MÜSTAKBELİM

Von vildanVNK

9.4M 302K 39.8K

~Dengesiz Herif & Asi Rapunzel~ Kaderden kaçamazsın, istemediğin kadar ister, nefret ettiğin kadar seversin.F... Mehr

MÜSTAKBELİM
~1.BÖLÜM~
~2.BÖLÜM~
~3.BÖLÜM~
~4.BÖLÜM~
~5.BÖLÜM~
#SOMA
~6.BÖLÜM~
~7. BÖLÜM~
~8. BÖLÜM~
~10 BÖLÜM~
~11. BÖLÜM~
~12. BÖLÜM~
~13. BÖLÜM~
~14. BÖLÜM~
~15. BÖLÜM~
~16. BÖLÜM~
~17. BÖLÜM~
~18. BÖLÜM~
~19. BÖLÜM~
~20. BÖLÜM~
~21. BÖLÜM~
~22. BÖLÜM~
~23. BÖLÜM~
~24.BÖLÜM~
~25.BÖLÜM~
~26.BÖLÜM~
~27.BÖLÜM~
#GAZZE
~28.BÖLÜM~
~29.BÖLÜM~
~30.BÖLÜM (Part 1)~
~30.BÖLÜM (Part 2)~
~30.BÖLÜM (Part 3)~
~31.BÖLÜM~
~32.BÖLÜM~
~33.BÖLÜM~
~34.BÖLÜM~
~35.BÖLÜM~
~36. BÖLÜM~
~37.BÖLÜM~
~38.BÖLÜM~
~39.BÖLÜM~
~40.BÖLÜM~
~41. BÖLÜM~
~42.BÖLÜM~
HİKAYE HAKKINDAKİ SORULARA CEVAP
~43.BÖLÜM~
~44.BÖLÜM~
~45.BÖLÜM~
~46.BÖLÜM~
~47.BÖLÜM~
~48.BÖLÜM~
~49.BÖLÜM~
~50.BÖLÜM~
~51.BÖLÜM~
~52.BÖLÜM~
~53.BÖLÜM~
~54.BÖLÜM~
~55.BÖLÜM~
~56.BÖLÜM~
~57.BÖLÜM~
NOT
~58.BÖLÜM~
~59.BÖLÜM~
~60.BÖLÜM~
~61.BÖLÜM~
DÜZENLEMELER*(ÖNEMLİ)
GÜNCELLEMELER*(ÖNEMLİ)
~62.BÖLÜM~
~63.BÖLÜM~
~64.BÖLÜM~
~65.BÖLÜM~
~66.BÖLÜM~
~67.BÖLÜM~
~68.BÖLÜM~
SÜRPRİZ DUYURU
KİTAP İLE İLGİLİ DUYURULAR
KİTABIN ÇIKIŞ TARİHİ & ETKİNLİK
İMZA GÜNÜ!
İMZA GÜNÜ! (İSTANBUL CNR KİTAP FUARI)
İMZA GÜNÜ (BURSA TÜYAP)
İMZA GÜNÜ (İZMİR TÜYAP)
İKİNCİ KİTAP & İSTANBUL TÜYAP İMZA GÜNÜ
MÜSTAKBELİM-2 (KESİT)
MÜSTAKBELİM-2 ÇIKIŞ TARİHİ & İMZA GÜNÜ
İMZA GÜNÜ (ANKARA KİTAP FUARI)
İMZA GÜNÜ! (İSTANBUL CNR KİTAP FUARI)

~9. BÖLÜM~

131K 4.8K 329
Von vildanVNK

Dersi dikkatle dinliyor, arada sırada önümdeki ince deftere not alıyordum. Tıp okumak, sabır gerektiren zor bir işti. Ama çalışmaya ve yeni şeyler öğrenmeye hevesli bir yapıdaydım. Hocanın dersi bitirmesiyle, çantamı toparladım. Elçin ise hemen yanımda söylenmeye başlamıştı.

"Suada, ben Zeynep Teyze'ye dünkü olayı anlatacağım. O Burak denen adam bizi rahatsız edemeyecek. Kendini ne sanıyor ukala şey?"

Konuşmak için çenemi açmıştım ki, "Baldız, sözlüsü dedim ya sana. Niye anlamamakta ısrar ediyorsun?" diyen kişiye hep birlikte dönüp baktık. Burak, alay edercersine kapıya yaslanmıştı.

"Yürü Elçin." dedim Elçin'e dönerek ve hızlıca Burak'ın önünden geçtim. Niye geldi ki buraya?

"Sen kalıyorsun Suada."

Arkamı döndüm.

"Senin ne işin var burada? Her yerde karşıma çıkıyorsun ve bu durumdan gerçekten sıkıldım." Sesim fısıldar gibi ama öfke doluydu. Elimde değil, onu gördüğüm an kan damarlarımı zorluyordu. Asıl sinir bozucu şey ise, benim öfkeli sesime karşın sakin ve şaşkın kalabilmesiydi.

"Unuttun mu? Dün konuşmuştuk hatta." dedi. Beynimi zorlasam da hatırlayamadım. Neyden bahsediyor bu? Zaten dün, gecenin bir vakti beni aramıştı ve ben onu uykulu uyuşuk beynimle tanıyamamıştım. Garip garip konuşunca da telefonu suratına kapatmıştım. Acaba morfin falan mı almıştı? Herneyse bunu da bir ara ona sormalıydım.

"İlla uğraştıracaksın."

Gözlerimi kısıp dün geceki konuşmamızı düşünürken, sabırsız sesini duymamla düşüncelerime son verdim.

"Ne saçmalıyorsun sen?" dedim ve Elçin'e tekrar döndüm. "Hadi Elçin, gidelim."

Yürümeye başlamıştık ki kolumdan çekmeye başladı. Eğilip, "Birbirimizi tanıyacağız." diye fısıldadı.

***

Boş etüt odasına göz gezdirdim. 'U' şekli oluşturulmuş siyah renkli masalar ve aynı şekilde siyah masanın etrafına dizilmiş sandalyeler vardı. Oda, bir duvarını kaplayan siyah-kırmızı dolapları ve koyu kırmızı perdeleriyle birleşen boğucu havasıyla bedenlerimizi tutsak etmişti. Bir de yetmezmiş gibi Burak'la bu boğucu odada yalnız kalmıştım.

Koridorun ortasında beni sürüklemesine izin vermeden kolumu hemencecik kurtarmış ve Elçin'i benimle gelmemesi için zar zor ikna etmiştim. Burak'la yalnız kalmamı istemiyordu. Nitekim bende istemiyordum ama bu odaya tıkılarak en azından Burak'ı tanıyacak ve sorularıma cevap bulabilecektim. Ve birde annem vardı. Babamı yakalayabilirsem de bu akşam çok geçe kalmadan onunla konuşacak ve bu saçma evlilik işini bitirecektim İnşallah.

"Evet, seni dinliyorum." deyip, gözlerimi odanın koyu kırmızı perdelerine çevirdim. Buraya niye gelmiştik? Yani, kafe tarzı bir yerde daha rahat olabilirdim. Onunla yalnız kalmak hiç uygun değildi. Tenimin altında bir ürperti geziniyordu.

Boğazını temizleyen Burak'a, ağırca gözlerimi döndürdüm. Eliyle karşısındaki sandalyeyi işaret etti. Yavaş adımlar atarak, çaprazındaki sandalyeye oturdum.

"Adım Burak, soyadım Sağdıç."

Sağ elini uzattı. Ah, yine mi?

"Sen ciddi misin?"

"Evet." dedi gülümseyerek. Pekâlâ. Bu oyunu sürdürebilirim.

"Pekâlâ... Benim adım da Suada Beykent."

Gözlerini öne doğru itekleyerek, bana doğru uzattığı elini gösterdi. Omuz silktim. Elini sıkacak değildim. İç çekerek elini indirdi ve masanın üzerine bıraktı.

"Şimdi birbirimize soru sorup cevaplayacağız. Anlaştık mı?"

Kafamı gönülsüzce salladım.

"Kaç yaşındasın?" dedim. Umursamaz gözlerime karşın o, derince gözlerime bakıyordu.

"Yirmi üç."

Benden bir yaş büyükmüş. Kimin umurunda?

"Yirmi iki." dedim o sormadan. Söylediğim şey güzel bir şeymiş gibi gülümsedi. Bana bakmasını kesmesi için acilen bir soru daha sormam gerekiyordu.

"Mimarlık okumuşsun sanırım."

Bu, bir soru değildi ama bakışlarını da benden bir türlü çekmiyordu ki.

"Doğru. İspanya'da okudum, sonra Türkiye'ye geldim. Ailem burada yaşıyor."

"İspanya mı?" dedim merakıma yenik düşerek.

"Babam istiyordu."

Kaşlarımı havaya kaldırdım. Ne yani sırf babası istediği için mi orada okumuştu?

"Baban istediği için?" dedim mırıldanarak. Başını hafifçe aşağı yukarı salladı. Demek ki ailesinin isteklerine önem veriyordu.

Şımarık bir erkek çocuğu gibi, "Sen ne okuyorsun?" diye sordu.

"Sınıfıma kadar geldiğine göre bilmen lazım."

"Senin ağzından duymak istiyorumdur belki de."

"Cerrahpaşa Tıp Fakültesi."

Yanaklarımı havayla doldurdum. Bu konuşmadan oldukça sıkılmıştım.

"Kaçıncı sınıfsın?"

Ah! Yeter ama bildiği soruları sorup duruyor. Nefesimi usulca havaya bıraktım ve ellerimi masaya koyarak konuşmama devam ettim.

"Bir yıl hazırlıkla üçüncü sınıfım."

Çenesini eliyle sıvazlayıp, sandalyesinde dik bir konuma geldi.

"Bugün günlerden perşembe. Cumartesi günü nişan var. Merak etme, nişan için her şey hazır sadece senin elbisen kaldı. Onu da sen halledersin zaten." Boğazını temizleyip, ciddi ifadesiyle devam etti. "Düğün işini uzatmak istemiyorum. Yani üniversiteyi bitirmeni beklemeyeceğiz. Nişandan sonraki hafta da düğünü hallederiz."

Onun bu kadar ciddi konuştuğunu ilk defa görmenin şaşkınlığıyla ona bakarken, dediklerini algılamaya çalıştım ama nafile... Yarım dakika geçmesine rağmen hâlâ bu olayı idrak edememiştim.

"Düğünü üniversitemi bitirmeden asla yapmam. Hatta ben seninle üniversiteyi bitirdikten sonra da evlenmem. Ben... Ben seninle asla evlenmem."

Öfkeli ses tınımla söylediğim bu sözlere karşın, tek kaşını kaldırıp sağ bacağını sol bacağının üzerine attı. Ardından her zamanki sırıtışını yüzüne yapıştırdı, resmen benimle dalga geçiyordu.

"Tabi tabi, anlıyorum seni Suada."

Öfkemi kontrol etmeye çalıştım. Ah! Nasıl sakin olabilirim?

"Üniversite bitince ne yapmayı düşünüyorsun?"

Dalga geçmeye devam etti. Hayır yani niye dalga geçiyor ki? Doktor olamayacak gibi mi duruyorum? Üniversite bitince ne yapacağıma gelirsek, küçüklüğümden beri kurduğum bir hayalim vardı. İnsanlara yardım etmeyi seviyordum. Hem doktor olursam, bu dünyada bir işe yaradığımı düşünecek ve mutlu olacaktım. Ameliyatlara girmek, hastalarımla arkadaş olmak, onları mutlu etmek, insanları mutlu etmek...

Kısacası doktor olunca en büyük hayallerimden birisinin yanına tik koyacak ve bu görevi tamamlayarak, hayal kırıklığına uğramayacaktım. Bütün bir ömrümü bu işe harcayacak ve tıpta yeni keşifler yapacaktım. Hayallerimden büyük bir hızla sıyrıldım ve Burak'ın sorusuna cevap verdim;

"Çalışacağım tabii ki."

Onca hayalimden özet olarak bu iki kelime kalmıştı geriye. Benim ciddiyetimin aksine güldü. Ağır hareketlerle sandalyesinden doğruldu ve ellerini masada birleştirip bana iyice yaklaştı. Bundan rahatsız olarak sandalyeyle sırtımı bütünleştirdim.

"İşte orada yanılıyorsun." dedi sanki anlama özürlüymüşüm gibi ağır ağır konuşarak. Bu kadarı yeterdi. Bu saçmalıklara katlanmak zorunda değildim. Ama kahrolası merakım, buradan kalkmamı engelliyordu.

Yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirdim. Çözülmüş kollarımı tekrar göğsümün altında kavuşturdum.

"Asıl sen orada yanılıyorsun. Bana karışmaya hakkın yok."

Gözlerini yüzümde bir kaç defa turladı. Odaklandığım tek yer, özgürce savrulmuş saçlarıydı. Gözlerine bakmıyordum.

"Şimdilik."

Kendini yayıldığı sandalyede biraz toparladı.

"En sevdiğin renk?"

"Buna gerek yok... Gerçekten."

Ona ne en sevdiğim renkten Allah aşkına!

"Birbirimizi tanımaya çalışıyoruz Suada. Ne sormamı bekliyorsun?"

Bir iç çektim, haklı olabilir.

"Mor."

"Beyaz."

Hoş.

"Hobilerin?"

Beni tanımaya çalışması ve böyle saçma sapan sorular sorması gülünçtü. Aslında bazı soruları saçma değildi ama sanki tüm bunları, hatta ağzımdan çıkabilecek her kelimeyi önceden biliyormuş gibi ukalaca davranması, gerçekten de saçmaydı.

"Piyano çalıyorum. Sanırım en tutkulu hobim bu."

Ve bende sorularını geçiştiriyordum.

"Ben pek sevmem. Sesi başımı ağrıtıyor."

Ekşittiği suratına şüpheyle baktım. Dudakları içtensizlikle bükülmüştü.

"Seni piyano çalarken görmüştüm."

Sıkıntıyla nefesini boğucu, koyu kırmızılı perdeleri olan etüt odasına karıştırdı ve gözlerini pencereye dikerek konuşmaya başladı.

"Artık çalmıyorum."

"Neden?"

Meraklının tekiydim biliyorum ama sormak istiyordum. Bir nevi kendim kaşınıyordum. Ama bu üç günün sonunda bir daha onun suratını görmeye ihtimal vermediğimi düşünürsek, istediğim şeyi sorgulayabilirdim.

"Babannem öldükten sonra piyanoyla aram açıldı."

Gözlerini güneş ışığının güçlü bir şekilde vurduğu pencereden çekip, bana döndürdü. Duraksadı. Gözlerine kaçamak bir bakış attım, dokunsan ağlayacak gibiydi. Bana bakmıyordu. Ben de gözlerimi ellerime indirdim. Onu ilk defa böyle görüyordum.

"Ondan sonra ilk defa senin yanında çaldım. Ve son kez."

Boğazını temizleyip, boğuk konuşmasını sonlandırdı. Yavaşça yutkundum. Babannesiyle piyanonun ne alakası olabilirdi ki? Her neyse Suada. Üstüne gitmesen iyi olacak.

"Başın sağ olsun."

Acımsar bir ses, böyle olsun istemesem de, ağzıma dolanmıştı.

"Bir daha da bu konuyu açma." deyince, irkildim ve bir refleksmişçesine zihnimde bir soru türetmeye çalıştım.

"Fobilerin neler?"

"Karanlık ve kan."

Hadi canım karanlık mı? Yok artık. Fobisi olarak en son bunu düşünürdüm herhalde.

"Karanlık mı?"

"Senin fobin ne?"

Sorumu cevapsız bırakmıştı. Sanki çok da umurumda.

"Böcekler."

"Tamam. Bu kadar formaliteden tanışma yeter.Şimdi özel hayatla ilgili soracağız..." Gözlerini ellerinden bana çevirdi. "Birbirimize?"

"Özel hayatımdan sanane."

Sıkılgan bir sesle, "Daha ne kadar söyleyeceğim Suada? Evleneceğiz. Bilmeye hakkım var." dedi. 'Evlenmeyeceğiz' kelimesini bin kere suratına karşı bağırarak söylesem de, 'Hayır, evleneceğiz.' diyeceğini bildiğimden, onu duymazlığa verdim.

"Pekâlâ. Ben başlayacağım o zaman."

Masada duran ellerini tekrar kollarında kavuşturdu ve yayılarak arkasına yaslandı. Keyfi tekrar yerine gelmişti.

"Sor."

"Dün beni aramıştın. O zaman bir gariptin." Gözlerimi kıstım. "Morfin falan mı almıştın?"

Benim bu sorum üzerine kahkaha atarak başını geriye attı.

"Çok safsın."

"Cevabını bekliyorum. "

Başını bana çevirdi. Meraktan çatlayacaktım. Sadece sabahtan beri düşündüğüm şey olmasın istiyordum, sarhoş olmuş olabileceğini. Muhtelemelen de sarhoştu. Morfin neden kullansındı ki? Ama annemin dediği gibi dindar bir erkek ise de, neden içki kullansındı?

"Sarhoştum."

Beynim bu sözü algılamakta zorluk çekti. Tahminim doğru muydu yani? Sarhoş? Sarhoştu? Sarhoştum? Beynime balyozlar inerken, gözlerim son raddeye kadar açılmıştı.

"Efen-Efendim?"

Fısıldayarak söylediğim bu cümleye karşı bir şey söylemedi.

"Ailenin haberi var mı? Onlar..."

Başını sağa sola sallayarak onaylamayan bir ses çıkardı.

"Gerçek ailem hakkında en ufak bir bilgin yok."

Gerçek ailem derken? Biraz daha açık konuşmayı deneyebilirsin. Ama ondan önce, benim bu çocukla burada oturmam bile yanlış. İçki içiyormuş ya, içki! Sanki her konuda iyi anlaşıyormuşuz gibi bir de geçmiş karşıma neler diyor.

Üzerimdeki şaşkınlığı atıp, sandalyeden hemen kalktım. Kapıya koşarcasına adımlamaya başladığımda, öfkeme bir de nefret eklenmişti. Normalde içki içen insanlarla ya da herhangi bir zararlı alışkanlığı olanlarla konuşmaktan çekinmezdim sonuçta onlarda insandı, kesinlikle ayrımcılık yapmazdım ama benim Burak'la burada oturma sebebim evlenmekti. Evleneceğim kişinin ise benim sahip olmadığım zararlı alışkanlıklara sahip olmasını istemiyordum. Bu bir tercih meselesiydi.

"Sözü falan unut, biz birbirimize uygun değiliz. Hoşçakal."

Konuşmamın üzerine hiç bir tepki vermedi. Bu benim için iyiydi. Kapı kolunu kavradım. Tam açacakken, kolumdan çekip geriye doğru savurdu beni. Sersemlediğimde, kolumdan tekrar tuttu. Bir şeyleri yapmamamı emreder gibiydi.

"Buradan birbirimizi tanıyıp da çıkacağız. Uğraştırma beni."

Sakindi. Ben ise onun tam aksine, saf bir nefret ve endişeyle kalakalmıştım.

BÖLÜM SORUSU;

Sizce Burak, Suada'ya karşı bir sevgi besliyor mudur? Yani aşık mıdır?

Weiterlesen

Das wird dir gefallen

4M 115K 73
Lamia: Ayrılık ay dönümümüz kutlu olsun. Mirza: Lamia şaka mısın? Mirza: Sen terkettin beni.
141K 9.3K 7
Hiç kapanmamak üzere açılan yaralar, kanamaz. İz bırakır. Ve o iz sonsuza dek geçmez, Yanı başında kalır.
129K 1.1K 49
gözyaşlarımı dinlemeden bir anda içime girdi dudağı dudağımda bir eli göğsümde diğer eli kadınlığımdaydı...
3.6M 132K 73
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum... "1 yıl, sadece 1 yıl sonra burdan herkesin seni bir ölü olarak...