BÖLÜM~
~55.BÖLÜM~
~56.BÖLÜM~
~57.BÖLÜM~
NOT
~58.BÖLÜM~
~59.BÖLÜM~
~60.BÖLÜM~
~61.BÖLÜM~
DÜZENLEMELER*(ÖNEMLİ)
GÜNCELLEMELER*(ÖNEMLİ)
~62.BÖLÜM~
~63.BÖLÜM~
~64.BÖLÜM~
~65.BÖLÜM~
~66.BÖLÜM~
~67.BÖLÜM~
~68.BÖLÜM~
SÜRPRİZ DUYURU
KİTAP İLE İLGİLİ DUYURULAR
KİTABIN ÇIKIŞ TARİHİ & ETKİNLİK
İMZA GÜNÜ!
İMZA GÜNÜ! (İSTANBUL CNR KİTAP FUARI)
İMZA GÜNÜ (BURSA TÜYAP)
İMZA GÜNÜ (İZMİR TÜYAP)
İKİNCİ KİTAP & İSTANBUL TÜYAP İMZA GÜNÜ
MÜSTAKBELİM-2 (KESİT)
MÜSTAKBELİM-2 ÇIKIŞ TARİHİ & İMZA GÜNÜ
İMZA GÜNÜ (ANKARA KİTAP FUARI)
İMZA GÜNÜ! (İSTANBUL CNR KİTAP FUARI)

~35.BÖLÜM~

125K 3.8K 638
By vildanVNK

Karşımda sırıtmaya devam ederek ellerini lacivert pantolonuna soktu. Bu neydi şimdi? Sanki roller yer değiştirmişti. Bana her zaman 'seni seviyorum' diyen adam, şimdi ben 'seni seviyorum' dediğimde ispatla diyordu. Tamam iyi hoş da ben nasıl ispatlayabilirdim ki? Seni seviyorum demem yetmez mi?

"İspatla?"

Tek kaşımı kaldırarak bunu sorunca sırıtan yüzünden taviz vermedi.

"Aynen, ispatla."

"Ne demek istediğini anlamadım."

Ellerini ceplerinden yavaşça çıkardı. Ne yapacağını büyük bir merakla bekliyordum.

"Şimdi..." Dudaklarıma doğru yaklaştı. "...Nasıl ispatlandığını göstereceğim."

Göğsüne ellerimi koymuş, onu ittirmeye kendimi hazırlamıştım ki buna fırsat vermeden dudaklarını dudaklarıma değdirip geri çekti. Sanki bilerek böyle yapmış, beni öpmemişti.

"Ben ispatladım."

Kalkan tek kaşım inmiş, ikisi birden çatılmıştı. Benimle dalga mı geçiyor?

"Ne?"

"Sıra sende."

Donuk bakışlarımla ona bakmaya devam ettim. Bir kaç dakika sonra anca kendime geldim. Onu öpemezdim, böyle olmazdı.

"Seni seviyorum demiştim."

Onu ikna ederken aynı zamanda kendimi de ikna etmeye çalışıyordum.

"Ben de ispatla demiştim."

Gerilmiş dudakları, içleri gülen gözleri ve sırıtan bir suratı karşıma almış neyi anlatmaya çalışıyorum. Boşverdim. Ona cevap vermeden merdivenlerden aşağı indim. Dış kapıya doğru yürüdüğüm sırada, "Hep kaçacak mısın?" demesiyle duraksadım. Arkama döndüm.

"İspatlamayacağım. İster inanırsın ister inanmazsın, sana kalmış."

Birini öpmek, dayatılarak yapılacak iş değildi ve eğer ki Burak'ın dediğini yaparsam beni avucuna hapseder, içinden çıkmama daha da izin vermezdi. Nitekim de öyle oldu. Dayattığı bir şeyi yapmadım diye hayal kırıklığına uğradı.

***

Meze tabağını da masadaki yerine koydukan sonra geri çekilerek masaya baktım. Basit yemekler de olsa sonuç olarak akşam yemeğimiz hazırdı. Gülümseyerek yemek önlüğünü üzerimden çıkarıp askılığa astım. Neredeyse bir haftadır evli olmama karşın, ilk defa kendimi 'şimdi' evli bir kadın gibi hissediyordum. Akşam namazını kılmıştım. Burak eşyalarımızın hepsini buraya gündüz yerleştirdiği için o eve gitmek zorunda da kalmamıştım ve buna içten içe sevinmiyor da değildim. Çünkü o evde çok iyi anılarımızın olduğu söylenemezdi. İnşallah bu evde güzel anılarımız olurdu. Öğlenki atışmadan sonra Burak kendi halinde aşağıda takılmış, bende yukarıda ders çalışmıştım. Hava kararınca da acıkmış, aşağı inince Burak'la karşılaşmıştım. Kendime değil, ikimize yemek hazırladım.

Burak'a baktım. Beyaz, rahat olduğu belli olan üçlü koltuğa yayılarak oturmuş, ortadaki büyük, cam sehpaya ayaklarını uzatmış bir şekilde kucağındaki laptopla uğraşıyordu. Aynı zamanda da televizyon kısık sesle de olsa açıktı. Gerçekten de keyfine düşkündü. Boğazımı temizleyerek bana bakmasını istedim. Hiç bir tepki vermedi.

"Burak," der demez başı bana çevrildi. "Yemek hazır."

Başıyla beni onaylayıp laptopu koltuğa koydu ve yayıldığı yerden kalktı. Masadaki kumandayı alıp televizyonu kapattı. Salonun tarafında kalan bar taburelerinden birisine oturarak arkasına yaslandı. Ben de mutfağın içinde kalan bar taburelerinden, karşısında olana oturdum. Kendi kendine güldü. Kaşlarımı çattım. Niye gülüyordu ki şimdi?

"Ne oldu?"

Dirseklerini masaya yasladı.

"Hiç... Sadece istediğim bir şeyi gerçekleştirebilmenin gururunu yaşıyorum."

"Nasıl yani?"

"Benimle evlisin."

Güldü. O gülünce başımı eğerek yüzümün kızarıklığını gizlemeye çalıştım. Düşündüğümde gerçekten de doğru söylüyordu ama bunları birisinin ağzından duymak beni utandırıyordu. Beni öldürmeye çalışan, babamı tehdit eden adama, 'seni seviyorum' demiştim! Hatta öpüşmüştük! Ve bir de yemek? Birisi bana Burak'ı anlatsa yemek yapardım belki, evet. Ama bu büyük ihtimal zehirli olurdu.

"Suada Suada... Utanma lütfen. Rica ediyorum."

Dalga geçerek bunu söyleyince kafamı kaldırıp suratına baktım. Benimle dalga geçmesi veya özellikle bu konularda üzerime fazla gelmesi canımı sıkıyordu. Sandalyemi ittirip ayağa kalktım. Ağzımı bile açamadan merdivenlere gidip yukarı çıkmaya başladım.

"Her şeyden kaçıyorsun."

Sandalyesinin yere sürtülme sesini duymamla ayaklarımı durdurdum ve ona doğru bedenimi döndürdüm.

"Evet."

Bu cevabımla sırıtan yüzü soldu, kaşlarım çatılı bakmaya devam ettim.

"Bak, ben sana hazır değilim dedim. Her şey aniden oldu... Nişan, evlilik, bunların hepsini kaldıracak gücüm yok benim. Ailevi sorunlar falan... Çok karışık."

Gözlerini kıstı ve bir iki adım atıp merdivenin başında durdu.

"Bu hep böyle devam mı edecek? Hem seni zorluyor bile sayılmam."

O bunları dedikten sonra bu konuyu açmış olduğuma sevindim. Hazır olmadığımı tekrar hatırlaması gerekiyor olabilirdi.

"Bunu söylemesen bile bana her fırsatta bir şeyleri ima eder gibi konuşuyorsun ve bu canımı sıkıyor, kendimi kötü hissediyorum."

Birkaç basamak çıkıp korkuluklara yaslandı. Kollarını göğsünde birleştirdi.

"Bence hissetmen de gerekiyor. Çünkü farkındaysan evliyiz. Hani nikâhımız falan var, bir evimiz de var. Hatta bir şey söyleyeyim mi? Çok ilginç bir şekilde kendi odamız da var."

Bir tane mimiğim dahi oynamadı. Kendini komik mi zannediyordu?

"Burak-"

"Tamam, şaka yapıyorum. Bir kaç gün daha beklerim, sorun olmaz. Zaten tahminen yetmiş yaşında ölürsek, elli altmış sene daha benimlesin."

Bedenini rahat bir şekilde korkuluklardan geri çekip yanıma geldi. Ben daha ne dediğini idrak edemeden boynuma doğru eğilip öptükten sonra aşağı indi ve yerine tekrar oturdu. Şaşkınlıktan açılan ağzımda birkaç saniye etrafa manasız bakışlar attım.

***

Selam verip namazımı bitirdim. Ardından da tesbihlerimi çektim ve dua etmeye başladım. Duamı bitirip âmin dediğım an kapı açıldı. Başörtümü ve feracemi çıkarıp hepsini çekmeceye katlayarak koydum. Giysi odası gibi, iki tarafı açık dolap şeklinde yapılmış yerden geçerek ebeveyn banyosuna girdim. Burak'ın odası gibiydi odamızın planı. Hatta neredeyse aynı. Banyo dolaplarından el kremi alıp içeriye gittim. Yatağın sol tarafına oturup kremi parmaklarıma sıktım ve bugün yanan koluma, geç de olsa, sürmeye başladım. Kolum hafif hafif yanmaya başlayınca panikle yanan yere doğru üfledim.

"Özür dilerim."

Kafamı yukarıya kaldırdığımda koluma olan bakışlarını yakaladım.

"Sen bir şey yapmadın ki."

Yatağa kendini bırakıp başlığına başını yasladı. Derin bir nefes aldı ve bakışları tavana kitlendi.

"O sözde kaza olan kaza, benim yüzümden değil mi?"

Ne demek istediğini anladım. Beni öldürmeye çalışmasından bahsediyordu. Aslında sorusunun cevabını o da biliyordu, belki kendine itiraf edememişti.

Doğruldu, kremli ellerimden tuttu ve ondan hiç beklemeyeceğim şekilde "Affet beni." dedi.

Olmuş bitmiş ve üzerinden yıllar geçmiş olaylar için tavır takınma gibi bir lüksüm yoktu. Hiçbir şey olmamış, Burak beni öldürmeye çalışmamış gibi düşünmeliydim. Fakat kaza anı, hastanedeki zamanlarım ve çektiğim zorluklar aklıma gelince Burak'a olan öfkem kamçılandı. Şimdi durup dururken bu konuyu niye açıyordu ki?

"Bir daha bu konuyu açmanı istemiyorum." diyerek konuyu kapadım. Başını salladı ve yatakta uzanarak beni de yanına çekti. Kremi komodine koyup ışığı kapattım ve göğsüne başımı yaslayarak kollarımı onun gövdesine serbestçe bıraktım. Benim aksime kollarını sıkıca belime sardı, başımı öptü ve öylece uyuya kaldık. Gün içerisindeki kavgalar eriyip gitmişti.

***

Aşağıdan gelen seslerle gözlerimi aralamaya çalıştım. Saniyeler süren çabam sonucunda sağıma baktığımda Burak yoktu.

Komodinin üzerindeki mor ışıklığı açtım. Gözlerimi kısmaya devam ederek gözlerimin ışığa alışmasını bekledim. Alıştıktan hemen sonra ayağa kalktım, askılıkta duran feracemi giydim ve şalımı başıma dolayıp odadan dışarıya çıktım. Merdivenlerden yavaş ve sessiz adımlarla aşağıya indim.

"Oooo yengeeeemm."

Burak başını çevirerek bana baktı. Bu adam da kimdi?

Biraz daha hafızamı zorladığımda bu adamın Burak'ın nikâh şahidi olduğu kanısına varsam da emin olamadım.

"Burak, bu kim?"

Bakışlarımı Burak'a çevirdim. Gözleriyle merdiveni işaret etti.

"Yukarı çık."

"A-aaaa Burak ne kad..." Hıçkırık. "...Ayıp. Yengemizin bunları ne yapması lazııııım öğrenmesi lazım."

Ayakta zor duran adama bakmaya başladım. Gecenin bu vaktinde bizim evimizde gerçekten ne işi vardı?

"Bu kim?"

Sorumu yinelediğimde mavi gözlerini zar zor açık tutan, sarışın vari ama Gökay'ın tam aksine sempatik yüz hatlarına sahip adamdan gözlerimi Burak'a çevirdim. Sesli bir şekilde iç geçirdi.

"Emin."

Emin? Hani gelin arabamızı yapan, Burak'ın komik arkadaşı mı?

"Gelinlik arabasını yapan mı?"

"Ooooo Burak zeki hatun almış. Burak, seninki bizim esmere de öğretsin bu zekiliği. Malum, benimki aptal ama anlarsın işte..."

Burak, Emin'i ayakta zar zor tutarken, ben de gözlerim kısık bir şekilde ne saçmaladığını dinliyordum. Hatta hep beraber ne saçmaladığını 'dinliyorduk'.

"Şu şerefsize bir kahve yapsana."

Burak bana yalvaran gözlerle bakınca hayır diyemedim. Zaten bu halde evimde olan birisine yardım etmemezlik de yapamazdım. Mutfağa gidip kahveyi ocağa koydum. Amerikan mutfak olduğu için ne yaptıklarını rahatlıkla izleyebiliyordum.

"Şimdi de şeref..." Hıçkırık ve bir kahkaha. "...Şerefsiz mi olduk? Seninle az karı kız peşinde koşmadık. Ne çabuk unuttun o günleri."

"Kes lan!"

Kaşlarımı çattım. Emin bana bakarak eliyle Burak'ı gösterdi.

"Bu var ya bu... Yenge bu kaç kızla..."

Bir ıslık çaldı. Burak Emin'in ağzını kapatıp kulağına doğru fısıldayarak küfürle karışık bir şeyler söyledi. Ona küfür ederken, bana masumane bakışlar atmaya çalışıyordu. Burak'ı ittirip tekrar kahkahalara boğuldu. Şuanda ne yaptığının farkında bile değildi belki ama ben ne duyduğumun gayet farkındaydım. Burak, Emin'i koltuğa atıp suratına bir yumruk geçirdi. Emin ağzını tutup baygın gözleriyle Burak'a bakmaya başladı.

"Bak, kardeşimsin diye bir şey demiyorum yoksa..." Başını koltuğa yaslayarak uyku moduna geçti. "Seni gebertirdim."

Fısıltısıyla beraber ayaklarını sehpaya uzatarak ellerini karnında birleştirdi ve başı koltuğun başına düşerken sızdı. Taşan kahveyle, bakışlarımı kahveye döndürdüm ve hemen ocağı kapattım. Büyük bir kupa alıp kahveyi doldurdum.

"Emin'i boşver, kendinde değil. Şimdiki zaman bizi ilgilendirir ve..." Kulağıma doğru mırıldanınca huylandım. "...Şimdi seni deli gibi seviyorum, biliyorsun değil mi?"

Bedenimi arkaya döndürüp kollarının arasından çıktım. Kahveyi doldururken yanıma gelmişti.

"Kahve."

Haklı değildi. Geçmiş beni hala ilgilendiriyordu. Her ne kadar geçmiş geçmişte kaldı, sen şimdiye bak desem de Burak bana ne zaman dokunmaya kalkışsa aklıma türlü türlü şeyler geliyordu. Düşünsene, senden önce bir başkasına dokunmuş... En başta, ben öyle biri değildim. Onun gibi değilken, neden onun gibi biriyle evlenmiştim ki? Bazen sevmek de bu tür şeyleri aşmama yardımcı olmuyordu. Belkide takıntılıydım. Fakat bende geçmişinde kimsenin izi olmamış birisiyle evlenmek istemiştim. Bu benim hakkımdı.

Kahve kupasını elime alarak salona gittim. Sehpaya kahveyi koymanın ardından ayakta beklemeye başladım.

"Emin!"

Burak bir anda bağırınca ürksem de, benim aksime Emin gayet rahattı. Tek gözünü açıp bana baktı. Bu komik haline gülümsediğim sırada Burak, Emin'in yanağına sert bir tokat attı.

Emin, "Ah, geri zekâlı!" diye yanağını tutarak koltukta doğruldu. Hâlâ sarhoşluğun etkisi olsa da ilk zamana göre ayılmış gibiydi. Kupayı eline alıp kahveden bir yudum aldı ve sehpaya geri bıraktı.

"Ooo yengeme bak."

"Lan oğlum iç kahveni de git. Adamı sinir etme!"

"Sakin ol. Kendinde değil."

Kolunu tutup bunu söylediğim sırada bana dönüp kolunu geri çekti.

"Sen yukarıya çık."

Başımı sağa sola salladım.

"Uykum kaçtı."

"Yukarıya çık dedim."

Gözleri kararlılıkla bana bakıyordu. Emin kahvesini höpürdeterek içince salondaki gerginlik kayboldu ve bakışlarımız Emin'e kaydı. Kahveyi sehpaya bırakıp elini havada salladı.

"Yenge, valla sarışınlar aptal değil. O esmerler var ya o esmerler, ciğerimi söktüler. Ah ah. Nedir sizden çektiğim kadın milleti?"

Sesinden sitem ve öfke akıyordu. Bir insan acılar için içkiye sığınır mıydı? Bu sığınma değildi, farkında olmadan yalnızca kendine zarar veriyordu.

"Emin, hadi kardeşim gel evine götüreyim seni."

Burak bir anlık sakinliğiyle Emin'in kolundan tuttu. Emin ise Burak'ın elini ittirdi.

"Gidecek yerim yok lan. Sokakta kaldım."

Kıpkırmızı gözlerini bana çevirdi.

"Yenge burada kalayım bu gece. Ne olur."

Kaşlarımı kaldırarak şaşkın şaşkın baktım. Beş altı saniye öylece bana baktıktan sonra soğumuş kahveyi sehpadan aldı ve kafasına dikti.

"O kadar gelin arabanızı yaptım, nankörler!"

Ayağa dengesini kurmaya çalışmadan kalktı ve parmağını bize doğru salladı.

"Siz kovamazsınız beni. Ben istifa ediyorum."

Burak buna hiçbir şey demeyip gözlerini kapattı.

"Vay Burak... Kardeşim bilirdim seni. O kadar karı kız ayarladım sana. Nankör."

Burak gözlerini açınca bir şey demesine izin vermeden konuşmaya devam etti;

"Ya o değil de o Ece ne oldu be kanka? Bak silikonlu falan ama taş o hatun. Ben senin yerinde olsam..."

Ani bir hamle ile Emin'in ağzını kapattı. Burak'a kaşlarımı çatarak bakmaya devam ettim. Şu konular gerçekten can sıkıcı boyuta ulaşmıştı. Gözlerim dolmaya başlayınca bir şey demeden arkamı döndüm ve yukarıya seri adımlarla çıkmaya başladım.

"Suada!"

Arkamdan seslense de durmadım ve yukarıya çıkarak odamıza girdim. Üzerimdeki feraceyle şalımı fırlatırcasına koltuğa attım. Yatağın içine girip pikeyi boğazıma kadar çektim. Bunları duymak çok ağırıma gidiyordu. Başkasını öpüp başkasına dokunduğunu öğrenince sinirlerim geriliyordu. Kapının açılma sesini duyunca derin nefesler alarak ağlamamı durdurmaya çalıştım. Yatağın sağ tarafında bir hareketlenme olduğu gibi pikeyi bir anda üstümden çekti. Ne yapacağımı bilemeyerek gözyaşlarımı hemencecik ellerimle sildim ve burnumu çektim. Bana döndü ve parmaklarıyla gözyaşlarımı sildi. Bulanıklığından arınan gözlerimle onun gözlerine baktım.

"Geçmiş geçmişte kalır."

Bunu doğrulamamı istiyormuş gibi bakıyordu. Burak'a arkamı dönerek pikeye tekrar sarıldım ve uyumaya çalıştım. Bir iki saniye sonra bedeni bana yaklaştı, kolları belime sarıldı ve "Bir daha öyle şeyler olmayacak, söz veriyorum." diye kulağıma fısıldadı.

***

Komodinimdeki telefonuma uzanıp son ses çalan alarmı kapattım ve yatakta doğruldum. Sağ tarafıma döndüm, Burak'a baktım. Sırtüstü uzanmış, yastığı yüzüne koymuş, ellerini de yastığın üstüne koymuştu. Bu yatış stilleri tamamen Burak'a özgüydü. Şuanda kendini boğuyormuş gibi duruyordu. Hoş, nereden nefes alıyordu acaba? Başımı sağa sola sallayarak yataktan kalktım ve banyoya doğru düzensiz adımlarımla yürüdüm. Banyo ışığını açıp, aynada; uykusuzluktan çökmüş gözlerime, dağılmış saçlarıma baktım ve uyuşuk hareketlerle saçlarımı topuz yaparak abdestimi aldım. Havluya kollarımı ve yüzümü silmenin ardından banyodan çıktım ve ışığı kapattım. Giysi odasındaki çekmeceden namaz feracemi, seccademi ve başörtümü aldım. Loş olan odada seccademi kıbleye sererek feracemle başörtümü giyindim. Ne olurdu Burak da kalkıp kılsaydı?

Bir vakit için bin yıl yanmak...

Namaz çok önemliydi ve sevdiğim adam namaz kılmıyordu. Bu çok acıydı. Belki de onunla bu konu hakkında konuşabilirdim. Ne derdi ki? Ama denemekten bir şey gelmezdi, konuşacaktım. Ya da bu konuyu kendisinin bana gelip açmasını beklesem daha iyi olurdu.

***

Sabah namazından sonra uyumazdım. Çünkü sabah namazından sonraki vakitte uyumayanlara melekler rahmet dağıtırdı. Hem o sabah namazından sonraki huzuru, gün içinde hiç bir zaman diliminde bulamazdım. Cam önündeki koltuklardan birisine oturup bir süre dışarıyı izledim. Güneş doğdu doğacaktı. Şafakta o ince çizgi belirginleşmiş, havaya sis bulaşmıştı. Elimdeki kitabı açarak okumaya başladım. Duadan söz ediyordu. Düşünmeye başladım. Dua; gerçekten de bir Müslümanı sağlam tutacak ayaklarından birisiydi. Allah'la bağlantısı 'dua' ile güçlenirdi, bir Mü'minin. Duaya çok önem verirdim. Öyle yapmam da en doğrusuydu zaten. Namazlardan sonraki duamı ve iftardan önceki duamı aksatmamaya çalışırdım. Bu aralar tüm dualarımın içine Burak'ı da katmıştım. Hidayete ermesini o kadar çok istiyordum ki...

***

Yarım saate yakın bir zaman dilimi boyunca kitabı kendi içimde yorumlandırarak okudum ve kitabı kapatıp koltuğun önündeki küçük cam sehpaya koydum. Güneş doğmaya başlayıp içeriyi hafif hafif aydınlatmaya başladı. Kapıya doğru yürüyüp arkamı döndüm. Burak benim yastığımı almış, sarılıyordu. Kendi kendime güldüm ve kapıyı açtım, merdivenlerden aşağıya indim. Emin'in gitmemiş olacağını hesaba katarak aşağıya ferace ve başörtümle indim ki evet, doğru karar!

Mutfaktaydı. Bir yandan ıslık çalıyor, diğer yandan da buzdolabını karıştırıyordu. Benim ayak seslerimi duyunca ıslık çalmayı bıraktı. Beni görür görmez gözleri kocaman açıldı ve elindeki yumurtaları yere düşürdü.

"Kahretsin! Yenge, kızma sakın. Bak... Ben şimdi temizlerim."

Yerdeki kırık yumurtayı endişeyle süzüyordu. Neden bu kadar panik yapmıştı ki?

"Bilerek olmadı valla ya. Şimdi ben seni bir anda görünce şey oldu... Yani yukarıdan inince ben böyle şey oldum..."

Elimi kaldırıp onu susturdum. Daha fazla saçmalamasına lüzum yoktu.

"Sakin ol, sana niye kızayım ki?"

Tuttuğu nefesi geri bıraktı.

"En son Burak'ın evinde yumurta kırdığımda, o evden kaşım yarık çıktım."

"Burak'ın evi mi?"

"Ya bekârken işte."

Burak bekârken ayrı evde mi yaşıyordu yoksa İspanya'dan mı bahsediyordu anlamamıştım. Daha fazla geçmişini kurcalamak da istemedim. En azından bu sabah bununla uğraşmayacaktım.

"Kaşın mı yarıldı?" diyerek onun vurguladığı konuya geçtim.

Mutfakta kalan bir bar taburesine oturdu.

"Olay şöyle; şimdi ben buna gitmiştim, evine yani. Neyse işte açtır diyerek hani arkadaşlık görevi, bir yumurta pişireyim dedim. İnsanlık ölmedi ya! Sonra sen gel, bunun projesinin üzerine yumurtayı düşür. Gerçekten yanlışlıkla düşürmüştüm yenge. Yemin ederim."

Sağ elini havaya kaldırıp, orta parmağını işaret parmağının üstüne sararak yeminini kendince doğruladı. Onu daha yeni yeni tanıyor olsam da, Burak benden ona çokça bahsetmiş olacak ki bana hiçbir yabancılık beslemiyordu. Burak'ın aksine yumuşak başlı biri olması beni şaşırtsa da tabii ki şikâyetçi değildim. Bana böyle yaklaşması hoşuma gitmişti.

"Ee sonra?"

Bar sandalyesinden kalktı, yanıma geldi. Yüzünü bana eğip sarımsı kaşını parmağıyla gösterdi.

"Eesi bu."

Kaşındaki dikişleri görünce arkadaşlıklarına anlam veremez hale geldim. Bir proje için insan arkadaşının kaşını yarar mıydı?

"Özür falan dilemedi mi?"

Benden uzaklaşıp bar sandalyesine geri oturdu ve gözlerini devirdi.

"Ben ondan özür diledim!"

İçi Burak'a karşı sitem dolmuş olsa da onu sevdiği belliydi.

"Şu mimar proje yarışmasının ödülünü kazanamamıştı, orası ayrı konu tabii."

Bana bakmadan bunları mırıldandı.

"Bir de kaç yıl üzerinde çalıştığını düşünürsek..."

Birkaç saniye sonra "Aman canım neyse ne!" diyerek konuyu kapattı.

"Ya yenge her şey iyi hoş da şu yumurtayı nasıl temizleyeyim?"

Bana boş boş bakarken iç çektim.

"Sen içeriye geç, ben temizlerim."

Gülümseyerek sandalyeden ayağa kalktı, "İşte benim yengem." diyerek yanağımdan öpecekti ki geri çekildim. Ne yapıyor bu?

"Hop! Ne oluyor lan!"

Burak'ın sesini duyunca, Emin irkilerek geri çekildi ve hemen benden bir iki adım uzaklaştı. Kollarını aniden havaya kaldırıp, "Biz sadece arkadaşız." diye savunmaya geçti.

Burak, aşağı iner inmez Emin'in yakasına yapıştı.

"Ben bilirim senin arkadaşlığını."

"Bak Burak, valla bildiğin gibi değil hani gördüğün gibi... Yani şey işte, lafın gelişi-"

Burak, Emin'in yüzüne bir tane yumruk patlatınca, Burak'ın koluna yapıştım.

"Bir şey yapmadı Burak."

Emin, sol gözünü tutarak tek gözüyle bana baktıktan sonra gözlerini Burak'a çevirdi.

"Kanka şu hayatta bir annem bir Suada. Bu ikisine yan gözle bakmam. Babaanneme bakarım, Suada'ya bakmam."

Burak, gözlerini kapatıp eliyle başını tutarak sinirlenmemeye çalıştı. Emin ise rahatça daha demin oturduğu bar taburesine tekrar oturdu ve masanın ortasındaki meyve tabağından yeşil bir elma alıp ısırdı.

"Suada, bu ne diyor?"

Burak bana bakmadan kızaran gözleriyle Emin'e bakarak bunları söyleyince, Emin çiğnediği elmayı seslice yutkundu. Mavi gözleri Burak ile benim aramda mekik dokudu. Burak'ın koluna yavaşça dokunarak, "Sakin ol." dedim.

Bunları fısıldarken Emin'e kaş göz işareti yaparak dış kapıyı gösterdim. Biraz daha burada duracak olursa Burak her an üstüne atlayabilir, diğer kaşını da yarabilirdi.

"Şimdi kanka, sakin ol."

Burak'ın kolu elimin arasından kayıp gitti. Emin'in dediği şeyin üzerine sinirleri bozulmuş olacak ki güldü, kollarını açıp geri geri yürüdü.

"Ben gayet sakinim."

Bir kaç adım daha geriledi.

"Burak!" diye refleks olarak sesimi yükselttim. Fakat artık çok geçti. Burak yerdeki kırık yumurtaya basmıştı.

"Emin, senin Allah belanı versin. Defol git lan evimden!"

"Kanka-"

Kavga çıkmasını istemediğim için hemen, "Şimdi temizleriz sakin olun." dedim. Mutfaktaki çekmeceleri karıştırıp bir çekmeceden ıslak mendil aldım.

"Emin!"

Isırdığı elmayı yutamadan Burak bağırınca bir kaç defa öksürdü.

"Elma boğazımda kaldı!"

"Gel de şurayı sil."

Emin'in dediğine cevap bile vermemişti. Bir süre bakıştıktan sonra Emin, Burak'a beyaz bayrak kaldırdı ve ayağa kalktı. Benim elimdeki ıslak mendili aldığı gibi de yere çöktü.

"Kaldır ayağını abiciğim."

Burak geri çekilerek ayağındaki siyah çorabı çıkardı, çöpe attı. Söylene söylene yukarıya çıktı. Burak merdivenlerden çıkarken Emin hemen arkasından dil çıkardı ve ayağa kalkıp yeri sildiği ıslak mendili çöpe attı.

"Sen nasıl anlaşıyorsun bununla?"

"Asıl sana sormalı."

"Bak bunu daha önce hiç düşünmemiştim. "

Kendi kendine gülerek içeriye gitti ve televizyonu açıp üçlü koltuğa yayıldı.

***

Kaç dakikadır kendimi ikna etmeye çalışıyor, her defasında da o cesaretimi toparlayamadan yıkılıyordum. Burak'ların evinin önünde tek başıma dikilmiş, parmaklarımı kapı ziline uzatmaya çekinmiştim. Bugünün ders kitapları orada kalmıştı yoksa bu eve tek başıma gelecek kadar yürek yememiştim henüz. Bileğimdeki saate baktım. Saat öğlen üçe doğru geliyordu. Kahvaltıyı Emin, Burak ve ben birlikte yapmıştık. Burak'ın erkek takıntısını da anlayamıyordum. Emin onun en yakın arkadaşıydı, bana yan gözle bakacak bir insan da değildi. Sarhoşken dediklerini de unutmamıştım ama o kadarını da yapmazdı, en yakın arkadaşının eşiydim ben. Düşüncesi bile beni yeterince utandırmıştı. Aslında Burak da buna ihtimal vermiyordu, vermemeliydi, fakat tedbiri elden bırakmıyordu. Her şeyi geç, kıskancın tekiydi işte.

Bahçe kapısını açıp bahçeye girdim ve bir kaç basamaklık yeri çıkıp zile bastım. Her zamanki gibi Ece, mini eteğiyle karşıma çıktı. Acaba Burak'ın ailesi evde miydi?

"Suada Hanım?"

Suratındaki mimikler ifadesizken, gözleri sorgulayıcı bakıyordu.

"Kitaplarım burada kalmış." diye ufak bir açıklamada bulundum.

"Ah şey... Tabii buyurun." diyerek kapı ağzından geri çekildi. İçeriye tedirgin bir adım attım. İçeriden sesler geliyordu, kendime cesaret verdim ve merdivenlere doğru yürüdüm.

"Suada?"

Aysu Hanım'ın arkamda kalan sesiyle beraber ona döndüm.

"Kitaplarımı unutmuşum da kusura bakmayın alıp çıkacağım hemen."

Aysu Hanım başını sallayarak kitabını okumaya devam etti. Barış Bey de gazetesine geri çevirdi başını. İçimde tuttuğum nefesleri verip aceleyle merdivenlerden çıktım. Burak'ın odasına girdiğimde oda gözüme boş gözükse de önemsemedim. Masanın üzerindeki kitaplarımı çantama aceleyle koydum. Bu evde bir saniye bile durmak istemiyordum. Kitaplarımı çantama yerleştirmemin ardından, merdivenlerden indim.

"İyi günler."

Dış kapıya hızlı adımlarla yürüdüm, üç dört saniyenin sonunda dışarıdaydım. Ardımdan kapıyı yavaşça kapatacakken, Ece kolumdan tuttu.

"Biraz vaktiniz var mı?"

Tek kaşımı kaldırarak, "Evet var. Ne oldu?" diye sordum.

"Sizinle çok önemli bir şey konuşacağım." 

BÖLÜM SORULARI:

*Emin hakkında düşünceleriniz?

*Ve Ece? 

Continue Reading

You'll Also Like

54.7K 4.9K 24
"Delibal, hem şifa hem zehir."
537K 36.4K 34
Aşkın rüzgarı saçlarınıza karışacak, kalbinizi 1000 RR'dan daha hızlı attıracak. 🏍️💛
184K 9.1K 36
Aşkın barut kokan hâli... UYARI! → İncelemekte olduğunuz kitap 16 yaş ve üzeri için uygundur. Olumsuz örnek oluşturabilecek unsurlar içermektedir. →...
143K 5.4K 41
İhanetin gölgesinde kalan kadınların intikamı ağır olur. Mecburiyet, kollarını hayatına doladığı zaman susacağını sanır, seni hislerle yanıltır. Ama...