Kurtarıcı ve Mavi

By Castherian

687K 35.5K 3.5K

🔴 HİKAYEYE YENİ BÖLÜMLER EKLENMEYECEKTİR MAALESEF. ______________________ Clarine Moncreiffe, Eilinior Kale... More

- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- Bildiri
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 42
- 43

- 41

5.9K 334 82
By Castherian

İyi okumalar... 🌸

----------------------------------

*Euphemia*

Evde geçirdiğim üçüncü muazzam sıkıcı günüm, benim için artık iyiden iyiye dayanılmaz bir hal almaya başlamıştı. Tam olarak üç gündür evden dışarı dahi çıkmamıştım. Öyle ki Rory ile oynamak için bahçeye adım atmak bile riskli geliyordu. 

Garip ama birkaç gün önce Lord Ronin'in dibinde şarap doldururken bu kadar tedirgin değildim. Buradayken sanki o her an karşıma çıkacakmış gibi aptalca düşüncelere daha kolay kapılıyordum. Nedenini asla anlayamamıştım. 

Gözlerimi şöminede usulca yanan ateşte gezdirdim. Evde her şey eskiden olduğu gibiydi. Kennis her zamanki rutininde hayatına devam ediyor, sabahtan kalkıp şifahaneye gidiyor, akşam da dönüyordu. Lyonet ise atölyeye bu ara bazen öğleden sonra gidiyor bazen de akşam olmadan dönüyordu. Onun için daimi bir düzen yoktu. 

Kafamı meşgul eden yoğun 'Lord Ronin Endişesi' dışında beni sürekli olarak düşüncelere daldıran bir diğer şey Kennis'ti. Steenie ile aralarındaki kırılgan bağ iyiden iyiye yok oluyor gibiydi ve bunu onun giderek solan hayat enerjisinden anlamak da mümkündü. 

Fark ettim ki kendi dertlerime gömüldüğüm o süre boyunca buradaki ailemi fena halde boşlamıştım. Gözlerimi salondaki şömineden çekip, oturuyor olduğum mutfak masanın yuvarlak ağaç desenleri arasında gezdirdim. Bir şeyler yapmalıydım. Onların arasını düzeltecek bir şey... 

İçeride şömine ateşini beslemeye başlayan Lyonet'e kaydı gözlerim. Bir yandan akşam yemeğini pişiriyor, bir yandan da çok kısık bir sesle şarkı mırıldanıyordu. Biraz kulak vermeye çalıştım ama sözlerini anlayamıyordum. Sanırım Galce veya onun gibi oldukça eski bir dildeydi şarkı. Arkası dönük bu siyah saçlı ve kısa boylu kadına bakarak gülümsedim. "Yardım ister misin, Lyonet?" 

Omzunun üzerinden benim olduğum yere doğru baktı. "Hayır tatlım. Teşekkürler." Gülümsedi. "Sen keyfine bak."

Lyonet'in, Kennis ve Steenie arasındaki şeyden haberi olup olmadığını merak ettim. Eğer bilmiyorsa, acaba öğrendiğinde buna ne tepki verirdi? Veya zaten biliyordu ve Kennis'e bu konu hakkında dayatmalarda bulunmuyordu, Steenie'nin annesinin yaptığı gibi. Lyonet her zaman kızından emin, harika bir anne olmuştu. Tıpkı benim annem gibi... 

Annemin düşüncesi içimi yeniden adsız bir hüzne boğarken kollarımı birbirine bağladım. Üşüyor gibiydim, ama aynı zamanda da değildim. Onun bıraktığı güzel anılar benim içimi ısıtmaya her zaman yetiyordu. Yokluğu yıllarca beni gri taşlı odalarda üşütse de...

Burada bile, hayatımı yeniden kurmam konusundaki en büyük engeli onun sayesinde aşmıştım...

İşte Lyonet de tıpkı annem gibi, kızını elinden geldiğince her şeyden korumaya çalışıyordu. Ama elini uzatıp da düzeltemeyeceği şeyler vardı. Tıpkı Steenie'nin yaklaşan evliliğine bir şey yapamayacağı gibi... Ne garipti. Ortada bir evlilik olacaktı ve muhtemelen üç tane de kırık kalp. Steenie'nin evleneceği kişi eninde sonunda öğrenecekti onun bir başkasını sevdiğini. Kimse mutlu olmayacaktı. 

Aklıma düşen ani fikirle yerimde doğruldum. Bir şeyler yapabilirdim!

Gözlerim doğrudan mutfak pencerelerine sabitlendi ve bahçe kapısından içeri girmekte olan Kennis'i gördüm. Şimdilik ona hiçbir şeyden bahsetmeme lüzum yoktu ama aklımdaki plan keyfimi yerine getirmişti. Öyle ya da böyle bu evliliğe mani olacaktım, bunu yapış şeklimin doğru mu yoksa yanlış mı olduğu değerlendirmesini daha sonraya bıraktım. 

Şimdilik yapmam gereken tek şey Kennis'i tüm bunlardan bihaber tutmak ve planım için birkaç kız daha ayarlamaktı...

**

Akşam yemeği benim ortalığı şenlendirme çabalarım sayesinde güzel geçmişti. Lyonet'in belli etmemeye çalıştığı, Kennis'in ise bir süredir belli olup olmadığı artık umrumda olmayan hüzünleri benim mutfaktaki sakarlık anılarım sayesinde yarım saatliğine de olsa geriye çekilmişti. Ve benim de kendi dertlerime, endişelerime kafa yormadan geçirdiğim bu zaman dilimi bana düşündüğümden de iyi gelmişti. 

Yemekten sonra Kennis dışarıdaki yağmur suyunu biriktirdiğimiz büyük kazandan su taşıdığında ben de ona yardım ettim. Ardından, artık karanlık çöktüğünden dolayı ve ben de günlerdir ilk kez dışarıda olmanın verdiği özlemle, bahçe önündeki küçük, sarmaşıklı duvarın kenarına oturup yıldızları izlemekte bir beis görmedim. Lord Ronin şu saatte beni görecek değildi. 

Gözlerim gökyüzündeyken ve derin düşüncelere daldığım bir ara omuzlarımda hissettiğim elle sıçradım. Garip bir ateşin hızla tüm vücudumu gezip beni şaşkına çevirmesiyle arkamı dönmem bir oldu.

Kennis'ti. Üşüdüğümü düşünerek omuzlarıma şal örtmüştü ve sıçramam onu güldürürken konuştu. "Sakin ol." gülümsemesi tüm yüzüne yayıldı. "Hava buz gibi. Hasta olmak istemezsin, Euphie."

"Ah... Ben..." dedim kelimelerimi toparlamaya çalışırken. Aptallığıma kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum, onu Bruce sanmıştım. Küçük bir dokunuş bile bana kolayca onu hatırlatıyor, heyecandan ölecek gibi olmama sebep veriyordu. Hala gülümseyerek yüzüme bakan Kennis'e ben de gülümsedim. "İstemem tabi ki. Teşekkür ederim."

Uzandım ve ona sarıldım. O da bana sarıldı.

"Benimle oturmak ister misin?" diye sordum. Kollarımızı ayırdığımızda Kennis doğruldu. 

"Bugün değil, Euphie. Yarın şifahanede yoğun bir gün olacak." Hafifçe dudağını bükerken omuz silkti. 

"Pekala." dedim. Israr etmek istemiyordum, zaten geldiğinden beri oldukça da yorgun görünüyordu. "Öyleyse iyi geceler sana." 

"Sana da." dedikten sonra hemen yanımdaki Rory'nin başını okşadı ve içeri girdi. 

Kapı kapanır kapanmaz Rory'yle göz göze geldim. "Biliyor musun..." dedim gözlerimi kısarak hafifçe eğilirken. "Onun için harika planlarım var." 

Söylediğimi anlamış gibi havladı. Gülmekten kendimi alamadım. Bu köpek gerçekten de bu kaledeki en sevdiğim şeylerden biriydi. Uzandım ve yumuşacık tüyleri arasında ellerimi gezdirdim. 

Bir süre daha oturduktan sonra rüzgar hızını artırıp iyiden iyiye üşütmeye başlayınca ben de fazla oyalanmadan içeri girdim. Sıcacık şöminenin önüne gelip biraz ellerimi ısıttıktan sonra da ateşi besledim ve odamın yolunu tuttum. Üzerimdeki giysiyi çıkarıp hafif geceliğimi giydiğimde artık her şey tamamlanmıştı. Kendimi yatağıma sırt üstü  bırakıp karanlığı izlemeye başladım. Gün, resmen tamamlanmıştı. 

Ellerimi karnımın üzerine sabitleyerek gözlerimi kapadım ve uyumayı denedim. Ama zihnime hücum eden düşünceler o derece yoğun ve kesintisizdi ki bir türlü uyumama müsade etmiyordu. Yatağımda defalarca kez döndüm. Tek istediğim biraz uykuydu ama onun yerine tüm zihnim Lord Ronin, Steenie, Bruce ve yer yer eski evim Eilinior tarafından istila edilmişti. Hiçbirini bir kenara bırakıp kendi karanlığıma gözlerimi kapatamıyordum. Hep göz kapaklarımın ardındaydılar. 

Lord Ronin'in sofradaki bakışı yeniden tüm canlılığıyla anılarımın arasında belirirken duyduğunum ses ile gözlerimi açıp hızla yataktan doğruldum. Fazla yüksek olmayan kısacık ses, bir şeyin cama çarpma sesine benziyordu. Kalbim hızla atmaya başladığında elimi kalbimin üzerine koydum ve korkumu bastırmaya çalıştım. Tam yeniden yatmaya hazırlanıyordum ki ses tekrarladı. Bu kez cama bir şey atıldığından emin oldum ve korku beni daha fazla ele geçirdi. 

Aklıma gelen ilk şey 'Artair olabilir mi?' sorusu oldu. Bu, içimi aynı zamanda öyle büyük bir öfkeyle de doldurdu ki hızla üzerimdeki örtüyü attım ve ayağa kalktım. Eğer oysa pencereyi açıp öyle yüksek sesle bağırırdım ki kaledeki tüm muhafızlar buraya toplanırdı. Yarı aralıklı perdeyi daha fazla aralama ihtiyacı duymadan pencereye doğru bir adım attım ve hafifçe gözlerimi kısarak karanlığın içindeki belirgin erkek siluetini gördüm. İçimdeki korku giderek artarken nefesimi tuttum. Bir adım daha yaklaştığım sırada gölge yeniden hareketlendi ve ay ışığı hiç kimsede olmayacak kadar güzel bir tona sahip o koyu sarı saçlar üzerinde gezindi. 

Kalbim yerinden çıkacak gibi atarken nefesim kendiliğinden dudaklarımın arasından onun ismiyle birlikte döküldü. "Bruce..."

Tanrım... Buraya gelmişti. Penceremin önüne! Peki ama burada ne işi vardı? Onu üç gündür görmemiş olmanın verdiği özlemle tüm düşüncelerimi bir kenara atıp hızla pencereye ulaştım ve tüm hayatım boyunca bunu yapmayı bekliyormuşçasına pencereyi alt kısmından tutarak yukarı doğru kaldırdım. 

Serin hava yüzüme çarparken benden birkaç adım uzakta duran kusursuz güzellikteki adama baktım ve adı yeniden benden bağımsız bir şekilde ağzımdan dökülerek gecenin tüm ıssızlığını kırdı.

"Bruce..."

Bakışlarını yerden bana kaldırdı. Saçlarından bir tutam alnına düşmüştü ve ona şu an bundan başka hiçbir şeyin yakışamayacağını düşündüm. Karanlıktan dolayı net olarak göremesem de gözleri bir müddet yüzümde gezindi. 

"Uyuyamadım." dedi ellerini arkasında birleştirerek. Sesinde hissedilir bir ciddiyet hakimdi. 

"Uyuyamadın mı?" diye sordum. Üzerimde hala onun burada oluşunun getirdiği şaşkınlık vardı. 

Soruma karşı başını olumlu anlamda salladı. "Galiba senin uyuyup uyumadığını kontrol etmeye geldim."

"Ben..." dedim ellerimi kararsızca pencerenin pervazına yerleştirirken. "Galiba ben de uyuyamadım."

Karanlığa biraz daha alışmış gözlerim sayesinde artık yüz hatlarını da seçebilir hale gelmiştim. Elmacık kemiklerine düşen uzun kirpiklerin gölgesi beni derin bir özleme itti. 

"Seni uyutmayan nedir, Mavi?" diye sordu.

Bulunduğum anın içinde aklımdan sayısız sebep geçti. Ama bunları saymak manasızdı. O yüzden, "Bilmiyorum... Sanırım bir sebebi yok." demekle yetindim. 

Olduğum yere doğru bir adım attığında, kalbimden yayılan ağır sıcaklık kendini fark edilir biçimde hissettirdi. Bakışları tam olarak gözlerimdeydi ve yüzündeki ifade gecenin bir parçasıymışçasına kararır gibi oldu.

"Yoksa yine kabus mu gördün?"

Başımı çabucak olumsuz anlamda salladım ve hafifçe gülümsemeye çabaladım. "Hayır, sadece uykum gelmedi. Bilirsin..."

Hafif bir rüzgar yüzüme doğru esti. Saçlarımın arasında gezindi ve Bruce'un bakışlarını gözlerimden saçlarıma doğru götürdü.

"Bilirim..."

Bu buğulu tonda söylenmiş sözcük, anlamını bilmediğim bir hüznü hislerimin içine iliştirdi. Sonrasında kendimi konuşmak zorunda hissederek boğazımı temizledim. "Ben..." Gözlerini yeniden gözlerime diktiğimde devam ettim, "Aslında buraya neden geldiğini merak ediyordum."

Ne diyeceğini büyük bir merakla beklerken aklıma yüzlerce ihtimal doluştu. Ve birbiri tarafından kovalanan saniyelerin ardından, yüzüne çok hafif ama fazlasıyla büyüleyici bir gülümseme yayıldı. Öyle ki ne sorduğumu ve dahi neden burada olduğumu bile unuttum... 

Yüzündeki gülümsemeyi tek bir an bile bozmadan konuştu. "Kenara çekil."

Söylediği şeyi idrak etmem birkaç uzun saniyemi aldı. Ve sonrasında ağzımdan tek bir sözcük çıkabildi. "Ne?" 

İki adımda pencereyle arasındaki mesafeyi acelesiz bir biçimde kapatırken şaşkın bakışlarla onu takip ettim. Kafasını kaldırıp bana bakarak, "Buraya neden geldiğimi sordun." dediğinde kalbimin içindeki sıcaklık artık dayanamayacağım düzeydeydi. 

Gözlerim, çoktan pencerenin dış pervazına sabitlemiş elleri ile çok küçük bir tebessümün izlerini taşıyan yüzü arasında gidip geldi. Kendini yukarı doğru çekerken tek yapabildiğim odanın içlerine doğru şaşkınca bir iki adım gerilemek oldu.

Kendini tamamen yukarı çektikten sonra pencere kenarının alt kısmına sabitlediği elinden destek alarak bacaklarını da kolayca içeri attı. Neyse ki pencere o kadar da küçük değildi. Hareketleri öyle çevikti ki tüm bunları  yapmak o uzun boyuna rağmen iki saniyesini bile almamıştı. Son olarak hafifçe eğilip başını da içeri soktu ve artık tamamen benim yatak odamdaydı.

Diğer elini, destek almak için sabitlediği pencerenin üst kısmından çekip ayağa kalktığında tek düşünebildiğim, minik odamda hiç yer kalmadığıydı... Kalbim onun göz ardı edilemez varlığı ile öyle sertçe atıyordu ki onu duymakta hiç zorlanmadım. Benim penceremin önünde, benim yatağımın tam yanında kendinden emin bir yüz ifadesiyle öylece duruyordu işte... 

"Buraya geldim..." dedi, bir elini yavaşça bana uzattığında. Gözlerimi gözlerinden çekmeden elimi avuçlarına bırakırken devam etti, "Çünkü uyumam gerek."

Elinin sıcaklığı, tüm bedenime yayılırken onu ne kadar özlediğimi fark ettim. Hiçbir şey söyleyemiyordum. Hissettiğim o yoğun duygu seli beni kaskatı kesmişti... Tepki vermediğimi fark ettiğinde ise beni belimden tutarak  hafifçe kendine çekti. Ilık nefesi yüzüme çarptı ve dudaklarımda özlemin verdiği o dayanılmaz sızlama bir şekilde yeniden kendini belli ederken ekledi.

"Senin yanında..."

Kesik bir nefes verirken fısıldadım. "Bruce."

Karanlıkta, görebilmek için inanılmaz bir mücadele verdiğim yüzünde ne söyleyeceğimi biliyormuş gibi bir ifade belirdi. "Evet?" 

Ciğerlerime nefesin gitmesi için uğraş verirken, ağzımdan tamamen benden bağımsız bir şekilde o bağlayıcı sözcükler döküldü. "Seni seviyorum..."

Bruce'un yüzünde az önce beliren ifade yok olup yerini büyük bir hiçliğe bırakırken kalbim sertçe attı. Bilincim, aslında benim için çok önemli olan bu cümleyi daha sonraları için sakladığım gerçeğini aptallığım eşliğinde yüzüme vurarak bana hatırlatırken gözlerimi Bruce'un gece karanlığındaki gözlerinden çekemedim.

Ve saniyeler sonra, yanağımda hissettiğim sıcak parmaklar yüzümü yavaşça kaldırdı. Gözlerim kendi bilinmezliğine kapanırken Bruce'un sıcak dudakları, benimkilerle buluştu. Onu en son ne zaman öptüğümü düşündüm. Ama cevabı bulamadım. Hissedebildiğim tek şey yüzümdeki eli ve dudaklarımdaki sıcaklığı olduğunda, zaten geri kalan diğer her şey de anlamını yitirdi. 

Bir eli yanağımdan usulca enseme kayarken öpücüğü belirginleşti. Ben de ona karşılık vermeye başladım ve boştaki elim, boynuna sabitlendi. Kendimi alev almış gibi hissediyordum. Nefessizlik ciğerlerimi yakarken hiç olmadığım kadar umursamazdım. Dudaklarının sıcacık teması özlemimi aralıyor, beni katı buzların arasından çekip alıyordu. Öpüşü sanki bitmesinden korktuğu bir rüyaya tutunur gibiydi. Tutkulu ve huzur veren cinsten... 

O şekilde Bruce'un kollarında daha ne kadar tüm zaman kavramını kaybettim bilmiyorum ama sonunda dudaklarımız ayrıldığında ciğerlerim, bir nefes için yalvarır hale gelmişti. Soluk soluğa geri çekildiğimde ensemdeki eli fazla uzaklaşmama izin vermeden başımı boynuna hapsetti. Kokusu ciğerlerime dolarken kalbimdeki sıcaklık yeniden baş gösterdi. Öyle güzeldi ki burası, şu an ölmek için daha elverişli bir yer düşünemiyordum. 

"Mavi..." diye fısıldadı gecenin sessizliğine. 

Gözlerimi kapadım. Saniyeler sonra hafifçe eğildi ve bir elini sırtıma sabitlerken boştaki eliyle bacaklarımdan tutarak ayaklarımı yerden kesti. Artık kucağındaydım. Kokusunu bir kez daha içime çektim. 

Bir adım atıp zaten hemen yanımızda olan yatağıma yatırdı beni. Boynundaki kokudan ayrılmak beni fena halde rahatsız etmişti. Sonra o da yanıma uzandı ve beni yan bir şekilde kendine çekerek sırtımı göğsüne yasladıktan sonra başımın üst kısmına bir öpücük kondurdu. Nefesi saçlarımda dolandığı sırada bir eli başımın altında, diğeri karnımda yerini aldı. Göğsünden yayılan sıcaklık, nefesinin sıcaklığıyla bir olup tüm bedenimde gezindi. 

Huzur, şu an benim için sadece güzel bir kelimeden çok daha ötesiydi. 

Aradan geçen birkaç dakikanın ardından, "Günlerdir neden yoksun?" diye sordu. 

Şu an bana arkadan sarıldığı için şükrettim çünkü yüzümü görmemesi iyi olmuştu. Aniden gelen sorulara karşı hiçbir zaman yüz ifadesini sabit tutan bir insan olamamıştım. "Bu aralar mutfakta iş yokmuş." dedim her zamanki yalanlarımdan birini kullanarak. Ama günlerdir ortalarda olmadığımı fark etmesi içimdeki kelebeklere kanat çırptırmıştı. 

"Bu aralar mı?" diye sordu alayla. "Mutfağın en yoğun olduğu dönem her zaman Ronin'in kaleye geldiği dönemler olur."

Tam ne söyleyeceğimi bilemeyerek bir şeyler gevelemeye başlıyordum ki, sözüne kaldığı yerden devam etti. "Ama her neyse. Seni sakarlıkların yüzünden şatodan biraz uzak tutmak istemeleri benim için problem değil. Bu kalenin neresinde olursan ol bana eşit uzaklıktasın."

Söyledikleri, yüzümde belirgin bir tebessüme sebep oldu. Yine kendi bölgesini sahiplenen bir kurda dönüşmüştü. Burası onundu ve onun kalmaya devam edecekti. Dolayısıyla sınırları dahilindeki hiçbir şey de onun için asla fazlasıyla uzakta sayılamazdı. İçinde bu ruhla doğmak eminim ki çok başka bir şeydi...

Karnımdaki elini yüzüme doğru getirdi ve sıcacık eli önce yanağımda, sonra da saçlarımda gezindi. Boynuma düşen saçlarımı enseme doğru çekerken şatonun bahçesinde de aynı şeyi yaptığı günü hatırlamadan edemedim. 

"Bir sebebi olmalı." dedim çok zor duyulabilecek bir sesle. 

"Neyin?" diye karşılık verdi. 

Nefesi üzerimde gezindikten sonra konuştum. "O gün... Beni o gün zor durumda bırakmış olmanın bir sebebi olmalı."

Birkaç saniye sessizce durdu. Ne hakkında konuştuğumu anlamıştı. Tabi ki de şatonun arka bahçesinde küçük köpeği ararken babası ve onun olduğu yere yanlışlıkla gittiğim gün yaptıklarından bahsediyordum.

"Seni zor durumda bırakmadım." diye karşı çıktıktan sonra ekledi. "Ayrıca o gün nedenini söylemiştim."

Evet, beni aslında ne kadar arzuladığını anlamamı istediğini söylemişti. Ama bu benim için yeterli değildi. "Hepsi bu değil." dedim. 

Güldüğünü duydum. Bu sırada ellerinin saçlarım arasında gezintisi son bulmuştu.

"Dans..." dedim sessizliğe. 

Havada asılı kalan bu kelimenin daha fazla orada süzülmesine izin vermedi. "Doğru sayılabilecek bir nokta."

Güneşin batışında yaptığımız dansın sonrasında duygularını kontrol etmekte ne kadar zorlandığını, bu konu her açıldığında havaya yayılan belirgin gerginliğinden anlıyordum. O gün oldukça sinirlenmişti... Sadece ve sadece onu tekrar sinirlendirmemek adına dahi Lord Henson'a bir daha uyar mıydım bilmiyordum.

Bruce'un karşısındakine zarar veren bir siniri yoktu. Ama senin, her şeyin farkına varmanı sağlıyordu. Usulca...

"Güneşin batışında kuzenin ile dans ettiğim için... Benimle kendi dansını ettin."

Sesim kızgın veya hesap sorar gibi değildi. Daha çok, tüm olayı sözcüklerle anlaşılırlığa dökme çabasındaydım. 

"Genellikle bu şekilde değildir." dedi alay eden bir ses tonuyla.

"Dansın mı?" 

"Evet."

Aniden aklıma gelen soru ile birkaç saniye sustum. Ama şu an bunu sormadan da edemeyeceğimi fark ettiğim anda hafifçe boğazımı temizledim. "Kuzeninle dans etmesem, sen benimle orada dans eder miydin?"

Sustu. Cevabı beklerken öleceğimi düşündürdü saniyeler. Ve her nedense kalbim sertçe çarptıktan sonra, kısa bir cevap verdi. 

"Hayır."

Kalbimdeki çarpma, yerini minik bir titremeye bırakırken soruyu sorduğuma pişman oldum. Net cevabı yüzüme sert bir kaya gibi gelmişti. Ne söyleyeceğini sanmıştım ki? Tabi ki de etmezdi.

"Pekala..." dedim kekelememeye çalışırken. 

"Ne cevap vereceğimi düşünüyordun?" diye sordu. 

Sesindeki soğuk ton içimi üşüttü ve birden neden bu raddeye geldiğimizi merak ettim. "Ben sadece küçük bir merakımı dile getirmeye çalışıyor-"

Sözümü kesti. "Bir soru sordum."

Kalbime ince bir hüzün süzüldü çünkü bana uzun süredir böyle bir ses tonuyla konuşmuyordu. Tüm geceyi mahvettiğimi düşünerek, "Bilmiyorum." diye cevapladım sorusunu. 

"Bilmen gerekirdi, Mavi." dedi soğuğundan arınmış bir sesle. 

'Mavi' kelimesine sımsıkı tutunmaya çalıştım. 

"Benim güneşin en parlak ışıklarının altında bir işimin olmadığını..." diye devam ettirdi cümlesini. Ve sonrası, saçlarımın arasında gezinen bir fısıltıya dönüştü. "Benimle aslında karanlığa adım attığını..."

Gözlerimi kapadım. Nefesim ciğerlerime kilitlendi. Bu sırada boştaki eli yavaşça hareketlendikten saniyeler sonra parmakları çenemin altında yerini aldı. Bu dokunuş, açamadığım göz kapaklarımın ardında onun çıplak göğsünde ellerimi gezdirdiğim bir anın belirmesine sebep oldu. Birden bedenimi derin bir alevin ortasında hissettim çünkü gördüklerim inanılmaz derecede gerçekti. Bruce yatakta doğruluktan sonra yüzümü, çenemdeki parmakları yardımıyla nazikçe kendisine doğru çevirdi ve gözlerimi açtım. Gördüklerim suyun yüzeyindeymiş gibi dağıldı ama bu kez de Bruce'un yüzü tam karşımda, fazlasıyla yakınımdaydı. 

"Euphemia," dedi fısıltıyla. "Benimle dans etmek ister misin?" 

Ses tonu, kelimelerin ağzından çıkışı, ay ışığının vurduğu yüzü... Her şey o kadar güzeldi ki kalbim bir müddet eridikten sonra sorusunu idrak etmem mümkün oldu. Ne söyleyeceğimi bilemedim, zihnim tüm kelimeleri tüketti. Sonra, çenemdeki elini çekip, biraz daha doğrularak aynı elini sanki gerçek bir salondaymışız ve yanıma gelip bu soruyu sormuş gibi bana doğru uzattı. Yüzümde beliren gülümsemeyi ciddi manada hissettim. Gözlerim önce eline sonra da tekrar yüzüne doğru gitti ve hafifçe doğrulup elimi onun elinin üzerine koyarken, "Evet." diye fısıldadım. 

Elimi kavrayıp beni kendine doğru çekti ve tutkuyla öpmeye başladı. Dudaklarımız birbirine değdiği anda tüm bedenim yeniden alev alırken az evvelki gördüklerim bu kez daha canlı şekilde belirdi. Bruce'un çıplak göğsünde şimdi sadece ellerimi değil, dudaklarımı da gezdirdiğimi görüyordum. Her şey, zaten öpüşüyor olmamızın etkisiyle o kadar gerçekti ki vücudumdaki tüm alevin dayanılmaz boyutlara ulaştığını hissettiğim anda durmak istedim. Neyse ki Bruce beni biraz daha kendine çekerek öptükten sonra dudaklarını dudaklarımdan ayırdı. Gözlerimi açtım.

Ayağa kalkarken, ben de bırakmadığı elimden aldığım destekle onunla birlikte kalktım. Yeniden karşı karşıya geldiğimizde başımı kaldırıp yüzüne baktım. Bir salon dansı edecek gibi başlamıştık ama Bruce'un onları bildiğini sanmıyordum. Büyük ihtimalle basit bir dans edecektik. Yine de onu uyarma ihtiyacı hissettim. 

"Ben..." dedim, gülümsememi yok edemeden. "Ben dans etmeyi bilmiyorum."

Aslında biliyordum. Catriona öğrenmem için çok baskı yapmıştı. Birkaç kez balolarda etmişliğim de vardı ama dans etmekten nefret etmem bir yana, şu an bacaklarımı tutmuyor gibi hissediyordum.

Bruce diğer elimi de tutup beni biraz ileriye, yatak ile dolabımın arasındaki o dar yerden odanın daha açık olan kısmına doğru götürürken, "Sorun değil." dedi. Bu sırada yüzünde, gülümsemeye çok yakın ama asla gülümseme sayılamayacak o muazzam ifadesi vardı. Sonunda durduğumuzda sol elimi kaldırıp kendi omzuna koydu. 

Ne yaptığından emin hareketleri beni biraz şaşırtmıştı çünkü 'Bruce' ve 'dans' birbirlerine uzak kavramlardı. Elini belimin tam olarak neresine koymasıyla ilgili ona yardım etmeli miyim diye düşünürken alnıma bir öpücük kondurdu. Karnımdaki kelebekler göğe uçarken eli zarifçe belimdeki tam olması gereken yere indi, diğer ellerimiz birbirine kenetli halde hafifçe yükseldi ve belimdeki eli sayesinde beni kendine çekti. Şaşkınlık dolu gözlerle kafamı kaldırıp ona baktığımda bir saniye boyunca durdu. Ve sonra, önce sağa, ardından sola doğru adımladı. Bir kez geriye doğru adımlarken beni de ustaca kendiyle birlikte götürdüğü sırada yeniden neye uğradığımı şaşırdım çünkü Bruce gayet iyi dans ediyordu.

İleriye doğru adım attığı anda ona uyum sağlamak için büyük çaba göstermeye çalıştım. Ay ışığının zayıf huzmeleri altında ve müziksizdik. Tüm gecede sadece biz vardık... Beni zarifçe kollarının arasından uzaklaştırıp kendini yan bir konumda tutarken etrafımda dönmemi sağladığında zihnimdeki tüm dans bilgisini hatırlamam gerekmişti. Dönerken bir elini bırakıp diğer elini tuttuğumda bu figürleri biliyor oluşumun başıma bela olmamasını umdum. Ve sonunda yeniden bir araya gelip ikimiz de aynı anda aynı yöne adımladığımızda onunla dans etmenin düşündüğümden çok daha muazzam olduğunu fark ettim. 

Gözlerimiz birbirine kenetlenmişti... Bruce o kadar güzel dans ediyor ve o kadar güzel yön veriyordu ki hata yapmaya imkan yoktu. Odanın izin verdiği kadarıyla sağa, sola, öne ve arkaya gidiyor; aynı zamanda kendi etrafımızda dönüyorduk. Adımlarımız tüm her şeyden daha uyumluydu. Bir elini arkasına sabitleyip bu kez de beni hiç bırakmadan kendi etrafımda döndürdükten sonra belimi kavrayıp biraz hızlı bir şekilde kendine çekti. Nefesim göğüs kafesimde kilitlenirken elimi omzuna koydum. Son kez, acelesiz adımlarla yine aynı figürleri tekrar ettikten sonra gözlerini gözlerimden ayırmadan beni nazikçe eğerek kolları arasında yere doğru yaklaştırdı. Saçlarım yere değiyordu. Tutuşu o kadar güçlüydü ki her zaman korktuğum bu son hareket şu an içimde korkuya dair hiçbir şey yaratmamıştı. Birkaç saniye o şekilde durduktan sonra beni doğrultmasını beklerken diğer elini bacaklarıma doğru indirdi ve beni kolayca kucağına alarak doğruldu. 

Gülerek, "Bu dansın sonu böyle bitmiyor." dedim. 

"Burada böyle bitiyor." diye cevap verdi bana bakmadan ve yatağıma doğru yürüdü. Bu minik cümle yine neden kalbimi eritmişti böyle? Ve neden şu an bu kadar mükemmel görünüyordu yüzü? 

Beni yatağıma yatırırken düşüncelerimden sıyrılıp bir an için onun yanıma yatmayacağından endişe duyarak tam, "Sen-" diye söze giriyordum ki yatağıma oturdu. 

"Merak etme." yavaşça sırtüstü yanıma uzandı. "Hala buradayım."

İçimde yayılan rahatlama ve mutluluğu tarif edemezdim. Neden korkuyordum ki? Gelirken bu gece burada uyuyacağını söylemişti zaten. Ama yine de bazen her şey düşündüğünüz gibi ilerleyemiyordu. Bu gecenin de öyle zamanlardan olması endişesini göndermem gerekirdi. 

Rahatlamanın ardından düşüncelerim yeniden az önce yaptığımız dansa kaydı. Bruce beni belki de ilk kez bu denli şaşırtmıştı. Çünkü o kadar iyi dans ediyordu ki eminim katıldığım balolardaki çoğu İngiliz soylu bu dansı görme şansına erişse onu gıpta ile izlerdi.

Nerede öğrendiğini sormayacaktım. Çünkü o zaman onun da bana sorması için yol açmış olurdum. Şu an tek hissetmek istediğim, bu muazzam hazdı. Nasıl oluyordu da sadece dans içimi bu denli 'tamam olma' duygusuyla doldurabiliyordu?

Galiba Bruce benim diğer yarımdı.

Başımı çevirip ona doğru baktım. Gözleri açıktı. Tavanı izliyordu. Ne düşündüğünü merak ettim. Bu sırada gözlerini kapattı. 

"Bruce." diye fısıldadım. 

"Evet?" dedi meraktan yoksun bir sesle. 

Bir elimi yavaşça kaldırıp yanağına koydum. Parmaklarım yüzüne dokunduğunda sanki tenimde bir rüzgar esti. Bunu neden yaptığımı bilmiyordum ama yine ellerimin benden bağımsız olduğu bir anın içindeydik. Hafifçe çıkmış sakalları, parmak uçlarıma batarken bu halde sonsuza kadar kalma düşüncesi hiç de reddedilir gibi gelmedi. Ona cesaret toplayıp dokunabildiğim belki de ikinci andı. 

Uzandım ve dudağının kenarına minik bir öpücük kondurdum. Ardından başımı omzuna yasladıktan sonra gülümseyerek gözlerimi kapattım. Aradan saniyeler geçmişti ki hareketlenen eli saçlarımın arasında kendini belli etti. Yavaşça doğrulduğunda başım omzundan yastığa düştü. Oda artık iyice karanlığın içinde kalmış olsa da yüzünü hemen karşımda hissetmemem olanaksızdı.

Dudaklarını ilk olarak çenemde hissettim. Öpmesiyle birlikte vücuduma o denli yakıcı bir titreşim yayılmıştı ki ne yapacağımı bilemeyerek parmaklarımı saçlarının arasına daldırdım. Öpücükleri giderek daha baştan çıkarıcı bir hal alırken yavaş yavaş boynuma doğru indi. Kalbim deli gibi atmaya başladığında gözlerim kendiliğinden kapandı. Beni yine neden bu sonu belirsiz ve arzu dolu kuyuda kıvrandırıyordu bilmiyordum ama hissettiklerim o kadar gerçek ve yoğundu ki burada sonsuza kadar kalabilirdim. Sıcak dudaklarıyla ağır ağır izlediği yolu iki köprücük kemiğimin son bulduğu noktaya çevirerek, boynumun hemen altındaki o çukuru öyle tutkuyla öptü ki parmaklarım benden bağımsız bir şekilde saçlarını sıkıca tuttu. 

Bunu fark ettiğim anda parmaklarımı utanarak gevşettim ama her nedense bence Bruce bunu hissetmedi bile. Hafif doğrulup oturur pozisyona geldikten sonra birkaç saniye de olsa dudaklarının minik işkencesinden azad oldum. Ama çok sürmeden beni de ellerimden tutarak yavaşça doğrulttu. Şimdi yatakta karşı karşıya oturuyor ve öylece birbirimize bakıyorduk. Tek istediğim gözlerinin saklı ormanını görmekti. Oysa yüzüne çok az bir ay ışığı düşüyordu. 

Elini uzatıp sağ yanağımda hafifçe gezdirdikten sonra ağırca yaklaştı ve alnını alnıma dayadı. Titrek bir nefes verdim. 

Birkaç saniye öyle durduktan sonra, "Dün bir rüya gördüm." dedi fısıltıyla. "Ormandaydım." Sesi adeta tenimde gezindi.

"Gri bir geyiğin nehrin kenarında durup beni izlediğini gördüm... Ve boynuzlarında mavi yapraklar olduğunu..."

Ağzından çıkan her 'mavi' kelimesinde kendimden bir şeyler bulmamalıydım belki ama, anlattığı rüyadaki geyiği ben olarak düşünmeden edemedim. Gözlerimin önünde beliren geyiğin boynuzları tıpkı bir ağaç dalı gibiydi ve gözlerimle aynı renkte yapraklara sahipti. 

Bruce, "Çok güzeldi..." diye devam etti. Ama sonra sesinde minik bir hüzün kol gezer gibi oldu. "Ona ulaşmak istediğimde... Benden kaçtı. Nehre doğru gitti. Onu takip ettim, ama nehrin kenarına geldiğimde daha fazla ileri gidemedim."

Bruce ilk defa bana kendisiyle ilgili bir şeyi bu denli özgürce anlatıyordu. Rüyasını... Onu bu kadar etkileyenin ne olduğunu deli gibi merak ederek gözlerimi kapattım. Yanağımdaki eli yavaşça enseme doğru kaydı.

"Kafamı kaldırdığımda, nehrin karşı tarafında devasa bir geyik daha gördüm. Ağaçlar kadar uzundu. Boynuzları ay ışığı gibi beyazdı, ve tıpkı ay gibi belli belirsiz parlıyordu. Nehrin içine doğru ilerlemeye çalıştım ama... Asla ilerleyemedim. Sanki..." Duraklayıp derin bir nefes aldı. "Sanki nehrin karşı tarafına ait değildim. Bunu hissedebiliyordum." Eli yavaşça ensemdeki saçları okşadı. "Boynuzlarında mavi yapraklar olan geyik karşı kıyıya geçti. Ve diğer büyük geyikle uzaklaştı."

Elimi uzatıp boştaki elini tuttum. Onu sakinleştirmek istiyordum. Ama rüyada bulunduğu alem, sanki şu anda bile bizim etrafımızdaydı ve uzanıp dokunulabilir gerçeklikteydi. Hafif bir nefes aldığında gözlerimi kapattım.

"Karanlıkta kaldım..." sesi hissizdi. "Ve bir nehrin kenarında boğuldum, Mavi..."

"Şşş..." diye fısıldadım sonunda. Diğer elim yüzüne gitti ve baş parmağım dudağının kenarında gezindi. Hiçbir şey söylemediğinde yinelemek istedim. "Sadece bir rüyaydı. Geçti..."

Alnını alnımdan yavaşça ayırdı ve ağır ağır geriye çekildi. Yüzündeki elim boşlukta kalarak dizlerime düştü. Tıpkı benim de onun sıcak nefesine alışmış halimin, bu uzaklaşmayla kar fırtınasına düşmüş bir hale dönüşmesi gibi...

Ellerini yakasına getirerek koruyucu giysisinin iplerini açtı ve çıkarıp kenara bıraktı. Kalbim bir kez teklerken son olarak ince iç gömleği de tek hamlede çıkardıktan sonra tek kolundan süzülüp yere düşmesine izin verdi. Gözlerim yerdeki giysiler ve yüzü arasında bir kez gidip geldi. Bir süredir bulutların arkasına gizlenmiş ay, yeniden kendisini göstermiş olacak ki odada oluşan belirgin aydınlık sayesinde karşımda gördüğüm kusursuz beden yine her zamanki gibi nutkumun tutulmasına sebep oldu. 

Bruce yavaşça uzanıp ellerini yüzümün iki yanına koydu ve az evvelki kadar yaklaşarak, "Dokun bana, Mavi..." diye fısıldadı adeta hayatındaki en önemli şeyi yakarır gibi...

Kalbim göğsümü parçalayıp çıkmak istercesine attı. "Biliyorum, sana çok fazla zarar verdim. Ama..." durup, derin bir nefes aldı ve devam etti, "bana dokunmana ihtiyacım var..."

Bu beklenmedik ve ani istek karşısında verebileceğim ilk tepki öylece kalmak oldu. Ama sonrasında nefes almaya çalıştım çünkü göğüs kafesimde eriyen kalbim, düşünmemi dahi engelliyordu. 

Ona dokunmak, cennetteki yasak elmaya dokunmak gibiydi. Her haliyle öyle güzeldi ki, hayatımın bunun karşılığında sona ereceğini söyleseler dahi, karşı çıkamazdım. Bruce benden, kendini sevmemi istiyordu... 

Parmaklarım uzandı ve ilk olarak karnına dokundu. Ellerini yüzümden hala çekmemişti. Dokunuşumla birlikte gözlerini kapattı ve bana, güzel yüzünü izlemek düştü. 

Avuçlarım biçimli karnında hafifçe gezindikten sonra yavaş yavaş yukarı doğru çıktı. Kalbim öyle sert atıyordu ki, onu duyabiliyordum. Belirgin göğüs kaslarının üzerinden geçtikten sonra omuzlarına yöneldim ve o sırada tamamen, düşüncelerimden bağımsız bir şekilde uzanıp, dudaklarını bir kez öptüm. Geri çekildiğimde Bruce, ellerini omuzlarımdan kollarıma doğru indirdi ve nihayet kendi omuzlarındaki ellerimin üzerine geldiğinde onlara yön vererek ensesinin biraz aşağısına doğru götürüp orada kalmalarını sağladı. Bu sırada hala gözleri kapalıydı. Ellerimi, yine aynı ağırlıkla sırtında gezdirerek aşağı kadar indirdim. Yanan teni, ellerimle ateşe dokunuyormuşum gibi hissettiriyordu. Her saniyesi öyle muazzamdı ki içinde bulunduğumuz anın, gerçek olduğuna inanamıyordum. 

Yüzünde sanki acı çekiyormuş gibi gergin bir ifade vardı, çenesi kasılmıştı. Dokunuşumun onu ne hale getirdiğini tahmin etmek çok zor değildi. İçinde bulunduğumuz anın rüya olmasından korkarak eğildim ve boynuna bir öpücük kondurdum; biraz sonra da sol köprücük kemiğinin hemen altına... Bu sırada ellerim sırtının alt kısmından, yeniden köprücük kemiklerinin üzerine doğru gelmişti. 

"Seni asla bırakıp gitmem." dedim kafamı yüzüne doğru kaldırarak. 

Ellerini başımın arka kısmına getirdi ve incitmekten korkar gibi sarıldı. Yüzümü boynu ile omzu arasında kalan kısma gömünce kokusunu içime çektim ve ellerimi beline dolayarak ben de ona sarıldım. Teni öyle sıcaktı ki ellerimin altında ateş tutuyormuşum gibi bir his veriyordu. Güçlükle verdiğim titrek nefeslerim dahi kendi yüzüme çarpıyordu. 

Eli geceliğimin sol omzuna gidince kalbime yayılan ani çarpmayı hissettim. Oradaki kumaşı nazikçe tutup aşağı indirdiğinde omzum tamamen açıkta kaldı ve eğilip omzuma bir öpücük kondurdu. Gözlerimi sıkıca kapadım. Bu hareketi, bende düşmek üzereymişim gibi bir his bıraktığı için ona biraz daha sıkı sarıldım. Diğer eli de aynı yolu izleyerek sağ omzuma ulaştığında hissettiğim tek şey teslimiyetti. Onu, içinde bulunduğumuz anda o kadar arzuluyordum ki ne olduğu ve olacağı artık umrumda değildi. Geceliğin ince kumaşı diğer omzumdan da kaydığında her iki taraf da doğrudan aşağı düştü. Kumaşın göğüslerimin de üzerinden düşmesini engelleyen tek şey birbirimize sarılıyor oluşumuzdu.

Başını yavaşça geriye getirirken beni de çeneme kenetlediği minik parmaklarıyla boynuna gömdüğü boşluktan uzaklaştırdı ve yüzümü yüzünün karşısına getirdi. Alnına bir tutam saçı düşmüştü. Öyle güzel görünüyordu ki, nefes alamadım. 

Eşsiz yeşiller birkaç saniye boyunca gözlerimin içine kenetlendikten sonra yavaş yavaş dudaklarıma doğru yöneldiler. Sıcak dudakları benimkilerle büyük bir arzu eşliğinde buluştu. Ben de onun bu arzusuna dizginlenemez bir cesaretle karşılık verdim ve ellerim her zamanki gibi benden bağımsız bir şekilde ensesindeki saçlarına gitti. İçine düştüğümüz alev öyle güçlüydü ki etrafımızda ne varsa yutacak gibiydi. Bir eli omzumu okşayarak sırtıma ulaştığında bedeni ister istemez benden uzaklaştı, geceliğimi üzerimde tutan temasımız yok oldu ve ince kumaş olduğu gibi belime kadar düştü. Artık ikimiz de yarı çıplaktık. Bruce'un sırtımdaki eli, hiçbir engele takılmadan tenimi yakarak belime kadar indi ve beni sertçe kendine çekti. 

Tenlerimiz yeniden bir araya geldiğinde bu kez vücudunun sıcaklığı doğrudan göğüs kafesimin içine gerçekçi bir biçimde aktı. Tüm tüylerim diken diken oldu. Kalbim yok oluşumu getirecek gibi atıyor, nefes dahi alamıyordum. Öpüşü çok daha derin bir hal almıştı. Bir eli yanağım ile boynum arasında gezinirken diğeri belimden yavaş yavaş sağ göğsüme doğru geldi. Birkaç saniye öylece durduktan sonra beni delirtecek bir yavaşlıkla onu okşamaya başladı. Ağzımdan minik bir inleme döküldü ve istemsizce ensesindeki saçları sıktım. Hissettiğim dokunuşlar o kadar ilk ve o kadar baştan çıkarıcıydı ki ölebilirdim. 

Derin nefeslerimiz sessiz odayı dolduruyor, tüm her şeyi vazgeçilebilir kılıyordu. Doğru kelime buydu: Vazgeçmek. Şu an hissettiğim her şey öyle yoğundu ki sahip olduğum tüm şeylerden, ve dahi sahip olabileceklerimden bile vazgeçebilirdim. Bruce'a dokunmak düşüncelerimi bile teslim alıp etkisizleştiriyordu. Bir elimi saçlarının arasından çekip yavaşça çıplak sırtında gezdirirken bile bu duygunun nasıl bir şey olduğunu zihnime kazımaya çalıştım. 

Bruce'un öpüşü giderek sertleşirken ona ayak uydurmak biraz zorlaşmıştı. Hoyratça öperken göğsümdeki eli koluma kaydı ve kolumu sıkmaya başladı. Aldırmadan devam ettim çünkü şu an ikimiz de kontrolü tamamen tutuyor değildik.

Saniyeler sonra belimdeki eli yüzüme gelerek çenemi kavradı. Buraya kadar her şey tamamdı ama parmaklarının baskısı bir anda o kadar arttı ki canım acımaya başladı. Hala öpüşüyor olduğumuzdan kelimeler ağzımda büyük bir savaş verip saniyeler içinde hiçliğe gömüldü. Tam ellerimi yüzünün kenarına getirmiştim ki hem çenemi kavrayan hem de kolumu tutan elinin baskısı inanılmaz derecede arttı. Artık durmamız gerektiğini ifade etmeye çalışarak inledim. Ama bununla eş zamanlı olarak öpüşü de daha hoyrat bir hal almıştı. Dudağımda hissettiğim acıyla bir kez daha inledim ve ağzıma kan tadı gelirken onu, yüzünün iki yanına sabitlediğim ellerimle itmeye çalıştım. 

Çenemdeki eli baskısını artırarak iyice canımı yaktığında beni daha da kendine çekti. Bruce kendini kaybediyordu ve yine geçen seferki şeylerin olması korkusu zihnimde bir karanlık dalga gibi yayıldı. Ellerimi yüzünden göğsüne indirdim. Onu itmeyi tekrar denedim. Ama bu kez beklediğimden de sert bir geri dönüş aldım. Dudaklarımda yeniden keskin bir acı hissederken Bruce'un ağzından da buz gibi bir homurtu yükseldi. Kolumdaki elini omzuma getirerek beni sert sayılabilecek bir şekilde odanın ahşap duvarına yasladı. Sırtımda hissettiğim soğukluk ürperti ile tenimde gezindi.

Dudaklarımız hala birbirinden ayrılmamıştı. Onu itmeyi tekrar denediğimde dudaklarımdan ayrılıp anlık bir nefes aldı ve bir eliyle öfke içinde bileklerimi yakaladıktan sonra öpmeye kaldığı yerden daha da sertçe devam etti. Artık neredeyse etkisiz haldeydim. Bileklerimde hissettiğim acıya eşlik eden tek şey endişeydi.

Ağzıma yayılan kan tadı giderek arttı. Bir tırnağımı sertçe bileğimi tutan eline geçirdiğimde öfkeyle dudaklarımdan ayrıldı. Elleri çenemi ve bileklerimi serbest bırakırken vücudunu benim vücuduma daha çok bastırarak duvar ile kendi arasına yeniden hapsetti. Derin derin nefes alıyor, içine düştüğü krizi kontrol etmeye çalışıyordu. Ellerini arkamdaki tahtaların minik çıkıntısına dayadı. Bense öylece donmuş kalmıştım. Ne hareket edebiliyor ne de konuşabiliyordum. Saniyeler sonra kulağıma gelen çatırtılarla titredim.

"Bruce..." dedim endişeyle. İkimizin de kalbi gürültüyle atıyordu. Onu düştüğü kontrol yoksunluğundan çıkarmayı umut ederek devam ettim, "Beni dinle... Buradasın... Benimlesin..."

Beni duyuyor, ama içindeki o hiddet dolu parçası aşık olduğum adamın yüzeye çıkmasına izin vermiyordu. Gözlerindeki yabancılıktan, kaybolmuşluktan ve saf öfkeden bunu netçe görebiliyordum.

Sırtımı dayadığım sıralı haldeki tahtalardan biri Bruce'un ellerinde artık kırık olan bir forma bürünürken ağzından dökülen son şey öfke dolu bir fısıltıydı.

"Lanet olsun." 

Continue Reading

You'll Also Like

332K 30.4K 41
🍁 -Hey!'dedi sesi atının nal seslerine bulanırken. Gelip tam önümde duraksamış, yorgun hayvan ağır ağır adımlamıştı. Bir doğan misali keskin bakışla...
3.2K 120 6
Aladdin Ali ve gonca'nin zorla barış için evlendirilmesi ve onun ardından yaşanan olaylar
AŞIK CİNİM By Gece....

Historical Fiction

88.1K 3.5K 35
Nefret ettiği bir insanoğluna aşık olmuş bir cin aşık bir cini olan kız Peki sizce bu aşka ne olacak başlamadan bitecekmi yoksa büyük bir yasak a...
850K 46.4K 40
HİKAYE TAMAMLANMIŞTIR - Genç kız ağlamaktan kızarmış gözlerle adamın koluna tutunarak hayatı için yalvardı.. - Sizi asla sevmeyeceğimi biliyorsunuz...