~34.BÖLÜM~

100K 4K 422
                                    

Ahşap renkli gözlerinde odak noktamı bulmuş, korkusuzca bakıyordum. İlk defa. Bu olağanüstü bir şeydi. Gözleri... Bilmiyorum, gözlerinde farklı bir şeyler vardı. Beni ona daha çok çekiyordu her defasında. Ama şuanki durum çok farklıydı. Gözler ruhun aynasıydı derlerdi ya hani. İşte şimdi gözlerindeki öfkeye biraz da olsa şaşkınlık harmanlanmıştı. Biliyordum. Onu öfkelendiren şey, onun beni sevmediğini iddia etmemdi. Lakin evet; sevgisine bazenleri inanmıyordum. Çünkü bana söyledikleri çok ağırdı ve birisinin bana bağırmasından nefret ederdim.

Aniden gülmeye başladı. Ne olduğunu anlamaya çalıştım ama anlayabildiğim söylenemezdi. Çünkü şuanda tam olarak Burak'a bağırmıştım ve Burak klasiği olarak, bana bağırmasını ve ardından sarılarak 'affet' falan demesini bekliyordum. Gitar kursundaki o iğrenç olaydan sonra bunu yapmamış mıydı?

'Affet.'

Bu kelime her şeye karşı kalın bir bitiş çizgisi çekerek ince bir başlangıç çizgisi çekmeye olanak sağlıyordu. O zaman affetmiştim ama şimdi Burak klasiği gibi bir olay söz konusu değildi. Hani sinirinden gülüyor derler ya, işte Burak da tam karşımda bana bakmadan sinirle gülmeye başlamıştı. Bir kaç saniyenin ardından gülmesini sonlandırıp, sert bakışlarına harmanlanmış büyük dozdaki öfkeyle beraber ahşap rengindeki gözlerini bana çevirdi.

"Ne demiştin?"

Tok ve gür çıkan sesi, bedenine zıtlık oluşturmamış biçimde öfke kusuyordu. Karşımda gergin elektrik tellerindeki elektrik voltajı gibi duran adamdan gözlerimi kaçırdım.

"Ne dedin dedim!"

Daldığım âlemimden Burak'ın o; öfkeli, kendinden emin bana karşı yükselttiği sesiyle başımı yere eğerek bakışlarımın yerleri bulmasını sağladım. Belki 'beni sevmiyorsun.' demem yanlıştı. Çünkü biliyordum ki beni seviyordu. Yani seviyor muydu? Burak'la tanıştıktan sonra onun hakkında hiç bir şeyden emin olamıyordum. Ona hâlâ güvenim yoktu. Ki olması için zaman gerekiyordu.

"Söyle!"

Kafamı, öfkeli ve bir o kadar da yüksek çıkan sesine refleks olarak kaldırıp bir iki adım geriledim. Allah'ım, şuanda hiç olmadığı kadar ondan korkuyordum.

"Lan ne dedin dedim. Konuşsana!"

Kollarımın dudaklarımla beraber titrediğini hissedince, avuçlarımı sıktım ve titremelerini engelledim. Zaten karşısında avlanmayı bekleyen keklik konumundaydım. Beni kolayca ezmesine izin vermem yanlıştı ama sanki öldürebilecekmiş gibi çıkan sesi... Çok ürkütücüydü. Hoş, öldürmeye çalışmamış mıydı? Ama şuanda konumuz o değildi. Bu öfkesine karşı şu anda sadece o öfkesini yumuşatabilecek bir şeyler arıyordum. Hayali elimi beynime attım, bir şeyler bulma ümidiyle karıştırdım.

"Hiç."

Fısıldadım.

'Hiç'; Evet, bulamadığım sorunun yanına soru işareti koymak gibi bir cevaptı.

"Kızım sen beni sinir hastası mı yapmak istiyorsun?!"

Son ses öfke açmış, kulaklarıma bunları aktarırken, çok geçmeden sol yanağımdan akan tuzlu sıvı beni istemediğim o aciz konuma getirdi. Evet; ağlayan insanlar güçlü insanlardı ama oradaki 'güçlü' tabiri, başkasının yanında ağlayanlar için değil, yalnız ağlayanlar içindi. Başkasının yanında ağlamak, seni güçlü yapmaz. Aksine olan gücünü de kırardı ki zaten benim Burak'a karşı olan zerre tanecikleri kadarki gücüm de bu aptal gözyaşlarımla eriyordu. Buket Teyze, onun yanında ağlama demişti. Onu dinlemeliydim. Gözyaşlarıma sahip çıkmalıydım ama şöyle bir şey daha vardı ki; ben ağlayınca beni durduracak birisi yoksa ağlamaya devam ederdim.

MÜSTAKBELİMWhere stories live. Discover now