23 | jenlisa

Da ruzovyjed

69.2K 6.7K 20.7K

hakim "gereği düşünüldü" deyip tokmağını vurduğu anda salonda tüm sesler kesilmişti. sırasıyla kararını açıkl... Altro

1 | gereği düşünüldü
2 | vazgeçilebilir
3 | deli kadın
4 | karşılıksız
5 | dyanne
6 | hesaplaşma
7 | lalisa manobal
8 | ilkler
9 | baba
10 | görünen ve gerçek
11 | madalyonun diğer yüzü
12 | gamjatang
13 | git artık, o gece
14 | cephe
15 | üzgün
16 | çatırdamalar
17 | etkiler
18 | kedi
19 | çaba
20 | kim jisoo
21 | dönüş
22 | sorun yok
23 | belki deneyebiliriz
23 | artık yaşamak istiyorum
24 | mutfak
25 | yanlış anlamalar
26 | sergi
27 | yeni bir dönem
28 | yakın ve uzak
29 | chae, rosie, roseanne
30 | özledim
31 | peki
32 | aswium
33 | sıcak ve soğuk
34 | tamamlanma
35 | kısa bir ara
36 | son
37 | apprehension
38 | yeniden
39 | gözler
40 | énouement
41 | boşluk
42 | roseanne park
43 | jennie ruby jane (veda)
44 | "o"
46 | bağ
47 | haksızlık
48 | dün, bugün, yarın
49 | her şey
50 | kayıp
51 | geçmiş
52 | dönmek
53 | evren
54 | 'ben her zaman sana geliyorum'
55 | kaçmak
56 | dürüst
57 | değişim
58 | adım adım
59 | kurallar
60 | restoran
61 | karşımdaki
62 | sen
ben?!
63 | dejavu

45 | yeniler

734 82 274
Da ruzovyjed

Selam. Çok erken geldik diye şaşırmadınız, değil mi 🤭

BÖLÜM 45 | YENİLER

GÜNÜMÜZ - Rosé'den

"Ae-Ri, kendisi benim kızım."

Ne?

Ne?! Umarım bu tepkiyi dışarıdan vermemişimdir. Çünkü şu an bunun ayrımını yapamayacak bir şok içindeyim.

"Ae-Ri benim kızım." demek de ne demek? Bu nereden çıktı? Ji-woon neden burada? Neler oluyor?!

...

Sadece birkaç dakika sonra her şey normale dönmüştü. Kimse "Nasıl?" diye sormadı, bu yüzden Ae-Ri'nin kim olduğunu, Jisoo ve Ji-woon'un hayatına tam olarak nasıl girdiğini öğrenemedim.

Jisoo, elbette kimseye bir açıklama borçlu değildi ve olsa bile bunu yapmazdı. Biliyorsunuz.

Herkes şaşkınlıkla ama daha sonra mutlulukla karşılayınca bu haberi, kimse geri kalanıyla ilgilenmedi. Ben de ilgilenmiyordum tabii ki.

Luna yavaşça koluma dokunduğunda düşüncelerimden sıyrıldım.

"Her şey yolunda mı?" diye sordu ilgili bir ses tonuyla. Bakışlarımı duvardan ayırıp, gülümseyerek ona doğru döndüm.

Önüne düşen saçını kulağının arkasına doğru tararken, "Evet, neden olmasın ki?" dedim.

O gülümserken, yavaş adımlarla bize doğru gülümseyerek gelen birini gördüm. Luna'nın elini tutarken, duruşumu da ona doğru çevirdim.

"Merhaba, Rosé." dedi yanımıza varır varmaz. Sonra Luna'ya döndü, Luna kendini kısaca tanıtınca ona da kısa bir selam verdi.

"Nasılsın? Seni uzun zamandır göremiyordum." dedi.

"İyiyim, Zeya. Sen nasılsın?" dedim. "Ablamla çok önemli konular konuşuyor gibiydiniz, bu yüzden yanınıza gelmedim."

Zeya küçük bir kahkaha attı. "Çok önemli sayılmazlardı." dedi. "Her neyse, seni gördüğüme sevindim. Bir gün bir araya gelelim lütfen."

"Olur, tabii. Ayarlayalım." dedim. Daha sonra Zeya sohbeti uzatmadan yanımızdan ayrıldı. Ben onu incelerken Luna, tuttuğum elini huzursuzca elimin içinde hareketlendirdi.

"Bu kadın kim?" diye sordu. "Ablamın arkadaşı." dedim. Ayrıca Lisa'nın eski psikoloğu olduğu ayrıntısını vermeme gerek yoktu diye düşünüyorum.

"Üniversiteden. Pek yakın sayılmazdık-" Cümlemi yarıda kestim. Parti bitiyordu ve herkes yavaş yavaş birbiriyle vedalaşıyordu. "Neyse, biz de gidelim mi?" diye sordum.

Luna onaylayınca, Dy'in yanına doğru ilerledik. Güzel yeğenime sevgi dolu öpücükler ve sıcak sarılmalar verdikten sonra Lisa'yla vedalaştık.

GÜNÜMÜZ - Lisa'dan

Jisoo'nun bu dediği resmen ortama bomba gibi düşmüştü. Bunu benim dışımda kimse bilmiyordu elbette. Jisoo bana bu bilgiyi çok önceden vermişti. Ve Jisoo şu an burada olan insanlar içerisinde bir tek benimle konuşuyordu. Yani, bu gayet normaldi.

Jisoo'nun dediğiyle göz ucu Rosé'ye baktım. Gözleri genişlemişti. Bu bilgi muhtemelen en çok da onu şaşırtmış olmalıydı.

Tekrar bakışlarımı Jisoo'ya çevirdim. Ae-Ri kolunu Jisoo'nun boynuna dolamış, kafasını da onun kafasına yaslayarak dikkatlice bizi izliyordu. Ae-Ri biraz içine kapanık bir çocuktu. Jisoo bu durumdan da bahsetmişti elbette.

O yüzden bir adım öne çıkıp, "Merhaba Ae-Ri, beni hatırlıyor musun?" diye sordum.

Ae-Ri birkaç saniye sadece yüzüme baktı. Ardından hiçbir şey demeden sadece kafasını salladı. Birkaç kez konuşurken Jisoo onu da dahil etmişti. Yüz yüze hiç tanışmadık ama sesli konuşmalarda yanımızda duruyordu.

Dy benim yanıma gelerek, "Merhaba ben Dyanne." dedi ona el sallayarak. Onun tatlı ifadesine ben ve Jisoo gülmüştük.

Jisoo kızının sessiz kaldığını fark edip, "Selam vermeyecek misin?" diye sordu sakin bir sesle.

Fakat Ae-Ri bir şey demeden kafasını Jisoo'nun boynuna gömdü ve ona sarıldı. Jisoo kızının sırtını okşarken, "Tamam, tamam sorun yok." dedi.

Ortamdaki herkes anne ve kızın iletişimini izliyordu. Sessizliği bozan Lena olmuştu. Elena'nın elinden tutarak, "Biz gitsek iyi olur artık." dediğinde kafamı salladım.

Ama ayrılanlar sadece onlar olmamıştı. Alice, Suzy, Zeya ve Rosé'nin ablası da gitmişti. Yani geriye sadece biz kalmıştık ve Luna.

Ji-woon öne çıkıp, Ae-Ri'yi almak için kollarını uzattı, fakat Ae-Ri ona da kafasını sallamıştı. Yanımda duran Dy elimi tuttuğunda bakışlarımı ona indirdim. Gözleri yüzümde gezinirken,

"Ae-Ri neden sadece Jisoo teyze ile konuşup, ona sarılıyor?" diye sordu.

Jisoo'nun bakışları da bu soruyla Dy'a kaymıştı. Derin bir nefes alırken ona, "Sonra anlatarım, olur mu?" dedim saçını okşayarak. Bir şey demeden sadece kafa salladığında gülümsedim.

Jisoo hâlâ onu tutarken, "İnsanlar gitti bak, indireyim mi seni kucağımdan?" diye sordu saçlarını okşayarak.

Ae-Ri yine sadece kafa sallamıştı ona. Jisoo onu kucağından indirdiğinde gözleri bizi taramaya başladı.

Ae-Ri, Dy'dan iki yaş büyük, biraz daha uzun bir kızdı. Siyah saçları, siyaha çalan koyu renkli gözleri vardı. O kadar güzel ve tatlı bir kızdı ki, bakmaya doyamazdınız.

Rosé'nin gözleri de onun üzerinde geziniyordu. Sadece Ae-Ri'yi izliyordu. Şu an ortamda yabancı olan ve herkesin ilgi odağı olan küçük kız bundan oldukça rahatsızdı.

Yanımda duran Dy elimi bırakıp, annesine doğru koştu. Annesi şu anda Jisoo ve Ae-Ri'nin yanında duruyordu. Dy annesinin elinden tutarken Ae-Ri'ye, "Merhaba." dedi tekrardan.

Ae-Ri, Dy'a baktı bir süre. Bir şey demeden sadece baktı. Ardından kafasını Jisoo'ya çevirdi. Jisoo ona gülümseyerek kafa salladığında Ae-Ri de bakışlarını tekrar Dy'a çevirdi ve ona gülümsedi.

Bir cevap almasa bile Dy bu gülümsemeye sevinmişti. Ae-Ri'nin gözleri tekrardan üzerimizde gezindi. Ama bakışları sonunda içeri girdiği andan beri ona bakan kızda durdu.

Rosé'de. Rosé bakışlarını çekmeden ona sadece bir gülümseme sunmuştu.

Fakat Ae-Ri bu gülümsemeye karşılık vermeden Jisoo'nun elini tuttu ve kafasını ona çevirdi. Jisoo onun bu bakışını görüp, "Eve mi gitmek istiyorsun?" diye sordu.

Ae-Ri kafa salladığında Jisoo bakışlarını bana çevirdi. Ben de, "Zaten bitirmiştik. Hepimiz evlere dağılacağız." dedim.

Jisoo kafa salladığında eğilip tekrardan Ae-Ri'yi kucağına aldı. Bu sırada Dy annesi ile bir şeyler konuşuyordu. Onlar konuşurken ben de bekledim. Bir süre sonra Dy annesine kafa sallayıp, pıtı pıtı koşarak yanıma geldi ve önümde durdu.

Ellerini arkasında birleştirerek geniş bir gülümsemeyle, "Ben bu gece annemde kalsam olur mu?" diye soruyordu tatlı tatlı.

Onun bu tatlı haline güldüm ve eğilip onunla aynı hizaya geldim. Ellerimi onun iki koluna da koyarak, "Tabii ki, sevgilim, hadi git montunu getir giydireyim." dedim.

Dy kafa sallasa da, annesinin elinde montunu tuttuğunu görerek, "Annemde zaten montum, getireyim mi?" diye sordu.

Bakışlarımı tekrar Dy'a çevirirken, "Hayır tatlım, gerek yok. Hadi annenin yanına git." dedim ve eğilip yanaklarının ikisine de uzun, sulu öpücük kondurdum. O da benim yanaklarımdan öptükten sonra koşarak annesine doğru ilerledi.

Annesi montunu ona giydirirken gülümseyerek bir şeyler anlatıyordu heyecanlı heyecanlı. Bakışlarım kızımın üzerinde gezinirken gülümsedim.

Dy giyinip, annesinin elinden tutarken gözlerimiz onunla kesişti. Kafamı Jisoo ve kızına çevirdim. Zaten o da hemen kafasını çevirerek Dy ile birlikte restoranın çıkışına ilerledi. Adımlarımı Jisoo'ya yönelterek, "Arabayla mı geldiniz?" diye sordum.

Jisoo kafasını sallayarak, "Hayır, daha arabamı almadım evden." dedi.

Ona ve Ae-Ri'ye bakarak, "Siz nerede kalıyorsunuz? Ben bırakırım." dedim.

Jisoo, "Ji-woon'da kalıyoruz." dedi.

Kafamı sallayarak, "Tamam, önce Ji-woon'u bırakalım." dedim.

Fakat arkada duran Ji-woon, "Ben taksiyle giderim." dedi.

Ona kafa sallayıp, "Tamam, sen ve Ae-Ri bana geliyorsunuz." dedim Jisoo'ya. O da kafasını salladığında onaylayarak kafamı salladım.

GÜNÜMÜZ - Rosé'den

Luna içeride unuttuğu ceketini almaya giderken ben de çıkışa doğru ilerliyor ve aklımdaki o kısa anı tekrar tekrar düşünüyordum. Ae-Ri, kalabalığın içinde oldukça huzursuz ve rahatsız görünüyordu.

Ama buna rağmen, gözleri ona en uzak köşede duran bana kaymıştı. Ve zihnim beni yanıltmıyorsa, bana diğer insanlara bakışına nazaran daha uzun süre bakmıştı.

Bu uzun hissettiren ama kısa an, içimde çok garip duygular uyandırmıştı. Ona gülümsemiştim ama o sanki rahatsız olmuş gibi Jisoo'ya sıkıca sarılıp bir şeyler anlatmaya çalışmıştı.

"Teyze~"

Düşüncelerimden DyDy'in tatlı sesini duymamla uzaklaştım. Hemen ona doğru döndüm, o da yavaş adımlarla bana doğru geliyordu.

"Teyzecim?" dedim. Adımlarını hızlandırıp boynuma atladı Dy. Bu sarılmaya anlam verememiştim.

"Tatlım, içeride vedalaşmadık mı seninle?" diye sordum.

Sonra onu kucağıma alıp ayağa kalktım. Yüzünü yüzüme çevirerek soruma cevap vermesini bekledim. Dy, küçük bir nefes aldıktan sonra,

"Ben annemde kalacağım. Orada-" Eliyle gösterdi. "Beni bekliyorlar."

Gösterdiği yere baktığımda Jennie ve Sylvia'yı gördüm. Sylvia, Dyan için çocuk koltuğunu hazırlarken Jennie de endişeli gözlerle Dy'i arıyordu.

"Hadi onların yanına gidelim." dedim Dy'a dönerek.

GÜNÜMÜZ - Lisa'dan

Herkes çıkmıştı. Sadece biz kalmıştık. Önde ben, arkamdan da onlar geliyordu. Jisoo, Ji-woon ile bir şey konuşmak için geride kaldığında ben çıkışa ilerledim. Restorandan çıktığımda siyah bir Mercedes gördüm. Restoranın önünde durmuştu ve Dy annesi ile o arabaya biniyordu.

Arabadan bir kadın inip, ona sarıldığında adımlarım durdu. Kadın ona sarılıp, gülerek saçlarına bir öpücük kondurmuştu. Gözlerim onların üzerinde gezinirken sırtımda bir el hissetmiştim. Kafamı çevirdiğimde küçük bir gülümsemeyle kucağında kızıyla bana bakan en yakın arkadaşımı gördüm.

Rosé ve Luna onlara yaklaşarak bir şeyler konuşmaya başladığında kafamı Jisoo'ya çevirerek, "Gidelim mi?" diye sordum.

Jisoo elini sırtımdan çekip, kızına dolarken, "Olur, gidelim." dedi ve merdivenleri dikkatlice inmeye başladı. Ellerimi cebime sokarak ben de onun arkasından merdivenleri inmeye başladım.

Jisoo arabaya yaklaştığında kilidini açtım. Önce Ae-Ri'yi arka koltuğa oturttu, ardından kendisi ön koltuğa geçti. Ben de sürücü koltuğuna geçerek arabayı çalıştırdım. Jisoo da klimayı açarak dikiz aynasından kızına, "Soğuk mu?" diye sordu.

Ae-Ri sadece kafasını iki yana salladı. Jisoo kızına gülümsediğinde Jisoo'ya, "Sen iyice olmuşsun." dedim gülerek.

Jisoo da gülüp, omuz silkti. Dirseğini pencereye yaslayarak, "Hepimiz değiştik sonuçta." dedi.

Gözlerimi kısa bir sürelik onun saçlarında, giyindiği bol pantolona, kot cekete kaydı. Dudaklarım yukarı doğru kıvrılırken, "Galiba en çok da sen." dedim dikiz aynasından Ae-Ri'ye bakıp.

Jisoo kısa saçlarını geri iterken, "Eh, sonuçta ilerlemeyen insan yaşamayandır." dedi.

Bu cümle aklıma eski, gereksiz bir anıyı getirdiğinde kafamı iki yana sallayarak, "Doğru, öyle." dedim sadece ve yola odaklandım.

GÜNÜMÜZ - Jennie'den

Uzun zaman sonra böyle bir araya gelmek o kadar garipti ki. Alışılmadık, bize uygun olmayan bir şekilde. Birbirimize o kadar uzak, alakasız kalmıştık ki, bazılarımız diğerlerinin hayatından resmen bir haberdik. Mesela ben ve Jisoo. Bir sene boyunca bir kez olsun bile birbirimizi arayıp, sormadık. Çünkü her şey bittiğinde bizi birbirimize bağlayan bir şey kalmamıştı.

Birbirimize karşı kötü düşüncelerimiz yoktu elbette ama konuşmuyorduk da. Mesela bir kızı olduğunu bilmek beni de fazlasıyla şaşırtmıştı. Jisoo o kıza o kadar ilgili davranıyordu ki, bir an yabancı gelmişti bana.

Kafamı iki yana sallayarak düşüncelerimden uzaklaştım. Bugünlük bana bu kadarı yetiyordu.

"Sylvia, çantamı gördün mü?"

"Evet hayatım, içeride. Koltuğun üzerinde."

Sylvia'nın sitemli ama biraz da dalga geçer gibi kurduğu bu cümle beni hem sinir etmiş hem de güldürmüştü.

Gülümsediğimi görünce, Dy için hazırladığı çocuk koltuğunu ayarlayıp yanıma doğru adımladı.

"Gülme." dedim ona yalandan kızarak. Ama gülmeye devam ediyordu,

"Nasıl gülmeyeyim, çok tatlısın." dedi.

"Ben öyle aklı bir karış havada biri değilimdir aslında-" dedim. Bu sırada gerçekten de içeriye, koltuğun üzerine bıraktığım çantamı almaya çalışıyordum.

"Kızımı görünce heyecanlanıyorum." dedim.

Sylvia gülümseyerek ve büyük bir şefkatle beni kollarının arasına alıp, başımın üzerine bir öpücük kondurdu.

"Biliyorum." diye fısıldadı.

Sarılmasına karşılık verdikten sonra gözüm Rosé'nin kucağında bize doğru gelen kızıma kaydı. Yavaş hareketlerle Sylvia'dan ayrılırken kızıma doğru döndüm.

Onlar yanımıza vardığında kızımı kucağıma aldım. Rosé ve Luna Sylvia'yla selamlaşıyorlardı.

Rosé Sylvia'yı biliyordu, tanışmışlardı da. Beni ziyarete geldiği bir dönemde, ikisini tanıştırma fırsatım olmuştu. Birlikte bir yemeğe çıkmıştık. Ama ben Luna'yı ilk kez görüyordum.

Rosé'nin anlattıkları ve gösterdiği fotoğraflar dışında, bu kız oldukça güzel görünüyordu.

"Nereye gidiyorsunuz?" diye sordu

Burada bir evim olmadığı için, Sylvia'nın bizi annemlere bırakacağını söyledim.

"Olmaz öyle şey." dedi sincabım. "Seni ne zamandır görmüyorum, bırakır mıyım hiç?!"

"İki haftadır falan görüşmüyoruz Rosie." dedim gülerek. Ama o umursamaz bir şekilde saçlarını savurarak,

"Beni ilgilendirmez, bana geçiyoruz." dedi.

Ben gülüp, geri çekilirken gözlerim bir anlık olarak restorana kaymıştı. Merdivenlerin üzerinde duran, gözleri bizim üzerimizde gezinen Lisa'yı görmüştüm.

Fakat hemen ardından kafasını tekrardan çevirerek yanında duran Jisoo'ya bir şeyler dedi ve onunla birlikte kendi arabasına ilerledi.

Biz de arabalara ilerlemek üzereyken Dy, "Hep birlikte gitsek, olmaz mı?~" diye sordu.

Gözlerimi Sylvia'ya çevirdim. Rosé arabasını asla bir yerde bırakmazdı, biliyorum. Bu yüzden bu teklifi Sylvia'nın kabul etmesi gerekiyordu.

"Tatlım, ya arabandan vazgeç ya da bu tatlı minik canavardan." dedi Rosé Sylvia'ya.

Sylvia gülümseyerek yenilgiyi kabul etti. Dyan'a doğru döndü, "Sen nasıl istersen, öyle gidelim." dedi.

Onu Dy ile sadece üç kez görüştürmüştüm ve o Dy'i bu kadar az tanımış olmasına rağmen çok şefkatli ve ilgiliydi. Onu izlerken bu düşünceye gülümsedim. Gülümsememi fark edip bana dönerek göz kırptı.

...

Kızımın teklifini kabul etmekle bir derdim yoktu ama Rosé'nin küçük arabasına sığmak zorunda kalmak... Herkes içinde bir yerde  bu fikri kabul etmese miydik diye düşünüyor olabilirdi ve inanın bunu çok iyi anlıyordum...

Rosé şoför koltuğunda, Luna onun yanında, kızım, Sylvia ve ben arka koltuktaydık, evet ama Sylvia'nın uzun boyu onun otururken bacaklarını rahat bir şekilde kıvırmasına engel oluyordu. Ve evet... Maalesef dik bir şekilde durduğunda başı tavana değdiğinden, tüm yolu eğilerek gitmek zorundaydı.

Ona dönerek, "İyi misin?" diye sordum. Verdiği cevap inandırıcı olmasa da, bana gerçekten bir sorun olmadığını hissettirmişti.

"İyiyim, hiçbir sorun yok." dedi.

Rosé arabayı restoranın önünden uzaklaştırırken bir süre öylece sessizce durduk. Kimse bir şey demiyordu. Halbuki bu gece olan şeyler aramızda konuşmalara sebep olması gerekiyordu. Dikiz aynasından Rosé'ye baktım. Sakin görünüyordu, sorunsuz. Peki gerçekten öyle miydi? Kopmuyor muydu içinde fırtınalar?

Bakışlarımı hissettiğinde o da dikiz aynasına çevirdi gözlerini. Birbirimize bakarak durduk öylece. Sonunda dikkatimi dağıtan şey Dy olmuştu.

Bacaklarını hafifçe sallarken, "Ae-Ri çok güzel görünüyordu." dedi.

Bir kez daha Rosé'ye baktım. Gözlerini yoldan ayırmıyor ama Dy'in söylediğine de bir cevap vermiyordu.

"Cidden." diye sohbete dahil oldu Luna. "Siz ilk defa mı tanışıyorsunuz?" diye sordu Dy'a dönerek.

Sylvia hâlâ kendine rahat bir pozisyon bulmaya çalışırken ben elimi onun sırtına götürüp sıvazladım. Dy,

"Evet." diye cevapladı Luna'yı. "Jisoo teyzemin kızı yoktu. Ama birden oldu." dedi. Sonra bir şey fark etmiş ya da kafasına yeni dank etmiş gibi bir ifade takınıp bana döndü,

"Nasıl oluyor, anne?" diye sordu. "Onun Jisoo teyzemin kızı olması için, bebek olması gerekmez miydi?"

Kocaman açtığı gözleri, şaşkın bakışları ve şişirdiği yanaklarıyla küçük kızımın bu biyoloji sorgusu çok tatlıydı. Ona bir cevap vermeden önce gülümsedim, gerçi... Ne cevap vereceğimi de bilmiyordum. Doğruyu söylemek her zaman daha iyiydi.

"Doğrusunu istersen, Ae-Ri nasıl Jisoo teyzenin kızı, ben de bilmiyorum bebeğim." dedim.

"Ama öyle olması için onun bir bebek olmasına gerek yok. Bazen insanlar, kendilerinin olmayan çocukları da kendi çocukları yerine koyabilir."

Dy şaşkın bakışlarını üzerimden alıp, boşluğa çevirdi... Bu gece düşünecek çok şeyi vardı. Buna içten içe gülümsedim.

...

Sessiz yolculuğumuz devam ederken, Luna ve Rosé keyifli görünüyorlardı. Yani Luna çok konuşkan biriydi ve Rosé'nin aklını karıştırdığına emin olduğum sorgularla ilgilenmesine fırsat vermeden herhangi bir konu açıp, onunla sohbet ediyordu.

"Yarın sana bahsettiğim şu öğrenciye ders vermek için oraya gideceğim." dedi.

"Ah, o kesinleşti mi?" diye sordu Rosé. İlgili görünüyordu.

"Evet, bugün ailesiyle de görüştüm ve yarın gelip başlayabileceğimi söylediler."

"Sevindim, tatlım. Bu işi çok istiyordun." dedi Rosé. Daha sonra direksiyonu evine giden yola doğru kırdı.

Eminim eve vardığımızda Luna'yla daha çok konuşma fırsatım olacaktı. Ama ilk gözlemlerime göre, o iyi birine benziyor ve Rosé'ye iyi geliyor gibiydi.

Yine de sarışınımın aklından geçenler, her zaman ifadesine yansımazdı. Luna'yı tanımak istiyorsam, Rosé'ye daha sık bakmalıydım.

...

Eve geldiğimizde sonunda o küçük arabadan inen Sylvia resmen derin bir nefes alabilmişti. Kendini ilk arabadan atan da o olmuştu zaten. Dışarı çıkıp, belini düzeltirken, "Bir insan neden bu kadar küçük araba alır ki?" diye sitem ediyordu.

Gülüp ben de arabadan indim ve Dy'i da kucağıma aldım. Ona yaklaşırken, "Bunu Rosé'ye sormamalısın bence." dedim.

O da durup bana bakarken arabadan inen Rosé, "Birisi arabama laf mı etti?" diye sordu.

Luna kapıyı kapatırken gülerek, "Sevgilim, kimse o hataya düşmez, inan bana." dedi ve Rosé'nin yanına ilerleyip, onun koluna girdi.

Rosé kapıyı açtıktan sonra kenara çekilerek ilk önce bizim geçmemize izin verdi. Ona gülümsedim ve içeri girdim. Evde kimse olmadığı için ışıkları kapalıydı. Benim ardımdan içeri adımlayan Luna ışığı yakmıştı.

Dy'i indirip, montunu çıkarırken, "Bir an ev de küçük olur diye endişelenmedim değil yani." dedi Sylvia gülerek.

Ben gülerken Rosé, "Çok komik." dedi ona gözlerini devirip.

Önce Dy'in montunu ardından kendi kabanımı çıkararak Sylvia ile birlikte içeri doğru adımladım. Biz salona geçerken Alice'i görmedim. Bir ay önce Luna Rosé'nin yanına taşındığı için kendisine yeni bir ev almıştı, sincabım böyle söylemişti.

Biz salona geçip koltuğa oturduğumuzda Rosé, "Biz içecek bir şeyler getiriyoruz, siz keyfinize bakın." dedi ve Luna'yı da alarak mutfağa geçti.

Yanımda oturan Dy da hemen ayaklanarak, "Ben de geliyorum." dedi ve onların peşinden mutfağa koştu. Şaşkınca onun peşinden bakarken yanıma oturan Sylvia'ya bakışlarımı çevirdim.

Az önceki manzara gözümün önüne gelirken, "Daha iyi misin?" diye sordum gülerek.

Kafasını bana çevirirken, "Bu durumdan çok eğlenmiş görünüyorsun." dedi.

Kafamı onun omzuna doğru indirip, "Hayır canım, olur mu hiç öyle şey." dedim neşeli bir ses tonuyla.

Sylvia gülerek, "En azından neşeni gizlemek için çabalayabilirdin." dedi başını bana yaslarken.

Gülüp omuz silktiğimde elini karnıma yöneltip, beni gıdıklamaya çalışmıştı. Fakat geri çekilip, onun elini tutarken gözlerinin içine bakıp,

"Şu an savaş ilanı kabul edilmiyor." dedim.

Sylvia ve benim aramda bir savaş türüydü bu. Yani, öyle düşünüyor gibiydik. Daha çok eğlencesine yapılıyordu ama iki taraftan birisi pes edene kadar devam ediyordu. Ve evet, çoğu zaman yenilen taraf ben oluyordum.

Biz birbirimize bakmaya devam ederken Rosé elinde büyük bir tepsiyle, Luna da kucağında Dy ile geri dönmüştü. Ben Sylvia'nın elini bırakarak doğruldum ve oturur pozisyonuna geçtim.

Rosé koltukların arasındaki masaya tepsiyi bırakırken Luna kucağında Dy ile kenardaki koca pufun üzerine oturdu. Dy Luna'yı gerçekten seviyor gibi duruyordu.

Rosé karşımıza oturduğunda, "E Sylvia, Fransa'dan sonra burası ha?" diye sordu ona.

"Buraya sadece Jennie'ye veda etmeye mi geldin, yoksa kalıcı mısın?"

Sylvia doğrulup, onun getirdiği şaraptan içmeden önce, "Veda etmeye niyetim yok." dedi. "Patron beni kovana dek, buradaki restoranda çalışacağım."

Sylvia'nın dediğiyle aklıma gelen soruyu sormak için Rosé'ye baktım. "Restoranda işler nasıl? Her şey yolunda mı?" diye sordum.

Ben buradan giderken restorana göz kulak olma işini Rosé'ye bırakmıştım. Ve kendisi bu işin üzerinden ustalıkla geliyordu.

Rosé kafasını sallayarak, "Her şey bildiğin gibi, yani yolunda. Merak etme, restoranına gözüm gibi baktım." dedi bana gülümseyerek.

Onun gülümsemesine karşılık vererek, "Göz kulak olan kişi sen olduğun için merak etmiyorum." dedim ve ona göz kırparak ben de kadehi elime aldım.

Evet, buraya kalıcı olarak dönüyordum. Rosé ve güzel kızım bunu biliyordu. Ve Sylvia da. Paris, bir süre boyunca benim için dünyanın herhangi bir yerinden farksızdı. Sadece gitmek istediğim için önüme çıkan herhangi bir durak olmuştu.

İlk günlerimi eve kapanarak, kalan aylarımı dışarıda ve birçok aktivite içinde, son dönemimi de Sylvia'yı tanıdıktan sonra... Sadece restoranda geçirmiştim.

Kendimle başbaşa kalabildiğim bu uzun dönem bana iyi hissettirmişti. Ne istediğimi, nerede olmak istediğimi anlamaya çalışıyordum. Bu yüzden, yirmi sekiz yaşımda on sekiz yaşındaki bir genç gibi günlerimi başka insanlarla, daha önce deneyimlemediğim şeylerle, bazı iyi, bazı kötü zamanlarla geçirdim.

Sanırım toparlanmak için, kendimi dağıtmam gerekiyordu.

Yine de bunu düşündüğünüz anlamda tam olarak yapamadım. Benim için dağılmak, işimle ilgilenmemek ve Lisa'yı- düşünmemekti. Sadece kendime zaman ayırabilmek.

Bencil olabilmek, sorumluluklarımdan arınabilmek ve aynada gördüğüm kadını tanıyabilmekti. Bir kez olsun başkasını düşünmemek ve fedakâr olmamaktı benim özgürlüğüm.

Bunu kendime verene kadar çabaladım.

Bazı günlerim kendimi sorgulamakla ve suçlamakla geçti. Lisa'yla yaşadıklarımızı kafamın içinde sayısız kez döndürdüm. Ona haksızlık edip etmediğimi düşündüm. Bu hikâyede hatalı olup olmadığımı...

Ve tıpkı o son bir senede olduğu gibi, bunu yaparken yine kendimi suçladım. Hislerimi yok sayıp, kırgınlıklarımı, gözyaşlarımı, kendimi Lisa'yı anlamadığım ve çabalarını görmezden geldiğimle ilgili suçladım.

Ama bunlar doğru değildi. Ben Lisa'yı anlamaya çalışmıştım. Çabalarını görmüştüm ama onu affedemiyor olmak benim hatam değildi.

Sylvia sessizliğimi ve düşünceli hâlimi fark edip elini usulca elimin üzerine koyup, "İyi misin?" diye sordu. Ve ben de onun sorusuyla düşüncelerimden uzaklaştım. Olumlu anlamda başımı sallayarak bakışlarımı kızlara çevirdim.

"Bu Jisoo tam olarak kimdi? İçeri girdiğinde herkesin dikkati ona yöneldi." dedi Luna.

Luna'nın kucağında olan Dy onun göğsünden doğrularak, "Jisoo teyzem." dedi neşeyle.

Luna ona gülüp, saçını okşarken, "Onu biliyorum tatlım, annenler için dedim." deyip onu yanağından öptü.

Tabii ki Jisoo'yu hiç bilmeyen Sylvia ortaya atılarak, "Jisoo kim?" diye sordu bize bakıp.

"Lisa'nın en yakın arkadaşı." dedim. Bu cevabım aslında direkt olarak Sylvia'ya verilmişti.

"Anladım." dedi Sylvia. "Öyleyse, siz de arkadaşsınız, değil mi?" diye sordu hem bana hem Rosé'ye bakarak.

Bu soru biraz sessizleşmemize neden olsa da yine ben, "Evet, tabii." dedim. Rosé hiçbir yorumda bulunmamıştı.

...

Havadan sudan konuşulan konular arasında güzel kızımın uykusu geldiği için onu, bu evde kaldığımızda kullandığımız odaya götürüp yatırmış ve salona geri dönmüştüm.

Koca bir şarap şişesini yarılayan üçlü, kahkalarla bir filmden konuşuyorlardı. Muhabbetlerine dahil olmak istesem de ucunu yakalamak gerçekten zordu.

Sylvia aniden Luna'ya dönüp, "Peki, beni yanlış anlamazsan yaşını öğrenebilir miyim? Oldukça genç görünüyorsun." dedi.

Luna bekletmeden, "Rosé'nin yanında olduğumda sık duyduğum bir cümle bu." diyerek bir şaka yaptı. Yaş şakalarının başlıca ismi olan sincabımın şimdi buna alet olması, garip hissettiriyordu.

"Yirmi dört yaşındayım." dedi Luna. "Biyoloji ve Genetik Mühendisliği mezunu vee İkizler burcuyum!" dedi neşeli bir şekilde.

Onun neşesi hepimizi gülümsetiyordu anlaşılan. "Sen?" diye sordu Sylvia'ya aynı şekilde.

"Ben de otuz yaşındayım Luna." dedi Sylvia. Bana dönerek, "Aşçıyım, bu güzel hanımefendinin Paris'teki restoranında yedi yıldır çalışıyorum." Sonra tekrar Luna'ya döndü, "Boğa burcuyum." dedi.

Sondaki eklemesine hepimiz güldük, çünkü doğrusunu isterseniz ne Sylvia ne Rosé ne de ben burç konusuna hiç ilgili değildik. Bu yüzden ben de Sylvia'nın burcunu yeni öğreniyordum.

"Tamam o zaman sıra bende!" dedi Rosé büyük bir neşeyle.

"Ben Roseanne Park. Yirmi dokuz yaşına girmek üzereyim. Şu anda işsizim... Yaklaşık bir yıldır en yakın arkadaşımın restoranını işletiyorum ve Terazi burcuyum!"

Luna onun bu hafif çakır keyif ve neşeli hâline gülümseyerek bakıyordu. Yani, ona bakarken ve onu izlerken, ona bakışlarının aşk dolu olduğu tanımı yapsam, yersiz olmazdı.

Herkesin gülümsemesi bittiğinde Luna da bakışlarını Rosé'den ayırdı ve bana döndü,

"Ya sen, Jennie?" dedi. "Rosé senden çok bahsetti ama sen kendini nasıl tanıtacaksın merak ediyorum."

Garip bir şekilde herkes hafif alkollü olduğundan mıdır bilmem, ufak bir tezahürata başlamışlar ve "Jennie! Jennie!" deyip alkış tutmuşlardı.

Elimi havaya kaldırıp onları sustururken, ben de kadehimden bir yudum aldım.

"Ben Jennie." dediğim anda kıkırdamaya başladılar. "Jennie Ruby... Jane." dedim.

"Yirmi dokuz yaşındayım, Jane Restoranları'nın sahibi ve tek CEO'suyum."

Bu kısımda alkış sesleri yükseldi, akılları sıra şımarıklık ediyorlardı ve bu hallerine kahkaha atmadan edemiyordum.

"Ve Akrep burcuyum." diyerek noktaladım cümlemi.

"Senden öyle bir hava almıştım, evet." dedi Luna. Kaşlarımı havaya kaldırarak, "Yani bu konulara ilgilisin?" dedim. Onaylar anlamda başını salladı.

"Ama Boğa ve Akrep? Bu konuda size başarılar diliyorum." dedi ve sanırım sadece kendisinin anlayacağı bir şey söylediğinden cümlesinin sonunda büyük bir kahkaha patlattı.

...

Dün gece olan bir çok olaydan ve yorgunluktan sonra kızımla aldığım kesintisiz uyku resmen vücuduma ilaç gibi gelmişti. Hiçbir etken olmadan tüm uykumu almış bir şekilde gözlerimi açtım.

Gözlerim hemen kollarımın arasında yüz üstü uyuyan kızıma kaydı. Yorgan azıcık beline doğru kaymıştı. Yanağımı onun sırtına yerleştirirken kollarımı minik vücuduna doladım. Benim hareketlerim onu da uyandırmıştı. Kollarımın arasında dönerek gözleri yarı açık, yarı kapalı bir şekilde bana, "Günaydın." dedi.

Dudaklarıma kocaman bir gülümseme yerleşirken eğilip onun yanaklarına uzun öpücükler kondurarak, "Günaydın sevgilim." dedim mutlu bir şekilde.

Ondan birkaç saat ayrı kalmak bile kalbimi parça parça ederken ayrı kaldığımız o kadar süre boyunca resmen nefessiz kalmıştım. O benim nefesim, hayatım, tüm her şeyimdi. Bu hayatta bir insan birisini en fazla ne kadar çok sevebilirse o kadar çok seviyordum. Bunun bir üst seviyesi yok, hiç olmadı.

Kollarını boynuma doladığında aklıma tüm eski anılarımız geldi. Uyandığımız tüm eski sabahlar. Monoton, aynı ama oldukça güzel ve özel sabahlarımız. Aynı zaman, aynı ev değildi belki ama biz hâlâ birbirini çok seven aynı anne ve kızdık.

Kollarımı onun beline dolayarak yatakta doğruldum ve ona, "Hadi dişlerimizi fırçalayalım ve elimizi yüzümüzü yıkayıp, gidip kahvaltı hazırlayalım." dedim.

Boynuma gömdüğü kafasını salladığında gülümsedim ve yataktan kalktım. Odadan çıkıp, üst kattaki banyoya doğru yöneldim. Muhtemelen Rosé ve diğerleri hâlâ uyuyordu. Hepimiz dün gece fazlasıyla şey yaşamıştık.

Banyoya girdiğimizde onu dolabın üzerine oturttum. Rosé bizim diş fırçalarımızı hâlâ saklıyordu. Bu manzara karşısında gülümsemeden edemedim.

Bu kadın kesinlikle Dy ve bana aşıktı. Luna veya Jisoo yalan.

Önce kendi el yüzümü yıkayıp, dişlerimi fırçaladım. Dy hâlâ eskiden olduğu gibi bacaklarını havada sallarken aynadan bana bakıyordu. Kendi işlerimi hallettikten sonra onun da el yüzünü yıkayıp, dişlerini fırçaladım ve tekrar odaya yöneldim.

Dy'ın buradaki kıyafetlerinden giydirip, kendimde hazırlandıktan sonra odadan çıktık. Dy önünde pıtı pıtı yürürken durdu ve bana döndü. Heyecanlı bir şekilde bana bakarken, "Teyzem ve Luna ablayı uyandırsam olur mu?" diye sordu.

Bir anlık aklımdan uygunsuz bir şey yaparlar mı düşüncesi geçse de, evlerinde bizler varken bu söz konusu olmayacağı için Dy'a, "Tabii ki, koş. Ben de aşağıya iniyorum." dedim onun poposuna hafifçe vurarak.

Gülüp, Rosé ve Luna'nın odasına doğru koşmaya başladı. Ben de kahvaltı hazırlamak için alt kata indim. Fakat mutfağa girdiğimde beklenmedik bir sürpriz ile karşılaştım.

Sylvia benden bile erken kalkmış, çoktan kahvaltıyı hazırlamıştı. Şaşkınlıkla bir tezgah önünde durmuş, sosisleri hazırlayan ona, bir de güzelce donatılmış masaya baktım.

Sonunda kapı önünde duran beni gördüğünde gülüp, "Şaşkın kediler gibi durma da, içeri gel." dedi bana.

Onun yanına ilerleyip, kalçamı tezgaha doğru yaslayarak yandan ona bakmaya başladım. Sosisleri tam da Dy'in sevdiği şekilde yapıyordu. Bunu bir keresinde öyle laf arasında söylemiştim ama unutmamış olması şu an beni gülümsetmişti.

Gülümseyerek ona baktığımı gördüğünde, "Ne?" diye sordu ocağın altını kapatıp, sosisleri alırken.

Hâlâ onu izlemeye devam ederken, "Hafızanı seviyorum." dedim ona.

Bu yorumum üzerine güldü ve bana doğru yaklaştı. Kollarını önümde birleştirip, yukarıdan aşağı bana bakarken, "Beni sevmeni daha çok tercih ederim." dedi ve eğilip yanağıma bir öpücük kondurdu.

Gülüp onu geriye doğru ittim. O da kıkırdayarak benden çekildi. Bu sırada küçük, koşar adım sesleri duydum. Bunun Dy'a ait olduğunu elbette biliyordum. Biz karşılıklı duruyorken Dy mutfağa girdi.

Adımları yavaşlarken bana doğru yaklaştı. Kollarını kaldırdığında eğilip onu kucağıma aldım.

Sylvia da yanıma gelerek Dy'in saçını okşayıp, "Günaydın Dy." dedi ve şakağına bir öpücük kondurdu.

Dy da ona, "Günaydın." dedi ve bana dönerek, "Teyzem ve Luna ablayı uyandırdım geliyorlar." dedi neşeyle.

Yanağını öpüp, tekrardan gülümseyerek, "O zaman seni masaya oturtalım." dedim.

Kendim oturup, onu da yanıma yerleştirdim. Gözleri sofrada gezinirken, "Yemekler çok çabuk hazır olmuş." dedi bana bakarak.

Onun bu tatlı haline dayanmak çok zordu. Önüne düşen saçlarını geriye doğru itip, "Masayı Sylvia ablan hazırladı." dedim.

Gözleri Sylvia'ya kayarken, "Abla mı?" diye sordu.

Benim kaşlarım çatılırken Sylvia da karşımıza oturarak Dy'a bakıyordu. Yanlış bir şey demeyeceğini biliyordum ama bununla ne demek istediğini anlamadım.

Bu yüzden, "Evet, neden ki?" diye sordum.

Dy baş parmağının arka kısmını çenesine yaslayarak, "Rosé teyzeme senin arkadaşın olduğu için teyze diyorum ama Sylvia, Rosé teyzemden büyük olduğu hâlde neden abla diyeyim ki?" diye sordu düşünür bir şekilde.

"Abla gençlere söylenmez mi?"

Sylvia ve benim sebepsiz gerginliğimiz onun bu konuşmasıyla dağılırken ikimiz de güldük. Sylvia gülerek, "Tamam, ne istersen diyebilirsin Dy. Sorun değil." dedi.

Bu sırada Luna ve Rosé de mutfağa giriş yapmışlardı. İçeri ilk girdiğinde uykulu görünen Rosé masayı gördüğü anda tamamen uyanmıştı.

Hızla gelip masaya otururken, "Belki de benim de aşçı bir sevgili bulmam gerekiyor." diye mırıldandı.

Sylvia ve ben gülümseyerek birbirimize bakarken, Luna onun karşısına oturup, yeşil zeytinden birisini ona fırlattı ve "Nankör kadın." dedi sitemle.

Rosé üzerine atılan zeytini eliyle tutarak ağzına atıp, "Bebeğim, şaka yapıyorum. Hem ben yemek yapan değil, zeki olan kadınları severim." dedi.

Sylvia ile kaşlarımız çatılırken Dy bize, "Anne, galiba teyzem size zeki olmadığınızı söylüyor." dedi.

Rosé gözleri genişlerken bize bakıp, "Yine mi bu duruma düştüm ben ya." dedi sitem eder bir şekilde.

Luna gülüp, Sylvia'nın hazırladığı kahvaltıyı yerken, "Sevgilim, bu sefer tüm suç kendinde." dedi ona.

Sylvia bir şey biliyor muyum diye tek kaşını kaldırıp bana baktığında kaşlarımı yukarı kaldırırken güler bir ifadeyle sadece omuz silktim.

Yanımda oturan Dy'i sosislerle beslerken, "Restorana mı geçeceğiz?" diye sordu Sylvia.

Kafamı sallayarak, "Evet, artık burada olduğuma göre orayla kendim ilgileneceğim. Ayrıca çok uzun zamandır hiç gitmedim, bir uğramam gerek." dedim ona.

Rosé de bize, "O zaman hep birlikte geçeriz restorana." dedi.

Zaten onun arabasıyla geldiğimiz için onunla dönecektik. Luna Rosé'ye, "Sevgilim, siz gidersiniz. Zaten ben de dün sana dediğim işi halletmek için biraz geç çıkacağım." dedi.

Rosé ona, "Seni bırakmamı istemez misin?" diye sordu.

Luna kafasını iki yana sallayıp, "Gerek yok, kendim giderim." dedi.

Rosé de kafa sallayarak onu onayladı. Bu sırada sabahtan beri sessiz kalıp, yemeğini yiyen Dy ortaya atılarak, "Annemi de çağıralım." dedi elini kaldırıp.

Lisa'ya olan düşkünlüğü muhtemelen artık eskisinden de fazlaydı. Bu çok güzel bir şeydi. Ve biliyorum, Lisa'ya olan sevgisi her zaman özeldi.

Kafamı sallayarak, "Tamam tatlım, onu da çağırırız." dedim.

Zaten çağırmama gerek kalmazdı. Lisa Dy'i görmek için bir sene boyunca gitmemişse bile bugün restorana gelecekti.

Yemeği bitirdiğimizde toplama kısmı Luna'ya kalmıştı. Çünkü biz çıkıyorduk ve o bir süre daha evdeydi. Bu yüzden toplama kısmını halletmeyi kendisi kabul etmişti. Biz de itiraz etmeden kabul etmiştik.

Ben Dy ile kapıya doğru giderken Luna ve Rosé kendi aralarında konuşuyordu. Rosé Luna'ya, "Beni haberdar etmeyi unutma, tamam mı?" diyordu.

Luna da, "Merak etme, unutmam." dedi ve onun dudağına kısa bir öpücük kondurdu.

Rosé onunla vedalaşmayı bitirdiğinde yanımıza geldi ve arabanın kapısını açtı. Sylvia arabaya doğru gelirken, "Yine mi eziyet, yine mi işkence." diye sitem ediyordu.

Ben onun sitemine gülerken Rosé, "Arabama bir şey mi dedin?" diye sordu tek kaşını kaldırıp ona bakarak.

Sylvia ellerini masumum der gibi kaldırırken, "Yok canım, ne alakası var." diye mırıldandı kısık sesle. Bu ses tonu kesinlikle kinaye diye bağırıyordu.

Rosé ona baktıktan sonra saçını savurup, 'hıh' diyerek arabasına bindi. O arabayı çalıştırıp, klimayı yakarken ben ve Sylvia da Dy'i çocuk koltuğuna oturtup kemerini bağladık.

Bitirdikten sonra ben ön koltuğa, Rosé'nin yanına oturdum, o da arkada Dy ile oturdu. Ve beni ben yapan o restorana doğru ilerlemeye başladık.

...

Hissediyorum... Geliyorlar... Ayrı oldukları hâlde Jennie Lisa'yı aldatmış gibi davranan o userlar geliyorlar...

Sylvia'yı sevdiniz mi?

Lütfen oy vermeyi unutmayın ^^

Continua a leggere

Ti piacerà anche

208K 21.7K 34
taehyung kırmızı defterini kaybeder 290423, tk ☁️
676 124 16
Lisa, Amerika'da ki şirketinde iflas etmiş, hiçbir şeyi kalmamıştı. Bu nedenle ülkesi Tayland'a geri dönecekti. Fakat ülkesinde savaş olduğundan dola...
486K 56.1K 33
alfa jungkook, en yakın arkadaşının kardeşi olan omega taehyung'a deliler gibi aşıktı.
68K 2K 26
"Madem aşıksın bana ama aşkımız gizlilik gerektiriyor gizlilik senin en iyi yaptığın iş değil mi? Öyleyse bana sadece sevgini bahşet gerisini bana bı...