Kurtarıcı ve Mavi

By Castherian

688K 35.5K 3.5K

🔴 HİKAYEYE YENİ BÖLÜMLER EKLENMEYECEKTİR MAALESEF. ______________________ Clarine Moncreiffe, Eilinior Kale... More

- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- Bildiri
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43

- 8

16.7K 981 52
By Castherian

İşte yeni bölüm :)

Lütfen votelarınızı eksik etmeyin, sadece bir saniyenizi alır onu vermek. Çünkü ben her voteda inanılmaz mutlu oluyorum :) - biliyorum bunu daha önce de söylemiştim -

Neyse, yarın 23 Nisan olduğu için evdeyim ve bi aksilik çıkmazsa yeni bölüm yazarım :)

Okuyan ve vote veren herkese teşekkürler...

İyi okumalar... :)

-

Kalbim yeniden teklerken sesli bir şekilde yutkundum ve elimi atın burnundan indirdim. Kendimi gizli gizli şeker aşırırken annesine yakalanan çocuklar gibi hissediyordum. Önümde duran adamın yakıcı bakışları bir saniye bile benim üzerimden çekilmezken hiç olmadığım kadar afallamış bir haldeydim. Ellerimi nereye koyacağımı bile bilmiyordum. Aramızda sadece atların kaçmaması için koyulan tahta set vardı ve omuzlarından bir karış aşağıda kalmıştı. Başımı kaldırmış şaşkınlıkla yüzüne bakıyordum.

Yüzünde bu kez daha önce hiç şahit olmadığım dingin bir ifade vardı ve sessizce beni süzüyordu.

"Lord...Lordum," diye kekeledim kısık bir sesle, "Ben... Şey..." sesim sonlara doğru yavaş yavaş yok olmuştu.

Böyle bir durumda ne söylenirdi ki? Resmen az önce adama ne kadar güzel ve büyüleyici olduğuyla ilgili dolaylı yoldan itiraflarda bulunmuştum. Yaşadığım utanç tarif edilemez türdendi, keşke yer yarılsa da içine girseydim. Bu sabahtan beri ona ikinci kez rezil olmuştum ve şu an emin olduğum bir şey vardı ki o da benim çok çabuk tav olacak bir lokma olduğumu düşündüğüydü. Hatta ona kendi ayağıyla gidecek kadar basit, gördüğü bu adama kolayca kapılabilen türden biri olduğum...

"Bu saatte burada ne işin var Balfourlu?" diye sordu.

Sesi eğlenceli çıkıyordu ve dudağının bir tarafı belli belirsiz yukarı doğru kıvrılmıştı. İçimde koşarak buradan uzaklaşma isteği uyandırıyordu. Cidden, bana Balfourlu diye mi seslenmişti o? Adım neredeydi? Yine de sanırım şu an takılacağım en son şey bu olmalıydı. Çünkü az önce çok saçma bi durumda yakalanmıştım kendisine.

"Asıl sizin burada ne işiniz var?" dedim kendimin de beklemediği bir tonda.

Kaşları alayla ve bir parça da şaşkınlık kırıntısı ile yukarı doğru kalktı. Bir anda çok saçmaladığımı fark ettim. Sanırım hem suçlu hem güçlü diye buna deniyordu çünkü izah etmem gereken bir konu varken tutmuş ona hesap soruyordum.

"Burası benim kalem. Ve daha da önemlisi şu an önünde bulunduğun bölme benim atıma ait." dedi bana söyleyecek başka hiçbir şey bırakmadan, "Yine tekrarlıyorum, burada ne işin var?"

"Atları sevmek için geldim," diye cevapladım savunmacı bir tonda. Sesim, içimde kopan utanç fırtınasının aksine beni şaşırtacak derecede kendinden emin çıkıyordu.

"Atları sevmek için mi?" dedi tek kaşını kaldırarak. Bu yaptığı hareket karşısında eridiğimi hissettim.

"Evet," dedim çenemi havaya kaldırarak. Ardından söylediğimi desteklemek istercesine elimi kaldırdım ve deminden beri sessizce yanımızda duran atın burnuna elimi yeniden dokundurdum. Maksadım ona şu an burada bulunma sebebimin ne kadar masumane olduğunu göstermekti ama at, kızgın ve insanının yüreğini ağzına getiren bir homurtu eşliğinde kafasını sağa sola silkeleyince elimi hızla kendime çektim ve korkuyla iç geçirerek bir iki adım geriledim. At, ondan uzaklaşmama rağmen hala kızgın sesler çıkarıyor ve sesli bir şekilde nefes veriyordu.

Benim bu şaşkın halimi gören lordun yüzüne ise gülümsemesi biraz daha yayılırken gözlerini bir saniye bile benden ayırmadan sakin bir tavırla elini kaldırdı ve atın boynuna hafifçe dokundurdu. Bu temasın üzerine at bir anda sakinleşti ve az önceki durgun haline döndü.

Bakışlarım siyah şeytan ve sahibi arasında birkaç kez gidip geldi. Demek deminden beri sahibi onu sakinleştirdiği için kendine dokunmama izin veriyordu. Sesli bir şekilde yutkundum ve refleks olarak korkuyla göğsüme çektiğim ellerimi iki yanıma indirip duruşumu dikleştirdim.

Bu sırada Bruce benden hala bakışlarını çekmiyor, her saniye buharlaşıp yok olacakmış gibi hissetmeme neden oluyordu. Üstelik yüzündeki alaylı ve az önceki saçmalıklarımı duymasından kaynaklanan hafif gülümseme beni bitiriyordu.

Az ileride duran meşalenin ateşi ile daha belirgin bir hal alan ve ateşin tam zıttı yöne düşerek titreşen gölgeler yüz hatlarını daha da belirgin bir hale getirmişti. Yeşil gözlerine bakarken aklımdaki tüm düşünceler dağıldı. Bu kadar kusursuz olmak zorunda mıydı?

"Bu saatte buraya girmek yasak. Seni içeriye kim aldı?"

Harailt'in aldığını söylersem başı kesinlikle belaya girerdi. Hatta Kennis'in de adını vermemeliydim, şifahanedeki öğrenimi için sorun olabilirdi. Bu lord her an her şeyi yapabilecek türden bir adama benziyordu.

"Yalnız girdim, sadece merak etmiştim. Üzgünüm. Hemen çıkarım." dedim ve cevabını beklemeden arkamı dönüp çıkışa doğru yürümeye başladım.

"Dur," dedi ipeksi sesiyle. Tonu sert veya soğuk değildi. İstemsizce olduğum yerde donup kaldım.

Duyduğum sürgülü kilit sesinden, arkasında durduğu kapıyı açtığını anlayabiliyordum. Ardından ses ikinci kez yankılanınca bu kez de kapıyı kapattığını fark ettim. Ayak sesleri ağır ağır bana doğru gelirken kalbim büyük bir gürültüyle atıyordu.

Tam karşıma dikildiğinde nefesim kesildi. Başımı hafifçe yere eğmiştim ve yüzüne bakamıyordum. Terleyen ellerimi eteğime silmemek için kendimle mücedele veriyordum.

Sessizce birkaç saniye bekledi.

"Buraya yalnız gelmediğini biliyorum Euphemia," dedi kulaklarıma kadar kızarmama sebep olarak. Bu ufak yalanımı yakalaması bile beni bu denli zor duruma düşürürken ve son derece berbat hissettirirken söylediğim büyük yalanın gün yüzüne çıkması sonucu ne yapacağımı hiç bilemiyordum.

O an boyumdan büyük bir işe kalkıştığım gerçeği yüzüme bir tokat gibi indi...

"Üzgünüm," diye fısıldadım alt dudağımı dişleyerek.

Yüzündeki ifadeyi merak ediyordum, duygusuz sesinden hiçbir şey anlaşılmıyordu. Hoş, yüzü de çoğu zaman ifadesizdi ama.

Yine de kafamı kaldırıp bakacak cesareti kendimde bulamıyordum. Acaba sinirli miydi? Muhtemelen buraya yasaklı saatte girmiş olmam onu sinirlendirmişti. Şifahanede yattığım gün konta, "Şüpheli hareketinde buradan gönderilir," demekle ne kadar ciddiydi? Ya da bu yaptığım şey şüpheli bir harekete girer miydi?

"Siz ikinizi iki seferdir hiç beklemediğim zamanda, olmadık bir yerde buluyordum. Neden diğer kızlar gibi normal şeyler yapmıyorsunuz?" dedi yaptıklarımızı anlamlandıramadığını belli eden bir tonda. Nefesi saçlarıma çarpıyor ve ayaklarımdaki gücün yavaş yavaş yok olmasına sebep oluyordu. Her an yere düşecek gibi hissediyordum.

Normalde bu sözleri duymak bir leydi için oldukça büyük bir itham olsa da şu an Leydi Clarine değil, köylü Euphemia'yı oynadığım için buna aldırış etmedim.

"Sadece merak ettiğimiz için girdik buraya," dedim kafam hala eğik bir haldeyken, "Üzgün olduğumu söyledim ayrıca." diye devam ettim sert tutmaya çalıştığım sesimle.

"Dur tahmin edeyim, atlarla konuşmanın nasıl bir duygu olduğunu merak ettin." dedi. Alaycı ses tonu yeniden gelmişti.

Utanç duygusu tüm bedenimi yeniden sararken dudaklarımı birbirine bastırdım. Her şeyi duymuştu işte, her şeyi! Buraya hiç gelmemeliydim, evde Lyonet ile birlikte kalmalıydım. O atla hiç konuşmamalıydım...

Bir süre sessizce bekledim. Söyleyeceğine verecek hiçbir cevabım yoktu. Sadece bu sözlü işkencesi bitsin istiyordum.

Eilinior'da hemen hemen her gün Catriona ile ağız dalaşına giren ve karşısında kim olursa olsun asla lafını esirgemeyen o kıza ne olmuştu? Neden bu adamın yanında böyle sessizliğe gömülüyordum? İşin aslının ne olduğunu bilmiyordum ama o lafını esirgemeyen kıza şu an çok ihtiyacım vardı. Çünkü bu kız kafasını eğmiş, karşısındaki adama hiçbir söz söyleyemiyordu.

Sonrasında beklemekten sıkılmış olacak ki, elini yavaşça kaldırdı ve parmaklarını çenemin altına koydu. Parmaklarından yayılan sıcaklık tüm vücudumu ele geçirirken ağır hareketlerle kafamı kaldırdı ve yüzüne bakmamı sağladı.

Tam anlamıyla kalbim duracak gibi hissediyordum.

Yüzü tam karşımdaydı; hiç olmadığı kadar yakındı. Yanaklarım alev alev yanarken gözlerimi gözlerinden ayıramıyordum.

İfadesiz bir suratla ve ne düşündüğü konusunda asla çıkarım yapamayacağım o ses tonuyla, "Söylediğin her şeyi duydum, Euphemia." dedi. Sonrasında elini çenemden çekti ve diğer elini de götürüp arkasına birleştirdi.

Sanki tüm dünya donmuştu ve tek hareket eden varlık karşımda duran bu adamdı. Bütün bendenim zihnimi de aynı akıbete götürerek yeniden kilitlendi.

Kendimi toparlamam ve kontrolümü elime almam ne kadar sürdü bilmiyorum ama kendime geldiğimde hızla koridorun çıkışına doğru koşuyordum.

Kennis'i Harailt ile birlikte bir atın yanında gördüğümde nefes nefese yanlarına gittim. Koridorun bir ucundan diğer ucu sandığımdan daha uzundu.

İkisi de merakla bana bakarken Kennis'in koluna girdim ve eve gitmemiz gerektiğini söyleyerek onu çıkışa doğru sürükledim.

Meraklı ve telaşlı sorularını ise Bruce'un atına yaklaştığım için beni korkuttuğunu söyleyerek geçiştirdim. Neyse ki Kennis de korktuğuma inanarak çok fazla soru sorup üzerime gelmemişti.

Eve kadar hala kafamı toparlayamamıştım. Zemin ayaklarımın altından kayıyor gibi hissediyordum. Bir süre bu olayın etkisinden kurtulacağımı da sanmıyordum...

***

Yastığa başımı koyarken aklımda hala Bruce'un atına söylediğim saçma sözler dönüyordu ve her seferinde utançla kızarmama sebep oluyorlardı.

Yine de bunun yanı sıra aklımı meşgul eden bir düşünce daha vardı: Acaba gerçekten beceremeyeceğim bir işe mi kalkışmıştım?

Belki de onlara kim olduğumu söyleyip tüm bunlar daha da uzamadan gitmeliydim. Ama sonra aklıma yeniden Lord Nachton Alasdair gelince bu düşünceden hemen vazgeçtim. Zaten tüm bunlara da ondan kaçmak için kalkışmamış mıydım?

Son zamanlarda yaşadığım ve hayatımı tepe taklak eden olayları yeniden, sırasıyla gözümün önünden geçirdim.

Öncelikle Lord Alasdair beni babamdan kendisine karşı eş olarak istemişti, her şey bununla başlıyordu. Babam da bana fikrimi bile sormadan kabul etmişti çünkü lord iyi bir para teklif etmişti.

Bu, her ne kadar kendimi bir mal gibi satılıyor hissetmeme neden olsa da o paraya kale halkı olarak oldukça ihtiyacımız vardı. Çünkü Catriona babamla evlendikten sonra babam kale içi işlerle hemen hemen hiç uğraşmamıştı ve bunun sonucunda halk hızla yoksulluğa doğru sürüklenmişti. Zaten Eilinior'un çok da güçlü bir kale olduğunu söyleyemezdik ama yine de bir adımız vardı.

Sonrasında, zorlandığım bu evlilik için yola çıkınca adının Balfour olduğunu sonradan öğrendiğim bir köyde haydutlar tarafından saldırıya uğramıştık. Tüm askerlerim ve köy halkı yok olurken sadece ben kurtulmuştum...

Bunun neyin ödülü olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu ama hayatımın "dönüş noktası" tam olarak bu andı.

Ardından iyileştirilmek için getirildiğim orman kalesi Choilleich'da ise her ne kadar Lord Alasdair ile aralarındaki sorunu halletmek için aradıkları kişi olsam da herkese yalan söyleyip kendimi başka biri olarak tanıtmıştım. Ve o günden beri de bu kalede yaşamaya başlamıştım.

Ah, bu kale... Krallığın tartışmasız en iyi üç kalesini sayacak olsak Choilleich kesinlikle bu sıralamada rahatlıkla yer alırdı. Eilinior'dayken de adını çok duyduğum bir kaleydi zaten. Ama onu bu kadar duyuran hem içinde yaşayanların çok güçlü bir klan olmaları hem de kalenin son derece sık ve ulaşımı zorlaştıran bir ormanda kurulmuş olmasıydı. Bu, buraya saldırı düzenleme fikri olan komutanların bir iki kere değil, on kere düşünmesine neden olacak bir gerçekti. Ama buna rağmen krallıkla ilişkisi en az olan kale de yine buraydı. Resmen kendi başlarına, herkesten uzak yaşıyorlardı. Yakın zamanda krallığa bağlılıklarını ilan etmemiş olmasalardı buranın gerçek anlamda bağımsız olduğunu bile düşünebilirdim.

Ve ben sanırım sığınmak ve eski hayatımı geride bırakmak için en iyi yeri seçmiştim...

Aklımdan geçirdiğim olaylarda buraya kadar her şey kendime yeni bir hayat kurduğum için kötüden iyiye doğru gidiyor olarak olumlu görünüyordu ama bir de tüm duygularımı tepe taklak eden biri vardı; Lord Bruce.

Gözardı edilemeyecek olan bu gerçeği ise tam olarak hangi kategoriye koyacağımı hiç bilmiyordum. Başıma gelen iyi şeyler kısmına mı; kötü şeyler kısmına mı?

Hayatımı kurtardığı için iyi şeyler kategorisindeydi ama beni soktuğu karmakarışık duygular için ise kötü şeyler kategorisine girebilirdi.

Ben, Eilinior Leydisi Clarine Euphemia Moncreiffe, kendimi hiç bu kadar karmakarışık hissetmemiştim... Daha berbat hissettiğim olmuştu, daha dipte hissettiğim de. Daha mutlu hissettiğim, daha üzgün, daha kararlı, daha çaresiz veya daha güçlü... Ama en azından şimdiye kadar hissettiğim her şeyin bir adı vardı; böyle karman çorman ve isimsiz hisler beni hiç bulmamıştı...

Bugün yaşadığım Lord Bruce'lu iki olay da sırayla gözümün önünden geçerken utanç yeniden kendimi berbat hissetmeme neden oldu. Bunun üzerine ben de kendimi tekrar uyumaya zorladım. Uyursam, geçerdi... Zihnimi ondan arındırıp uyumaya ihtiyacım vardı.

Sonunda uykuya dalarken gözümün önünden geçen tek şey Bruce'un alevlerin ışığı altında titreşen kusursuz yüzü ve o alevlerden daha kavurucu bakışlara sahip gözleri olmuştu...

***

Uyandığımda odamın içini güneş ışığı doldurmuştu. Gerinerek yattığım yerden kalktım ve üzerime bir şeyler alarak salona girdim. Ortadaki dört kişilik masada biraz ekmek duruyordu. Mutfaktan gelen seslere bakılırsa Kennis ve Lyonet kahvaltı hazırlıyorlardı.

"Günaydın," diyerek mutfaktan içeri girdim. Kennis döndü ve beni görünce yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı. Annesi ile aynı anda günaydın dediler. Ardından Kennis dilimlediği peynirleri bir kenara bıraktı ve gözlerinin içi gülerek heyecanla konuştu.

"Euphie, bugün çamaşır günü. Senin de bizimle gelmen gerek. Harika olacak!" diye konuştu bir çırpıda. Sanki günlerdir bu konuşmayı yapmayı bekliyor gibiydi.

"Çamaşır günü mü?" dedim merakla.

"Evet. Bugün ormana gidip oradaki nehir kenarında çamaşır yıkayacağız. Bunu her hafta yaparız." dedi sanki dünyanın en eğlenceli işini anlatıyormuş gibi bir ifadeyle.

"Kalenin dışında mı?" dedim gizlemeye çalıştığım endişemle.

"Evet, ama çok uzak değil. Yürüme mesafesi ile birkaç dakika. Ayrıca askerler de orada olur ve bize yardım ederler hep."

Kaleden bu kadar kısa zamanda çıkmamın uygun olmayacağını düşünüyordum. Sonuçta Lord Nachton Alasdair veya babam hala beni arıyor olabilirlerdi. Tabi o köyde yanarak öldüğümü kabul etmedilerse. Bunun çok büyük bir ihtimal olmadığını varsaydım ama yine de riske atmak istemiyordum.

"Ben gelmesem olmaz mı?" dedim mahcup bir sesle. Kennis'in gülümsemesi bir anda sönmüştü.

"Ama harika olacak Euphie. Burada ne yapacaksın ki? Kaledeki çoğu kadın orada olacak çünkü bugün kuzey kesimin çamaşır günü. Lütfen beni kırma, hem işler bittikten sonra nehirde yüzebiliriz de. Yüzme biliyorsun, öyle değil mi?" dedi umut dolu bir ifadeyle. Bu ısrarını nasıl yeniden reddedecektim bilmiyordum ama yüzme teklifini duyduğumda içimde büyük bir kıpırtı oluşmuştu. Yüzmeyi elbette biliyordum ve küçüklüğümden beri çok severdim.

"Biliyorum," dedim kararsız bir sesle.

Gülerek ellerini çırptı, "Harika! Öyleyse kesin geliyorsun."

"İyi de orada askerlerin de olduğunu söyledin, nasıl yüzeceğiz ki?" dedim hala pürüz bulmaya çalışarak. Normalde bunun gibi eğlenceli bir teklifi düşünmeden kabul ederdim ama burada Lord Alasdair veya babam tarafından bulunmam söz konusuydu; Her şeyin mahvolması söz konusuydu...

"Bir yolunu buluruz Euphie, ilk defa gitmiyorum herhalde." dedi göz kırparak.

Kafam hala bulunma endişelerim ile karışıktı ama iiçmden bir ses 'Seni arıyor olsalar bile koskoca ormanda nasıl bulacaklar?' diye destekledi beni. Ondan aldığım güçle, "Tamam öyleyse, geliyorum." dedim gülümseyerek. Karşılığında Kennis'ten aldığım gülümseme ise tarif edilemezdi.

"Harika!"

***

Kahvaltıdan sonra, yıkanması gereken çamaşırları bir sepete doldurduk ve gerekli malzemeleri de aldıktan sonra üçümüz birden evden çıktık. Dışarıda büyük bir hareketlilik vardı. Onlarca kadın ve çocuk ellerine aldıkları sepetlerle kalenin çıkış kapısına doğru yürüyordu. Kennis, önce girişteki açıklıkta toplanacağımızı ordan da görevli askerler eşliğinde nehire gideceğimizi söylemişti.

Birkaç dakikalık yürüyüşün ardından açıklığa ulaşmıştık. Tahmin ettiğimden daha çok insan vardı. Gidiş vakti gelene kadar hepimiz beklemek zorundaydık.

"Neyse ki çok fazla çamaşırımız yok ve işimiz erken biter. Ya Duncanlar gibi 15 kişilik bir aile olsaydık?" dedi Kennis çenesiyle az ilerideki aileyi gösterirken.

Gösterdiği yerdeki tamamı kızıl saçlı kalabalık gruba bakarken hayretle sordum, "15 kişi mi?"

"Evet, 11 kardeşler. Ayrıca büyükanne ve büyükbabaları da onlarla yaşıyor," dedi kıkırdayarak.

Bu sırada görevli askerlerden oluşan bir grup kalabalığın içinde geziniyordu. Kızıl saçlı aileden üç küçük çocuk ise askerlerle oynamaya çalışıyor, onlardan birkaç yaş büyük olan ablaları da onları uslu tutmaya çalışıyordu.

Gerçekten böyle kalabalık bir ailede yaşamanın nasıl olacağını merak etmiştim. Bu gibi durumlarda pek iyi olmasa da evin içinin daima şenlik yeri gibi olacağını tahmin ettim ve kendimi gülmekten alamadım.

Tam kendi kendime gülümserken bir anda asker grubunun içindeki Bruce ile gözgöze geldim ve dün akşamki olayın anıları zihnime yeniden hücum ederken kalbim tüm göğüs kafesimde kendini belli eden bir yanma eşliğinde bir kez tekledi. Ah, hadi ama... Gözlerini dikmiş bana bakıyordu ve yüzünde hala o belli belirsiz, alaycı gülümsemesi vardı.

Yanaklarımı yeniden ateş basarken tek düşündüğüm şu an buharlaşıp yok olabilmekti... Bu mümkün değil miydi?

Continue Reading

You'll Also Like

162K 11.4K 42
Arkeolojik çalışma yaptığı sırada geçmişe giden bir kadın tarihi değiştirebilir miydi? [Tamamen hayal ürünüdür.] #Tarihi 1
bonds of fate By voletaliv

Historical Fiction

5K 527 13
Jeon Jungkook gittiği resim sergisinde çok eski zamanlarda yaşamış prens Taehyung'un bir tablosunu görür ve ondan etkilenir. Tablonun sahibi yaşlı ka...
FATİH'İN MÜNECCİMİ By Su

Historical Fiction

23.1K 1.5K 21
Biraz daha yaşasaydı Hazreti Fatih Ne Venedik kalacaktı, ne Floransa... Ya sonra ? Fatih hayranı genç bir tarih öğrencisi kendini 2. Mehmet'in devrin...
17.6K 904 25
"Bırakın beni" "Seni efendimize götüreceğiz ne yapacağına o karar verecek şimdi kes sesini" Eun Ae kurtulamayacağını anlayınca kendini olayların akış...