23 | jenlisa

By ruzovyjed

69.1K 6.7K 20.7K

hakim "gereği düşünüldü" deyip tokmağını vurduğu anda salonda tüm sesler kesilmişti. sırasıyla kararını açıkl... More

1 | gereği düşünüldü
2 | vazgeçilebilir
3 | deli kadın
4 | karşılıksız
5 | dyanne
6 | hesaplaşma
7 | lalisa manobal
8 | ilkler
9 | baba
10 | görünen ve gerçek
11 | madalyonun diğer yüzü
12 | gamjatang
13 | git artık, o gece
14 | cephe
15 | üzgün
16 | çatırdamalar
17 | etkiler
18 | kedi
19 | çaba
20 | kim jisoo
21 | dönüş
22 | sorun yok
23 | belki deneyebiliriz
23 | artık yaşamak istiyorum
24 | mutfak
25 | yanlış anlamalar
26 | sergi
27 | yeni bir dönem
28 | yakın ve uzak
29 | chae, rosie, roseanne
30 | özledim
31 | peki
32 | aswium
33 | sıcak ve soğuk
34 | tamamlanma
35 | kısa bir ara
36 | son
37 | apprehension
38 | yeniden
39 | gözler
40 | énouement
41 | boşluk
42 | roseanne park
43 | jennie ruby jane (veda)
44 | "o"
45 | yeniler
46 | bağ
48 | dün, bugün, yarın
49 | her şey
50 | kayıp
51 | geçmiş
52 | dönmek
53 | evren
54 | 'ben her zaman sana geliyorum'
55 | kaçmak
56 | dürüst
57 | değişim
58 | adım adım
59 | kurallar
60 | restoran
61 | karşımdaki
62 | sen
ben?!
63 | dejavu

47 | haksızlık

667 85 405
By ruzovyjed

BÖLÜM 47 | HAKSIZLIK

GÜNÜMÜZ - Jennie'den

Ah, bu an çok garip. Bu günler, bu saatler, bu kişiler... Lisa, Rosé, Luna, Jisoo, Dyan ve Ae-Ri restoranımda otururlarken ben Sylvia ile mutfaktaydım.

Bir anlığına başımı o kapıdan uzatıp bu manzarayı izlemiştim. Ve nedense oraya doğru adım atamıyordum. O masalarda tanıdık olan tek kişi, kızımdı sanki. Hâlâ eski günlerdeki gibi görünen, hâlâ eski günleri hatırlatan...

Koca bir masa, içinde ben yokum. Masalardaki kimse birbiriyle konuşmuyor. Küçük kızım, Ae-Ri'nin ilgisini çekmek ve arkadaş olabilmek için çaba harcıyor,, Luna, Rosé'ye heyecanla bir şeyler anlatıyor.

Ama ne Rosé, ne Jisoo, ne de Lisa... Kimse bu anda gibi değil. Hepimiz kafamızdaki o eski anıyı döndürüp onun içinde olmayı diliyor gibiyiz. Rosé'nin gözleri uzaklarda, Jisoo'nun eskisinden daha duygulu bakışları Ae-Ri üzerinde, Lisa...

Lisa bambaşka biri. Üzerindeki o takım elbiseyle, artık hiç eğlenceli olmayışıyla, sesindeki sertlik ve ciddiyetle- O bambaşka biri gibi. En çok dikkat çeken de, sessiz oluşu. Ki ben onun sessizliğiyle bir yıl boyunca yaşamıştım ama bu ondan çok farklıydı. Bu artık onun karakteri gibiydi.

Ne şaka yapıyor, ne eskisi gibi eğlence saçıyor, ne de her konudan insanları güldürecek bir şey çıkarıyordu. Sadece susuyordu artık. Ya da iki günlük çıkarımlarımdı bunlar benim.

"Her şey yolunda mı?" Omzuma dokunan el ve yumuşak bir tonla sorulan bu soruyla düşüncelerimden uzaklaşıp, arkamı döndüm.

Sylvia, anlayışlı gözleri ve tavırlarıyla yüzüme bakıyordu. Ona gülümsedim,

"Elbette." dedim. "Her şey yolunda."

"Neden içeri geçmiyorsun?" diye sordu. "Burayı ben idare ederim."

Bakışlarımı tekrar onlara çevirdim. Ve hayır, oraya gidebileceğimi hissetmiyordum. Bu yüzden,

"Sorun değil, onlar da ayaklanıyorlar zaten." dedim.

Sylvia düşünceli bir şekilde bana bakmaya devam etti ama söylediğim yalan sayılmazdı. Rosé ve Luna kalkmaya hazırlanıyorlardı. Jisoo ve Lisa da pek tabii kalmayacaklardı burada.

"Ben onları geçireyim." dedim. Sylvia ise, "Kızlara selam vermemi ister misin?" diye sordu.

Uzun süre sessiz kalmış olmalıyım ki, Sylvia kendisi bir karar alıp önlüğünü çıkarıp omzuma dokunarak içeri ilerledi.

...

Sylvia mutfaktan çıkıp, onlara doğru ilerlerken ben de derin bir nefes alıp onun peşinden diğerlerinin yanına ilerlemeye başladım. Rosé, Luna'nın kabanını giymesine yardım ederken, Jisoo ve Lisa ağır adımlarla çıkışa doğru gidiyorlardı.

Bu ağır adımların sebebi Dy'in Lisa'nın kucağından inmemek için ısrar etmesi ve Ae-Ri'nin de Jisoo'nun da anlayamadığı bir sebepten üzgün duruyor oluşuydu. Jisoo yürümeye devam ederken Ae-Ri'ye "Bir şey mi oldu?" diye soruyor, Dy ise Lisa'nın omuzlarına "tırmanmaya" çalışıyordu.

İki ayrı an. İki ayrı hayat vardı sanki gözlerimin önünde. Ben nasıl o masaya oturabileceğimi hissetmediysem, Rosé de yeni hayatı, yeni kız arkadaşı ve yeni kendisini uzak tutmuştu oradan. Tüm akşam, Lisa ve Jisoo ayrı masada, Rosé ve Luna ayrı masada oturmuştu. İşin komik kısmı, bu mesafenin sadece bir masa uzaklıkta olmasıydı.

Sylvia adımlarını Rosé ve Luna'ya doğru yönelttiğinde ben de kızımı izlemeyi bırakıp, ona eşlik ettim. Rosé dalgın bir ifadeyle yüzüme bakarken, sıcak bir şekilde gülümsemişti bana. Aklımdan geçenleri okumuştu sanki.

"Görüşürüz Rosé, görüşürüz Luna." Sylvia ikisine de kısa süreliğine sarılıp, geri çekildi.

"Yanınıza uğrayamadık, patron biraz sıkı çalıştırıyor." diye şaka yaptı. Luna ve Rosé gülerken ben omuz silktim.

"Benim bebeğim öyledir." dedi Rosé, "Ödül istiyorsan, önce hak ettiğini göstermelisin."

İşaret parmağını Sylvia'ya sallayarak bunu söylemesi oldukça komik olmuştu. Buna gerçekten kahkaha atmıştım. Sylvia da bu şakayı oldukça olgun karşılamış ve sadece gülümseyip başını sallamakla yetinmişti.

Onlar çıkarken, ben de Dy'a seslenmek için arkamı dönmüştüm. Ama Sylvia, sanki bir jet gibi hızla yanımdan geçip oraya doğru ilerlemeye başlamıştı.

Lisa ve Jisoo'ya.

Bu hareketine anlam veremeyip kaşlarımı çatarken ne yapacağını merak etmiştim. Ama sadece merak değildi hissettiğim, bir de içimden geçen "Bir şeyler yanlış." duygusu vardı.

Bekleme yapmadan onun arkasından yürüdüm. Sylvia hiçbir çekince göstermeden, kendisine şaşkın bir ifadeyle bakan Jisoo'ya elini uzattı.

Jisoo bir yandan üzgün görünen kızının moralini yükseltmeye çalışırken bir yandan da "tanımadığı" kişiden gelen bu sıcak davranışa anlam vermeye çalışıyordu.

"Tanıştığıma memnun oldum, Jisoo." dedi Sylvia.

Tanrım, neden? Ben bile Jisoo'ya "Görüşürüz." dememişken üstelik.

Jisoo kaşlarını çatıp Sylvia'nın elini sıktı. Ve düz bir ifadeyle, "Sağol, ben de." dedi.

Hemen ardından bakışları Sylvia'nın tam arkasında duran bana kaydığında aklından neler geçtiğini bilmiyordum. Geçen yıla kadar çok yakınım olan dostum bir yabancı gibi bakıyordu bana.

Bu gereksiz vedalaşma bitti diye düşünürken, Sylvia elini, kabanını düğmelerini ilikleyen Lisa'ya da uzattı.

Ve aynı şeyi ona da söyledi.

"Tanıştığıma memnun oldum, Lisa."

Lisa ne tepki verecekti bunu gerçekten merak ediyordum. Doğrusu, her zaman olduğu gibi kibar ve centilmen davranmalı, Sylvia'nın elini sıkmalıydı. Değil mi? Bunu beklemem yanlış olmazdı.

Tam ümidim kırılmak üzereydi ki, Lisa düşündüğüm şeyi yaptı. Sylvia'nın elini sıktı. Ama bir cevap vermedi.

...

Herkes dağıldığında restoranda sadece ben, Sylvia ve kızım kalmıştık. Güzelim neredeyse onu oturttuğun tezgâhın üzerinde uyuyakalacakken, ben son işleri halledip kasayı kapatıyordum.

Sylvia o "vedalaşmadan" sonra mutfağa girmiş ve bir daha çıkmamıştı. Ne düşünmeliydim bilmiyorum ama kesinlikle bir şeyler düşüneceğimi biliyorum. Hoşuma gitmeyen bir şey vardı ve ben, bilirsiniz bunu çözmeden bırakmazdım.

Kasayı kilitledikten sonra Dyan'a usulca yaklaşıp güzel yanaklarına minik öpücükler kondurdum ve onu dalmak üzere olduğu uykusundan uyandırdım. Hafif şişmiş gözlerini zorlukla açarken, kollarını kaldırıp onu kucağıma almamı istemiş ve, "Anne~ Gidiyor muyuz?~" diye sormuştu.

Onu kucağıma alıp ceketini sırtına örterken gülümsedim ve "Gidiyoruz bebeğim. İşimiz bitti." dedim.

Arabamı buraya getirmediğim ve henüz annemlere uğramamış olduğumdan, bugün taksiyle gitmek zorundaydık. Sylvia'nın arabası, hâlâ doğum günü mekanının otoparkında duruyordu.

Cebimden telefonumu alıp bir taksi çağırdım. Bu sırada da Sylvia'ya seslendim.

"Sylvia, çıkıyoruz artık."

Sylvia, "Hemen geliyorum!" diye karşılık verdi. İçimde ona karşı bir kızgınlık (?) vardı sanki, şu an ona sinir oluyordum.

Yine de bir şey demeden tüm işimi bitirip çıkmaya hazırlandım. Sylvia da bu sırada mutfaktan elinde bir kapla çıkmış, gülümseyerek bize doğru geliyordu.

"Nedir o?" diye sordum kapıyı kilitlerken.

Sylvia ise kucağımda uyuklayan Dy'in yanaklarına dokunup, "Uyudu mu yoksa?" diye sordu.

Kilitleyip ona doğru döndüm. Hâlâ elindeki kaba bakıyordum ama sorusuna, "Evet." diye cevap verdim. Sylvia'nın yüzü anında düşmüştü.

"Bir şey mi oldu?" diye sordu.  "Kapta ne var?" diye sordum yeniden.

Sylvia şaşkınlıkla çattığı kaşlarını düzeltmeden bir iki adım geri çekilip,

"Dy için, kurabiye yapmıştım." dedi.

Derin bir nefes aldım. İçimde huzursuz hissettiren duygular vardı ve çok yanlış bir şekilde gün yüzüne çıktıklarını hissediyordum. Onu kırmak istemiyordum. Sylvia, bunu hak etmiyordu.

"Bir sorun yok." dedim gülümseyerek. Sonra elindeki kabı aldım,

"Teşekkür ederim, uyandığında Dy'a vereceğim." dedim ve yanağına küçük bir öpücük kondurdum.

Sylvia bu hareketimden sonra normale dönmüş ve yeniden gülümsemeye başlamıştı. Evet, böylesi çok daha iyiydi. İhtiyacım olan, gülümseyen bir sevgiliydi.

...

Çok geçmeden taksi geldiğinde Sylvia'yla bir kez daha vedalaşıp ayrıldık. O, dediği gibi kendine bir otel ayarlamıştı ve bir ev bulana dek orada kalacaktı. Bu konuda üzerime gelmemesini seviyordum. Yani bana birlikte yaşamak için bir teklifte bulunmamıştı. Çünkü henüz buna hazır olmadığımı hissediyordu.

Dyan'i yavaşça arka koltuğa oturttuktan sonra kendim de yerleşmiş ve taksiciye adresi vermiştim. Ama Dy, birden gözlerini açıp derinn~ bir nefes aldığında şaşkınca ona baktım.

"Ooo, günaydın annecim~" dedim alayla. Dy ise benim bu eğlenceli tavrıma zıt bir şekilde umursamaz bir tavırla,

"Uyumuyordum ki." dedi.

Bu dediğine kaşlarımı çattım, "Nasıl yani? Numara mı yapıyordun?" diye sordum.

Dişlerini gösterircesine gülerek, kafasını salladı ve "Hı hımm~" dedi.

Sevimliliğinden ölecektim, onu hemen kucağıma alıp gıdıklamaya başladım. "Demek öyle~ Seni minik oyuncu~" dedim gülerek.

Yorulduğumuzda onu geri oturttum ve Sylvia'nın onun için hazırladığı kurabiye dolu kabı kucağına bıraktım.

"Sylvia, senin için yapmış." dedim gülümseyerek.

Ama Dyan, kucağındaki kurabiye kabına önce ilgisizce baktı, daha sonra kapağını açıp kurabiyeleri inceledi ama hiçbirine dokunmadan geri kapatıp, kabı yeniden benim kucağıma bıraktı.

"Ne oldu, beğenmedin mi?" diye sordum.

"Yok." dedi minik kızım. Konuşurken bakışlarını benden kaçırıyordu. "Ben kurabiye sevmiyorum."

İşte bu yalandı. "Nasıl? Sen mi kurabiye sevmiyorsun? Sen küçük bir kurabiye canavarısın annecim~" dedim.

Küçük omuzlarını silkerek, "Sevmiyorum işte, artık." dedi.

Pekâlâ, onun üzerine gitmeyecektim. O yüzden çok sevdiği bir konu açıp, onun üzerinden ilerlemeye çalıştım.

"Annenanneni özledin mi?" diye sordum.

"Yoo, Lisa annem beni hep anneanneme getiriyor ki. Özlemeye fırsatım olmuyor." dedi.

Kızım, bebeğim, güzel kelebeğim... Seninle nasıl konuşacağım ben?

"Hmm~" dedim. "Lisa annen hep getiriyor, demek."

Lisa dediğim anda bakışlarını yoldan çekip bana çevirdi ve adeta parıldayan bir ifadeyle,

"Evet. Lisa annem hep anneannemle ve dedemle görüştü." dedi.

Buna şaşırmış gibi kaşlarımı havaya kaldırarak başımı salladım.

"Sen bilmiyor muydun anne?" diye sordu. Elbette biliyordum, yani annem bunları bana anlatıyordu.

"Biliyordum, bitanem." dedim. "Anneannen bana söylüyordu."

Ama yanlış bir cümle kurmuşum gibi kızımın gözündeki parıltılar ve heyecan anında yok olmuş, arkasını dönmüştü. Birkaç saniye sonra,

"Ben de annem söyledi sanmıştım." diye fısıldadı.

...

Eve vardığımızda saat gece yarısı olmak üzereydi ve ben annemlere sürpriz yapmak istediğim için geleceğimizi haber vermemiştim. Yani, şu anda uyumamış olmaları en büyük dileğimdi.

Dy'in daha fazla üşümemesi için onu kucağıma alıp hızla zile bastım. Birkaç çalıştan sonra annem kapıyı açıp karşısında beni görünce adeta dili tutuldu. Ah, benim de gözlerim dolmuştu elbette.

Dyan'i kucağımdan indirip anneme sıkıca sarıldım. O da beni öpüp koklarken, bir yandan saçlarımı okşuyor bir yandan da, "Hoş geldin, canım kızım." diyordu.

Biraz ağlamaklı kavuşmamızın havasını dağıtmak istercesine geri çekilip gözyaşlarımı silerken, "Babam nerede?" diye sordum.

"İçeride, içeride. Henüz uyumadı, hadi geçin."

Dy, koşarak benden önce eve girdi. Ve ilerlerken "Dedeee~" diye bağırmaya başladı. Onun bu tatlı hâlini gülümseyerek izlemiştik.

...

"Babacığım!"

Elbette kaç yaşınızda olursanız olun, böyle bir babanız varsa siz onun her zaman küçük kızısınızdır. Neredeyse otuz yaşına girecek olmanız, bir çocuğunuzun olması ya da koca bir işi tek başınıza yürütmeniz önemli değil- Siz hâlâ, onun bebeğisiniz ve o da sizin hayatta en çok güvendiğiniz insan.

Asla yaşlanmayan, hep onu hatırladığınız o genç hâliyle kalan, dünyadaki en güçlü adam.

Babama sıkı sıkı sarıldım. Ve birkaç damla gözyaşı bıraktım omuzlarına. Onları çok özlemiştim.

...

GÜNÜMÜZ - Rosé'den

Luna ile birlikte Jennie'nin restoranından çıkmış kol kola arabama doğru ilerliyorduk. Soğuk hava ikimizin de vücuduna çarparken Luna bana daha yakın durdu.

Arabaya binip, kapıları kapattıktan sonra arabayı çalıştırıp, klimayı açtım. Luna da kabanının düğmelerinden birkaçını açarken arkasına yaslanmıştı. Aramızda bir sessizlik vardı.

Ben kafamda Ae-Ri'nin bana kızgın olmasını tartıp dururken Luna bana bakmaya devam ediyordu. Bakışları üzerimde gezinirken ben de kafamı ona çevirdim. Bir ona, bir de yola bakarken, "Ne?" diye sordum.

Gözlerini kısıp, bana bakarak, "Hâlâ o çocuğu düşünüyorsun, değil mi? Neden onu kafana bu kadar taktığını anlamıyorum." dedi.

Derin bir nefes alırken, "Çünkü o bir çocuk ve biliyorsun ki, çocukları kırmayı sevmiyorum." diye cevap verdim.

Sessiz kalıp beni izlerken, "Adı üzerinde çocuk. Unutacaktır, fazla düşünüyorsun." dedi bıkkın bir sesle.

Bu konuda canının neden sıkıldığını anlamıyordum. Sonuçta bir çocuktu. Neden kafaya takıyor olmam bir sorundu ki? Yani çocuklara olan düşkünlüğümü her zaman biliyordu. Bu kadar düşünüyor olmam normal bir haldi.

Bu durumu canımı sıkarken tekrar derin bir nefes aldım. Gözlerimi pencereden dışarıyı izleyen Luna'ya çevirdim. Bugünkü iş görüşmesi aklıma gelmişti.

"İş görüşmesi nasıldı?" diye sordum.

Omuz silkerken, "İyiydi, aldım işi." dedi kısaca.

Kaşlarım çatılırken yola bakmaya devam edip, "Bu kadar mı?" diye sordum. Normalde uzun uzun anlatacak birisiydi Luna. Gerekli veya gereksiz her ayrıntıyı atlamadan söylerdi. Şimdi böyle yapması garipti.

Hâlâ bana bakmadan, "Evet, ne diyeyim ki? Sonuçta işi aldım." dedi tekrardan.

Gözlerimi kısıp ona baktım. Fakat gözlerimi üzerinde tutmadan tekrar yola çevirdim. Tamam, konuşmak istemiyorsa konuşmayalım. Sessiz kalmak istiyorsa, bu isteğine saygı duyacaktım. Bu yüzden yolun geri kalanında onu daha fazla rahatsız etmedim.

Eve vardığımızda arabayı bahçeye park ettim. İlk önce arabadan o indi. Ardından ben de inerek arabayı kilitleyip, onun peşinden eve doğru ilerledim. Kapıyı kendi anahtarıyla açıp içeri geçmişti. Ben de arkasından içeri girip, kapıyı kapattım.

Kabanımı çıkarıp, onun kabanının yanına astım. O salona ilerlerken kapı önünde durmuştum. Cebimde olan telefonumu çıkarıp, bir süre kapalı olan ekrana boş boş baktım. Bunu neden yaptığımı bile bilmiyordum.

Telefona bakıp, iç çektikten sonra onu tekrar cebime yerleştirip, salona doğru ilerledim. Luna koltuğa oturmuş, kollarını göğsünde birleştirmiş televizyonun kanallarında geziyordu.

Yavaş adımlarımı koltuğa doğru çevirdim. Onun yanına oturdum, ama yönümü ona çevirmiştim. Elimin birini koltuğun üst kısmına yerleştirip, gözlerimi onun yan profilinde gezdirirken,

"Bu tavrını anlamıyorum, yanlış bir şey yapmadım." dedim ona.

Luna bakışlarını ona çevirirken, "Kızla fazla ilgilenmiyor musun?" diye sordu. Yine mi Ae-Ri meselesi?

Kafamı sallayarak, "Hayır, sadece kalbini kırdım ve bu beni rahatsız etti. Bu kadar." dedim.

Kafasını bana çevirerek gözleri bir süre yüzümde gezindi. Ardından bana doğru eğilerek kafasını göğsüme yerleştirdi. Onun bu çocuksu haline gülüp ellerimi saçına daldırdım.

Kollarını belime dolayarak iyice kucağıma yerleşti. "Haklısın, fazla abarttım." diye mırıldandı.

Onun bu dediğine gülümserken, "Hı hım." diye mırıldanıp saçlarını okşamaya başladım.

Birkaç saniye sessiz durduktan sonra, "Rosé, hiç çocuk doğurup, bir yerlere bıraktın mı?" diye sordu.

Saçını okşayan ellerim dururken kaşlarım çatıldı. Kafamı ona doğru indirip, "Ne?" diye sordum.

Yavaş yavaş gülmeye başlarken, "Çünkü o çocuk kesinlikle senden çıkmış gibi duruyordu." dedi ve sonunda gülmesi kahkahaya dönüştü.

Şimdi dikkatlice aklımda Ae-Ri anılarını tararken fark ediyordum. Gerçekten de bana fazlasıyla benziyordu. Gözleri, yüzü kendimi bilmesem gerçekten ben doğurdum diyebilirdim.

Ben de onun gibi gülüp, saçlarını okşamaya devam ederken, "Doğru, bana biraz benziyor." dedim.

O da gülmeye devam ederken, "Biraz mı?" diye karşılık vermişti.

Fakat daha fazla bir şey demeden onunla birlikte sadece gülmeye devam ettim. Sırtımı koltuğun kolluk kısmına yaslarken o kucağımda olacak şekilde uzandım. Şu anda kafası yavaşça inip kalkan göğsümde duruyordu.

Gerçekten de haklı, bu çocuk bana çok benziyordu.

...

Göğsüme uzanmış, sarı saçlarımla oynarken, "O ikisi başka yerde mi yaşıyorlar? Lisa onu görünce 'gelemeyeceksin sandım' gibi bir şey demişti." dedi.

Hareketlerimi durdurup, tavanı izlerken,

"Evet, uzun zaman önce Ulsan'a tayini çıktı. Savcılık sınavından sonra." dedim cevap olarak.

O da kıkırdayıp, "Zeki birisi diyorsun yani." dedi.

Buna sessiz kaldım. Cevap vermek de istememiştim zaten. Benim sessiz kaldığımı gören Luna,

"Bu işler zeka gerektiriyor bence. Sonuçta o kadar dosya okuyup, aklında tutuyor ve onları çözüyor. Büyük başarı." dedi.

Bir şey demeden sadece, "Hı hım." diye mırıldanarak gözlerimi kapattım.

...

Sessiz kaldığında ben de sakince onun saçlarını okşamaya devam ettim. Saçları yumuşaktı ve çok güzel kokuyordu. Beni rahatlatıyordu bu hâli.

Fakat göğsümde kafasını çevirip, çenesini göğsüme yaslayarak bana bakmaya başladı. Ben de kafamı hafifçe eğip, onun gözlerine baktım. Gözlerini hiç çekmeden,

"Bence var ya, sen hiç çocuk falan istemiyorsundur." dedi.

Dudaklarıma küçük bir gülümseme konarken, "Doğru, hiç istemiyorum. Uzaktan sevmek güzel, ben bir çocukla ilgilenip, ona bakamam." dedim cevap olarak.

O da gülümseyip, çeneme bir öpücük kondurarak, "Boşver, hayat çocuk olmadan da güzel sevgilim." dedi ve kafasını göğsüme koydu.

Gülümsemeye devam ederken, "Doğru." dedim sadece ve tekrar sessizliğe gömüldüm.

Fakat o bugün susmak istemiyor gibiydi. Gerçi Luna her zaman enerjik ve konuşkan birisiydi. Yani bu oldukça normal bir gündü. Elleri hâlâ saçlarımda gezinirken,

"Lisa ve Jennie ne kadardır boşanmış durumdalar? Uzun bir süredir mi?" diye sordu.

Kafamı sallarken, "Evet, bir seneden biraz daha fazla oluyor." dedim.

Düşünceli bir şekilde, 'hmm' diye mırıldandıktan sonra, "Lisa ile çok yakışıyorlar bence." dediğini duyduğumda güldüm.

İnan bana sevgilim, kesinlikle öyle. Sylvia kötü birisi değil gibi ama yine de Lisa bir başkaydı.

Bir süre sonra Luna tekrardan, "Sence tekrar birlikte olurlar mı? Yani sonuçta Jennie'nin hayatında birisi var ama aşk... Her zaman farklıdır." diye mırıldandı.

Bakışlarımı ona indirirken, "Nasıl yani?" diye sordum.

Göğsümden kafasını kaldırıp, kucağımda oturur vaziyete gelirken, "Yani, "Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur." diye bir laf vardır. Ama ya bu geçici bir sürelikse? Ya o kişiyi gördüğünde o duygular geri geliyorsa?" diye sordu.

Onun elinden tutup, üzerime doğru çekerken, "Geri gelen duygular hiç gitmemiş duygular değil midir? Bence öyle olmaz." dedim ben de.

Tekrar göğsüme uzanırken, "Hmm, bunu göreceğiz." dedi sadece.

Doğru, bunu göreceğiz sadece.

GÜNÜMÜZ - Jennie'den

Ben babamın yanında, Dy annemin kucağında uyuyakalmışken hâlâ onlara doyamadığımı hissediyordum. Babam heyecanla bir şeyler anlatıyor, Paris'teki restoranda büyük başarılar elde ettiğimi ve benimle gurur duyduğunu söylüyordu.

"Benim güzel kızım." diyordu saçlarımı okşarken. "Yapabileceğini biliyordum."

Evet, bu cümlelere benim de gözlerim doluyordu ama annemde bundan daha fazlası vardı. Resmen, babamın her cümlesinde ve her sevgi hareketinde ağlamaya başlamıştı. Sonunda buna anlam veremeyip, doğrularak anneme döndüm.

"Anne, ne oldu?" diye sordum. Annem Dy'ı uyandırmamak istercesine gözyaşlarını silip hıçkırıklarını içine çekti.

Oturduğum yerden kalkıp yanına gittim. "Annecim, iyi misin?" diye sordum. Ama o cevap vermiyor, sadece ağlıyordu.

Güzel kızımı annemin kucağında alıp hemen odasına götürüp yatırdım. Böylelikle artık konuşabilirdik.

Geri döndüğümde annemin hâlâ ağladığını, babamın da üzgün gözlerle ona baktığını gördüm. Yani babam, bu duruma şaşırmıyordu.

"Neler oluyor baba?" diye sordum. Sanki benden bir şey gizliyor gibilerdi ve bunu merak ettikçe hem endişeleniyor hem öfkeleniyordum.

Babam koltuktan doğrulurken ağlamaklı bir ses tonuyla, "Kızım..." dedi.

"Annen, Lisa'ya üzülüyor."

Ne?

Kaşlarımı çatarak anneme döndüm. "Nasıl yani?" diye sordum. Annem gözyaşlarını silip, konuşmak için hazırlandı.

"Sizi böyle görünce... O kızın artık-" Yeniden ağlamaya başlamıştı.

Şimdi anlıyordum. Annem Lisa'yı benden ayırmıyordu ve onun annesini kaybetmesiyle başlayan yakınlıklarına daha sonra babasının intiharı eklenince- Annemin neden üzüldüğünü anlıyordum.

Yavaş adımlarla yanına gidip, elimi omzuna koyarak sıvazladım.

"Evet anne." dedim. "Ben de... Çok üzülüyorum."

Neredeyse bu yaşıma kadar asla ağladığını görmediğim babam da ağlamaya başlayınca içimi tarif edemeyeceğim bir ağırlık kaplamıştı. Göğüs kafesimin üzerine oturan bu his yüzünden, neredeyse nefes alamadığımı hissediyordum.

"Athin Bey'in haberini aldıktan sonra inanamadım." dedi annem hâlâ ağlamaya devam ederken.

"Tüm televizyonlarda bu haber vardı. Lisa'yı arasam-sorsam... Nasıl sorabilirsin ki böyle bir şeyi?"

Yeniden ağlamaya başlamıştı. Ben de yeniden sıkıca sarmıştım annemi.

"Soramadım. Aradım ve... "Annecim?" diyebildim sadece... Zavallı kızım, sesimi duyar duymaz ağlamaya başladı."

Bu duyduklarım kalbime ağır geliyordu. Tıpkı onlar gibi, ben de haberlerden öğrenmiştim Athin'in hayatını kaybettiğini. Ve öğrenir öğrenmez yaptığım ilk şey Rosé'yi arayıp bunu doğrulamak olmuştu.

Maalesef doğruydu. Rosé onun bana kendi evinde intihar ettiğini, cenazesinin yarın yapılacağını söylemişti.

Bunu ilk duyduğumda beynimden vurulmuşa dönmüştüm sanki. Bu çok beklenmedikti. Çok beklenmedik ve... Haksızlıktı. Lisa'ya hayat tarafından yapılan bir haksızlık.

Önce onu aramak istedim, sonra bunun fazla olacağını düşünüp mesaj atmam gerektiğini düşündüm... Yine de, hangisi doğru olacaktı bilmiyordum.

Bu yüzden onu ilk önce aramıştım. Aramama dönmediğinde de mesaj atmıştım.

Ama Lisa hiçbirine dönmemişti.

"Bir ay kadar bize uğramadı. Dy, bizi aramadıkça görüşmedik de. Ama bir ayın sonunda bize geldiğinde-" diye cümleye başlayıp düşüncelerimden ayırdı annem beni.

"Bize geldiğinde, o çok başka biri gibiydi. O çocuksu kız gitmiş, yerine 50 yaşında bir insan gelmişti sanki. Öyle sessizleşmiş, öyle durgunlaşmış ki..."

Demek ki o "iki günlük çıkarımlarım" doğruydu. O gerçekten artık, çok sessizleşmiş ve durgunlaşmıştı. Bu geçici bir durum değildi sanki.

Ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum.

"Her neyse." diye toparlanıp birden gözyaşlarını sildi annem. Elini dizimin üzerine koyup okşadı, "Seni de üzüyorum böyle. Dinleme sen bu yaşlı kadını."

Bu dediğine kırık bir şekilde gülümsedim.

"Siz bir karar verdiniz ve arkasında duruyorsunuz. Benim boş boğazlığımdan etkilenme, kızım. Sizin için doğru olan neyse onu yapın." dedi.

Doğru olan... Doğru olanla ilişiğim uzun zamandır kopmuş gibi. Doğru olan ne, uzun zamandır bilmiyorum ki ben. Anlayamıyorum, hissedemiyorum, düşünemiyorum.

...

Bir yarım saat daha geçtikten sonra annemler uyumak için hazırlanmaya başlamıştı. Bense, güzel kızımın yanında uzanıyor ve onun bu masum görüntüsünü izlerken annemin söylediklerini düşünüyordum.

Aklım darmadağındı. Düşüncelerim, hislerim, duygularım... Sanki bende gibilerdi ama bir o kadar da uzaktı her şey. Kendime yabancı hissediyordum. Kendime, arkadaşlarıma, Sylvia'ya. Doğan güneşe baktığımda içinde olduğum evrene bile yabancı hissediyordum sanki.

Çok dağınıktım. Ve bu yeni fark ediyordum.

Bu düşünceler derin bir nefes almamı gerektirdi. Yaptım, ardından Dy'i uyandırmadan yataktan doğrulup mutfağa gittim ve bir bardak su içtim.

Athin... Ona gitmem gerekiyordu.

Aklımdaki tek düşünce buydu. Kendimi ona son bir kez veda edemediğim için suçlu hissediyordum.

Kimseyi uyandırmadan, gürültü yapmadan kabanımı ve babamın arabasının anahtarını alıp ayrıldım evden. Sadece, mezarlığa gidecektim. Orada Athin'le konuşacak, ona veda edecektim ve bu bana iyi gelecekti. Sanki bunu hissediyordum.

Arabaya biner binmez telefonumu yan koltuğa attım ve arabayı çalıştırdım. Bu sırada Sylvia'dan yaklaşık bir saat önce gelen bir bildirim çarptı gözüme. Dikkatimi yoldan ayırmadan telefonu elime aldım, bir iyi geceler mesajıydı gelen. Sabah görüşmek için heyecanlı olduğunu, iyi uyumamı ve güzel kahvaltı etmemi tembihleyen bir mesaj.

Buruk bir gülümsemeyle mesajı okuyup cevap vermeden geri, koltuğun üzerine bırakıp, Athin'in mezarlığına doğru sürmeye başladım.

...

Ah, gecenin bir vakti. Neredeyse hiç aydınlatma yokken bir mezarlıkta olmak elbette beni de ürkütüyordu. Sadece bir güvenlik vardı kapıda. Arabanın ışıklarını gördüğünde o da el fenerinin ışığını bana doğrultmuştu.

Arabayı düzgünce park edip, indim. Gözüme tutulan el fenerine doğru yürümeye başladım. Yaklaştıkça beyefendi de gözümü kör etmekten vazgeçercesine ışığı yere indirdi.

"Merhaba." dedim. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Bir mezarlık bekçisiyle ilk konuşmamdı bu.

Adam beni süzüp pek aynı kibarlıkta olmayacak şekilde, "Merhaba." dedi.

"B-Ben, ziyarete gelmiştim." diye bir açıklama yaptım. Kendimi aptal gibi hissediyordum. Adam da bunu doğrulamak istercesine dediğime gülüp,

"Başka ne için gelmiş olacaktın ki? Yürüyen bir ölü değilsen, gece gezmeye çıkmadıysan falan..."

Haha. Çok komik. Cidden? Şaka mı bu? Kaşlarımı çatıp hiçbir şey demeden mezarlıktan içeri girdim. Hâlâ adamın arkamdan kahkaha attığını duyabiliyordum.

...

Yani, dürtülerle hareket etmek bir yaşam tercihim olsaydı, bugünden itibaren vazgeçerdim. Çünkü, sırf içimdeki ses susmuyor diye bir gece vakti mezarlığa geldiğim yetmezmiş gibi, Athin'in mezarının nerede olduğunu da bilmiyordum!

Telefonumun ışığından faydalanarak, bir düzine mezar taşı okuduktan sonra nihayet 'Athin Manobal - Madee Manobal' isimlerini bulabilmiştim. Bu isimleri görür görmez, derin bir nefes verdim.

Ve az önceki tüm şikayetlerim, korkularım buhar olup uçup gitti. İçime sadece hüzün oturmuştu. Madee Anne... Onu ne çok severdim. O dünyanın en mükemmel annelerinden biri ve çok iyi bir kadındı. Her zaman vefatının, bir haksızlık olduğunu düşünmüştüm.

Bunu Lisa'ya hiç söylememiş olsam da, Madee Anne kanserle verdiği o mücadelenin sonunda galip çıkması gerekendi. Ama olmadı. Ansızın, sanki bu dünyada hiç var olmamış gibi gitti bizden. Bu çok, ağır bir kayıptı.

Athin... Ona Lisa'yla olan kavgasından önce hep "Baba." derdim. Bunu benden duymayı çok sevdiğini söylerdi her zaman. Lisa'nın hayatı boyunca yaptığı en doğru tercihlerden biri olduğumu söylerdi. Lisa ve onun için bir şansmışım gibi bahsederdi benden. Onların hayatlarını güzelleştirdiğimi, onlara iyi geldiğimi, çok iyi bir eş ve çok iyi bir evlat olduğumu anlatırdı.

O... Son dönemlerinden önce gerçekten harika bir adamdı. Harika bir adam, harika bir baba. Ama benim bildiğim o son dönemleri, Lisa'yı sıkmaya ve zorlamaya başladığı zamanlar... Sonra onunla ettiği kavgalar... Bunlar çok ağırdı. Bunlar, Lisa'yı paramparça ediyor, kırıyordu ama Athin bunu asla fark etmiyordu.

Ne düşünmem gerektiğini bilmiyorum. Her ne yaşandıysa, sonunda hep "kaybetmiş" kişi Lisa olmuştu. Annesini de- Babasını da.

Bu düşünceler gözlerimi doldurmuştu. Herhalde ağlamak için buradan daha konforlu bir yer olamazdı, değil mi? Biri gelip, size "Neden ağlıyorsun?" diye bir soru sormazdı çünkü siz, mezarlıktasınız.

Buna sığınarak, içimden gelen şekilde hıçkıra hıçkıra ağladım.

Ama tanıdık bir ses duymamla, az önceki soruya bir cevap vermem gerektiğini fark etmem- Beni şok etmişti.

"Neden ağlıyorsun?"

...

Bölümü beğendiniz mi?

Son soru, kimdendi sizce?

Lütfen oy vermeyi unutmayın ^^

Continue Reading

You'll Also Like

131K 7.1K 32
Lalalisa:Bana oppa demeni istiyorum Jennie Lalalisa:Onu derken ki sevimliliği sadece ben görmeliyim hiç bir erkek bu görüntüyü hak etmiyor *Bütün hak...
655 148 11
-Benim fotoğraflarım neden bir başkasında?...
223K 22K 32
Ülkesine dönen delta ve kendi halinde takılan sessiz bir omega bir gece birlikte olur.
12.1M 589K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...