Serpil:
- Tamam.
Dedikten sonra Gökalp, yerinden kalktı ve usul adımlarla Taner'e doğru yürüdü. Taner, eliyle kapının üst kilidini sıktırıyordu.
Gökalp fısıltıyla:
- Kardeşim?
Taner, yüzünü buruşturmak istemiyor, gene ağlamak istemiyordu. Hele de Gökalp haricinde tanımadığı bu insanların arasında.
Gökalp, üst kilide dokununca Taner ellerini serbest bırakıp aşağı indirdi. Gökalp, üst kilidi açtı ve dışarıya çıktı:
- Gel.
Taner onun dediğini yaparak dışarıya çıktı.
Gökalp, kapıyı usulca aralık bırakana kadar çekti.
Yukarıya çıkan merdivenleri işaret ederek:
- Şuraya oturalım.
İlk önce kendi baştaki duvar dibine yakın kısma oturdu, ardından Taner de yanına.
Taner'in karanlıkta görülmeyen çehresi, ne kadar görünmese de adeta mutsuzum diye haykırıyordu karanlığa.
- Unutacaksın!... Buna mecbursun çünkü!
- ...
- Unutacağız! Bazı şeyleri içinde gömmek daha doğru olanıdır bazen. Ben öyle yaptım.Yapıyorum...
Taner, boğazının düğümlenmesinden dolayı nasıl konuşacağını bilememişti, kendini toplayıp cümlesini kurmaya başladı, öyle ki sesi çatlamış, apartmanda fısıltı hafif yankı bulmuştu:
- Nasıl??
- Zaman her şeyin ilacıdır derler ya, büyük bir yalan! Zaman acılarını dindirmez, o akarken sen sadece alışırsın.
Taner, başını öne eğip gözlerini ağlamak için sıktırıyor, hıçkırıklara boğulmamak için mücadele veriyordu.
Gökalp devam etti:
- Taner...
Taner, hafif toparlanınca başını ona çevirdi.
Gökalp, içten bir sesle, sesi buram buram özlem kokarak kurdu cümlelerini:
- Şimdi olması şart değil ama... Bana bir gün annemi anlatır mısın?
Taner, bu sefer gözlerini daha fazla zorlayamadı ve gözyaşları sel olup göz pınarlarından akıp, yanaklarını ıslatmaya başladı.
Başını hızlı hızlı sallayarak gülümsedi:
- Olur... Anlatırım.
Gökalp, Taner'in omzuna dostça vurdu.
- Sağol.
Gökalp, artık ağlamıyor, göz yaşlarını eritiyordu...
Taner, alnını Gökalp'in sol omzuna koydu ve bir süre göz yaşı döktü. Gökalp, hareketsiz duruyor, arkadaşının daha fazla ağlamasını istemiyordu.
- Tamam kardeşim, tamam.
Taner, başını kaldırıp, gözlerini ve yanaklarını ıslatan yaşları hızlı hızlı silerek toparlanmak istedi.
- Artık ağlama. Buradaki insanlar, benim ahbaplarım, sevdiklerim. Onlar senin de sevdiklerin olacaklar, hepsi seni sevecek ve sana değer verecekler... Eğer bu gece bizim sonumuz olmazsa, hep beraber çıkıp gideceğiz buradan, hep beraber birbirimize tutunarak yaşayacağız. Nice güzel günler yaşayacağız belki, ne biliyorsun? Umudumuzu kaybetmeyeceğiz! Çünkü o olmadan yaşayamayız.
- Haklısın kardeşim.
Dedikten sonra yüzünü ona dönüp, toparlanmış ifadesine büründü.
Adele - Rolling in the Deep... ♪ ♫ ♪ ♫
Gökalp, gülümseyerek sağ omzuna yukarıdan vurup:
- Haklıyım ya. Haklıyım tabi.
- ...
- Karşı daire boş, içinde kimse yok. Bizim yöneticinin dairesiydi, Her yaz, genellikle Haziran ayının başlarında erkenden Ayvalıktaki yazlığına giderlerdi, eşiyle Aynur Teyze çok sıkı fıkıydılar, ona güvenirdi. Zaten üç katlı bir apartman, herkes Aynur Teyze'yi tanıyor, yedek anahtarları ona bırakarak gitmişler. Bugün geldiklerinde bu apartmana girmişler, Gülşahla yanındaki çocukta evimde işe yarar bir şey aramışlar, sonra diğerleri apartmanda çıkıp karşıya geçmiş. Bu iki aptal da kahve yapmaya yeltenmiş, sanki zamanları çokmuş gibi.
Taner'e yaklaşıp fısıltı halinde:
- Sevişirlerken bastım oğlum onları.
Taner, bunun üzerine gülmeye başladı.
Gökalp, gülerek devam etti:
- Yorganı üzerilerinden bir çekip atmışımlığım var ki, beni elimde bıçakla görünce yüzlerinin aldığı şekli görmen lazımdı. (!)
- Helal kardeşim iyi yapmışsın, görmek isterdim gerçekten de. Ama hata yapmışlar, senin evinde yapılacak şey mi bu?
- Aynen öyle kardeşim, evimi cü.üp etmelerine izin mi verseydim?
Bunun ardından ikisi da gülmeye başlamıştı, ara ara aşağıyı hatırlayınca ellerini ağızlarına götürüyorlardı.
Gökalp, normale dönemeye başlayınca:
- Kardeşim sen bekle beni burada, ben Serpil'den anahtarları alıp geleyim.
- Tamam kardeşim.
Gökalp, çok güldüğünden ayağa kalktığında sendeledi, aslında buna ihtiyaç duyuyordu, sinirleri bozuluyordu.
Gökalp, bir dakika sonra anahtarları getirmişti. Kapıyı gene aynı şekil aralık bırakarak Taner'in yanına yürüdü:
- Taner, dediğim gibi bu daire boş, aslında Aynur Teyze hep beraber kalmamız taraftarı ama bir şey olmaz, aynı binadayız. Hem biraz da dinlenirsiniz.
- Diğeri kim?
- Sarı uzun dalgalı saçlı oğlan yok mu? O. Kendi isteğiyle... Zaten nasıl uyuruz? Nasıl sabahı ederiz bilmiyorum.
Dedikten sonra serzenişli derin bir nefes çekip yavaşça burnundan verdi. Ardından anahtarla kapıyı açtı.
- Geç abi.
Taner ile Gökalp içeriye geçti. İçerisi aynı Gökalp'in evinin şekliydi, tek farkı kapı yönünden dolayı onun evinin yansıması şeklinde olmasıydı.
Perdeler kapalıydı, koltuk takımı Gökap'in evindeki gibi pencerenin orada sıralıydı. Eski bir televizyon, eski koltuklar, duvarlarda siyah beyaz aile resimleri, doksanlı yıllardan kalma mobilyalar, vs...
Arkada kısımda koridordan geçilerek odalara gidiliyordu.
Gökalp:
- İşte burası kardeşim.
***
Gökalp, Taner'i ve ardından gelen Yiğit'i karşı daireye yerleştirdikten sonra kendi dairesine geçti ve kapıyı kapattı.
Aynur Hanım, Serpil ve Gülşah aynı yerlerinde oturuyor, sessiz ve çaresizce bekleyiş sürüyordu.
Serpil:
- Geçtiler mi?
- Evet.
Aynur Hanım söze girdi:
- Battaniyeleri, yastıkları falan var mı Gökalp?
- Evde var Aynur Teyze ama, hiç birimiz rahat uyuyamayacağız ki.
Serpil, Gökalp'e hak verircesine:
- Evet anne, uyuklaya uyuklaya diken üstünde sabahı edeceğiz edebilirsek (!)
Derin bir nefes alıp, önce Gülşah'a sonra annesine, en son da Gökalp'e baktı:
- Rahat olun, hepiniz gidin yatın, bu gece nöbet tutacağım. Olmadık bir durumda hepinizi haberdar ederim.
Aynur Hanım:
- Kızım dayanabilecek misin? İstersen ben tutayım.
- Merak etmeyin. Sabaha kadar gözümü bile kırpmayacağım. Gökalp'le arkadaşı zaten yorgunluktan bitap düşmüşler.
Ardından Gülşah'a kısa bir süre bakarak devam etti:
- Gülşah olmaz zaten, Yiğit'e de güvenemiyorum. Senin de yorgunluk gözlerinden akıyor. Şu an en dinciniz benim. Hadi gidin dedim, ben buradayım.