23 | jenlisa

By ruzovyjed

69.1K 6.7K 20.7K

hakim "gereği düşünüldü" deyip tokmağını vurduğu anda salonda tüm sesler kesilmişti. sırasıyla kararını açıkl... More

1 | gereği düşünüldü
2 | vazgeçilebilir
3 | deli kadın
4 | karşılıksız
5 | dyanne
6 | hesaplaşma
7 | lalisa manobal
8 | ilkler
9 | baba
10 | görünen ve gerçek
11 | madalyonun diğer yüzü
12 | gamjatang
13 | git artık, o gece
14 | cephe
15 | üzgün
16 | çatırdamalar
17 | etkiler
18 | kedi
19 | çaba
20 | kim jisoo
21 | dönüş
22 | sorun yok
23 | belki deneyebiliriz
23 | artık yaşamak istiyorum
24 | mutfak
25 | yanlış anlamalar
26 | sergi
27 | yeni bir dönem
28 | yakın ve uzak
29 | chae, rosie, roseanne
30 | özledim
31 | peki
32 | aswium
33 | sıcak ve soğuk
34 | tamamlanma
35 | kısa bir ara
36 | son
37 | apprehension
38 | yeniden
39 | gözler
40 | énouement
41 | boşluk
42 | roseanne park
43 | jennie ruby jane (veda)
44 | "o"
45 | yeniler
46 | bağ
47 | haksızlık
48 | dün, bugün, yarın
49 | her şey
50 | kayıp
51 | geçmiş
52 | dönmek
53 | evren
54 | 'ben her zaman sana geliyorum'
55 | kaçmak
56 | dürüst
57 | değişim
58 | adım adım
60 | restoran
61 | karşımdaki
62 | sen
ben?!
63 | dejavu

59 | kurallar

1.3K 103 511
By ruzovyjed

BÖLÜM 59 | KURALLAR

GÜNÜMÜZ - Lisa'dan

Hahahahaha... İlaç, ceket, bavul, pasaport ve ev anahtarı unutma konusuna tamamdım ama araba farını açık unutarak akü bitirmek benim için de yeniydi. Yeni ve oldukça komik bir durum. O kadar komik ki hâlâ küçük küçük gülümsüyorum ve onun sinirli bakışlarıyla susuyorum.

Şaşırsam da diretmeden arabadan inip, benim arabama doğru yürümeye başladı. Öfkeliydi, kendini şapşal gibi hissediyordu ondan, biliyorum. Hızlı hızlı yürüyor, kahkaha sesimi duyana kadar yüzüme bakmıyor ve kaşları çatık. Hahahaha...

Tamam, tamam. Daha gülmeyeceğim diye telkin edip kendimi, onun kapısını açıp binene kadar şemsiyeyi üzerinde tuttum. Bindiğinde ben de önden dolaşıp şoför koltuğuna geçtim. Şemsiyeyi arkaya atıp oturur oturmaz "Huh." diye bir soluk verdim.

Yağmur felaketti. Yani gerçekten uzun zamandır böyle bir yağmur yağdığını hatırlamıyordum. O da bu soluğuma karşılık verir gibi, "Huh." dedi. Şaşkınca yüzüne baktım, o da bana baktı ama daha sonra omuz silkip önüne döndü.

Bugün çok garipti. Bugün tamamiyle garip bir Jennie Ruby Jane vardı karşımda. Eskiye çok yakın bir Ruby, yeni zamanlarımızdan bir Ruby, geçmişte bana sık sık kurabiyeyle gelen bir Ruby. Bunun hakkında düşünmek zor.

Zor çünkü düşünmeye başladığım anda onunla birlikte aklıma gelen şeyler, kişiler var. Gitmesi, Chloé, Sylvia. Hastane gecesi. Cenaze.

Tüm bunlar arasından Ruby'i çıkarmak, ona yanaşabilmek, onda kalabilmek- Zor işte.

Bunları hızlıca aklımdan geçirirken arabayı çalıştırdım. O da az önce ona verdiğim kurabiye kabı kucağında, yolu takip ediyordu. Ama çok geçmeden kurabiye kabını açtığını gördüm. Daha sonra içinden bir tanesini alıp yemeye başladı. Öyle güzel kokuyordu ki o kurabiye, kokusu tüm arabanın içine dolmuştu ve ben guruldayan karnımın sesinin duyulmaması için nefes bile almamaya çalışıyordum.

Canım daha fazla çekmesin diye ona değil yola odaklanmaya karar verdim. Bu sessizlik canımı sıkmıyordu çünkü düşünmek için huzurlu hissediyordum. Sadece yağmur sesi, kurabiye kokusu ve o. Şu an başka bir şeye ihtiyacım yoktu.

Biraz ilerledikten sonra onun aniden bana dönerek, "Burada altı tane kurabiye vardı." demesiyle düşüncelerimden arındım. Yüzüne baktım ama sessiz kaldım. O tekrar kaba bakıp, tekrar saydı ve,

"Bir tane sana verdim, bir tane ben yedim, şimdi de bir tane yiyorum ve geriye üç kurabiye kalması gerekiyor ama bir tane kalmış." dedi.

Sonra iki kaşını da havalandırarak bilmiş bir ifadeyle ve gülümsemeyle bana baktı. Havadaki iki kaş sayısı bire düşerken, "Lisa?" dedi.

Off ne var canım. Çok güzel kokuyordu. Odadan çıkar çıkmaz masanın üzerine bıraktığım kurabiyeyi ağzıma atmıştım ve evet kaptakileri de ben yemiştim! Açım çünkü. Şirkete gelirken atıştırmalık alacaktım, unuttum.

Derin bir nefes alıp, yüzüne bakmadan, "Evet. Eline sağlık." dedim sadece. Kıkırdadığını duydum. Hah, beni yendiğini düşünüyordu.

Kırmızı ışıkta durmak için arabayı yavaşlatırken ona dönerek, "Gerçi senin hafızaya da pek güvenmemek lazım." dedim. "Emin misin altı tane olduğuna?" diye sordum gülerek.

Hemen yüzünü astı. Ama ne yapayım, haklı bir serzeniş sayılırdı benimki de. Durmadım,

"Belki de çoktan bunadın ve etrafındaki kimse sen kendini kötü hissetme diye sana bundan bahsetmiyor. Altı tane kurabiye olduğunu söylüyorsun, tamam sana inanıyorum. Evet, ben yedim üzülme. Bunamadın." diye ekledim. Ardından o surat ifadesini görünce büyük bir kahkaha patlattım.

O keyifli ifadesi öyle bir hızla silinmişti ki yüzünden, huysuz bir kedi gibi çatık kaşlar ve hayret dolu bir ifade vardı gözlerinde. Gülmeye devam ettikçe daha da çatılıyordu kaşları, sonunda önüne dönerek,

"Bunamadım ki." diye mırıldandı. Tekrar kaptaki kurabiyeleri saymaya başladığını görünce kendimi tutamadım, bir daha güldüm. Ahahahahha...

...

Yağmurdan dolayı trafik o kadar fazlaydı ki, on dakikadır aynı yerde duruyorduk desem abartı olmazdı. Konuşmuyorduk, biraz kurabiye yedikten sonra sessizleşmişti o da. Ben de şimdi, kırmızı ışıkta dururken parmaklarımı direksiyona vurarak aklımdaki şarkıya ritm tutuyordum. Biraz da mırıldanmaya başladığımda dikkatini çekti. Şaşkın bir ifadeyle bana döndü yüzünü. Ben de şarkıyı mırıldanmaya devam ederken aynısını yaptım.

Yüzüne bir gülümseme yerleştirerek, "Ne söylüyorsun?" diye sordu. "Şarkı." şakasını yapmadım elbette. Yapmadım, değil mi?

Hayır, yapmıştım. "Şarkı." dedim omuz silkerek. O da küçük bir kahkaha atıp,

"Onu anladım ama hangi dil olduğunu anlamadım." dedi. "Türkçe." dedim hemen.

Biraz şaşırdı, sonra, "Rosé'nin evine geldiğinde gece söylediğin şarkı da mı?" diye sordu. Kafa sallayarak, "Hı hım." dedim.

"Peki, buradan açabilir misin mırıldandığın şarkıyı?" diye sordu radyoyu göstererek. Merak mı ediyordu yani?

Omuz silkip, "Olur." dedim neden istediğini anlamasam da. Telefonumdan girip, "Karsu - Bekledim" şarkısına tıkladım. Ekranda görünce bozuk bir telaffuzla,

"Kars-ı?" dedi. Şarkı başlamak üzereyken, "Karsu." diye düzelttim onu. "Karsuh!" diyerek tekrar etti beni. Birkaç kez 'Kars- Kasrı- Kahr-' diye hatalar yapsa da, evet sonunda "Karsuh!" diyebilmişti. Buna güldüm.

Sonra şarkı başladı. Başlangıçta ufak bir piyano sesi, ardından Karsu'nun sesi. Tüm dikkatini buna verdi. Birkaç saniye dinledikten sonra,

"Bu kadını biliyorum." dedi. Ben de yeşile dönen ışıktan sonra arabayı çalıştırırken, "Nasıl yani?" diye sordum.

Biraz daha dinleyip emin olduktan sonra, "Bu kadını iki yıl önce de dinliyordun." dedi. "O şarkılar daha karamsardı ama sanki bu-?"

Küçük bir şekilde gülümseyip kafamı iki yana salladım. "Çok karamsar denemez ama çok eğlenceli de değil." dedim. Sonra şarkıya kısık bir sesle eşlik ettim,

"Yere düşen aynalar gibiyim
Paramparça bırakıp gittin
Her gün bağırdım kimse duymadı
Bekledim, bekledim sensiz bekledim"

Ben devam ederken o sesi biraz kısarak bana döndü, "Ne dediğini anlamıyorum ki ben." diyerek somurtkan bir ifadeyle yüzüme baktı.

Anlamak mı istiyordu? Şaşkın bir şekilde yüzüne baktım ama bir şey diyemedim.

"Bekle." diyerek telefonunu eline aldı. Ne yapacaktı gerçekten merakla bekliyordum. Bu sırada şarkının en sevdiğim kısmı gelmişti, bu kez biraz yüksek sesle eşlik ettim,

"Gece rüyamdaa yanımdaysann~ Güneş miydi oyunbozan? Gece olsaaa~ Gece olsaaa~ Buluşsakkkk~"

Bu kısım Rosé'de geçirdiğimiz o gecenin sabahını hatırlatmıştı bana anlık olarak. O anı tekrar beynimde canlandırırken o,

"Gece rüyamda yanımdaysan, güneş miydi oyunbozan? Gece olsa... Buluşsak." diye mırıldandı. Şok içinde ona doğru döndüğümde bunu telefonundan okuduğunu gördüm.

Çevirisine mi bakmıştı yani? Anlamaya bu kadar mı istekliydi? Nedense kalbim suç üstü yakalanmışım gibi bir hızla atmaya başladı. Gözlerimi ondan çekemeden o bana doğru döndü. Gözlerimin içine bakıyordu şu an ve evet şu an kalbimin hızı kesinlikle bir maraton koşucusuyla aynı olmalı diye hissediyorum.

Arkadan gelen arabanın korna sesiyle bu anın içinden çıktım. Bakışlarımı hemen yola çevirdim, artık şarkıya da eşlik etmiyordum. O da sessizleşmişti. Hâlâ telefonuna bakıyordu ama ne yaptığını bilmiyordum.

Birkaç saniye bu boğucu atmosferin içinde kaldıktan sonra onun kendi telefonunu bağlayıp bir müzik açmasıyla hava değişmişti. Şarkı çok tanıdıktı, hatırlamaya çalışıyordum ki,

"Bu kadının sesini çok sevdim. Hem, ingilizce şarkıları da varmış. En azından bunu dinlerken anlayabilirim." dedi neşeli bir tonda. Tek kaşımı kaldırarak sessiz kaldım. Ve şarkı başladı,

"Birlikte geçirdiğimiz zamanı yeniden düşünüyorum
Senin miydi benim mi?
Sabrım tükendi
Zamanımı boşa harcamaktan

Her şeyi unutup baştan başlama başlama teklifin zaten yeterince aptalcaydı
Ama senin değişmediğini söylemek bana aklımı kaybettiriyor
Gayet açık değil mi, aşkım?

Sana söyleyeceğim, sana söyleyeceğim,
Her şey bittiği zaman
Sana söyleyeceğim, sana söyleyeceğim
Bende bittiğin zaman

Oyun vakti
Koyduğumuz kuralları unuttun mu?
Bak benim yolum farklı
Saklanmayacak mısın?
Asla eskisi gibi olmayacağız."

Güzel bir şarkıydı. Melodisi, sözleri, Karsu'nun sesi. Bir anlam çıkarmalı mıydım bilmiyorum ama şarkıdaki bir söz neden olduğunu bilmesem de çok tanıdık geliyordu.

"Koyduğumuz kuralları unuttun mu?"

GÜNÜMÜZ - Jennie'den

Araba sonunda restoranın önünde durduğunda derin bir nefes alıp indim. Lisa'nın yol boyunca şakalarını, benimle dalga geçmesini çekmiştim ama aslında bundan memnundum. Etrafımda daha rahat ve eskisi gibi davranması beni çok mutlu etmişti. Birlikte şarkı dinlemeyi bu kadar özlediğimi bilmiyordum.

Bir anlığına, sanki aramızda bunca şey yaşanmamış, iki sene önceki bizmişiz gibi hissettim. Bu duygu aşinalıktı evet. Hastanede vücudumu terk eden o his bu araba yolculuğuyla tekrardan geri gelmiş, kalbimi çarptırmıştı.

Şimdi ben önde, o arkamda restoranın girişine doğru ilerliyorduk. Yine şemsiyeyi üzerime doğru tutarken kendinin ıslanıyor olmasını önemsemiyordu. Dudaklarımda küçük, belli belirsiz bir gülümseme vardı. Şu yaşadığımız anlar bana fazlasıyla eskiyi hatırlatıyordu. Sonsuza kadar yaşamak istediğim zaman dilimini.

İkimiz de içeri girerken sessizdik. Kimse konuşmuyordu. Ne o, ne ben. Fakat sorun etmiyor gibiydik. Kapının önünden etrafa bakındım. Sonunda bizimkileri kenardaki masalardan birine oturmuşken buldum. Ama sadece Rosé ve Dy yoktu. Oldukça kalabalıktı masa. Buna şaşkın bir şekilde bakarken, Lisa'ya çevirdim bakışlarımı. O oraya değil, etrafa bakıyordu ve huzursuz bir hali vardı.

"Gidelim mi?" diye sordum gözlerimle kızları göstererek. Cevap vermeden kafasını sallayarak onayladı.

Ben ve Lisa onlara doğru giderken kafalar bize doğru çevrilmişti. Rosé'nin dudaklarına imalı bir gülümseme konarken Dy oturduğu yerden inip, "Anne." diye bağırdı.

Bize doğru koşuyordu fakat beni gördüğünde adımları durdu. Doğru ya, minik kızım henüz saçlarımı kestirdiğimi bilmiyordu. Dudaklarıma gülümseme yerleştirip, kollarımı açtım. Onun da gözleri bir yıldız gibi parlarken, "Anne, saçların!" diye bağırıp tekrar bana doğru koştu.

Eğilip onu kucağıma aldığımda resmen benim üzerime atlamıştı. Kıkırdayarak onun yanağına bir öpücük kondurdum. O da kollarını boynuma dolayarak bana bakıyordu.

Onun bakışları beni gülümsetirken, "Söyle bakalım, saçlarımı beğendin mi?" diye sordum neşeyle.

Anında kafasını tatlı bir şekilde sallayarak, "Evet, çok güzel olmuş." dedi. Ardından "Değil mi anne?" diye sorarak Lisa'ya baktı.

Benim de bakışlarımın ona çevrilmesiyle Lisa durdu. Gözleri ikimiz arasında hızlı hızlı gezerken ne diyeceğini bilmiyor gibi görünüyordu. Fakat sonda, "E-evet." dedi elini ensesine atarak.

Onun bu cevabı dudaklarımın yukarı doğru kıvrılmasına sebep oldu. Dy ile birbirimize baktığımızda Dy, "Bak, gördün mü annem de öyle düşünüyor." demişti.

Gülüp yanağına öpücük kondurarak, "Teşekkür ederim, sevgilim." dedim ona.

Dy öpücüklerime kıkırdayıp, benim de yanağıma bir öpücük kondurdu. Ardından bakışlarını tekrar Lisa'ya çevirdi. Bir şey demeden sadece ellerini ona uzattığında Lisa gülüp kafasını iki yana sallayarak yanıma geldi ve onu kucağına almak için bana doğru eğildi.

Biz kendi anımızda kaybolmuş gitmişken Rosé, "Çekirdek aile, bugün bize katılmak gibi bir düşünceniz var mı?" diye ima dolu bir sesle konuştu.

Ona gözlerimi devirirken, "Geliyoruz." dedim.

Aslında eskisi gibi bir aile olarak anılmak... garip hissettiriyordu. O kadar uzun süredir bu kelimeyi duymuyordum ki, varlığını unutmuş gibiyim.

Biz masaya yaklaştığımızda bir kadın daha gördüm. Açık kahverengi saçları, yeşil gözleri olan bir kadındı. Onu daha önce gördüğümü hatırlamıyordum. Bir insanı unutacak kadar bunamadım daha, değil mi?

Bir dakika, aslında hatırladım. Bu kadını Dy'ın doğum gününde de görmüştüm. Fakat yanına gidip tanışmamıştım o gün.

Bakışlarımı fark ederek, "Sonunda resmi olarak tanışma fırsatımız oldu Jennie. Ben Zeya." dedi elini uzatıp.

Hah, doğru işte. Zeya'ydı ismi. Aslında itiraf etmek gerekirse ismini ilk duyduğumda aklımda daha farklı bir insan modeli canlanmıştı. Siyah saçlı, kahverengi gözlü bir kadın falan. Ama şimdi karşımdaki yani, yani... Yani. Neyse.

Onun elini sıkarken, "Memnun oldum Zeya." diye karşılık verdim dudaklarımda aynı gülümsemeyle.

Güzel kadınlarla derdim yoktu. Güzel kadınların Lisa'nın çevresinde olmasıyla derdim vardı. Neredeyse bir yıl görüştüğü psikoloğu resmen Victoria's Secret modeli gibiydi. Hah. Gözlerimi devirmemeliyim.

Onunla tanışma faslım bittiğinde Rosé yana kayarak, oturmam için sandalyeye 'pat pat' yapar şekilde vurdu. Ben onun yanına otururken Lisa kucağında Dy ile birlikte Zeya ve Jisoo'nun yanına geçti.

Oturduğunda Zeya, Lisa'nın sırtına dokunarak, dudaklarında gülümseme konuşmaya başlamıştı. Kaşlarım anında havaya kalksa da, ifademi düzeltip Rosé'ye çevirdim kafamı.

Ona gülümseyerek, "Neye şaşırmam gerektiğini bilmiyorum. Senin Jisoo ile aynı masaya oturmana mı yoksa Alice'in Jisoo ile aynı masaya oturmasına mı?" dedim alayla ama fısıldayarak.

Rosé geri çekilirken bana gözlerini devirdi. Sürekli o benimle dalga geçiyordu. Şimdi sıra bendeydi.

Bakışlarımı karşıya çevirdim. Lisa'nın kucağına oturmuş Dy bu sefer Ae-Ri ile konuşmak yerine bana bakıyordu. Ona gülümsediğimde Dy öne doğru eğilip, "Ben de saçlarımı kestirmek istiyorum." diye mırıldandı bebek gibi bir sesle.

Bununla herkesin dikkati ona çevrilmişti. Ae-Ri bile kafasını Jisoo'nun göğsünden doğrultup, Dy'a çevirmişti kafasını. Lisa'nın dudakları yukarı doğru kıvrılırken, "Annesinin kızı işte. Sen nasıl kestirmek istiyorsun?" diye sordu.

Dy kafasını annesine çevirip, "Ben de kısa kestirmek istiyorum. Jisoo teyzem gibi." dedi işaret parmağıyla Jisoo'yu göstererek.

Jisoo onun bu dediğine gülümseyerek onun saçlarını okşayıp, "Sana fazlasıyla yakışacağına eminim tatlım." dedi.

Alice de, "Aslında, omuzlarında da olsa çok güzel olur." diye fikir bildirmişti.

Zeya kafasını sallayıp, işaret parmağıyla Alice'i gösterirken, "Doğru, kesinlikle katılıyorum." demişti.

Onlara gülüp, "Tamam sevgilim, sen nasıl istersen öyle kestiririz." dedim.

Dy bunu duyduğunda ellerini birbirine vurarak güldü. Lisa onun saçlarına öpücük kondurarak bakışlarını bana çevirmişti. Ben onları sadece gülümseyerek izliyordum.

Ae-Ri bakışlarını Jisoo'ya çevirmişti. Bunu fark eden Jisoo, "Ne o? Sen de mi kestirmek istiyorsun?" diye sordu gülerek.

Ae-Ri kafasını iki yana sallayıp, tekrardan Jisoo'nun göğsüne yaslandı. Onların bu hali hepimizi güldürmüştü.

Araya kısa bir sessizlik çöktüğünde Rosé saçlarını savurarak, "Herkes saçlarını kestiriyor canım. Acaba ben de mi kestirsem? Hm, ne tarzda kestirsem acaba?" diye mırıldanmıştı.

Hepimizin dikkati bu sefer ona çevrilmişti. Hepimizin yüzünde düşünür bir ifade vardı. Fakat beklenmedik bir şekilde ilk konuşan kişi Jisoo olmuştu. Dirseğini masaya yerleştirip, yanağını da avucuna yaslarken, "Aslında, omuzlarının biraz altında ve uçları kıvırcık saç sana çok yakışırdı." demişti.

Bunu duyan Rosé'nin hareketleri donmuş, bakışları onun üzerinde takılı kalmıştı. Muhtemelen olan her şeyden sonra herkesin içinde onunla direkt olarak konuşmaz diye düşünüyordu. Fakat Jisoo çekinmeden bunu dile getirmişti.

Ama herkesin şaşkın şekilde ona bakmasıyla onun da bakışları Rosé'den çekilip, bizim üzerimizde gezinmişti. Sonunda bu garip sessizliği bozarak Lisa, "Aslında, doğru söylüyor." diye mırıldandı boğazını temizleyerek.

Rosé de kendini toparlayıp, saçlarını savururken, "Yok canım, bu saçları uzatmak için senelerimi verdim. Boş yere heba edemem." demişti.

Fakat bakışları artık Jisoo'nun üzerinde gezinmiyordu. Bunu fark eden Jisoo derin bir nefes alarak arkasına yaslandı ve elini kızının sırtına yerleştirdi.

Ortamdaki garip havayı dağıtmak için Alice farklı bir sohbet açarak konuşmaya başlamıştı. Böylece herkesin dikkati ona çevrildi. Fakat bu andan sonra Rosé de, Jisoo da sanki aramızda değilmiş gibi konuşmaya fazla katılmamış, arkalarına yaslanarak boş boş bizlere bakmaya başlamışlardı.

Benim bakışlarım Rosé'nin üzerinde, Lisa'nın bakışları ise Jisoo'nun üzerinde geziniyordu. Jisoo da fikir bildirip, onun keyfini kaçırdığı için kötü hissediyordu muhtemelen. Ama Rosé'ye karşı adım atmakta ne kadar kararlı olduğunu anlayabiliyordum.

Birlikte çok uzun zaman geçirdik. Artık saat oldukça geç olmaya başladığında yanımızdan kalkan ilk ikili Alice ve Zeya olmuştu. Onlar kalktıktan sonra bir süre biz dördümüz sessizce biraz daha oturduk. Sonunda Jisoo, "Artık gitmemiz gerek bizim de." deyip Ae-Ri ile ayağa kalkmıştı.

Ardından Ae-Ri'nin ceketini giydirirken, "Lisa, bizim için taksi çağırabilir misin?" diye sordu.

Lisa kafa sallayıp, telefonunu cebinden çıkarırken, "Tabiiki-" diye başlamıştı.

Fakat Rosé, "Gerek yok, ben de gidiyorum zaten. Onları bırakırım." diyerek onu yarıda kesti.

Buna sadece Lisa değil, ben ve Jisoo da şaşırmıştık. Gelirken muhtemelen Dy'ın ısrarıyla onunla gelmişti, değil mi? Fakat şimdi isteyerek onu eve bırakmayı teklif ediyordu. Jisoo'nun kaşları havaya kalkmış, Rosé'ye bakıyordu.

Jisoo'nun elini tutan Ae-Ri mutlu bir şekilde elini salladığında bakışları Ae-Ri'ye çevrildi. Dudaklarına gülümseme konarken, "Tamam, olur." demişti anında.

Dy Ae-Ri ile vedalaştıktan sonra koşarak yanıma geldi. Önümde durup, "Biz de gidelim mi?" diye sordu.

Gülümseyerek onun montunu alıp, eğilirken, "Gidiyoruz tabiiki bebeğim. Hadi giyelim." dedim ona.

Montunu giydirip, fermuarını kapatıp, yanağına bir öpücük kondurdum. Lisa bize doğru yaklaşarak, "Gidelim mi? Sizi eve bırakayım. Ne de olsa araban yok." demişti.

Dudaklarında ve sesinde yine o alay vardı. Ayağa kalkarken ona gözlerimi devirdim. Ama tabii ki bunu duyan minik kızım, "Bizi sen mi bırakacaksın anne?" diye sordu neşeyle.

Lisa bakışlarını ona çevirip, "Evet sevgilim." diye cevap verdi. Dy mutlu bir şekilde ona koşup, kucağına çıkarken, "Oley~" dedi.

Lisa gülüp onun yanağından öptüğünde hepimiz hazırlanarak restorandan çıktık. Dy Lisa'nın kucağında, ben de onların yanında arabaya doğru ilerlemeye başladık.

GÜNÜMÜZ - Jisoo'dan

Birlikte yolculuk yapıyorduk, yine. Gözlerim onun yan profilinde geziniyor, yeniden yeniden aşık oluyordum ona. Bundan fazlası var mıydı bilmiyorum. Bir insan birisini ne kadar sevebilirse, o kadar çok seviyordum onu. Ama sanki duygularım daha da büyüyordu.

Bakışlarımı fark ediyordu ama asla bana bakmıyordu. Gelirken de, şimdi de. Sürekli gözleri yolda, bakışlarım yüzünden bana bakmak istese de, anında kararını değişerek dikiz aynasından bacaklarını sallayarak yolu izleyen Ae-Ri'ye çeviyordu.

Dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı. Madem benimle konuşmuyordu, en azından Ae-Ri ile konuşurdu. Ben de dikiz aynasından Ae-Ri'ye bakarak, "Okul güzel geçmiş, seni rahatsız eden bir şey oldu mu?" diye sordum.

Bakışlarını bana çevirirken kafasını iki yana sallamıştı. Ama ben bakışlarımı ondan çekmeyince dudaklarını büzerek okul eteğini eliyle hafifçe çekiştirdi.

Gülmeye başladığımda sonunda Roseanne'in bakışları bana çevrilmişti. Merak etmiş olsa da, sormuyordu. Bu yüzden onun için, "Ae-Ri etek giymeyi pek sevmiyor. Bu yüzden ona takılmak istedim." diye cevap verdim.

Kaşları havaya kalkıp, dudaklarına gülümseme konarken dikiz aynasından Ae-Ri'ye bakıp, "Rahatsızsan eğer, Suzy ile konuşabilirim." dedi.

Yüzümdeki gülümseme silinirken, "Hayır, sadece sevmiyor. Rahatsız olsaydı, kendim bu konuyu hallederdim." diye cevap verdim anında.

Yan gözle bana baksa da, daha fazla bir şey demedi. Bu tavrına iç çekmeden edemedim. Ne kadar adım atarsam, ne kadar ilerlersem bir sonuç yoktu. Sürekli başladığım yerdeydim işte. Bana tepki vermeyi geç, elinden gelse bakmayacaktı bile.

Az önce söylediğim şey yüzünden saçlarını kestirme fikrinden bile vazgeçmişti. Benden nefret etse bu kadar canım yanmazdı. Bana böyle bakması, bir hiçmişim gibi, etrafında değilmişim gibi bakması daha çok canımı yakıyordu. Ben dışında herkese gülümsüyor, bakıyordu. Artık bu bile canımı yakıyordu.

Ama hayır, bu kadar kolay vazgeçemezdim. Onca şey yaşadık, kırıldık, kırdık. Sona kadar gidecektim. Sonunda ne olursa olsun, oraya kadar gidecektim.

Araba evin önünde durdu sonunda. Yeni evimize geri dönmüştük artık. Annem iyi olduğu için orada kalmaya gerek yoktu daha fazla. Kimse arabadan inmiyordu. Ortamda garip bir hava vardı. Bunu Ae-Ri bile hissetmiş gibi yerinde kıpırdandı.

Ellerimle oynarken bir yandan da eve bakıyordum. Sonunda derin bir nefes alıp, "Bir şeyler içmek ister misin?" diye sordum.

Cevabı zaten biliyordum. Kabul etmeyecekti. Ama yine de sormak istedim. Belki bir umut kabul ederdi diye. Benim için olmasa bile, Ae-Ri için. Bu bile kabulümdü.

Fakat yüzünün aldığı ifadeden fikrim desteklendi. Kabul etmeyecekti. Zaten hemen ardından, "Hayır." dedi sadece.

Tekrardan derin bir nefes alıp, elimi yüzümde gezdirirken kafamı salladım ve arabadan indim. Arka koltuğun kapısını açıp, Ae-Ri'yi indirdim. Onun elinden tutup, ön tarafa ilerlerken Roseanne arabadan inmişti.

Gözlerim umutla onun yüzünde gezinmeye başladı. Fakat Ae-Ri'de gezen bakışlarıyla bu umut tekrardan yok olup gitmişti. Ne bekliyordum ki zaten?

Ae-Ri'ye yaklaşıp, onun yanağına bir öpücük kondurarak, "İyi geceler Ae-Ri, sonra görüşürüz." dedi. "Hah bir de, sana güzel etekler getireceğim. Bakalım fikrin değişecek mi?" diye sordu neşeli bir şekilde.

Ae-Ri ona gülümsedi ve kafasını salladı. Bakışları bana çevrildiğinde anahtarı ona uzatıp, "Eve gir sen, geliyorum." dedim.

Ae-Ri kaşlarını çatsa da, Roseanne'e baktıktan sonra anahtarı alıp, eve doğru koşmaya başladı. Onun arkasından bakarken, "Koşma." diye uyardım. Beni dinleyip yavaşladı ve kapıyı açıp içeri girdi.

O içeri girdiğinde Roseanne'in çatık kaşlarıyla karşılaştım. Arkasını dönüp gitmeye başladığında, ellerimi yumruk yaptım. Sürekli böyle mi olacaktı? Bir adım atmam gerekiyordu artık.

Nefesimi dışarı verip, "Roseanne." dedim. Adımları anında durmuştu.

Yavaşça bana çevrilirken, "Biliyorum, çok hatam oldu, çok fazla yanlış yaptım. Telafi edemeyeceğim kadar büyükler. Ama bir şeyleri değiştirmek istiyorum." diye başladım.

Bunu duyduğunda bakışları değişse de yüzünde herhangi bir tepki oluşmamıştı. Hâlâ boş bir şekilde, düz bir ifadeyle yüzüme bakıyordu.

Kafamı yana eğerek derin bir nefes alıp, "Çünkü seni seviyorum, Roseanne. Geçmişte, şimdide, gelecekte. Her zaman. Belki bunu doğru şekilde gösteremedim, hissettiremedim. Hatta belki de hiç hissettiremedim ama gerçek bu. Seni seviyorum." dedim.

Bir şey demesini bekliyordum ama demeyeceğini biliyordum. Şu anda beni dinliyor oluşu bile beklenmedikti.

Bir cevap gelmeyeceği için, "Bizimle ilgili değiştirmek istediğim çok şey var. Elimde olsa yapardım. Her şeyin farklı olmasını ben istemiyor muyum sanıyorsun? İstiyorum. Hem de çok. Ama yapamıyorum. O yüzden bir şeyleri kabul edip, devam etmem gerekti." diye devam ettim.

Fakat o bu sefer yüzünü buruşturup, kafasını iki yana sallarken, "Hayır, bu konuşma olmayacak." deyip arkasını döndü.

Fakat elimi uzatıp, oturdurmak istedim. Ama yapmadım. Tekrardan, "Roseanne, biliyor musun? Geçmişte yaptığım her şeyi bugün bu hâlde olmamak için yapmıştım." dedim.

Beni dinlemesini istiyordum. En azından bir kez. O gitmeden, ben kaçmadan doğru dürüst konuşmak istiyordum. Adımları tekrar durduğunda derin bir nefes alıp,

"Ama şu an fark ediyorum da, yaptığım her şey bizi daha da berbat hale getirdi. Doğruyu yaptığımı düşünürerek, senden uzak durmanın bu hale gelmemizi engelleyeceğini sanarak yaptım her şeyi. Şimdi korktuğum, kaçtığım ne varsa burada. "diye devam ettim.

Gözlerindeki bakış değişmiyordu. Söylediğim her bir şey, dudaklarımdan dökülen her kelime esen soğuk rüzgara karışıp, cevapsız kalıyordu. Gerçi bir cevap da beklemiyordum.

Nefesimi dışarı verip, "Senden beni affetmeni dileyemem ama bilmeni isterim ki, hiçbir şeyin böyle olmasını istemedim. Özür dilerim." dedim içten bir şekilde.

Gözlerimi onun üzerimde gezinen bakışlarında gezdirdim. Keşke bilseydin. Nasıl hissettiğimi, yaşanan her şeyi ne kadar çok değiştirmek istediğimi. Bugün bu durumda olmamamız için elimden ne gelirse yapacağımı.

Ama bir şey demedi. Boş bakışlarını yavaşça üzerimden çekti. Arabasına binip, evimin bahçesinden uzaklaşırken yerimden hareket etmedim. Onun bahçeden çıkıp, gözden kaybolmasını izledim bir süre. Tamamen dışarıda yalnız kaldığımda kafamı kaldırarak yukarıda parlayıp, geceyi aydınlatan aya baktım.

Göğüs kafesime çökmüş ağırlığı kaldırmak için derin bir nefes alırken gözlerimi kapattım. Kendimi toparladığımda gözlerimi açarak kızımın yanına gitmek için eve doğru ilerledim.

GÜNÜMÜZ - Jennie'den

Arabaya biner binmez yine yağmur başlamıştı. Gündüzdeki kadar şiddetli değildi bu kez, usul usul yağıyordu ama yine de hızlıydı. Bir an üşüdüğümü hissedip üzerimdeki kabanın yakalarını önümde birleştirerek "Huff." diye bir ses çıkardım.

Lisa'nın bakışları anında üzerimde gezindi. "Biraz üşüdüm." diye açıklama yaptım ben de hızla. "İyi bari, kabanını unutmamışsın." dediğinde bu unutma meselesinin daha çok şakası olacağını anladım... Yüzümü astım, gözlerimi devirdim ve bakışlarımı yola çevirdim. Şapşal.

O da bu yaptıklarımdan sonra kıkırdayarak klimayı açtı. Dy'a doğru dikiz aynasından bakıp,

"Tatlım sen iyi misin?" diye sordu. "Çok sessizsin." dedi. Doğru söylüyordu. Dy ilk geldiğimizde ne kadar neşeliyse gecenin sonunda -birlikte gideceğimizi öğrendiği anı saymazsak- tam zıttı bir şekilde suskundu. Saç kestirme sohbetinden sonra hiçbir sohbete katılmamış, sürekli lavobaya gitmek istediğini söylemişti.

"Evet, tatlım." diyerek destekledim ben de Lisa'yı. Kızıma dönerek, "Bir sorun mu var?" diye sordum. "Hasta mısın yoksa?"

Ama Dy ikimizin de endişesine karşılık çok daha sakin ve kendinden emin bir tavırla, "Yoo. İyiyim." dedi sadece. Bakışları cümlesinin sonunda dikiz aynasından Lisa'yı buldu. Aralarında bir şey mi vardı bilmiyordum ama bu an bana böyle hissettirmişti.

Bu yüzden ben de Lisa'ya döndüm. Lisa ikimizin bakışları arasından en son benimkine dönüp, "Bilmiyorum ki." dedi. Pekâlâ. Sanırım kızım hazır olduğunda bunu bizimle paylaşır diye düşünüyordum.

Gelirken yaptığımızın aksine bu yolculuk daha sessizdi. Sadece yağmurun sesini duyuyorduk ve birkaç araba sesi. Lisa da konuşmuyordu. Dyan'a baktığımda uyumak üzere olduğunu fark ettim. İçimde hissettiğim duyguyu tanımlamak istiyordum ama bu sadece huzur mu bilmiyorum. Lisa'nın sessizliği normal hissettirmiyordu. Ne olmuştu ki sabahtan akşama kadar?

Sıkıntılı bir nefes aldığımda göz ucuyla bana baktı ama bir şey sormadı. Ben de üstüne gitmemek adına sessiz kaldım. Telefonumu çıkarıp, Rosé'ye mesaj attım. Onların yolculuğunun nasıl geçtiğini merak ediyordum doğrusu. Rosé kendini büyük bir ikilem içinde bırakıyordu ve umarım ne yaptığını biliyordur diye geçiriyordum içimden.

Çok geçmeden cevap geldiğinde torpidonun üzerine bıraktığım telefonuma uzandım. Lisa bir kez daha baktı ve bir kez daha bir şey demedi. Ama ben bu kez söyledim,

"Rosé'ye yazmıştım." dedim. Önce şaşırsa da sonra sadece kafasını salladı. Hayır Lili, bundan sonra kafanda kurmana asla izin vermeyeceğim. Yapamayacaksın...

İçimden buna güldüğüm sırada Lisa'nın annemlerin evine giden yola girmek üzere olduğunu fark edip, "Hayır, hayır. Bizi eve bırakır mısın?" dedim. "Annemlere gitmeyeceğim."

Direksiyonu kırarken, "Taşındın mı?" diye sordu. Ah, artık konuşuyordu.

Rosé'nin "İyiyim." mesajına kalp emojisi bıraktıktan sonra Lisa'ya döndüm, "Hı hım." dedim. Telefonu yeniden aynı yere bırakırken, "Geçen akşam tüm gün temizlik yaptım." dedim.

Heyecanlı bir şekilde konuşuyordum, sonra sesimi alçaltarak, "Gerçi çok kirlenmiş değildi ev." diye devam ettim. Lisa da gözlerini yoldan ayırmadan,

"Evet, ben temizletiyordum." dedi. Kaşlarım şaşkınlıkla havaya kalktı. "O gün gelme sebebim de buydu." diye açıklama yaptı. Hangisine şaşırsam bilmiyordum. Evi temizletmesine mi yoksa açıklama yapmasına mı?

Düzeliyor muyduk biz yoksa?

Hemen yüzüme bir gülümseme yerleşti. Göz ucuyla bana baktığında yüzümdeki gülümsemeyi o da görmüştü.

...

Eve vardığımızda Lisa sakince arabayı park etti. Ben de toparlanıp, yavaşça indim. Uykuya dalan kızımın kapısını sessizve açıp, onu kucağıma almayı planlıyordum ki bunu Lisa'nın yaptığını gördüm. O da iner inmez kendi tarafından Dy'in kapısına yönelmişti. Yavaşça onu kucağına aldığında kafasını kaldırıp bana baktı. Gülümsedim.

Sonra kaçtım hemen... Yani, kapıya doğru yürüdüm. Onlar da arkamdan geliyordu. Çantamdan anahtarı çıkarmak için eğildim.

Arıyordum. Evet. Anahtarım. Burada olmalıydı çünkü dün buradan Rosé'ye gitmiştim. Yani çantama atmış olmalıydım. Peki nerede?

"Oooooofff!!"

Ve bir kahkaha sesi... Lisa, yine gülüyor bu hâlime. Benimse kaşlarım çatık, öfkeliyim, kızgınım. Nasıl bu kadar unutkan olabilirim?! Nasıl bir anahtarla bile anlaşamıyor olabilirim ya?

"Gerçekten kendime inanamıyorum." dedim ayağa kalkarken. Lisa küçük bir şekilde gülmeye devam etti. Sonra dönüp,

"E arabaya geçelim o zaman." dedi. Kafamı sallarken, "Olur, annemlere geçelim biz." dedim.

"Annemlere mi?" dedi hızla. Buna şaşırdım, o neden şaşırmıştı anlamadım çünkü. "Evet?" dedim şaşkınca. "Tamam." diyerek arabaya yöneldi.

Arabaya geçtiğimizde hâlâ kendime inanamıyordum. O kadar yolu resmen boşu boşuna gelmiştik. Ayrıca bu gece şömine karşısında uyuma planım da çöp olmuştu.

Lisa az önce anneme yine anne mi demişti? Yani buna şaşırmamam gerek, onlar hep görüşmeye devam ettiler ve bundan hiç şikayetçi değilim. Aksine Lisa'nın hâlâ onları ailesi olarak görmesinden çok memnunum. Fazla mutluyum, bunun sonunun kötü olmasından korkmuyorum desem yalan söylemiş olurum.

...
Eve geldiğimizde Lisa'ya dönerek, "Kusura bakma lütfen." dedim. İnmek üzereydi ama durup o da bana dönerek, "Neden?" diye sordu şaşkınca.

"Onca yolu boşuna gittik bugün." dedim. "Başta annemlere giderken seni çevirmeseydim-"

Lisa araya girdi, "Sorun yok, ne olacak sanki kucağımda taşımadım ki sizi." dedi. Bu benzetmesine güldüm. Ben gülünce o da güldü.

Resmen liseli aşıklar gibi flörtleşiyorduk. Ondan duyduğum güzel bir cümle, güzel bir tavır, bir sıcaklık hemen heyecanlandırıyordu beni. Böyle gülümsetip, yanaklarımı kızartıyordu. O yüzden daha fazla rezil olmadan hemen arabadan indim.

Bu kez Dy'i kucağıma ben aldım. O da arabada 'unuttuğum' kurabiye kabını gözüme sokmak istercesine sallayıp, elinde tutarak arkamdan geldi. Buna gözlerimi devirdiğimde kıkırdadı. Şapşal.

Zili benim için o çaldığında, "Eve girmek için zil çalınıyor, biliyorum. Onu daha unutmadım." dedim. Bu dediğime de güldüğünde kendimi çok zor bir görevi başarmış gibi mutlu hissetmiştim. Utangaç bir şekilde ben de gülümsedim. Onu gülümsetmek beni çok mutlu ediyordu. Bunu hâlâ yapabiliyor olduğumu görmek, içimde bir umut yeşermesine sebep oluyordu. Ben ona hâlâ deliler gibi aşıktım, bunu görüyordum.

Kapı birkaç saniye sonra annem tarafından açıldığında pozisyonumuz, önde kucağında Dy'la birlikte ben, arkamda elinde kurabiye kabıyla dikilen Lisa'ydı. Annem bu resme şaşırsa da hemen ardından, "Ah, hoş geldiniz!" dedi.

Bizi yan yana görmek onu mutlu etmişti, anlamıştım. Bakalım babam gördüğünde neler olacaktı? Resmen haykırmak istiyordum, 'Biz barışmak üzereyiz galiba!' diyerek. Evet, 'galiba' çünkü henüz yeni, anlarsınız ya...

Bunlar aklımdan geçerken hâlâ bize bakan ve geri çekilmeyen anneme bakıp önce gülümsedim, sonra "Anne, içeri girmeyelim mi?" diye sordum.

O hemen toparlanıp, "Ah, hayır tabiiki." dedi. Geri çekilerek, "Geçin." diye komut verdi. Lisa'ya baktığımda onun da annemin bu tavrına şaşırdığını gördüm. Göz göze geldiğimizde ikimiz de gülümsedik.

İçeri adım attığımda Lisa'ya dönerek, "Ben Dy'i yatırıp geliyorum." dedim. O da adımlarını içeri attığında eve gelmeye niyetli olduğunu anladım. Bir kez daha ona bakıp utangaç bir şekilde gülümsedikten sonra  üst kata doğru adımladım.

...

Güzel kızımı yatırıp, binlerce öpücük verdikten sonra aşağı inmek için adımlıyordum ki ilk önce aynaya bakmak istedim. Anlıyor musunuz bunu?

Nasıl göründüğümü merak ediyordum. Heyecan beni başka biri yapabiliyordu çünkü. Hızla aynanın karşısına geçip kahküllerimi düzelttim. Bunlara alışmak zor olacaktı ama bakın, hem kızım hem de Lisa beğenmişti. Güzeldim, değil mi? Güzel hissediyordum.

Sonra hızlıcasaçma bir şekilde sanki daha güzel olacakmışım gibi yüzüme falan dokunup derin bir nefes aldım. Huh. Tamam, bu kadar da heyecanlanmamalıyım.

Odadan çıkıp yeniden derin bir nefes aldım ve merdivenleri inmeye başladım. İçerden hiç ses gelmiyordu, hâlbuki şu anda babamın Lisa'yla bir konuşmaya tutulmuş olması gerekirdi, değil mi? Bu kaşlarımı çatmama neden olunca adımlarımı hızlandırdım ve salona doğru geçtim.

Orada asla görmeyi beklemediğim biri vardı. Sylvia?

Buna şaşırdım ama ilk yaptığım şey gözlerimle Lisa'yı aramak oldu. Lisa yoktu.

Peki, Sylvia neden buradaydı?

Annem, babam ve Sylvia bana bakarken, ben de onlara bakıyor ve bir açıklama bekliyordum. Sylvia konuşmak için niyetlense de babam araya girip, "Kızım." dedi. Öfkeli bakışlarımı ona yönelttim,

"Neden yeni kız arkadaşının Sylvia olduğunu bize söylemedin?" diye sordu. Ne?!

"Ne?!" dedim aynı şekilde. Sylvia bu kez araya girebildi, "Ben anlattım aslında, şey, sadece karışıklık olm-"

"Baba, sen bunu nereden öğrendin?" diye sordum. Babam bakışlarını sonunda yüzüme çıkararak, "Lisa söyledi." dedi.

Ne? "Nasıl yani?" diye sordum hayret içinde. "Hem, Sylvia benim kız arkadaşım falan değil." dedim. Muhtemelen kalbini kırıyordum Sylvia ama bu akşam bana kurulmuş bir komplo gibiydi. Lisa gitmişti, farkında mısınız?!

"Evet, öyleymiş kızım." diye araya girdi annem. "Ama şey... Baban tanışmak isteyince, daha doğrusu zaten tanıyormuş Sylvia'yı."

Babama döndüm, "Nerden tanıyorsun ki?" diye sordum. Babam bakışlarını önce benim, sonra Sylvia'nın üzerinde gezdirip tekrar bana döndü.

"Paris'te çalışmıyor mu? Onu işe ben almıştım." diye açıkladı. Ah, ah bunların ne önemi var ki şu anda? Bilmek istemiyorum ki. Neden böyle olduğunu anlamıyorum ki. Çığlık atmak istiyordum ama yapabildiğim tek şey, ellerimi saçlarıma daldırmak ve derin bir nefes almak oldu.

Babam bu hâlime üzülmüş olacak ki oturduğu koltuktan kalkarak yanıma geldi. Elini elimin üzerine koydu, "Hayatındaki insanı tanımak istedim, Jennie." dedi. Kızım demiyordu. "Bizden sakladığın insanı. Buraya Lisa'yla gelmeni elbette beklemiyorduk."

Suçlu olduğunu hissettiği için mi kızgındı bu kadar? Neye kızgındı? Neye kızmış olabilirdi?

Öfkemin mağlubiyetiyle, "Baba bana sorabilirdin!" diye haykırdım. "Bana söyleyebilirdin! Lisa her şeyi yanlış anlayacak!" dedim. Tek düşündüğüm şey buydu.

Sylvia, "İstersen ben konuşabilirim." dedi ama bunu umursamadım. Hemen salondan çıkıp belki yakalayabilirim umuduyla kapıya koştum.

Ama hayır. Ne arabası buradaydı, ne de kendisi. Gitmişti. Gitmişti ve bu kez haklıydı.

...

Babamın arabasını alarak neredeyse onu tüm gece aradım. Ama hiçbir yerde bulamamıştım. Evinin adresini Rosé'den alarak evine gittim ama yoktu, şirkete gittim, mezarlığa bile gitmiştim. Yoktu. Hiçbir yerde bulamamıştım.

Mağlup bir şekilde eve döndüğümde düşündüğüm tek şey onun ne kadar kötü hissedecek oluşuydu. Bunu kendim için düşünmüyordum, anne ve babamı Sylvia'nın yanında görmek onun için yıkım olmuş olmalıydı. Ve birlikte olduğumuzu düşünürse, yerinin hem benim, hem ailemin tarafından dolduğunu düşünecekti.

Delirecektim, gerçekten delirecektim. Onun bu duyguları hissetmesini istemiyordum. Yalnız bırakmak istemiyordum, üzgün olmasını istemiyordum ve iki seferdir elimde olmayan sebepler yüzünden bu hâle geliyorduk.

Yine kızgın olacaktı bana. Yine soğuk davranacaktı. Yine itecekti. Bunları düşündükçe kalbim acıyordu ama yapmam gereken belliydi. Onu bulacak ve her şeyi anlatacaktım.

...

Sabah olur olmaz hızlıca hazırlanıp galeriye gitmeye karar verdim. Daha ne kızım, ne annemler uyanmıştı ama ben annemi uyandırıp ona Dy'i okula bırakmasını söyledim ve evden ayrıldım.

Her şeyi anlatacaktım ona. Sylvia meselesini baştan sona, okula benim yollamadığımı da, neden evde olduğunu da. Tüm bunların bir yanlış anlaşılma olduğunu da. Sylvia'yı sevmediğimi, isteyemediğimi, aklımdaki kişinin sadece kendisi olduğunu ve onu geri istediğimi, her şeyi söylemeye kararlıydım.

Arabayı olabildiğince hızlı bir şekilde Lisa'nın galerisine doğru sürmüştüm. Çünkü biliyordum. Her şeyi kafasında kurdu, her şeyi yanlış anladı ve şimdi de içi içini yiyordu. Bu yüzden olabildiğince hızlı bir şekilde oraya gidip, onunla konuşacaktım ve her şeyi yoluna koyacaktım.

Ben daha fazla bunları yaşamak istemiyordum. Sürekli Lisa tarafından yanlış anlaşılmak istemiyordum. Onun kendince kararlar verip, sonuçlar çıkarmasını da istemiyordum. Zaten bizim bu halde olma sebebimiz de bu değil miydi?

Araba galerinin önünde durduğunda hızlı bir şekilde indim. Kapıyı kapatıp, girişe doğru ilerlerken elimdeki kumandanın düğmesine basıp, arabayı kilitledim. Galeriye girdiğimde gözüm ilk önce alt katta olan kalabalığın üzerinde gezindi.

Lisa'yı etrafta görmeyi beklsem de, burada değildi. Bu yüzden alt katta fazla vakit kaybetmeden direkt olarak adımlarımı üst kata doğru yönelttim. Merdivenleri ikişer üçer çıktığımda sonunda onu bulmuştum.

Lisa'yı üst katta, bir resmin önünde sırtı bana dönük bir şekilde bulmuştum. Sonunda onu bulabildiğim için rahat bir nefes verirken adımlarımı ona yönelttim.

Ona yaklaşırken, "Sonunda seni bulabildim." diyerek onun dikkatini çektim.

Sesimi duyduğunda bakışlarını bana çevirerek sırtını dönmüştü. Ben yaklaşırken gözleri üzerimde geziniyordu. Yanına gelip, karşısında durdum. Gözleri yüzümü tarıyorken dilini dudağının üzerindeki yarada gezdirdi.

Kaşlarım çatılsa da, hemen ardından derin bir nefes aldım. Lisa bana bakarak, "Ne oldu?" diye sordu.

Sesi kırık çıkmıştı. Dibinde olmama rağmen ben bile zar zor duymuştum onu. Bu ses tonu kalbime bir ağırlık çöktürürken daha fazla bekletme yapmadan, "Bak, dün gece gördüklerin, olan her şey tamamen yanlış anlaşılmadan ibaret." diyerek başladım.

Bir şey demeden beni dinlemeye devam ettiğinde ben de,

"Sylvia ve ben birlikte değiliz. Sen babama hayatımda biri olduğunu söylediğinde o da araştırıp, tanışmak istemiş. Fakat babam bizim birlikte olmadığımızı bilmiyordu işte." diye ekledim. Sonunda rahatlamış hissediyordum. Tüm bunları söylemek sandığımdan daha kolaymış, bunu hissediyordum.

Gözlerimi onun gözlerinden çekmedim. Ondan herhangi bir şey bekliyordum fakat bir tepki veya bir kelime bile yoktu. Bu yüzden derin bir nefes alıp, ona doğru bir adım atarken, "Lisa ben gerçekten senden başka-" diye başlasam da cümlem yarıda kesilmişti.

"Lili, hayatım, anahtarlığını bende unutmuşsun onu getirdim."

Bu ses... Bu sesi tanıyordum. Bu sesi tanıdığımı fark ettiğim anda gözlerim yuvalarından çıkacak gibi açıldı. Kalbimin anlık olarak durduğunu hissettim sanki. Kafamı sesin geldiği yere çevirdiğimde yanılmadığımı anladım. Bu, onun sesiydi.

FLASHBACK - Jennie'den

Yemek dizilmiş tepsiyle birlikte mutfaktan çıktığımda Lisa'yı tezgah önünde oturmuş, dirseğini tezgaha, yanağını da avucuna yaslamış oflayarak tatlılara bakarken gördüm. Onun bu sıkılmış ifadesi tatlı bir bebek gibi göründüğü için kıkırdadım.

Sıkkın bakışları elinde tepsiyle çıkan beni gördüğünde yok oldu. Dudaklarına anında bir gülümseme kondururken elini bana doğru salladı. Elimdeki tepsiyi yanımdan geçen garsonlardan birine verip, bırakması gerektiği masayı söyledim.

Garson kafasını sallayıp, yanımdan uzaklaşırken ben de tezgah kısmında beni bekleyen Lisa'ya doğru yaklaşmaya başladım. Birkaç saat önce gelmişti fakat burası yoğun olduğu için pek vakit ayıramamıştım ona. Normalde mutfağa gelmek için ısrar ederdi ama çalışanlar onu ne kadar çok sevse de mutfağa girdiğinde orayı savaş alanına çeviriyordu. Bu yüzden onu mutfağa almıyorlardı artık.

Eh, onlara hak vermiyorum dersem, yalan söylemiş olurum. Sevgilimi seviyorum, gerçekten ona aşığım fakat konu yemek yapmak olduğunda tamamen bir mağlubiyet. Demek Lalisa Manobal'ın yeteneksiz olduğu bir şeyler varmış.

Önünde durduğumda, "Ne oldu? Bitmedi mi? Artık bana da vakit ayır diye bağıracağım." diye sitem etmeye başlamıştı.

Tezgahın karşı tarafına otururken gülüp, "Sevgilim, biliyorsun benim işim bu." dedim.

Sevgilim kelimesini duyduğu anda yumuşamıştı. Mutlu bir şekilde tezgaha yaslanıp, "Evet ama çok fazla çalışıyorsun. Bu insanın da senin ilgine ihtiyacı var." dedi eliyle kendini göstererek.

Onun gibi ben de dirseklerimi tezgaha yaslayıp, "Bitirdim işimi, artık tamamen seninim." dedim.

Bunu duyduğunda dudaklarındaki gülümseme bir sırıtışa çevrildi. Bana doğru eğilirken, "Mmh.., sonunda. Bunu ne kadar uzun süredir beklediğimi bilemezsin." deyip burnunu burnuma sürttü.

Geri çekilmeden önce uzun bir öpücük kondurdu dudaklarıma. Öpücük bittiğinde tekrar geriye yaslanıp, daha neşeli bir şekilde bana bakmaya başlamıştı. Ona bir içecek doldururken, "Bugün normalden erken gelmişsin. Normalde birkaç saat sonra geliyordun, restoran dolu olduğu için." dedim.

Lisa ona uzattığım bardağı alırken, "Aslında evet ama bugün yanına gidip uğraşabileceğim Jisoo yok çünkü boşanma davası var. Hem Rosé de bir müvekkili ile görüşecekmiş. O yüzden direkt buraya geldim." diye açıkladı kafasını sallayarak.

Tezgahın arkasındaki sandalyeye oturarak, "Doğruyu söylemek gerekirse, hâlâ Jisoo'nun evli olduğuna inanamıyorum." diye mırıldandım.

Gerçek bu. Onun evli olduğunu ilk duyduğumda da şaşırmıştım, şimdide öyle. Gerçi, 27 yaşında olduğunu da düşünmüyordum ilk tanışmamızda. Gerçekten de kitabı kapağına göre yargılamamak gerek.

Lisa kıkırdayarak, "O karakterle sonsuza kadar yalnız kalacakmış bir tipi var, değil mi?" demişti alayla.

Kafamı iki yana sallayarak güldüm ben de. Lisa içeceğini yudumlarken gözlerim onun üzerinde geziniyordu. Artık üç aydan biraz daha fazladır sevgiliydik. Birlikte olduğumuz her an, her dakika beni daha da şaşırtıyordu. Zaman geçtikçe insanlar aşkın öldüğünü söylüyor, fakat bu yalan. Geçen her günün sonunda kendimi ona biraz daha aşık olmuş buluyordum.

Bakışlarımı fark ettiğinde elindeki bardağı tezgaha bırakıp, bana gülümsedi. Ben de ona aynı şekilde karşılık vererek bakıyordum. İkimizin bakışları artık başka bir yöne çevrilmiyordu. Sadece birbirimizin üzerinde duruyordu. Onun yoğun, sevgi dolu bakışlarında boğulmakta sorun görmüyordum. Her saniyede hızlanan kalbim, beni sadece daha da mutlu ediyordu.

Onu sevdiğimi ne kadar çok haykırsam geçerdi kalbimde oluşan bu his? Gerçi, hiçbir zaman geçmesini istemiyordum. Sonsuza kadar böyle kalabilirdik. Kalmalıydık.

Bizim birbirimize olan yoğun bakışlarımızı bölen şey Lisa'nın çalan telefonu olmuştu. Bana dudaklarını büzüp, telefonunu cebinden çıkarırken, "Özür dilerim." diye mırıldandı.

Bu dediğine gülüp, gözlerimi devirdim. Lisa telefonunu açıp kulağına yerleştirdi ve arayan kişiyle konuşmaya başladı.

Lisa ona, "Şu anda sevgilimle birlikteyim, gelemem." dediğinde gülüp gözlerimi devirdim.

Karşı taraf her ne dediyse Lisa kaşlarını havaya kaldırarak, "Ah, bekle o zaman." dedi ve bakışlarını bana çevirip, "Ruby, arayan Thomas, birkaç kez bahsettiğim arkadaşım. Bizi de oldukları yere davet ediyor. Gitmek ister misin?" diye sordu.

Aniden bunu beklemediğim için şaşırdım. Aslında onun arkadaşlarını daha yakından tanımak istiyordum. Çünkü sadece Jisoo hakkında bir şeyler biliyordum ve düşünüldüğünde Jisoo onun sadece arkadaşı değil ailesinden biri gibiydi.

Bir süre düşünmemi bekledi Lisa. Sonunda kararımı verdiğimde, "Tamam, olur." diye cevap verdim.

Lisa bana kafa sallayıp tekrardan Thomas'a, "Tamam, geliyoruz. Sen bana adresi atabilirsin." demişti.

Karşı taraftan onay almış olacak ki, telefonunu kapattı. Telefonu kapattıktan sonra bana, "O zaman şimdi gidelim mi?" diye sordu.

Kafamı sallayarak askılığa doğru ilerledim. Kabanımı alıp, üzerime giyerken Lisa da kendi kabanını alıp, üzerine geçirmişti. Ben yanına yaklaştığımda elini uzatarak kapatıp açmıştı. Koşar adımlarla yaklaşıp, ellerimizi birleştirdim.

Onunla birlikte el ele restorandan dışarı çıkarken Lisa telefonuna bakıp, "Ah, Thomas konum atmış. Çok uzakta değiller." diye mırıldandı.

Bir şey demeden sadece kafamı salladım. Arabaya yaklaştığımızda Lisa benim için yan koltuğun kapısını açmıştı. Saygılı bir şekilde eğilip, eliyle içeriyi gösterirken, "Buyrun lütfen." demişti daha nazik sesle.

Gülerek, "Teşekkür ederim." dedim onun bu centilmenliğine.

Ben oturduğumda kapıyı kapatıp, arabanın ön tarafından dolanıp sürücü koltuğuna oturdu. Arabayı çalıştırdığında ben de klimayı yaktım. Arkama yaslanıp, sessiz kalırken Lisa, "Heyecanlı mısın?" diye sordu.

Bakışlarımı ona çevirirken, "Bilmem, belki biraz. Sonuçta olsa onlar senin arkadaşların." diye cevap verdim.

Lisa gülüp, "Evet ama inan hiç gerek yok. Gerçekten iyi ve rahat insanlar." dedi.

Kafa salladığımda Lisa elimden tutarak arabayı kullanmaya devam etti. Araba sonunda atılan konumun önünde durduğunda indik. Mekana dışardan bakarken kaşlarım çatıldı. İçerideki müzik sesi dışarıdan bile kolaylıkla duyulan bir bardı burası.

Kafamı Lisa'ya çevirirken, "Bir bar mı?" diye sordum.

Lisa gergin bir şekilde bir bana, bir de bara bakarken ensesini kaşıyıp, "Ah, bu kısmı ben de bilmiyordum." diye mırıldandı.

Gözlerimi devirdiğimde, "Ama sorun yok hayatım. Biraz oturup, gideriz." dedi hemen.

Birkaç saniye çatık kaşlarla dursam da, sonunda kafamı sallayıp onu onayladım. Mutlu bir şekilde tekrardan bana bakıp elimi tuttu ve girişe doğru ilerlemeye başladık.

Lisa'nın gözleri bir süre etrafta öylece gezindi. Sonunda arkadaşlarını bulmuş olacak ki, bizi onlara doğru götürmeye başladı. Masaya yaklaşırken göz ucu onlara baktım.

İki erkek ve iki kadın vardı masada. Kendi aralarında ettikleri sohbetlerini bizi gördüklerinde yarıda bıraktılar. Uzun saçları olan adam açık saçlarını yüzünden çekerken, "Sonunda geldiniz. Hoş geldiniz oturun." dedi boş masaları göstererek.

Sarhoş olduğu için kelimeler dudaklarından yuvarlanarak çıkıyordu resmen. Lisa masadakilere, "Millet, bu kız arkadaşım Jennie Ruby Jane. Ruby, bunlar Thomas, Lyla, Daniel ve Alex." dedi herkesi teker teker göstererek.

Lyla ve Daniel bana gülümsedi ve kafalarını hafifçe sallayarak, "Memnun olduk Jennie." demişti.

Onlara aynı şekilde karşılık vererek, "Ben de memnun oldum." dedim gülümsemeyle.

Kenarda oturan Alex isimli kadın, "Sonunda dilinden düşmeyen Ruby ile tanışabildik ha?" demişti alayla.

Lisa ona gülüp, gözlerini devirirken, "Sadece ondan bahsediyormuşum gibi konuşuyorsun." diye cevap vermişti.

Kız elindeki bardağı sallayıp, gözlerini büyütürken, "Tüm buluşmamız boyunca ondan konuşuyorsun." dedi.

Onu bu dediği beni birazcık utandırmıştı fakat Lisa'nın benden arkadaşlarına bahsetmesi elbette beni mutlu etmişti. Lisa ona bir şey demeden sadece Thomas'ın gösterdiği yere oturdu ve beni de yanına çekti. Benimle birlikte Lisa'nın yan tarafında Alex oturuyordu.

Ben ve Lisa dışında masadaki herkes sarhoştu neredeyse. Lyla ve Daniel genel olarak sessiz sarhoşlar olsa da, Thomas ve Alex oldukça fazla konuşkanlardı.

Başlarda her şey normaldi. Pek sorun etmiyordum. Fakat zamanla işler değişmeye başladı. Alex sarhoş olmaya devam ettikçe Lisa'ya olan temasları da artıyordu.

Önüme koyulan içki bardağını alıp yavaşça yudumlarken Alex içkisini tek seferde kafasına dikip, Lisa'nın koluna dokunarak, "Hadi Lisa, dans edelim~" dedi.

Kaşlarım çatılırken hareketlerim durdu. Lisa ne diyeceğini bilmez bir şekilde ona bakıyordu sadece. Bakışları yavaşça bana döndüğünde ifademi düzelttim. Gözleri yüzümde geziniyordu. Ne tepki verip vermeyeceğime bakıyordu. Aynı zamanda izin ister gibiydi.

Fakat kendimi toparlayarak ona gülümsedim. Zar zor ayakta duran Alex Lisa'nın kolundan tutarak, "Hadi Lisa, dans dans~" dedi ritmik bir şekilde.

Benim gülümsememden onay aldığını düşünen Lisa küçük bir gülümsemeyle ayağa kalktı. Alex onun elinden tutup, barın ortasına doğru götürürken dudaklarımdaki gülümsemeyi sildim.

Alex onun ellerinden tutup sallarken ikisi birlikte gülerek dans ediyordu. Sürekli ona yakınlaşıyor, koluna, beline ve omzuna dokunuyordu.

Onlara bakmaya devam etmek artık sinirimi bozmaya başlamıştı. Öfkeyle yutkunup kafamı başka bir tarafa çevirdim. Fakat olmuyordu. Sürekli gözlerim onlara kayıyordu. Sonunda dans etmeyi bitirdiklerinde ikisi de geri gelmişlerdi.

Lisa derin nefesler alırken içeceğini alıp, bana doğru eğildi. Bu hareketiyle oturduğum sandalyeyi biraz sağa doğru kaydırdım. Arkadaşlarıyla sohbete daldığı için muhtemelen bunu fark etmemişti bile.

Onlarla bir süre daha oturduk. Arabayla geldiğimiz için zaten içki içmemiştik. İçmeyeceğimiz için de onlardan erken kalkıp, mekandan çıktık.

Arabaya doğru ilerlerken ben önden o arkadan geliyordu. Lisa biraz gerinip, gökyüzüne bakarken, "Onları sevdin mi? İyi insanlar, değil mi?" diye sordu.

Fazla bir şey demeden sadece, "Hı hım." diye cevap verdim.

Lisa benim için tekrardan yan koltuğun kapısını açtığında ona bakmadan arabaya bindim. Lisa arkamdan kapıyı kapatıp, sürücü koltuğuna otururken normal davranıyordu.

Arabayı çalıştırıp, barın önünden uzaklaşırken ortamda sessizlik vardı. Lisa neşeyle, "Eğer onları sevdiysen, ileride tekrar bir araya geliriz, ne dersin?" diye soruyordu.

Fakat ben cevap vermeden kendisi konuşmaya devam ediyordu. Sadece yola odaklanıp, ona bakmadan giderken bir anda bacağımda bir el hissettim. Lisa'nın parmakları bacağımın üzerinde gezinirken, "Bir şey mi oldu?" diye sordu.

Elimin tersiyle onun elini iterken, "Hayır." diye cevap verdim sadece.

Şaşkınlıkla bakışları havaya kalksa da, bir şey demedi. Araba onun evinin önünde durduğunda ilk inen ben oldum. Arabanın kapısını kapatıp, eve doğru ilerledim ona bakmadan. Bana verdiği anahtarla kapıyı açıp, içeri girdim.

Benim hemen ardımdan da o içeri girmişti. Kabanımı çıkarıp, kapı önündeki tekli koltuğun üzerine atıp, salona doğru ilerledim. Arkamdan gelen Lisa, "Ruby, bir sorun mu var? Bir şey mi oldu?" diye sordu.

Ona gözlerimi devirip, kollarımı göğsümde kavuştururken, "Eski sevgilinin de orada olduğunu neden söylemedin, Lisa?" diye sordum.

Lisa'nın kaşları bu soruyla havaya kalkmıştı. Ardından yüzünü buruşturup, "Eski sevgilim mi? Kimden bahsettiğin hakkında hiçbir fikrim yok, Ruby." diye mırıldandı.

Kaşlarımı çataraken, "Kimden bahsettiğim hakkında hiçbir fikrin yok, öyle mi? Dur senin için açıklayayım. Bütün gece sana yapışan, seni dansa kaldıracak cesarete sahip olan kişi." dedim.

Ses tonum sert çıkmıştı. Fakat o oldukça sakin ve yüzünde neşeli bir gülümsemeyle, "Ah, Alex mi? Hayır, hayır yok öyle bir şey. O benim eski sevgilim değil." dedi.

Onun bu dediğiyle tüm gece içimde biriken öfke resmen dışarı akmıştı. Bakışlarımı onun yüzünde gezdirirken, "O zaman o kadın kim oluyor da sana böyle yakınlaşıp, dokunabiliyor?!" diye bağırdım.

Lisa ilk önce gözlerini genişleterek şaşırdı. Fakat bu hemen yok olup, yerini büyük bir sırıtmaya bırakmıştı. Dudakları yukarı doğru kıvrılırken, "Sen beni... kıskanıyor musun?" diye sordu.

Ses tonundaki neşe direkt olarak anlaşılıyordu. Salona adımlamak için iki basamağı inip, bana doğru gelirken, "Ruby, sen bana çok mu aşıksın?" diye sormuştu gülüp.

Ona gözlerimi devirip, geri çekilirken, kafamı çevirdim. Lisa kahkaha atarak dibime girdi. Ellerimden tutup, beni kendine doğru çekti ve kollarımı kendi beline doladı. Bana sıkıca sarılırken,

"Az önceki gerçekten sen miydin? İçinden resmen bambaşka biri çıktı." dedi.

Onun benimle alay etmesine izin vermeyip, kollarımı belinden çekip uzaklaşmaya çalışırken beni durdurdu. Önce saçlarıma öpücük kondurduktan sonra yüzüme doğru eğildi.

Dudaklarımızı birleştirmeden önce, "Kıskanmana veya sinirlenmene gerek yok. Herkes zaten senin olduğumu biliyor." diye fısıldadı.

Dudakları dudaklarıma temas ettiğinde biraz sakinleşmiş olsam da, hâlâ sinirliydim. Bu yüzden onun nazik öpücüklerine sert bir şekilde karşılık veriyordum. Onu geriye doğru ittirerek koltuğa doğru yönlendirmeye başladım. Fakat bu süre boyunca onunla olan öpücüğü hiç bozmamıştım.

Koltuğa oturduğunda ben de kucağına oturarak bacaklarımı onun iki tarafına yerleştirdim. Öpüşlerime Lisa aynı şekilde karşılık verirken ellerini belime yerleştirdi. Ben de ellerimi onun ensesine yerleştirerek kısa saçlarıyla oynuyordum.

Nefessiz kaldığımızda öpücüğü kesip, alnımı onun alnına yasladım. İkimiz de derin nefesler alıyorduk. Dilimi dudaklarımda gezdirirken burnumu onun burnuna sürtüp, "O kadını istemiyorum." diye fısıldadım.

Titrek bir nefes verdiğinde dudaklarımızı tekrar birleştirdim. Dilimi onun dudaklarında gezdirdim. İstediğimi anlayarak dudaklarını araladı ve böylelikle dilimi ağzının içine kaydırdım. Dillerimiz birbiriyle dans ederken Lisa'nın elleri sırtımda geziniyordu. Elini kıyafetimden içeri sokarak belime dokundu.

Soğuk eli bir anlık içimi titretse de, anında alışmıştım. Onun kucağında biraz daha doğrulup, avuçlarımı yanaklarına yerleştirdim. Öpücüğü tekrardan bozarken, "Kural bir, Lili." diye mırıldandım.

Boynuna doğru eğilip, aşağıdan yukarıya yalayarak kulağına fısıldadım,

"Sözümden çıkmayacaksın."

Bu fısıltı onun vücudunun titremesine sebep olmuştu. Elleri hâlâ belimi ve sırtımı okşarken kısık bir inleme bıraktı. Diğer tarafına geçip bu kez orayı emdim ve ısırdım. Sonra tekrar fısıldadım,

"Kural iki... Hep benim olarak kalacaksın."

Yeniden yerinde titrediğinde tırnaklarımı sırtına geçirip hafif denecek şekilde aşağı doğru kaydırdım. Kulağına eğilerek,

"Üç." dedim. "Beni asla bırakmayacaksın."

...

GÜNÜMÜZ - Jennie'den

Merdivenleri çıkarken bakışları bizi gördüğü anda yerinde donup kalmıştı Alex. Onu gördüğümde vücudumu garip, iğrenç bir his sardı. Hayatım boyunca bu kadar yoğun hissetmediğim bir his. Asla unutmayacağım bir his.

Ardından yavaş bir şekilde bakışlarımı Lisa'ya çevirdim. Gözlerim ilk önce onun dudaklarında olan küçük yarada, sonra da boynunda olan kırmızı tırnak izlerine kaydı.

Bunların hepsini idrak ettikçe kalp atışlarım daha da hızlandı. Kalbim artık göğsümde değil, kulağımda atıyordu. Etrafımda olan sesler bana tam olarak ulaşmıyordu. Hissettiğim tek şey kulağımda çınlayan bir uğultuydu.

Gözlerimin etrafının yavaşça yanmaya başladığını hissettiğimde kafamı indirdim. Bu nasıl bir durumdu böyle?

Boğazımı sıkan, yutkunmamı engelleyen bir şey vardı. Sanki nefes bile alamıyordum. Kafamı yavaşça kaldırıp yanımda duran Lisa'ya çevirdim bakışlarımı.

Akmak için isyan eden gözyaşlarımı zar zor tutarken ona, "Yapmadım de." diye mırıldandım.

Dudaklarımdan dökülen bu iki kelime zar zor çıkmıştı. Titrek bir şekilde nefesimi dışarı verdiğimde, "Yapmadım de." dedim bir kez daha.

Ama Lisa, sadece sustu.

...

Küfür serbest değil 😾

Yeter. Çocuklar, artık ayrılma vaktimiz gelmedi mi sizce de? 😞

Yok diyorsanız, önce kendi gururlarından, sonra korkularından, sonra bunları yenince ortaya kendilerinden bağımsız çıkan problemlerden bir türlü kavuşamayan jenlisa'yı hem yazarken bize, hem okurken size, sabırlar diliyorum 💀

Lütfen oy vermeyi unutmayın ^^

Continue Reading

You'll Also Like

222K 22K 32
Ülkesine dönen delta ve kendi halinde takılan sessiz bir omega bir gece birlikte olur.
645 139 11
-Benim fotoğraflarım neden bir başkasında?...
482K 55.6K 33
alfa jungkook, en yakın arkadaşının kardeşi olan omega taehyung'a deliler gibi aşıktı.
1.1K 125 9
Medya'ya hetero olduğunu açıklayan model Lalisa Manobal'ın başına sevgilisi olduğunu iddia ettiği için iş açan lise zorbası ünlü oyuncu Kim Jennie on...