NAİRA‧✕‧Örümceğin Doğuşu |3K...

By FulyaAlagz

180K 13.5K 1.7K

''İkinci seçenek.'' Φ Artık 18 yaşına basmış ve kanatlarını almış olan Muna Doherty, yavaş yavaş bazı gerçekl... More

''Örümceğin Doğuşu''
3K - Naira | Örümceğin Doğuşu (3K - Serisi İkinci Kitabı)
1.Bölüm - Browy ‧✕‧
2.Bölüm - Yağmurla gelen aşk ‧✕‧
3.Bölüm - Küçük kız ‧✕‧
4.Bölüm - Nukaran ‧✕‧
5.Bölüm - Küçük şey ‧✕‧
••
6.Bölüm - Eve dönüş ‧✕‧
7.Bölüm - Merhaba sürtük ‧✕‧
8.Bölüm - III numaralı grup ‧✕‧
III Numaralı Grup karakterler ve ünlüleri
9.Bölüm - Aptal çocuk ‧✕‧
10.Bölüm - Tedavi ‧✕‧
11.Bölüm - Av(#1) ‧✕‧
12.Bölüm - Av(#2) ‧✕‧
#Alıntı
13.Bölüm - Kitaplar çarptı mı tam çarpar ‧✕‧
*
Yeni Yıl *.*
#Sizden
14.Bölüm - Su halkaları ‧✕‧
15.Bölüm - Milkshake ‧✕‧
**
16.Bölüm - ''Seni seviyor.'' ‧✕‧
17.Bölüm - İkinci seçenek ‧✕‧
Canım acıyor
19.Bölüm - En iyi arkadaş ‧✕‧
20.Bölüm - Kardeşlik ipleri ‧✕‧
21.Bölüm - Doğum günü ‧✕‧
22.Bölüm - Hasta Alex ‧✕‧
23.Bölüm - Kahverengi hayaller ‧✕‧
24.Bölüm - Deniz uzaktan güzel ‧✕‧
25.Bölüm - Elkaru ‧✕‧
26.Bölüm - Final ‧✕‧
‧✕‧
3.Kitap hakkında;;;;
3.kitap!
3.Bölüm geldi!
DÜZENLENDİ!
ÇOK GÜZEL HABERLERİM VAR!

18.Bölüm - Aly? ‧✕‧

3.8K 348 33
By FulyaAlagz

İçinde yaşadığım anın bir rüya olmasını istedim. Çok istedim. Gözlerimi kapattım, açtım. Kapattım, açtım. Bu hareketi kaç kez tekrarladım hatırlamıyordum fakat bildiğim bir şey vardı. Şu an, yaşadığımız an bir ateş kadar gerçekti. Tenimi yakıyor, canımı acıtıyordu. Ama korkmuyordum. Tenimin yanmasından da canımın acımasından da korkmuyordum Dustin'e bir şey olmasından korktuğum kadar. Benim yüzümden bu haldeydi. Adrian benimle uğraşıyordu. Mandy'den sonra sıra Dustin'de miydi? Sakin ve soğukkanlı olmaya çalıştım. İçim öyle olmasa da dışımdan öyle gözükmeliydim. Çünkü her zayıf anımda, duruşumda daha da zevk alıyordu karaltılar. Alacaklardı da. Onlara bu tadı yaşatmaya niyetim yoktu.

Azcık daha sıksam dişlerim kırılacaktı. Gözlerimi Adrian'a diktim. "Ne istiyorsun?" Ellerini cebine soktu. Rahat bir tavır sergilemeye çalışıyordu. "Muna, seninle bunun hakkında daha önce de konuşmuştuk." Gözlerimi onun üzerinden çekmedim, hiçbir hareketinde. Bana doğru adım atmaya başladı. Tam önümde durdu. "İğrenç kokun midemi bulandırıyor." Gülümsedi. Kokusu aksine güzel dişleri vardı. "Bak şu işe yeni parfüm sıkmıştım oysa ki." Dudaklarını büzdü. "Üzüldüm şimdi, herhalde terledim." Kaşlarımı çattım. "Kapa çeneni." Eliyle havada bir işaret yaptı. Birden Dustin'in çığlığı yükseldi. Boğazıma bir şey oturdu. Ona bakmaya çalıştım. "Dustin?" "O kadar başı ağrıyordur ki, seni duyamaz." Dizlerimde güç bulamadım. Ellerim titremeye başladı. Onu öyle gördükçe kötü oluyordum. Sonra kulağıma bir fısıltı yerleşti. "Ben iyiyim Muna, korkma. Sen güçlüsün, yıkılma." Kulağıma gelen ses Dustin'in sesiydi. Ona baktım. Düşüncelerinden ulaşmıştı bana. Gülümsedim. Gözlerime dolan yaşları geri yolladım. Dikleştim. Daha iyiydim. Onu kurtaracaktım bir şekilde. Nasıl yapacağımı bilmiyordum fakat onu kurtaracaktım. Kurtarmak zorundaydım.

"Kötü gözüküyorsun Muna." Gülümsedim. "Yo, gayet iyiyim." Kötü olmamı istediklerini biliyordum. Onlara istediklerini vermemeliydim. Gözlerini kıstı. Sonra yavaş adımlarla etrafımda yürümeye başladı. "Aslında ilk aklımdaki kişi Dustin değildi. Yani listemde ilk sırada o yoktu." Sesimi bastıramadım. "Evet, çünkü ilk sıranda Mandy vardı." Ellerimi yumruk yaptım. Güldü. Bunun üzerine daha da sinirlendim. Tutamadım kendimi. "Pis ucube!" Yumruğumu suratına geçirdim. Yere yapıştı. Onunla beraber Dustin'in çığlığı duyuldu. O tarafa döndüm. "Hayır!" Bir adım atmıştım ki bir daha Dustin'in çığlığı. Yerimde durdum. Dustin ise dizlerinin üzerine düştü. Bacaklarında dayanacak güç kalmamıştı. "Özür dilerim Dustin." Fısıltımı duyamazdı belki ama yine de söyleme ihtiyacı duymuştum. O sırada yanağımda ılık bir damla hissettim. Hayır! Ağlamamalıydım. Adrian karşıma geçti yine. Yanağımı sildim hızlıca. Kanayan dudağını elinin tersiyle sildi. Hala gülüyordu. "Doğru kişi olduğunu biliyordum."

Dudağıma gelen iki damla yaşı dudaklarımın arasında yok ettim. Olduğum yerde dik durmaya çalıştım. Ama bu hiç kolay değildi. "Ona bir şey yapma." Dişlerimi sıkarak konuştuğum için ne dediğim zor anlaşılıyordu. Dudağının yanındaki kanı yaladı. Sonra dişlerini çıkardı. Bana yakınlaştı. Kokusundan kusmak üzereydim. Nefesimi tutmaya çalıştım.

Yüzünü yüzüme yakınlaştırdı. Sonra boynuma baktı. O sıra aklıma Browy geldi. Onu bıraksam hepsini öldürürdü. Böylece kurtulabilirdik! Gülümsememi durduramadım. "Ne oldu? Hoşuna mı gitti?" Yüzüne tükürdüm. Gözlerini kapattı ani refleksle. Yüzündeki tükürüğü eliyle sıyırdı ve yere attı. Yine elini havada salladı. "Hayır!" Dustin'in bu sefer sesi çıkmadı. Duyulan tek ses şok cihazının sesiydi.

"Adım demiştin!" "Bir vampire inandın mı?" Kaşlarımı çattım. Üzerine atlamamak için kendimi zor tutuyordum.

Sakin ol Muna, sakin. Dustin için.

Dustin yere yığıldı. "Dustin!" Adrian'a döndüm. "Ne olur, onu bırak ne yapacaksan bana yap." Cıkladı uzunca bir süre. Dustin'e baktım. Hareket etmiyordu. Sırtı yer yer kırmızı ve morluklarla doluydu. "Bizim amacımız, seni kurtarmak değil canını yakmak." "İşkence yapın sonrada öldürün beni işte." Güldü. "O fiziksel canını yakmak olacak, ruhsaldan sonra. İlk önce bir her şeyini kaybet ondan sonra bakacağız o işe." Yutkundum. Bu bir kamera şakası falandı herhalde? Ne tarafa bakmalıydım? Biraz düşününce aklıma bir şey geldi. Daha doğrusu fark ettim. "Beni Dustin aramıştı, o beni böyle bir tuzağa çekmez. Bunu nasıl yaptınız?" "Güzel soru." Arkasını döndü ve havaya baktı. Ben de oraya döndüm. Simsiyah kanatlarıyla biri buraya doğru geliyordu. Derin bir nefes aldım. Kısa bir süre sonra tam karşımdaydı o kızıl saçlı kadın. "Sen?" Gülümsedi. Uzun siyah kirpikleri ve esmer bir teni vardı. Saçları ise kızıl dalgalıydı ve omuzlarında bitiyordu.

Gözleri de saçları gibi kıpkırmızıydı. Yüzünü incelerken gözüme bir şey daha çarptı. Kaşında küçük bir çizik vardı. Elini uzattı. "Tanışamamıştık." Eline baktım. Hemen dikkatimi elindeki iz çekti ya da dövme. Yarasaya benziyordu. Sky'ınki gibiydi. Belki de aynısıydı. Yüzüne tekrar baktım. Elini geri çekti. "Calanthe Disscol." İncelemeye devam ettim. Aynı benim gibi giyinmişti. Saçları dağınık iki yanındaydı. Dudaklarımı araladım. Konuşmama izin vermedi. "Ben seni tanıyorum, Muna Doherty." Direk konuya girdim. "Demek onun kılığına girip beni kandıran sendin." Kanatlarını kapattı. Yavaşça ellerini birbirine çarptı. "Tebrik ederim." "Sen bir vampir-nairasın." Kafasını salladı. "Ve Naira güçlerini de kullanabiliyorsun." Tekrar olumlu anlamda kafasını salladı. İçimden küfür savurdum. O da Skyla aynı türdendi. Ateş ışığı. "Ben de annemin senden çaldığı iki şeyin olduğunu söylemiştin. Biri kolye, diğeri ne?" Gözleri kolyeme kaydı. "Onu vermeyi düşünmüyor musun?"

"Neden vereyim ki? Verdiğim gibi öldüreceksiniz nasıl olsa." "Beni tanımışsın."

Ekledi. "Ama önünde sonunda onu vereceksin, biliyorsun değil mi?" Kafamı sağa sola salladım. "Vermeyeceğim." Güldü. "Vereceksin, hem de çok yanlış kişiye." Gülmeye devam etti. Hayalinde görürsün. Dişlerini gösterdi. "Dişlerinden korkacağımı mı sandın?" "Onun için çıkarmadım. Onun sayesinde vampir güçlerimi daha iyi hissediyorum." Gülümsedi. "Mesela buralarda bir insan var." Kaşlarımı kaldırdım. Isabella. Koklayarak bana doğru yaklaştı. "Sen de insan kokuyorsun." Kaşlarımı çattım. Bu imkansızdı. "Yoksa aldığım koku senin kokun muydu? Ama nasıl? Sen Naira değil misin? A unutmuşum baban insandı değil mi?" Boğazıma bir şey takıldı. "Benim... Benim babam insan değil." Şaşırmış gibi yaptı. Eliyle ağzını kapattı. "Bak şu annene daldan dala konmuş demek ki." Kaşlarımı çattım. Dişlerimi sıktım. Konuşmaya devam ettim sesim ne kadar kısık çıksa da. "İkinci şey neydi?" Gözlerimin içine baktı. Tam dudaklarını aralamıştı ki arkadan gelen ışıklar dikkatimizi dağıttı. O tarafa döndüm. Kulağımdaki fısıltıya da kulak verdim. "Bir gün ikisini de geri alacağım." Sonra onlara döndüm tekrar. Kanatlarını açmış uzaklaşıyordu. Karaltılar ise çoktan uzaklaşmışlardı. Arabalara döndüm. Tanıdık arabalardı. Avcıların arabaları... Arabalardan çıkanlar karaltıların peşine koştu hızlıca. Ama tabii ki yetişemediler.

Isabella hızlıca geldi ve sarıldı. Bir an yere düşüyordum. "Muna! İyi misin? Ölüyordum korkudan. Bir an sana bir şey yap..." Elimle sırtını sıvazladım. "Korkma Bella, iyiyim ben. İyiyim." Gülümseyerek uzaklaştı. Ve hafif gözleri dolmuştu. Tanrım, onun gözleri mi dolmuştu? Hemen ıslanan yanaklarını sildim. Gülümsedim. "Ah, şapşal iyiyim ben sakin ol. Ağlama." Güldü. "Yok ya ne ağlayacağım. Gözüme bir şey kaçtı herhalde. Hem sen iyisin." Bir yandan da hızlıca gözyaşlarını silmeye çalışıyordu. Kafamı salladım. Birden durdu ve pörtlek gözleriyle bana baktı. "İyisin değil mi? İyisin. Bana yalan söylemiyorsun." Gülme isteğimi bastıramadım. "Dur bakayım bir sana, bir yerine bir şey olduysa Jeffer'a gideriz." Kaşlarımı çattım. "Jeffer mı? O kim?" O sırada sırtıma bakıyordu. "Şey o bizim yeni doktor."

Kaşlarımı iyice çattım. "Bay Harold'a ne oldu?" Boynuma da baktıktan sonra önüme geçti. Kafası önüne düştü. "Isabella? Ne oldu? Söyle." Kafasını kaldırdı. Bir süre bekledi. Sonra dudaklarını araladı. "O... O öldü. Bir hafta önce. Daha doğrusu öldürüldü." İrileşen gözlerime eşlik etti aynı şekli alan dudaklarım. "Ne? Nasıl? Kim ne ister ki ondan? Düşmanı falan mı vardı?" Kafasını olumsuz bir şekilde sağa sola salladı. "Hayır, sıradan trafik kazası." Bir süre düşündüm, sonra kafamı sağa sola salladım. "Belki de sıradan bir trafik kazası değildir." Kaşlarını çattı. "Neden böyle düşündün?" "Bilmem, birden içime doğdu." O sırada arabaların birinden inen Eliesha bize doğru hızlıca geliyordu. Ona döndüm. Isabella da benim baktığım tarafa doğru döndü. "Muna, iyi misin? Isabella haber verdiği gibi hızlıca gelmeye çalıştık." O konuşurken iki saniyeliğine aklımdan çıkan Dustin aklıma geldi. Isabella aklımı bir an sıfırlamıştı. Gerçekten Mandy'e çok benziyordu. Bunun için ona minnet mi duymalıydım yoksa sinir mi olmalıydım bilmiyordum fakat bu durumdan pişman gözükmüyordum. Aksine onunlayken kendimi daha iyi hissediyordum. "Dustin?" Hemen onu en son gördüğüm tarafa döndüm. İki adam onu yerden kaldırıyordu. Arkamdan yükselen "Muna?" çağırışlarına kulak vermeden Dustin'e doğru hızlıca yürüdüm. Hatta koştum bir nevi. Neyse ki buradaydı. Tanrıya şükür!

"Dustin!" İki adam onun kollarını omuzlarına almıştı bile. Yürümeye başlamışlardı. Hemen önlerine geçtim. "Dustin?" Yüzünü avuçlarım arasına aldım. Yanağını okşamaya başladım. Gözlerime dolan yaşları geri göndermeye çalıştım bir yandan da. Bu konuda pek iyi değildim. "Dustin ne olur kendine gel, yalvarırım." Yanağına hafif tokatlar atmaya başladım. Hemen yanındaki adamlardan kısa olanı bana döndü. "Onu İn'de doktora götüreceğiz hemen. Önümüzden çekil, bir an önce gidelim." Hızlıca kafamı aşağı yukarı salladım. Yollarından çekildim fakat peşlerini bırakmadım. Arkalarından onları takip etmeye başladım. Hatta diplerindeydim. Kolumun tutulmasıyla bir anlığına gözlerimi Dustin'in üzerinden çekmek zorunda kaldım. "Muna? Dustin... Şu sevgilin olan mı?" Kaşlarımı çattım. Bana bu soruyu soran Isabellaydı. Hemen arkasından Eliesha geldi. "Muna, neler oluyor? İn'e gelince detaylı konuşalım, odama gelmeyi unutma. Fakat ondan önce iyice bir dinlen." Dinlenmek umrumda bile değildi şu an. Tek umrumda olan Dustin'in nasıl olacağıydı. Onu bir an önce iyileştirmeliydim.

Eliesha'ya cevap olarak kafamı salladım ve Dustin'i izlemeye devam ettim. Arabaya bindiriyorlardı. Hemen telaşla arkamdakilere bakındım. Eliesha çoktan gitmişti. Isabella'ya döndüm. "Ben Dustinle gidiyorum İn'e. Orda görüşürüz, anlatırım." "Tamam." Geri geri gitmeye başladı. Elini de havada salladı. "Anlatacaksın." Kafamı salladım. Ve hızlıca Dustin'in bindirildiği arabaya yöneldim. Kapısı kapanmadan kendimi içeri attım. "Ben de sizinle geliyorum."

Ortalama yarım saat sonra İn'deydik. O iki adamın yardımıyla beraber onu yaralananların alındığı İn'in revir kısmına götürdük. Yolda eve gitmek için çok ısrar etmiştim fakat beni dinlemediler. Dustin tamamen iyileşmeden bırakmayacaklarını söylediler. Sevinmeli miydim üzülmeli miydim bilemedim. Avcıların İn'ine gidiyorduk ve onun Naira olduğunu anlayabilirlerdi. Fakat diğer yandan gerçek bir doktorun yanında tedavi edilecekti. İkiye bir... Sanırım üzülmeyi seçmeliydim. Fakat bilemiyordum. Kafam o kadar karışıktı ki... Kendime gelmek için iki defa kafamı salladım. Hala kendimde değildim, belki de şok geçiriyordum. Dustin'i revirde herhangi bir yatağa yatırdıktan sonra yanına çömeldim. Yüzünü inceledim. Yer yer kızarıklar ve morluklar vardı. Alnında bir kesik vardı ve bütün yüzünü kana bulayan şey o olmalıydı. Dişlerimi sıktım. Elimi yumruk yaptım. Ona bunu yapanları gebertmek istiyordum. Sinirden yerimde kıpırdanmaya başlamıştım bile.

Hemen Dustin'in elini tuttum. Elleri de yüzü ve üst vücudu gibi kan ve kir içindeydi. Çizikleri seçebiliyordum. Kaşlarımı çattım. Yüzümü ekşittim. Bakmak bile canımı yakmıştı. Nefes alamıyordum sanki. Kendimi nasıl affedecektim? Bir küfür savurdum ve ayağa fırladım. Beni bu sinirle kim tutabilirdi ki burada?

"Selam sürtük." Keşke böyle bir soru sormasaydım kendime.

Hiç sıfatımı bozmadan ve moralimi değiştirmeden ona döndüm. Çünkü bütün öfkemi ona kusabilirdim. Kapının girişinde kollarını önünde birleştirmiş bana bakıyordu. Suratında yine o pis sırıtışı vardı. Ona cevap vermeden etrafımda bağırarak dönmeye başladım. "Doktor yok mu ya burada? Doktor?!" Etrafa bir bakış attım. Sol çaprazdan bir adam topallayarak yanıma geldi. "Benim doktor, problemi ne?" Kaşlarımı çattım. "Hahaha çok komik, bir bak istersen suratına. Anlayabilecek misin bakalım." Düşen omuzlarıyla beraber Dustin'e döndü. Ben de yanına geldim. "İyileşmek zorunda. Doktor...?" Yuvarlak suratlı otuzlarında sarışın bir adamdı. Kısa bir süreliğine bana baktı cevap vermek için. "Jeffer de lütfen." Tekrar hızlıca Dustinle ilgilenmeye başladı. "Tamam, Jeffer, lütfen lütfen ona bir şey olmasın. İyileştir onu." Olduğum yerde ileri geri yürümeye başladım. Tabii bu halimden zevk alan birisi vardı. Adı lazım değil, baş harfi Alexandre.

Tırnaklarımı yemeye ne ara başladım farkında bile değildim. Kafamı kaldırdığımda hala kapıda beni inceliyordu. Olduğum yerde durdum. Fakat içim içime sığmıyordu sinirden. Bu siniri atmalıydım bir şekilde. "Ne bakıyorsun? İşin yok mu senin? Defol git." Gözlerinin içine bakarak söylemiştim bütün kurduğum cümleleri. Hala yüzündeki ifade aynıydı. Gülüyordu. Suratını parçalamak istiyordum. Hızlıca yanına gittim. Sesimi alçalttım. Çünkü Jeffer'ın dikkatini çekmiştik. Yerinde kıpırdandı. Bana yakınlaştı. Kafamı daha da kaldırmak zorunda kaldım. O sarı saçlarını yolmak istiyorum lanet olası. İçimdeki düşünceyle gülümsediğimin farkında bile değildim. Farkına vardığımda kendime içsel bir tokat attım. Kendine gel Muna Doherty. Derin bir nefes aldım. "Sana bir soru sordum." Ellerini rahat bir şekilde ceplerine soktu. "Sevgilini getirmişsin, merak ettim geldim." Alaycı bir şekilde güldüm. "Bak sen, neden acaba?" Gülümsedi. Onunkisi de benimkisi gibiydi. Yavaşça nefesini kulağıma yakınlaştırdı. İçime dolan ürpertiyle gözlerimi kapattım.

"Belki de seni çok kıskanmışımdır." Kurduğu cümle karşısında kafamdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi oldum. Elimi yumruk yaptım. Nefesi uzaklaşırken göz kapaklarımı araladım. Göz göze geldiğimiz o an gözlerinde bir şey gördüğüme yemin edebilirdim. Ne olduğunu anlayamamıştım fakat bir şey gördüğüme emindim. Parıltı? Duman? İşaret? Hissetmemiştim, gözlerimle görmüştüm. Fakat çok kısa bir andı.

Uzaklaşırken yarı açık dudaklarının arasındaki dişlerini inceledim. Tamamen düzgün bir sıraları olmasa da bakımlı görünüyorlardı. Gözlerim bu sefer duygu doluydu. Nefret? Sinir? Acı? Korku? Ya da hepsi bir arada? Duygularım zincirinden kaçmayı başarmış köpekler gibiydi. Hepsi farklı bir yerlere kaçışıyordu. Ne bir planları ne de amaçları vardı. Bense onların zincirlerini yakalamaya çalışıp bir arada tutmaya çalışıyordum. En azından çabalıyordum. Geri çekildikten sonra gözlerini kıstı. Şaşırmıştı. Afalladı. "Neyse ben gidiyorum." Ben hala sinirimi çıkaramamıştım. Fakat bildiğim bir şey vardı, sinirimi Alex'den çıkarabilirdim. Deri ceketimin cebinden siyah deri parmaksız eldivenlerimi çıkardım. Ava çıkarken bir çırpıda cebime atmıştım. Eldivenleri elime geçirdim. Son bir kez Dustin'e döndüm ve baktım. Ona bir şey olmamalıydı. Kendimi affetmezdim. Unutmam için canım acımalıydı. Acıtmalıydım canımı. Jeffer Dustinle ilgileniyordu. Yüzü temizlendiği için ortaya çıkmıştı artık. "İyi olacaksın Dustin, yanında olacağım."

Saat sabahın erken saatlerini gösteriyordu. Birazdan Güneş/Naira ortaya çıkardı. Önüme döndüm. Yumruklarımı sıktım. Hızlı adımlarımla Alex'e arkadan yaklaştım. Fark etti fakat umursamadı. "Takip etmekte iyi değilsin." Alaycı bir şekilde güldüm. "Amacını belli edenlerdenim ben Alexandre." Olduğu yere çakıldı. Gerildiğini iki metre geriden hissetmiştim. Ben de durdum. Elini yumruk yaptı. Devam ettim. "Bodruma gitmeye ne dersin?" Şaşkınlığını hissedebiliyordum. Fakat hala bana dönmemişti. Onun yerine ben hareketlendim. Hızlıca üzerine yürüdüm. Son anda bir sollamayla solundan geçtim ve kolundan kavradım. Peşimden onu da çektim. Hemen karşıdaki boş asansöre bindik. Bodruma bastım. Kolunu bıraktım. Hala donmuş kalmıştı. "Demek bodrumun asansörünü yaptılar." İndiğimiz gibi onu yine kolundan tuttum ve çektim. Karşıma ittim. Gözleri yine o nefretle doluydu. Korkmayacaktım. Çünkü şu an ben de onun gibiydim. Onun kadar korkusuzdum. Gözlerini gözlerime dikti. "Şimdi ya açık açık her şeyi anlatırsın ya da..." Parmaklarımı önümde çıtlattım teker teker. Fakat gözleri bir an gözlerimden ayrılmadı. Yavaş yavaş bana doğru adımlar atmaya başladı.

Dikleştim. "Bana bir daha..." Sözünü kestim. "Alexandre diyeceğim sen konuşana kadar, neler olduğunu anlatana kadar." Kaşlarını iyice çattı. Sinir soluyordu burnu. Bir an gözlerinden bir perdenin kalktığını hissettim. Sanki gözü döndü. Her şey kayboldu. Bunları düşünmemle birlikte elinin boğazıma yapışması bir oldu. Dışardan çok gelişatlı gözükmese de fazlasıyla güçlüydü. Boğazımı acıtıyor, nefes almamı engelliyordu. Hemen ellerimle onu itmeye çalıştım. Bu işe yaradı. Geriledi. Ama benim sayemde değildi, kendiliğinden olmuştu. Nefes almama izin vermeden ayağa fırladı. Bu sefer boyun hizasında bir yumruk savurdu fakat bunu fark etmiştim. Son anda kendimi geri çektim. Kötü olan şey ise dengemi sağlayamamam oldu. Sırt üstü yeri boyladım. Acıyan sırtım ve arka kısmımdan dolayı yüzümü ekşittim. Hafif kafam da acımıştı.

Fakat buna zaman olmadığının farkındaydım. Bütün gücümle bedenimi kaldırmaya çalıştım. Sanki bedenim beynime kafa tutuyordu. Bir taş misali olduğu yerde kalmaya niyetliydi. Beynim ise karşıt komutlar yağdırıyordu. Dişlerimi sıktım ve gücümü sonuna kadar kullanmaya çalıştım. Tam doğrulduğum sırada tahminimce 40 numara bir ayak kalkmamı engelledi. Dudağımı patlatan o ayağa küfürler savurdum. "Sevgilinin hıncını benden çıkarıyorsun, öyle mi?" Bunu gayet sakin bir şekilde dile getirmişti. Kasılmamı engelleyemedim. O aksine güldü ve gevşedi. Patlamış dudağımdan akan kanları dilimle yokladım. Kanın metalik tadı yüzümü buruşturmaya yetti. "Sen ne tür bir manyaksın? Sinirini benden çıkarmak mantıklı mı sence?" İki adım daha yakınlaştı. Botları bakış açıma girdi. Asker botlarını anımsatıyordu. Siyah ve büyük... O da benim gibiydi ve avcıların diğer geri kalanı gibi. Siyah ve rahat... Gözlerimi ona diktim. Kaşlarını çatarak önümde diz çöktü. Artık yüzlerimiz karşı karşıyaydı. Nefesi yüzümü yaladı. İkimizde kaşlarımız çatık birbirimize bakıyorduk. "Alex, ne olur elinden geldikçe beni patakla. Ama ondan önce bana bir sorunun cevabını vereceksin." İstemsizce güldü. O kadar istemsizce gülüyordu ki gözlerimi devirme isteği doldu içimde.

Ama yapmadım.

"Kötü kadın gülüşü mü bu ne anlamadım ama sana hiç yakışmıyor be Alex." Bir an kurduğum cümle karşısında afalladı. Dudaklarını araladı. "Ne?" Sonra yavaşça kaşlarını çattı. Anlamıştı. "Sen bana kadın mı dedin?" İşte o an gözlerimi devirdim. Yavaşça kafamı sağa sola salladım. "Bu erkeklerin hepsi mi böyle yoksa sen özel paket misin?" Hışımla ayağa kalktı. Biraz düşünür gibi yaptım. Kafamı aşağı yukarı salladım. "Sanırım genelde var bozukluk." "Sen bana kadın diyorsun, sonra anormal bütün erkekler. Öyle mi canım?" İçimdeki gülme isteğini yatıştıramadım. 'Canım' kelimesini o kadar komik bir şekilde yayarak söylemişti ki kendimi tutmak ayıp olurdu. Ben gülerken kafasını yavaşça sağa doğru yatırdı. "Sen bir bela olarak geldin benim başıma, değil mi?" Gülmemi yavaşça keserek ona döndüm. Sanırım gözlerim yaşlarla dolmuştu. Öyle ki onu hafif bulanık olarak görüyordum. "Senden çok bir şey istemiyorum. Her zaman bana yapmak istediğin şeyler." Biraz düşündü.

Olmayan sakalını yokladı. Gözlerime baktı. "Onu düşünmemek için yorulmak istiyorsun. Ona zarar verenleri düşünmemek için. Sinir hücrelerine zarar vermemi istiyorsun. Böylece düşünme yetini kaybedeceksin." Düşündükçe daha da sinirleniyordum. Hızlıca kafamı salladım. Kasılan vücudumdan her şeyi anlayabiliyordu. Güldü. "Pekte farklı değilmişiz." Gözlerimi iyice kıstım. Etrafına bakındı. "Aslına bakarsan söylediklerin cazip gelirdi. Fakat sana böyle bir zevki asla yaşatmam. Sence seni o kadar çok düşünüyor muyum?" Bana baktı. Cevap vermemi beklemeden olumsuz anlamda cıkladı. Kaşlarımı çattım. "Bir arkadaş olarak istediğimi yapsan?" Tekrar istemsizce güldü. "Muna, kafanı kaldır ve kim düşman kim dost iyi bak." Alnım kırıştı. Bir anda dudaklarımdan bir cümle döküldü. "Sen benim düşmanım değilsin." Şaşkın bir şekilde bana baktı. Gözlerinden okuyabiliyordum. Bu cevabı beklemiyordu. Ama uzun sürmedi. "Neden bana böyle davranıyorsun bilmiyorum ama benim gözümde sen bir düşman değilsin." Duygusuz bir şekilde suratıma bakmaya devam etti. Gözlerinde bir şeyler canlandı. Sanki bir olay örgüsü geçti gözlerinin önünden kısa bir sürede. Geriledi. Yüzünü buruşturdu. "Sana bakmaya bile iğreniyorum. Senden kurtulmak istiyorum." Kurduğu cümleler karşısında afalladım. Göz bebekleri iyice koyulaşmıştı.

Ayağa kalktım. Sesim gittikçe kısıldı. Çatlamasından korkarak konuştum. Yüzüne bakamıyordum bile. "Nedenini söylesen?" Ah! Sesim çatlamıştı. Sinirle ellerini hızlıca saçından geçirdi. "Kapa çeneni!" Beklenmedik bağırışı karşısında afalladım. Yerimde zıpladım. Yutkundum. Ona baktığımda yerde oturuyordu. "Sus dedim sana! İSTEMİYORUM! DEFOL!" Kaşlarım şaşkınlık içerisinde havalandı.

Elleriyle kafasını kapatıyordu. Kulaklarını kapatmaya başladı. İleri geri hareket etmeye başlayınca korkmaya başladım. "Alex?" Hıçkırık sesleri kulaklarımı doldurdu. "Alex... Sen...?" Daha da hızlı hareket etmeye başladı. "Sus!" Verdiği emri uzatarak bağırmıştı. Etrafa bakındım. Ben fısıltı gibi konuşuyordum oysa. Duyduğu ses benim sesim miydi? Yoksa başkasının mı? "Uzak dur benden!" Ben kıpırdamamıştım bile. O iyi değildi. Eliesha'yı çağırmalıydım. "Alex biraz bekle hemen geleceğim..." Cümlemi bitirmemi beklemeden bağırarak kafasını yere vurmaya başladı. "Sus! Sus! Sus!" Yaptığı şey karşısında afalladım. Fakat hemen toparladım. Çünkü ben toparlamazsam o dağılacaktı. Hızlıca yanına çömdüm. Kafasını tuttum. "Alex!" "Uzak dur benden!" dedi bağırarak. İtmesiyle yeri boyladım. Ama yılmadım. Aslında ondan nefret ediyordum fakat onu bu durumda asla bırakmazdım. Başkası olsa yine bırakmazdım.

Doğruldum ve hızlıca onu kavradım. Hala kafasını yere vuruyordu. Kafasını kaldırdım ve omuzlarıma yatırdım. Hızlıca kollarımla onu çevreledim. İtmeye çalıştı fakat o kadar çok yorulmuştu ki kollarını havada sallıyordu bir nevi. Debelendi durdu. Bir süre sonra tamamen durdu. Hızlı hızlı nefes alışverişlerini duyabiliyordum. Yaşlı yanakları omzumu ıslatıyordu. Yavaşça sırtını sıvazlamaya başladım. Kafamı omzuna yasladım. "Sakin ol Aly, ben buradayım." Kısık sesini zor işittim. "Aly?" Yavaşça kafamı aşağı yukarı salladım. "Sanırım sonunda bir isimde anlaşabiliriz." Saçlarını okşamaya başladığım sırada hızlıca uzaklaştı. Yine gözleri o duyguyla doluydu. 'Nefret' Kollarım iki yanıma düştü. Ayağa kalktı hızlıca. "Benden uzak dur." Kaşlarımı çattım. Ellerimi belime koydum ve ayağa kalktım. "Gören de senin peşinde koşuyorum sanacak. Asıl sen benden uzak dur." Sinirle ellerimi yanlarımda serbest bırakarak arkamı döndüm ve asansöre yöneldim. Ama içimi kemiren bir şey vardı. Onu orada bırakmak istemiyordum. Sanki ne yapacağını bilemeyen küçük bir çocuktu. Omzum üzerinden kısa bir bakış attım arkama. Kafasını eğmiş öylece duruyordu. Gidip tekrardan ona sarılmak ve iyi hissettirmek istiyordum. Ama sonra kaşlarımı çattım. O bir öküzdü. Duyguları olamazdı. Sinirle önüme döndüm. Ellerimi yanımda yumruk yaptım. Asansörün kapıları açıldı.

Dustin'in kapısına geldiğimde aklımda bir sürü şey vardı.

Berry ne durumdaydı?

Alex'e neler oluyordu?

Elly şimdi ne yapıyordu?

O kadının diğer istediği şey neydi?

Ve daha bir sürü şey. Aklıma gelmişken -aslında hiç çıkmıyor- Berry'i görmeyi unutmamalıydım. Onu son gördüğümde çok iyi değildi. Bayadır da görememiştim. Başıma gelmeyen olay kalmamıştı sanırım. Derin bir nefes alarak Dustin'in odasına girdim. İyi olmasını diliyordum. Nefesimi veremeden öylece kaldım. Dustin yoktu. Neredeydi bu? Hemen doktoru aramaya başladım. Jeffer'ı odasında bulunca içeri daldım. Dışarı bakan kocaman bir penceresi olduğu için odasının içi rahatlıkla görünüyordu. Masasının önünde duruyor bir şeyler okuyordu. Hızlıca odasına girdim. "Dustin nerede?!" Yerinde zıpladı. "Ne?" Dibinde bittim. Onu Naira diye götürmüş olamazlardı değil mi? İçimdeki korku ve nefret karışımı duyguyu dışarı kustum. Yakalarından kavradım ve ayağa kaldırdım Jeffer'ı. Korkuyla kalbi hızlıca atıyordu. "Dustin nerede dedim sana!"

Kekelemeye başladı. "Şey... O... Şeyde..." Kaşlarımı iyice çattım. "Konuşsana!" Yutkundu. "Şeyde... Şeyde o... Odasında." Yakasını bıraktım. Adam oturduğu yere düştü. Kapıya yöneldim. Ona döndüm. Oturmaya çalışıyordu. "Nerede odası?" "Bir kat yukarı da, soldan ikinci kapı." Kırışan yakalarını düzeltmeye çalışıyordu bir yandan da. Kapıyı açtım ve dışarı çıktım. Merdivenleri hızlıca tırmandım. En azından onu anlamadıklarını ve hasta olarak kabul ettiklerini biliyordum artık. İçim daha rahattı. Soldan ikinci kapının önündeydim artık. Kapı hafif aralıktı. Kapının kolunu tuttum. "Sana inanıyorum Dustin. Hemen iyileşeceksin." Bu bir kadın sesiydi. İstemsizce kaşlarımı çattım. Sonra Dustin'in sesi duyuldu. "Ben umrumda değilim Muna, asıl onu nasıl takip edeceğim bu durumda bilmiyorum. Ona ne olacağını nerden bileceğim?" Kaşlarım daha da çatıldı. Muna mı? Bu bizim Muna mıydı? Kafamı hafif içeri soktum. Muna elini Dustin'in elinin üzerine koymuştu! Elini! Bağırmamak için kendimi zor tuttum. "Merak etme Dustin, ben niye buradayım?" Gülümsediğini hissedebiliyordum. Dişlerimi birbirine geçirecektim neredeyse. Tanrım! Muna!

Geriye çekildim ve koridora yöneldim. Yumruk yaptığım elimi ağzıma aldım ve dişlerimi ona bastırmaya başladım. Canım acıyordu ama daha iyi hissediyordum. Olduğum yerde hızlıca yere oturdum. Sinirden saçlarımı yolmaya başladım.

Ne bekliyordun Muna? Onunla bir daha görüşmeyeceğini mi? O kadar aptal mısın?

Sonra aklıma Alex'in kurduğu cümle geldi.

"Sen hep ikinci seçenek olacaksın Muna."

İkinci seçenek.

İkinci seçenek.

İkinci seçenek.

İkinci seçenek.

Bunu iyice aklına kazı Muna, sen hep ikinci seçenek olarak kalacaksın.

Continue Reading

You'll Also Like

892 227 8
Herkes mutluydu, bu dünyada, dünya acımasız ama çokça mutlu ettiği kişiler varken neden bütün acıyı biz çekiyoruz. Neden bütün gerçekleri biz sırtlıy...
744K 17.2K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
7.4M 311K 58
Fantastik #1 Siz hiç bir ruha aşık oldunuz mu? Gülüşünden bihaberken ya da öfkelendiginde nasıl baktığı bilemeden sonsuz bir melankoninin içine düştü...
659 74 10
"Oturmazsam?" dedim, cesurca. Kaşlarını biraz daha çatarak "Saraya vardığımızda en ağır cezayı almanı sağlarım. Ayrıca ne zamandır muhafızları kadın...