Kurtarıcı ve Mavi

By Castherian

687K 35.5K 3.5K

🔴 HİKAYEYE YENİ BÖLÜMLER EKLENMEYECEKTİR MAALESEF. ______________________ Clarine Moncreiffe, Eilinior Kale... More

- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- Bildiri
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43

- 34

20.4K 1K 312
By Castherian

Bu bölümü aslında sabah yayınlayacaktım ama son 4-5 sayfalık kısmı ben tamamen saçma sapan bir ayarlama ile uğraşırken yanlışlıkla silindi. Neredeyse bilgisayarın ekranını yumruklayacaktım.

Lütfen o kısmı tekrar yazmak zorunda kaldığımı hesaba katarak okuyun. İlki kadar iyi olamadı, üzgünüm ve sizi bekletmek istemedim...

Beklediğiniz ve sabrınız için sonsuz teşekkürler... Bölüm @pembebal için. :)

Sizi özledim.
İyi okumalar...

-

Gökyüzü sanki yırtılıyormuş gibi gürlediğinde gözlerimi, kurumaya yüz tutmuş, sert çimenliklerin üzerinde açtım. Başta nerede olduğumu idrak etmem oldukça güç gelse de sonradan her şey, ağır ağır, bilinenle bütün olmaya başlamıştı. Dirseklerimden destek alarak doğrulduktan sonra daha bu sabaha kadar yemyeşil olan çimenlerde gezdirdim ellerimi. İçimi yoğun bir hüzün kaplarken neyin ters gittiğini anlamak için etrafıma bakındım. Her yer gecenin karanlığı ile örtülmüştü ama yine de cılız bir ışık vardı, görmeme yetecek kadar.
Tersliğin kaynağı görünmese de sonuçları her yerde kendini kolayca belli ediyordu.

Sıkışan kalbime ellerimi koyarak ayağa kalktım. Kalkmamla, gökyüzünde şiddetli bir şimşeğin çakması aynı anda oldu. İrkilerek lacivertin en uğursuz tonundaki koyu, yıldızsız gökyüzünde parlayan şimşeğe baktım. Bir şeyler kesinlikle ters gidiyordu. Tam bu sırada çöl kumlarını da beraberinde getiren bir rüzgâr esmeye başladı. Yaydığı tüm huzursuzluk vahama dolmuştu. Kumlardan korunmak için kolumla yüzümü kapattım.

Evet, oradaydım... Kendimi ait hissettiğim tek yer olan bu hayal ile gerçeklik arasındaki vahada...

Gözlerimi sıkı sıkıya kapattım. Bu uğursuz lacivert buraya çok fazlaydı; yeşil olan bir şeyler eksikti.

Yeşil...

Bunu düşünmemle yeni bir şimşeğin etrafı önce aydınlatıp sonra da gürültüsüne boğması bir oldu. Ve sonra ben, düştüm...

Düşüşüm ne kadar sürdü bilmiyorum ama gözlerimi açtığımda boğazımda yoğun bir baskı vardı. Nefes alma isteğiyle dudaklarımı araladıktan sonra boğazımı sımsıkı saran ellere yapıştım. Lord Bruce'tu... Kalbim korkuyla çarparken ne yapacağımı bilemeyerek çırpınmaya başladım. Muhtemelen yine bir sinir harbine girmişti ve kendinde değildi. Hatta bu kez kendini kontrol edebilecek kısa bir vakit bile bulamamış olacak ki şu an beni ciddi anlamda boğuyordu.

Acaba şu an, başka bir rüyanın içinde miydim?

Vücudumdaki tüm kaslar aynı anda kasıldı. Öyle bastırıyordu ki boğazımla çevresi feci şekilde acıyor, ciğerlerim bir zerre hava için çığlık atıyordu. Elmacık kemiklerime kadar ulaşıyordu sızı. Panik git gide daha kontrol edilemez bir hal alırken tek elimle Lord Bruce'u itmeye çalıştım. Ama şu an hem kendinde değildi hem de krizin verdiği sinirle eminim beni hissetmedi bile. Öyle öfkeli görünüyordu ki gözlerinden fışkıran o saf duygu dahi beni güçsüzleştirmeye yeterdi. Koyu sarı saçlarının birkaç tutamı terlemiş alnına yapışmıştı. Ayın, gece ömrünü tükettikçe ve hükmünü yavaş yavaş yitirdikçe daha da cılızlaşmış ışığı sadece bu kadar görmeme müsade ediyordu.

Ben, kesinlikle bir rüyada değildim...

Ellerimle sıkıca kavradığım bileklerini var gücümle çekmeye çalıştım inlerken. Kalbim artık durmanın eşiğinde, inanılmaz bir ritimde atıyordu. Her şey gerçekti...

Ve o sırada, şu an beni kurtarabilecek kimsenin olmadığını fark etmem uzun sürmedi. Havasızlıktan gözlerim kararmaya başlamıştı. Can havliyle omzuna bastırdığım elimi ise güçsüz ve bir o kadar kontrolden yoksun bir şekilde yüzüne doğru götürdüm. Neden bilmiyorum ama onu hissetmek istemiştim. Yüzüne gitmeden evvel son bir kez dokunabilmek...

Sesler yavaş yavaş kesilirken ve görüntüler beni çoktan terk etmişken parmak uçlarımda onun sıcak tenini hissettim. Şu an tüm duyularım boynumdaki ağırlıkta olsa bile ben, onların aksine parmak uçlarımdaydım... Bütün bu sızının arasından minik bir huzur süzülüvermişti o dokunuştan kalbime.

Sonra ağırlık yavaş yavaş kalktı boynumdan. Demek her şey böyle sona eriyordu. Böyle ölünüyordu... Bruce'un yeşil gözlerini gözümün önüne getirmeye çabalarken yoğun bir öksürük krizi boğazımın her yanını yaka yaka yükseldi ve hava, ciğerlerime can acıtıcı bir biçimde doldu. Kapattığım gözlerimi açtığımda Bruce üzerimde yoktu. Neler olduğunu anlayamadan tek dirseğimden destek alarak doğrulduğumda boğucu bir öksürük krizi beni hakimiyeti altına aldı bu kez de.

Birkaç saniye sonra öksürüğün ilk artçısı geçtiğinde devamını dizginlemeye çalışarak boştaki elimi acıyan boynuma götürdüm ve etrafa bakmak için kafamı kaldırdım. Bruce tam karşımda, gözlerinde yoğun bir öfkeyle bana bakıyordu. Kendini kontrol edemediği belliydi, kesinlikle yoğun bir ataktı onun şu an geçirdiği.

Yatak örtüsüne tutunarak biraz daha doğrulmaya çabaladım. O da bu sırada yataktan kendini iterek indi. Hala derin ve hırıltılı nefesler alıyordu. Tam oturmayı başarmıştım ki yatağın alt kısmındaki tahtadan başlık bir anda parçalara ayrıldı. Korku ve çaresizlik az evvelki baskıdan daha belirgin bir şekilde boğazımı sararken Bruce'un hiddetli bağırma sesi kulaklarımı istila etti; yatak başlığının sol tarafını tek darbede kırmıştı. Korkuyla inlememek için dudaklarımı birbirine bastırdım ama çığlığım içeride hapis kalmayı benim kadar istemiyor, her fırsatta zorluyordu.

Lord Bruce şöminenin yanındaki odun sepetini kulpundan tutup pencerelerin olduğu tarafa fırlattığında dişlerimi birbirine bastırdım ve olduğum yerde küçülüp, çaresizliğin pençelerinde yok oldum. Sepet iki pencere arasındaki duvara çarpınca içindeki odunlar odanın her yerine saçıldı. Hala öfkeli bir kaplan görünümünden zerre ödün vermemiş olan Bruce da hiç durmadan cam kenarındaki masaya yöneldi ve üzerindeki eşyaları eliyle yere tek seferde savurdu bu kez de. Buna eşlik eden tok gürlemesi ise odanın içinde alevden bir bulut gibi yayılmıştı.

Saçılan eşyaları, az önce üzerinde oldukları masa takip etti sonra. Artık birkaç saniye önceki sağlam görüntüsünden onun da eser yoktu...

Kalbim inanılmaz bir hızla atıyordu. Kanın parmak uçlarımda bile hızla aktığını hissedebiliyordum. Dağılmış odanın içindeki bu kargaşadan çok daha fazlası beynimin içindeydi şu an... Ne yapacağımı bilemeyerek sadece etrafa bakınırken Bruce delici ve kendisine ait olamayacak yabancılıktaki bakışlarını bir anda üzerime çevirdi. Bu yoğunluğun yarattığı görünmeyen duvarın yüzüme çarpıp beni sersemlettiğini hissettim o kısacık süre boyunca. Boğazımdaki acı sırtıma alevler eşliğinde sürünerek acımasız tırnaklarını var gücüyle cesaretime batırdı. Bruce sanki gelmek, beni tek darbede öldürmek ve ruhunun rahata kavuşmasını sağlamak istiyor gibiydi. İçindeki mücadele siyah ve beyazın birleştiği yerdeki o ayrım kadar keskindi.

Ama gelmedi.

Bunun yerine hemen yanında yer alan, ay ışığının tek zerresinin dahi uğramadığı, karanlıkta kalmış köşeye doğru bir adım attı. Tuttuğum nefesimi korkuyla bıraktım ama bu kesinlikle rahatlama getirmemişti. Kriz hâlâ onunlaydı ve ben hâlâ gerçek anlamda çaresizdim...

Bruce bedeninin tamamını o karanlık köşeye sürüklediğinde ben de olduğum yerde daha da dikleştim. Merak, endişe ile bir olup birkaç saniye sonra beni ayağa kaldırdı. Gözümü sadece ve sadece, bilinmezliğin kelime karşılığı gibi görünen köşeye sabitlemiştim.

Odayı dolduran tek ses Bruce'un hâlâ hararetle inip kalkan göğsündeki her nefesin sesiydi. Kalbimi titreten o ses...

Soğuk zemini ayaklarımın altında hissedince biraz daha kendime gelir gibi oldum. Artık yapmak istediğim tek şey o karanlığa yürümekti çünkü... İlk adımımı attığımda ayağıma yere saçılan odunlardan biri çarptı. Dengemi sağlamak için yatak başlığının hala kırık olmayan tarafına tutundum. Boğazımda sinsice gezinen bir öksürme isteği vardı. Sadece bu bile tek başına, dengemi sağlamamı fazlasıyla olumsuz etkiliyordu.

Derin bir nefes alarak yeniden karanlığa doğru bir adım daha attım. Sonra onu diğeri izledi. Ve onu da bir diğeri... Yol boyu ayağıma takılan eşyaları veya odun parçalarını yoksaymaya çalışarak adımlamıştım. Artık ay ışığının hüküm sürdüğü son noktalardaydım. Bir adım daha beni, onun da içinde olduğu karanlığın sınırları içinde yapardı. Sağ elimle eteğimin kumaşından bir parçayı istemsizce sıktım ve titrek bir nefes bıraktım. Bu boğazımdan sırtıma süzülen yanmayı daha da tetiklerken odaya onun uyarı dolu sesi yayıldı.

"Uzak dur."

Bu, kontrolü ele almaya çabalayan tekrarlı nefes seslerinin arasında söylenmiş bir cümleydi. Olumsuzlukların beni geri adım attırmasına izin vermeyecektim. O yüzden cesaretimin her topladım ve karanlık tarafa ilk adımımı böyle attım.

Tok bir hırıltı bu adımı izleyerek kulaklarıma ulaştı. Kesinlikle gelmemi istemiyordu; ve bunun üzerine ben de artık daha fazlasını istemeye başlamıştım. Kalbim şiddetle teklerken yasakları aşar gibi attığım adımlar beni bir duvara ulaştırdı. Yön tayin edebilmek için öne doğru uzattığım elim pürüzlü duvar yüzeyi ile buluşmuştu.

Bruce'un sesi sol tarafımdan geliyordu. Parmaklarımdan omuzlarıma bir hissizlik yayılırken yutkundum ve yoksaymaya çalışarak elimi duvar yüzeyine sürerek onun olduğu tarafa yavaş adımlarla yürümeye başladım. Yaklaştıkça hareketlerim giderek ağırlaşıyordu. Zaman kavramı tümüyle anlamını kaybetmiş ve her şey onun etki alanına girmişti. Derin bir nefesi ciğerlerime toplamak için dudaklarımı araladığım anda bir elini bileğime dolayıp beni sertçe çekti.

"Sana uzak dur dedim!" diye kükrerken nefesini yüzümde hissettim ama gözlerimi kapattığımdan dolayı hiçbir şey görmemiştim. Sesi sanki kendine ait değil gibiydi. Ardından hırsla iterek kendinden uzaklaştırdı beni. Sendeleyerek yere diz çöktüm. Bu sırada elbisemden bir yırtılma sesi geldi ama neresi olduğunu ayırt edemedim.

Bir damla yaş gözümün kenarından süzüldü ve beni hıçkıra hıçkıra ağlama isteğiyle doldurdu.

Yüzümü hemen yanımızdaki şömine tarafa çevirmeye çalıştım. Şu an onu görmüyordum ama verdiği korku zerrelerime dek kendini göstermişti. Yavaşça ayağa kalktım, gücümü toplamak ister gibi orada bir süre öylece bekledim. Veya sadece ne yapmam gerektiğini bilmiyordum...

Uzunca bir dakikanın ardından Bruce tarafında bir hareketlenme oldu. Yaklaşan gürültülü nefeslerinden onun da ağır ağır bana doğru yürüdüğünü hissedebiliyordum.

Ve kalbimin içinde, uzun zamandır hiç de yabancı olmayan o his yeniden kol gezmeye başladığında ne yapmam gerektiğini bildiğimi fark ettim. Olduğum yerden asla kıpırdamadan bana doğru gelmesini bekledim. Bekledim... Tam karşıma geldiğinde öfkeli solukları iyiden iyiye hissedilir bir hal almıştı. Cansız gibi duran bir elimi güçlükle, ağır ağır kaldırarak yüzüne doğru uzamaya çalıştım. Bulduğumda adeta alevden bir üşüme sardı parmak uçlarımı. Son bir gayretle diğer elimi de kaldırıp ikisini birden yüzünün çevresine sabitlediğimde dirseklerimdeki sızı önce üçe sonra beşe katlandı. Ve Bruce tam beni sertçe duvara doğru iteceği sırada yüzünü kendime çekip dudaklarının üzerine beceriksizce kendi dudaklarımı kapattım.

O yakıcı sıcaklık vücuduma tehlikeli bir şekilde dağılmaya başladığında kalbimi terk eden ilk şey korkunun zerreleri oldu. Bruce ise saniyelik bir duraksamanın ardından sert bir hareketle çenemi parmaklarının arasında hapsedip yüzümü yüzünden itti. Dudaklarım onunkilerden ayrılırken kalbimin titremesi, hissettiğim tek şey olmuştu. Karşımda duran bu öfkenin beden bulmuş halinin ise yüzündeki onaylamaz ifade öyle belirgindi ki kalbimi elleriyle sökmek istediği çok açıktı. Ama umuyordum, salt öfkeyi bozguna uğratmayı ve içerideki pasif kalan Bruce'a dokunmayı... Kriz, her ne kadar şimdi daha etkili görünse de artık içindeki bana ait o kurtarıcı ile aynı bedeni paylaşmak zorunda kalmalıydı. Dokunuşum onu canlandırmalıydı...

Gergin bedeni daha da doğrulurken kafamı çevirip arkaya, ay ışığının süzüldüğü pencerelere doğru kısacık bir bakış attım ve yavaşça, arkamı dönmeden ağır ağır geri adımlamaya başladım. Zaten altı-yedi adımlık bir mesafe vardı. Oraya ulaşmam, bu karanlıktan çıkmam gerekti çünkü burası ondaki öfkeyi daha da alevlendiriyordu.

Ve sanırım yapamamıştım. Ona ulaşamamıştım. Öpmemi hissedememişti...

Hala öfke krizinin derinlerinde kaybolan Bruce gözlerini hiç üzerimden ayırmadan bana doğru gelmeye başladı.

Sonunda sırtım, pencerelerin bitişiğindeki duvarla buluştu ve o köşeye çarpınca durdum. Gözlerinin üzerimdeki baskısı biraz daha etkisini artırırken giderek aramızdaki mesafeyi kapattı ve tamamen yanıma geldiğinde gözlerimi kapatıp hızlı bir nefes aldım. Ardından acı içindeki boğazıma doğru götürdüm elimi. Neyse ki öksürük krizi baş göstermemişti.

Nefesini yeniden yüzümde hissedince gözlerimi açtım ve konuşmaya çalışırken sırtımı duvardan ayırdım. "Lord Bruce, lütfen çıkmama izin verin. Hemen Lord Henson'ı da alıp geleceğim, o sizi sakin-"

Sözüm Bruce'un hiddetle bağırması ve hemen yanımdaki duvara son derece hızla yumruğunu geçirmesi ile yarıda kesildi. Artık karanlığın içinde olmadığımızdan ve ay ışığı cılız da olsa üzerimizde gezindiğinden her şey daha netti üstelik. Tıpkı bağırırken avına kükreyen bir aslana benzemesi gibi... Dağılmış saçlarının onu muazzam derecede daha da ürkütücü yapması gibi...

Ardından diğer eliyle yeniden duvara hiddetli bir yumruk indirdi. Bu seferki öyle yakındı ki hemen kulağımın dibinde duvarla buluşmuştu. Refleksle gözlerimi sıkıca kapayıp kendimi daha da geriye çekmeye çalıştım. Ama ondan uzağa gidebilmek mümkün değildi artık.

Hırsla bir yumruk daha indirdi az öncekini indirdiği yere. Elinin duvarla çarpışma sesi beni kemiklerime kadar huzursuz ediyordu. Elimden hiçbir şeyin gelmemesi berbattı... Sonra bir yumruk daha attı. Ve bir yumruk daha...

Her darbenin yüreğime indiğinden habersizdi...

Sonunda kesildi taştan duvara inen öfke darbeleri. Yine ilk birkaç saniye gözlerimi açamamıştım. Bilincim bunu kabullenmiyordu. Ama zihnim bana artık netçe ortada olan bir şeyi usulca fısıldamakta gecikmedi. Nöbet bitmişti... Biliyordum, bunu tüm duyularım ve duygularımla da hissediyordum. Ağır ağır araladım gözlerimi.

Artık kurtarıcı ve ben yeniden baş başaydık.

Başladığımız noktadan hem çok farklı hem de o noktanın aynısı olmaya yüz tutmuş bir halimiz vardı. Bruce'un hırıltılı solukları yok olurken yerini uzun, sadece ama sadece yorgun soluklar aldı. Eli hala son yumruğu attığı yerdeydi... Sonunda alnını dayadı duvara ve yaralı elini de oradan çekip avuç içini bastırdı duvardaki vurduğu yere. Vücudu, tâkatsizce yaslandığı için bana daha fazla baskı yapıyordu. Göğsü belirgin bir şekilde yükselip inerken kulağıma hızlı hızlı atan kalbinin sesi geldi.

Bunu anlatmaya kelimeler yetmezdi. Her tarafı kum fırtınasında kalmış küçük vahadaki fırtınaya bir nebze de olsun güneş ışığı düşmüştü. Bunu kalbimin ta en derininde hissederken sessizliğimizi onun sesi sona erdirdi.

"Gitme."

Başımı kaldırıp bakmak istedim ama son anda vazgeçtim. Kalbim sertçe tekledi. Avuç içini duvara dayadığı eli yeniden bir yumruk halini alırken nefesinin saçlarıma değmesine sebep olarak tekrar konuştu.

"Burada hiç olmaman gerekirdi." derin bir soluk alıp usulca geri bıraktı. "Ama yine de gitme..." Bunu fısıldayarak söylemişti.

Kendimi duvara biraz daha çektiğimde devam etti. "Burada kal."

Ses tonunda ağır bir şeyler vardı... Hangi uca dokunsam alev alacakmış gibi hissettiriyordu, beni hiçbir zaman tam manasıyla açıklığa kavuşmuş bir durumun içinde bırakmamıştı.

Onu seviyordum. Tıpkı bana getirilerini de sorgusuz sualsiz sevmem gibi... O yüzden sözlerine karşı cevabım net olmuştu.

"Gitmeyeceğim."

Ben bunu söyler söylemez başını dayadığı duvardan çekti ve sanki tüm gücü tükenmiş gibi yere diz çöktü. Vücudu o anda benimkiyle birçok noktada yakın temasta olduğundan beni de ister istemez beraberinde yere çekmişti. Sırtım duvardan ayrılmadan, sürtünerek, dizlerimi yerle buluşturdum.

Şimdi ikimiz de bu köşede, pencerelerin önünde diz çökmüş birbirimize bakıyorduk.

Yüzünün her zerresine göz gezdirdim. Saçları dağılmış, hatlarını gölgelemişti. Yeşil gözlerinin çevresi kızarmıştı.

Dağılmış görünüyordu...

O an onu asla dağılmış halde görmeye dayanamadığımı fark ettim. Göğüs kafesimde bir şeyler dışarı çıkmak için oraya pençelerini geçirdi. Acımadan darbeler indiriyor, her saniye benim için daha da ölümcül bir hal alıyordu. Bruce'un bunları asla yaşamaması gerekiyordu...

Elimi kaldırıp yüzüne doğru uzandım. Ama her zamanki gibi yaklaştıkça, çevresindeki o çekim etkisini göstermişti ve elim yüzüne çok az mesafe kala belirgin bir şekilde yavaşladı. Bunun üzerine o da bir elini kaldırarak benim yüzüne çok yaklaşmış elimi ulaşmak istediği yere ulaşamadan hafifçe tuttu.

Gözlerimi gözlerine sabitledim. İfadesinde anlaşılır bir "hayır" vardı. Ama bu diğerlerinden farklı, emreder tonda bir "hayır" değildi. Gizli yakarışları da bünyesinde barındıran, ruhumun en diplerine kadar parmaklarını uzatan bir "hayır"dı...

Soğuk elini benimkinin etrafına sararak yanağının yakınından aşağı çekip dizine indirdi. Dokunuşu buz gibi olabilirdi ama bana etkisi kesinlikle belirgin bir yanmaydı. Kolumu takip eden çekim beklenmedik hızıyla kalbimin çevresini sararken az evvel göğüs kafesime pençelerini geçiren o acımasız his, sanki devasa bir çığın üzerine gelişini görmüş gibi olduğu yeri terk etti.

Başımı dizindeki ellerimizden kaldırıp yüzüne baktım. Gözleri boynumdaydı. Ani bir dürtü orayı kapatmamı söyledi çünkü içerideki hala taze olan şiddetli acı dışarıda nasıl bir görünüm ile boynumda varlığını belli etmişti bilemiyordum. Kızarmamış olmasını diledim.

Boştaki eliyle uzanıp tereddütsüzce saçlarımı omuzlarımın arkasına itti. Bunu yapmasıyla çenesindeki kasları belirgin bir şekilde sıkması aynı anda olmuştu. Boynum artık tamamen açıktaydı.

Kendimi bir şeyler söylemek zorunda hissettim.

"Aslında... Bu fazla önemli değil ve-"

"Tanrım..." Cümlemi ben bitiremeden kesti. "Sana söz vermiştim."

Gözleri hala aynı yerdeydi. Elimi boynumu kapatma ihtiyacı ile oraya götürüyordum ama onu da tuttu. Artık iki elim de kendisinin avuçlarının içindeydi.

Bunun dikkatimi benden çekip almaması adına yeniden ve biraz daha aceleci şekilde konuştum ve sesimin ikna edici olması için çabaladım. "Siz isteyerek yapma-"

"Hayır." Yüzünde yine nefret dolu bir ifade vardı. "Aynı şey değil."

Bir an yeniden bir şey söyleyecek gibi oldu ama hafifçe kalkan göğsü ağırca indi ve ellerimi bıraktı. Onun soğukluğunda yanmaya alışmış ellerim bir süre ne yapacağını bilemeyerek havada asılı kaldığında gözlerimi üzerlerine doğrulttum. Hemen ardından onun yaptığı ilk şey ise dizlerini yerden kaldırıp kendini doğrultmak olmuştu. Ayağa kalkıyor olduğunu anlar anlamaz ben de bir elimi destek almak için pencerenin kenarına uzattım. Ama daha doğrulamadan ayaklarım yer ile temasını kaybetti ve kendimi onun kucağında buldum.

Yükselirken şaşkınca bir elimi omzuna doladım ve yönümüzü pencerelerden yatağa doğru çevirdiğinde gözlerimi yüzüne çevirdim. Bana bakmıyordu, bakışları sabitlenmiş gibi yatağın üzerindeydi, beni oraya taşıyordu. Yine de çenesinin hala belirgin bir şekilde kasıldığını netçe seçebilmiştim.

Yüzünü incelediğimi fark ettiğinde ise sırtımdaki koluyla beni biraz daha kaldırdı ve başımı omzuna yaklaştırdı. Bu, yüzüne olan bakış açımı kaybetmemi sağlamıştı.

Sonra zaten yatağa gelmiştik.

Bir an fark ettim ki az evvel yüzündeki pişmanlığı da, içindeki bastıramadığı yaranın sızısını da fazlasıyla net seçebilmiştim.

Beni yatağın üzerine bırakırken boğazım ciddi şekilde yandı. Nefes alıp verirken adeta bıçaklar batıyordu ve yutkunmaya çalıştıkça sanki birisi orayı zıpkınlıyormuş gibi hissettirerek acı veriyordu. Belli etmemek için dişlerimi birbirine bastırdım. Neyse ki beni tamamıyla yatağın üzerine bıraktığında acı da bir nebze olsun hafiflemişti. Buna tutunarak yüzüme yerleşmek için çabalayan acı ifadesini yok ettim çünkü Bruce doğrularak gözlerini üzerime çevirmişti.

Bakışları kuşkuluydu.

Neden öylece yatağın kenarında durmuş tüm huzursuzluk ve gerginliğiyle bana bakıyordu? Kaşlarını çatmıştı ama yüzündeki öfkeli bir ifade değildi; daha çok hüzün bastırmıştı hatlarına. Düşündüklerini öğrenebilmek için yoğun bir istek duydum. Ama mümkün değildi. O ne düşündüğü ile ilgili konuşurdu ne de bir şey hissettirirdi... Her zaman sır küpü gibi olmayı başarabilirdu. Tek fark bu rolü bugün biraz daha az üstlenmiş olmasıydı. En azından hüzünleri bana ulaşabilmişti.

Belli etmemeye çalışarak yutkundum ve gözlerimi yüzünden çekip ellerine çevirdim. Bana yakın taraftaki elinin parmakları yatak örtüsüne değiyordu. Sonra yavaşça uzandım ve elini tuttum. Aslında buna tam bir tutma denilmezdi çünkü sadece parmaklarımı onun parmaklarının iç kısmına hafifçe kenetlemiştim. Ama en azından aramızda fiziksel bir bağ oluşmuştu.

Bu dokunuş vücudumdaki tüm acıları yok ediyordu. Kalbime ulaşıp damarlarımla dağılıyor, hissettiğim kötü olan her şeye son veriyordu.

Gözlerimi kapattım. Kendimi biraz cesur hissediyordum ve onu yanımda istiyordum. "Siz..." dedim cesaretimin yoğunluğuyla tezat güçsüz sesimle, "Gelmeyecek misiniz?"

Cümlemi bitirdiğimde aldığım ilk cevap sessizlik oldu. Bu birkaç saniye boyunca uzayan bir sessizlikti ama benim zihnimdeki saatte sona ermesi çok uzun sürmüştü. Sonuna konuştu.

"Hayır."

Gözlerimi açtım ve hemen yüzüne baktım. Bunun üzerine o da bakışlarını yüzümden çekip ellerimize çevirdi. "Bu kez değil."

Soluğum sekteye uğradı. Bu kez değil mi? Bu ne demekti?

Sanki sessiz soruma sessiz bir cevap vermek ister gibi elini elimden çekince anladım. Tüm vücudum huzursuzluğa gömülürken hem de... Yanıma gelmeyecekti. Bana bakmamakta ısrar eden gözlerine bakarken bir adım geri attı. Sonra bir adım daha ve ardından yavaşça olduğu yere oturup çıplak sırtını duvara yasladı. Ay ışığını odaya dolduran pencerelerin altındaki duvara... Her hareketini takip ediyordum. Bir dizini kendine çekip dirseğini o dizine dayadığında kalbim tekledi.

Gerçekten de yanıma gelmeyecekti.

Akmak için savaş veren gözyaşlarımı serbest bırakmamak için mücadele ettim. O da anlamıştı bedenimi güçsüz düşürdüğünü. Buradan kalkıp yanına gidecek takatimi yok ettiğini. Ama ona kızgın olmadığımı da anlamasını istedim. Tüm bunları kendi isteğiyle yapmamıştı...

Üzerine güneşin zerrelerinin sindiği, şimdi ay ışığının vurmasıyla gümüşten hâreleri benliğine katan saçlarını eliyle geriye itti. Bu hareketi yaptığında gözümden bir damla yaş süzüldü. Sanırım hiç ona bu kadar yakınken aynı zamanda bu kadar özlemiyle sarmalanmış durumda olmamıştım. Yakın ve uzak kavramları iç içe geçip tüm anlamlarını kaybetmişlerdi şu an...

"Uyu." dedi bunun üzerine. Sesi ifadesiz, hatta kimliksizdi. Ruhumun en derinlerine kadar beni titretirken devam etti. "Söz veriyorum. Bir daha lanet kabuslar görmemek için bu gece uyumayacağım."

Boğazıma bir şeyler düğümlendi.

Demek kabus gördüğü için kriz geçirmişti. Ne gördüğünü bilmek istedim. Onu böyle delirten neydi? İradesini kaybettirip büyük boşluğa bu denli hızla yuvarlanmasına neden olacak ne görmüş olabilirdi?

İçim bedenimdeki sızının on katıyla doldu... Boğazımdaki düğüm çözülmek için sessiz bir hıçkırıkla baskı yaparken dudaklarımı sıkı sıkıya kapattım. Gitmemi istemiyordu, öyle demişti; Ama yanıma da gelmiyordu. Beni korumak istiyordu... Çıkarabileceğim tek sonuç buydu. Beni kendisinden korumaya çalışması ne kötüydü.

Gözlerimi sıkıca kapatıp düşüncelerimi hızla bir kenara itmeye çabaladım. Onun yanımda değil de benden uzakta oluşunu reddetmeye çalıştım. Bu sırada kollarım da savunmasızca omuzlarıma dolanmıştı. Üzerimde örtü olarak hiçbir şey yoktu, belki de üşüyordum. Ama bu ruhumdaki titremeyle boy ölçüşebilecek gibi değildi. Şu an tek istediğim yaşadıklarımızın bir kabus olmasıydı. Bunların hiç yaşanmamış olması ve onun beni göğsüne bastırdığı ana geri dönmemizdi... Uyumaktı istediğim. Çünkü sadece o zaman bu şey tatsız bir gece düşüne dönüşebilirdi ve sadece o zaman yeniden onun kollarında uyanabilirdim.

Huzurdan yoksun bir uykunun acı dolu derinliklerine dalarken üzerime bir şey örtüldü. Bunun gerçekte mi yoksa o uğursuz rüya aleminin içlerinde mi olduğunu ayırt edemedim. Ama belirgin olan bir şey vardı ki o da üşümemin kısa sürede yok olduğuydu. Sıcaklıkla beraber nefes almak istedim.

Zifiri karanlık kadar yoğun mutsuzluk her ne kadar hala benimle olsa da...

**

**

**

Tekrarlı, ama düzensiz bir sesin kulaklarımı istilasıyla uykum bedenimi terk etti.

Neydi bu?

Gözlerimi sanki sesi yok edecekmiş gibi birbirine daha sertçe bastırdım. Bir yandan da göz kapaklarım odaya dolan güneş ışığının hükmüne karşı koymaya çalışıyordu. Sahi, bu kadar güneş ışığının odamda ne işi vardı? Benim odama evin bahçesindeki ağaçlar sayesinde yeteri kadarından fazla güneş hiçbir zaman girmezdi...

Ses yine tekrarlanırken ne olduğunu anlamak için üzerimdeki örtüye biraz daha sarıldıktan sonra kulak kabartmaya devam ettim. Aslında yakından geliyordu. Belki de Kennis bir şeyler yapıyordu.

Ses, bir bıçağın sert yüzeyli bir şeye sürtülmesiyle çıkan o sesi andırıyordu. Ama metal bir şeye gibi değil, daha yumuşak bir şeyeydi...

Bir dakika boyunca uyku ile uyanıklık arasında, bu sesin tam olarak ne olabileceğini düşündükten sonra zihnimde süren saçma tartışma gergin bir nefes sesiyle son buldu. Çünkü en ince ayrıntıma kadar farkına varmıştım ki bu Lord Bruce'un o sıkıntı dolu nefes alıp verme sesiydi. Havanın ciğerlerine ulaştıktan sonra içindeki ruhani sıkıntıya bulanıp tekrar dışarı çıkma sesi...

O tek nefeslik anda kalbim şiddetle çarptı ve anında gözlerimi açtım. Ben Lord Bruce'un odasındaydım! Bu nasıl olurdu da bu kadar zor gelirdi aklıma? Kalbimin şiddetli çarpıntılarının eşliğinde düne ait anılar da birer birer zihnime saplandı.

Kriz...

Felaket bir yağmacı gibi bedenini istila edip iradesini saf dışı bıraktığında Lord Bruce'un gözü hiçbir şey görmez olmuştu. Ama o duruma ait görüntüler yerini hızla, beni yatağına getirdiği; kendisininse sırf beni koruyabilmek için gidip camın önüne oturduğu görüntülere bıraktı. Kalbim yeniden tarif edilemez bir özlemle dolarken tüm bunların aslında kabus olması için kapattığım ama gerçekliğin ta kendisine açtığım gözlerimi odada gezdirdim. Ses arkamdan geliyordu.

Üzerimdeki örtüyü acelesizce kaldırıp yavaş bir şekilde doğruldum ve tam olarak kalkmadan arkamı döndüm.

Lord Bruce yatağın yanındaki bir sandalyede oturuyordu. Tek ayağını yatağın yan tarafında yer alan tahtalardan birine dayamıştı ve sağ dirseğini de o bacağının dizine sabitlemişti. Ben doğrulduğumda hiçbir tepki vermedi. Tüm dikkati eline aldığı küçük, silindir biçimli tahtada ve diğer elindeki bıçaktaydı. Bıçakla tahtaya şekil vermek için uğraşıyordu, ses oradan geliyordu.

Gözlerimi üzerinden çekip bir saniyeliğine odada gezdirdim. Odadaki düne ait dağınıklığın hepsi toplanmıştı. Kırık yatak başlığı bile yoktu. Şaşkınca gözlerimi kırpıştırdım. Genellikle uykum hafif olurdu ama nasıl tüm her şeyi beni uyandırmadan sessizce halledebilmişti? O kadar mı ağırlaşmıştı bugün uykum?

Bakışlarımı yeniden ona çevirdiğimde onun da bana bakıyor olduğunu gördüm. Kalbim belirgin şekilde sarsıldı. Bastırabilmek adına derin bir nefes aldım. Ama garip bir şekilde nefesi düne nazaran neredeyse sorunsuz verdim. Kavruluyormuş gibi hissettiren bir boğaz yoktu, sadece küçük sivri uçlar batırılıyormuş gibi hissettiren bir şeyler vardı.

Bruce'un yeşil gözleri sanki yoğun bir sis perdesinin ardında kalmış gibi bana bakıyordu. Bu bakışlarda çoğunlukla hissizlik hakimdi. Ama ben onun hissizliğinin ardını da görebiliyordum. Bu sıradan bir insanın ilk bakışta seçebileceği bir şey değildi; bu sadece ikimizin arasında olan, açıklamanın mümkün olmadığı bir şeydi.

Bağ gibiydi.

Ve o bağın bugün bana aktardığı, gözlerindeki sis perdesinin ardından gördüğüm şey şuydu: Bruce kesinlikle iyi bir şey yapmaya çalışmış ama bunu yaparken kötü olan başka bir şeye sebep olmuş o insanın suçluluğunu hissediyordu. O sadece huzurla uyumak istemişti. Bunu bozmada bir payım olmasa da onun acı çekmesi benim için katlanılmazdı.

Lord Bruce hiçbir şey söylemeden ayağını dayadığı yerden indirip yavaşça sandalyesinden kalktığında düşüncelerim bir ara tekrar ziyaret etmek üzere dağıldı. Arkasını dönüp kapı tarafındaki çekmeceye doğru yürürken gözlerimi bir saniye bile üzerinden ayırmadım. Uzanıp çekmecenin üzerindeki katlı kumaşı alıp elindeki çakı benzeri bıçağı ve tahtayı oraya bıraktıktan sonra geri döndü ve acelesiz adımlarla bana doğru yürüdü. Üç adımda tekrar eski yerine gelmişti.

"Bunu giy." diyerek elindekini uzattı. Yüzüne sabitlenmiş bakışlarımı eline indirdim. Bir elbiseydi.

Güçsüz kollarımdan birini kaldırıp elbiseyi aldım ve kucağıma koyduktan sonra yeniden yüzüne çevirdim bakışlarımı. Yüzü bu sabah hiç görmediğim kadar gölgeliydi. Saçları da dünkü kadar dağınık değildi.

Üzerinde avcı kıyafetlerinden biri vardı. Sanırım yine ormana gidecekti...

Derin sessizliğimiz odayı sararken tekrar kucağımdaki elbiseye baktım. Koyu mavi kumaş gösterişsiz ama yine de güzeldi, tam benim sevdiğim türdendi. Ama neden bana yeni bir elbise vermek istemişti? Sorup sormamam gerektiği konusunda kararsızlık içinde mücadele ederken aklıma kendi elbisemin dün biraz yırtıldığı geldi. Bunu sanki bana biri hatırlatmış gibi kaşlarımı kaldırdım. Acaba bu durum da onu fazladan üzmüş müydü?

Kapının açılma sesiyle irkildim ve bakışlarımı oraya çevirdim. Bir eli kapının kolunda olan Bruce'un arkası bana dönüktü. Gidiyordu.

Tam odanın dışına adım atacakken yatağımda biraz daha doğruldum ve seslendim. "Lordum..." Sesim heyecanlı fakat yine de güçsüz çıkmıştı. İçinde bir yerlerde bolca da tereddüt gizliydi. Ama yine de Bruce'u durdurmaya yetmişti.

Önünü dönmeden sessizce ne söyleyeceğimi bekledi birkaç saniye. Sorun şuydu ki, benim ne söyleyeceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Sadece gidişini durdurmak için seslenmiştim. Söyleyecek bir şey bulmak adına etrafa bakınırken benim yerime o konuştu.

"Gitmeyeceğim. Kapıdayım."

Minik bir rahatlama eşliğinde kalbim çarparken omuzlarımı da düşürdüm. Belki de biraz gülümsemiştim bile... Ne istediğimi ben söylemeden anlamıştı. Hiçbir şey söylemeden gitmeyecek olması tarif edilemeyecek kadar güzel bir histi.

Bunu söyleyip kapıyı arkasından çekmesinin hemen ardından yataktan kalktım. Özellikle boynumda ve dizlerimde belirgin bir ağrı vardı, onlar pek hafiflememişti ama aldırış etmemeye çalıştım. Bir an evvel üzerimdeki giysiyi çıkarıp boynuma baktım. Görünürde hafif sararmalardan başka bir şey yoktu. Zaten benim morluklarım da bir iki gün sonra kendini gösterirdi. Bu da neden ağrıdığını ama hiç morluk olmadığını açıklıyordu.

Oyalanmadan Lord Bruce'un verdiği elbiseyi de giydim ve kendi etek kısmı belden yırtılmış elbisemi daha sonra atmak üzere katlayıp elime aldım. Giyerken fark ettiğim diğer bir şey elbisenin boyun kısmının oldukça kapalı olduğuydu. Yani şatoda giydiğimiz elbiseler en azından köprücük kemiğimizi açıkta bırakacak kadar bir yaka kesimine sahip olurdu. Ama bunun boğaz kısmının aşağısından başlayan yere kadarı dantelle kapatılmıştı. Aslında kötü durmuyordu, hatta oldukça güzel bir elbiseydi. Ve bu ayrıntıyı boynumdaki dünden kalma hafif morlukları göstermemesi için bilerek seçtiğini düşündüm.

Elbise işini hallettikten sonra saçlarımı düzeltebileceğim bir ayna var mı diye etrafa göz gezdirdim ama odada hiç ayna yoktu. Neden odasında hiç ayna bulundurmadığı sorusu da onunla ilgili merak ettiğim diğer şeyler listesine eklenmiş oldu böylece. Yine de onu daha fazla bekletmemek için saçlarımı ellerimle taramaya çalışıp kapıya doğru ilerledim.

Odadan çıktığımda hemen kapının yanına, duvara omzunu dayamış bir şekilde buldum onu. Gözleri kısaca elbisemde gezindikten sonra omzunu duvardan ayırıp doğruldu. Çok kısa bir süre sadece bir şey söylemesini bekledim.

Ama hiçbir şey söylemeden koridorun sonuna doğru yürümeye başladı. Adımları ne yavaş ne de hızlıydı. Bu beni takip et demekti. Çok geçmeden zaten yanına düştüm. Son bir şeyler söylemek istiyordum, birazdan o ormanın derinliklerine dalacak ben de mutfakta baş aşçının yağdırdığı emirlere koşmak zorunda olacaktım. Üstelik onu şu an bile fazlasıyla özlüyordum.

Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Sol tarafımda, gözlerini koridorun sonuna dikmiş yürüyordu. İlk kez benden gözlerini bilerek kaçırdığını hissettim. O bana her zaman cüretkârca bakardı. Birden bu, içimde bir şeylerin alev almasına neden oldu... Öyle ki zihnimi de beraberinde telaşa sürükledi. Eğer şimdi ondan hiç konuşmadan ayrılırsam biliyordum ki bir daha bana hiç yaklaşmayacaktı.

Bir daha beni hiçbir şeyden kurtarmayacaktı...

Bu düşüncenin içimde parçalara ayrıldığını ve dokunduğu her yeri kanattığını hissettim. Aynı anda adımlarım sonlandı, olduğum yerde kaldım. O da birkaç adım gittikten sonra durdu ve yavaşça arkasını dönüp gözlerini üzerime çevirdi. Bakışlarında soru yoktu; bunun yerine bolca karmaşa vardı.

Kaç saniye içimdeki alevin telaşında gözlerine baktım bilmiyorum ama iyi olan tek şey onun da gözlerini çekmemiş olmasıydı. Şimdi sözlere ihtiyacımız yoktu.

Kararlı ama ağır adımlarla ona doğru yürüdüm. Tam önüne geldiğimde artık yeşilleri ile bağımı koparmamak için kafamı kaldırmam gerekmişti. Sonra ellerim benden bağımsız bir şekilde kalktı ve yanaklarına uzandı. Tamamen içimdeki alev yönetiyordu şu an beni, karamsar kesiklerim her yerdeydi. Ellerim yanaklarına değince burnundan hafif bir nefes verdi Bruce. Bunun üzerine ayaklarım üzerinde yükseldim ve aynı anda yüzünü yavaşça yüzüme doğru çektim. Hiç karşı koymadan uydu ellerimin güçsüz çekimine; giderek yaklaştı.

Dün öpücüğüm yarım kalmıştı. Belki bugün tamamlardım... Ama içimden bir ses bunu şimdi yapmamamı söylüyordu. Bunun üzerine gözlerimi kapattım ve nefesini yüzümde hissettiğimde dudaklarımı dudaklarının kenarına dokundurup hafifçe öptüm. Tüm vücudum bu temasın etkisiyle titredi. Kalbim dahi atmayı bırakmış gibi oldu; öyle ki bütün hislerim ellerimde, en fazla da dudaklarımda toplanmıştı.

Bu yarım öpücükte benim ondan isteyebileceğim her şey vardı. Gitmemesi, kendini uzak tutmaması, üzülmemesi... Tıpkı tenine temas ettiğim her noktamda aslında ağır bir bırakılma korkusunun hakim olması gibi.

Çünkü dudaklarımın onun dudaklarının kenarına değdiği o yerde biz vardık...

Bu yüzden ellerimle tutuşumu gevşetip dudaklarımı ait oldukları yerden ayırdıktan sonra alnımı çenesine dayadığımda gözlerimi açmadan fısıldadım.

"Bizi bırakma..."

Continue Reading

You'll Also Like

4.5K 236 38
Bir tekfur kızı ve Beyoğlu
5.9K 415 6
Algon
AŞK-I DERUN By 👑

Historical Fiction

7.7K 603 18
Büyük bir sevda ile bir araya gelen iki gönlün büyük imtihanları. Kuruluş Osman karakterlerinden alınmıştır. Algon sevdasını birde kendi hikayelerimi...
148K 6.2K 40
Sesiz bir ağıt yaktı genç kız yaşamına ve yaşayacaklarına. Onun adı olmuştu zaten uğursuz ama kızın bir suçu yoktu ki onun kaderi böyleydi. Adam içi...