~30.BÖLÜM (Part 3)~

82.9K 3.8K 287
                                    

Sevmek, bu kelimeyi anlatamayacak ne kadar cümle varsa, hissedebilecek kadar da duygu var içimizde lakin yine de zor bu, tek duygu olup da içinde binlerce çözümlenememiş formüldeki duyguları yaşamak. Belki de hiç bir zaman olmayacak, imkânsız duygu. Karşılıksız olduğunda, sana her şeyi yaptırabilecek kadar sadist. Kurnazca planlanmış, kara tüylü tilki işi. Duygulu çoğu zaman. Çoğu zamansa, duygudan yoksun, saçma sapan bir heves kitlesi kalbinde oluşan. Bağımlılık yapan, kalbindeki beyaz, lanetli toz. Ağızda sevgi parçacığı diye anılan duygusuz söz kırıntısı. O kadar derin bir konu ki sevmek, sanki... Sanki küçük bir çocuğun ağzından çıkan ufak ses tınısına bulanmış 'baba' kelimesi gibi. Anlatılmaz, yaşanır denmesi gereken tek duygu.

Onu sevdiğimi söylemiştim, bu bir devrimdi. Titreyen ellerim hâlâ yüzündeydi, gözleri gözlerimin üzerinde, elleri belimdeydi. Ondan boşanmayı düşünmedim değil, düşünmüştüm. Hemde çoğu kez bunun için delirmiştim. Belkide kendimi şuanda çıkmaza sürüklüyordum ama duygularım kontrolü artık ele geçirmişti.

"Ah!"

Yanağının üzerindeki şişkinlikte gezinen parmağımı onun inlemesiyle hemen geri çektim. Kollarını belimden indirip, sol eliyle burnuna dokundu, yüzü buruştu.

"Çok mu kötü?"

Gözlerimi kısarak bunu sorunca, elini indirdi.

"Bir şey olduğu yok."

Gülmeye çalıştı ama anında sustu.

"Suada-"

Cümlesini tamamlamasına izin vermeyip,"Hastane!" diye sesimi yükseltince, bana anlamaz gözlerle baktı. Elinden tutarak çekelemeye başladım. Bana karşı koymadı.

***

"Evet, görünüşe göre burnunda sandığınız gibi bir hasar yok sadece ağır bir darbe almış o kadar."

Pür dikkat dinlediğim hemşire, bana gözlüklerinin ucuyla baktı. Başımla kırklı yaşlarında olan bayanı onaylayıp, gözlerimi Burak'a çevirdim. Bana 'ben biliyordum' gibi baksa da umursamadım.

"Şimdi pansuman yaptık, ağrı için bir kaç ilaç falan da yazacağım. Bir haftaya kadar geçer zaten."

Ufak bir reçete yazıp bana uzattı."Teşekkür ederim." dediğimde gülümsedi.

"Hadi Suada."

Sedyeden kalkan Burak'ın yanına gittim. Şimdi ne yapsaydım? Elinden tutsam yanlış anlar mıydı? Veya ne demeli, onunla ne konuşmalıydım?

Titreyen elimi uzattım, parmaklarım henüz eline değemeden sağ elimin parmaklarını kendi parmaklarının arasına çoktan gömmüştü. Bana yandan bakıp gülünce, başımı yere eğdim. Utanmıştım. Gerçekten utanmıştım. Başka bir duygu yoktu şuan için. Göz ucuyla ona baktım. Burnundaki kanamayı durdurmuş, kaşına küçük bir bandaj yapıştırmışlardı. Bir şey konuşmadan koridordan ilerleyerek asansöre bindik. Başımı yere eğerek asansörün aşağı inmesini bekledim. Utanıyordum hâlâ ondan.

"Suada?"

Başımı kaldırıp baktım. Yüzündeki darbelerle biraz komik gözükse de, hâlâ yakışıklı sayılırdı.

"Efendim?"

"O Etka mıdır nedir..."

Sesli bir iç çekerek burnunu tuttu.

"Anladın sen."

Onun dediği şeylere aldırmadan yanına yaklaştım.Parmağımın ucuyla yüzüne dokundum.

"Ağrıyor mu?"

Gözlerimi kısarak sorduğum bu soruya cevap vermedi ve yüzüme yaklaşıp,yanağımdan öptü.

"İlacım sensin."

BÖLÜM SORULARI;

*Sizce Suada'nın Burak'ı sevmeye başlaması erken mi oldu? Geç mi oldu? Tam zamanında mı oldu?

*Burak'ın annesinin İspanyol olmasının sizce bu hikayede ne gibi bir önemi var?

*Etka sizce sevmeye devam mı eder yoksa Suada'dan vazgeçer mi?

MÜSTAKBELİMWhere stories live. Discover now