Satılık erkek

By aykirihikayeler

2.2M 46.3K 16.3K

Fahişeler. Parayı basarsın, altına alırsın, becerirsin. Yüzüne bakmadan çekip gidersin. Beğenirsen, tekrar ge... More

TANITIM 1
TANITIM 2
BÖLÜM 1
BÖLÜM 2
BÖLÜM 3
BÖLÜM 4
BÖLÜM 5
BÖLÜM 6
BÖLÜM 7
BÖLÜM 8
BÖLÜM 9
BÖLÜM 10
BÖLÜM 11
BÖLÜM 12
BÖLÜM 13
BÖLÜM 14
BÖLÜM 15
BÖLÜM 16
BÖLÜM 17
BÖLÜM 18
BÖLÜM 19
BÖLÜM 20
BÖLÜM 21
BÖLÜM 22
BÖLÜM 23
BÖLÜM 24
BÖLÜM 25
BÖLÜM 26
BÖLÜM 27
BÖLÜM 28
BÖLÜM 29
BÖLÜM 30
BÖLÜM 31
Satılık Erkek-Okuyucularına
BÖLÜM 32
BÖLÜM 33
BÖLÜM 34
BÖLÜM 35
BÖLÜM 36
BÖLÜM 37
BÖLÜM 38
BÖLÜM 39
BÖLÜM 40
BÖLÜM 42
BÖLÜM 43
BÖLÜM 44
BÖLÜM 45
BÖLÜM 46
Bölüm 47
Bölüm 48
Bölüm 49
Bölüm 50
Bölüm 51
Bölüm 52
Bölüm 53
Bölüm 54
FİNAL
Özel Bölüm

BÖLÜM 41

17.6K 428 110
By aykirihikayeler

Keyifli okumalar!
__

Mert gittikten sonra bende fazla kalmamıştım yatta. Demirden beni bırakmasını rica etmiştim, o da beni kırmayıp isteğimi yerine getirmişti.
Pansiyonun önüne geldiğimizde nasıl gitmem gerektiğini bilememiştim.
Ona sarılmalımıydım, elimi mi vermeliydim, ne yapmalıydım, bilememiş ve sonunda sadece teşekkür edip arabadan çıkmıştım. O da hemen peşimden inmişti.
"Emir." diye seslenmişti.
"Efendim?"
"Bu akşam yine gezeriz değil mi?"
"Bilmiyorum. Bu akşam pansiyonda kalsam daha iyi sanırım."
"Ben sana yazarım." dedi ve gülümseyerek arabasına bindi. Ben pansiyona girdikten sonra gaza basarak uzaklaştı.

"Bir çıktın, pir çıktın." diyerek güldü Salim abi. Burada olduğunu görmediğim için bir an ürksemde bende güldüm.
"Gezdik biraz ya."
"Mutlusun ya, önemli olan o."
"Eyvallah." dedim ve ekledim. "Abi bana kızmıyorsun inşallah. Borcum borç. Ödeyeceğim."
"Bende seninle o konuyu konuşacaktım." dediğinde korkmuştum. 'Tamam, pansiyondan kovuldum.' diye düşünürken "Sana iş teklif edecektim." deyiverdi birden.

"Ne işi?"
"Özel bir şey değil ama kabul edersen beni mutlu edersin. Malum, benim yaş ilerledi. Pansiyon da yıkıldı yıkılacak. Artık işlere tek başıma yetişemiyorum. Diyorum ki, benim yanımda çalışmak ister misin?"

Ne diyeceğimi bilememiştim. Belki sadece yıkık dökük bir pansiyondu ama benim şu an en ufak bir iş teklifini bile değerlendirmek zorundaydım. Üç kuruşum yoktu.

"Parayı konuşuruz. Kaldığın oda senin olur. Yani kira sorunun falan da olmaz."
"Abi bu teklife hayır deme imkânım yok zaten. Para önemli değil, yeter ki kalacak bir yerim olsun."
"Yok öyle! Paraya ihtiyacın var. Hakkın neyse veririm. Hem belki okuluna başlarsın tekrar." dedi.
Artık üstüne para bile verseler dönmezdim o okula. Fazla kötü hatıram vardı.
"Allah razı olsun, abim." dedim ve bir sorunu çözmüş olmanın verdiği mutlulukla odama çıktım.
Biriyle paylaşmak istiyordum bu mutluluğu ama yalnızdım. Aslında yalnız değildim ama istediğim kişiler yoktu yanımda. Kıvanç yoktu. Masal yoktu. Mert yoktu.
En çokta Masal tütüyordu burnumda. Çok uzun zaman olmuştu artık. Onun için girmiştim bu işlere. Ama şimdi rahat rahat göremiyordum bile. Yalnızdım işte.

Son çare Demiri aradım.

"Efendim?" diyerek çıktı telefona.
"Naber?" Çok bencil durmak istemiyordum. Kibarlık olsun diye hal hatır sormuştum.
"İyi, ne olsun? Ayrılalı bir kaç dakika oldu. Özledin mi, hayırdır?" diye sordu gülerek.
"Bir şey paylaşmak istedim sadece."
"Neymiş o paylaşacağın şey?"
"İş buldum."
"Vay! Ne işi? Ne ara buldun? Çok sevindim senin adına."
"Pansiyonda çalışacağım."
"Pansiyonda? Salim abinin yanında mı?"
"Aynen."
"Bunu yapmak istediğine emin misin? Senin seviyenin çok altında bir iş."
"Hiç bir iş tecrübem olmadı. Üniversite mezunu değilim. Benim seviyem belli."
"Nasıl iş tecrüben olmadı? Kardeşlerine baktığını söyledin. Çalışmadın mı?"

Kendime küfür ettim. İllâ bir yerde pot kıracaktım.
"Çalıştım. Ama garson olarak. Yani buradaki işimden çok daha iyi bir iş değildi. Hem burada çalışırsam kira ödememe gerek kalmayacak."
"Bilmiyorum. Bence tekrar düşün. Daha iyi bir iş bulabilirsin." dedi.
"Teşekkür ederim, Demir. Sevincimi paylaştığın için sana minnettarım. Görüşürüz!" deyip telefonu kapattım. "Emir, dur." diye itirazlarına rağmen.
Ben sevincimi paylaşmak için aramıştım o ise işimi kötüleyip duruyordu. Bir şirkette CEO falan olmamımı bekliyordu? Sevincim kursağımda kalmıştı.

Ben kapattıktan hemen sonra telefonum çaldı. Demirin aradığını biliyordum, en azından bildiğimi sanıyordum.
Sinirle "Ne var?" diye çıktım telefona.
"Ben Gül. Konuşabileceğimizi söylemiştin." dedi masum bir sesle. Sinirimden korkmuştu sanırım.
"O, Gül teyze. Kusura bakma. Tabii, konuşalım. Ne zaman?" Telefonla konuşurken odada tur atıyordum.
"Hemen şimdi olsa olur mu? Kötüyüm."
"Tabii. Nereye geleyim?"
"Sen gelme. Adresini ver, ben gelirim." diye teklif etti ama ben kimseyi bu kokmuş odada ağırlamak istemiyordum.
"Ben gelsem daha iyi. Pansiyonda kalıyorum, pek güzel olduğu söylenemez." Telefonu kulağım ile omuzum arasına sıkıştırdım ve birden aşırı kaşınmaya başlayan sağ kolumu kaşımaya başladım.
"Yok, lütfen. Hava almaya ihtiyacım var. Senin için sorun değilse, geleyim ben."
"Peki." dedim ve adresimi mesaj attım.

Sanırım rahat rahat dertleşebileceğim tek insan Gül teyzeydi. Demirle sevincimi bile paylaşamazken, kendimi anlatmam imkansızdı. Başka da kimsem yoktu zaten. Ha, birde Salim abi vardı ama benim önceden fahişelik yaptığımı bilse, sevdiğim adamı aldattığımı bilse, bir çok kişinin ölümüne sebep olduğumu bilse, eminim hoş karşılamazdı.
Gül teyze benim önceden ne olduğumu ve bir çok yönümü biliyordu zaten. Daha kötü yanlarımı ona anlatabilirdim. Anlatırken utanabilirdin ama o gösterebileceği kadar tepkiyi mezar başında göstermişti zaten.

Not defterimi çıkardım yine ortaya ve içimden gelenleri yazdım Kıvança.

"Gül teyzeye anlatacağım seni. Sana açıklayamadıklarımı ona açıklarım belki. Tıpkı beni bıraktığın için sana vurmak isterken duvara vurduğum gibi. Sana söylemek istediklerimi buraya yazdığım gibi. Senle yaşamak istediklerimi, başkalarıyla yaşamaya zorluyorsun beni. Yapmasaydın keşke.
Belki başkasıyla da gülerim. Başkasıyla da ağlarım. Gezerim, konuşurum. Her şeyi yaparım ama senden başkasına aşık olmam, olamam. Bunu bil."

Defteri kapattım ve kaldırdım. Kıvança söyleyemediklerimi buraya yazmak rahatlatıyordu beni. İçimdeki duyguları döküyordum. Onu o kadar çok özlüyordum ki. Yaşamadıklarımız canımı çok yakıyordu. Onunla gülmek varken ayrı ayrı ağlamak yapabileceğimiz en saçma şeydi.

Fazla zaman geçmeden Gül teyze odamın kapısına vurmuştu. Kalkıp kapıyı açtım ve karşımda dertlerden saçları beyazlamış, omuzları çökmüş ama ona rağmen gülümsemeye çalışan Gül teyzeyi gördüm. Yaşına göre fazla buruşmuş ellerine tatlı paketi duruyordu. Geleceği için odamı toplayabildiğim kadar toplamıştım ama ona rağmen durumumdan utanıyordum. Onu başka bir yerde, daha güzel ve özen gösterilmiş bir yerde ağırlamak isterdim.

"Hoşgeldin." diyerek elindeki tatlıyı aldım ve kapıyı sonuna kadar açarak onu içeri buyurdum.
"Hoşbulduk, yavrum." demesiyle içimde bir sıcaklık yayılmıştı. Annem gibi hissettirmişti. Uzun zamandır hasretini çektiğim bir sevgi sözcüğüydü.
"Kusura bakma, odam yıkık dökük."
"Yok, canım." dedi ve odanın köşesinde duran tahta masanın yanındaki iki sandalyeden birine oturdu. Bana böyle iyi davranabilmesi beni inanılmaz mutlu ediyordu. Sonuçta oğlunu koruyamamıştım.
Ben, bana kızmasına bile hak verirken o fırsat buldukça mezarlıktaki çıkışı yüzünden özür diliyordu. Kocasına kızması gerektiği halde bana kızdığını ve bunun yanlış olduğunu vurguluyordu.
Getirdiği tatlı paketini açtım ve etrafı saran o güzel baklava kokusuyla ağzım sulandı.
"Çatala gerek varmı?" diye sordum. 'Hayır' demesini umuyordum çünkü Salim abiden çatal istemek istemiyordum şu an. Anında baklavaya gömülmek istiyordum.
"Yo." diye karşılık verdi ve ilk tatlıyı o attı ağızına. Bende onu taklit ederek köşeden aldığım bi parçayı ağızıma götürdüm. Tadı mükemmeldi!
"İyi geldi bu." dedim ağızımın dolu olmasına rağmen.
"Afiyet bal şeker olsun!" dedi ve daha fazla yemek istemediğini işaret ederek paketi tamamen önüme koydu.

"Ben seninle biraz dertleşmeye geldim aslında. Geçen mezarlıktada biraz anlattın ama bana oğlumu anlatmanı istiyorum. Son anlarını yani. Çokmu korktu. Acı çektimi fazla?" diye sordu. Çektiği acı yüzünden okunuyordu.
Ona gerçekleri nasıl söylerdim ki? Yangından zehirlendiğini, hastanede yattığını. Bizi orada bulduklarında nasıl büyük bir korkuya kapıldığını nasıl söylerdim? Oğlunun son anlarında ne kadar acı çektiğini ona söyleyemezdim. Ama ona oğlunun cesaretini anlatabilirdim. Beni vurduklarında kaçmak yerine nasıl da her şeye rağmen yanımdan ayrılmadığını, bir kaç saniye de olsa ölümden kaçmayı bıraktığını ona söyleyebilirdim.
"Oğlun, Hüseyin, çok cesurdu son anlarında. Birlikte kaçıyorduk. Şimdi söyleyeceklerimden dolayı belki bana yine kızacaksın ama ben bunu oğlunun ne kadar cesur ve korkusuz olduğunu anla diye anlatıyorum. Biz kaçarken birlikte, beni vurdular." dedim ve onun yüz ifadesine baktım. Acı bir şey duyacaktı. Oğlunun ölümünü anlatıyordum, bu yeterince acıydı zaten.
"Ona kaçmasını söyledim. Gitmesi gerektiğini, kaçabileceğini söyledim. Ama o her şeye rağmen yanımda kaldı ve kaçmadı. Ölümle yüzleşti. Korkmadı. Çok cesurdu. Beni orada korumak için kaldı." diye ekledim ve ellerini tuttum. Ona güç vermeliydim. Çoktan ağlıyordu.
"O garip yavrum hep öyleydi, biliyor musun?" Gülümsedi, göz yaşlarına rağmen.
"Babası içip, içip gelirdi eve. Evi bir birine katar, beni döverdi. İçince bam başka biri olurdu. Sanki canavarlaşıyordu, önüne çıkanı yıkar geçerdi. Aklı olan kaçardı. Ama ben nereye kaçayım? Karısıyım sonuçta. Bana el kaldırdığı her gece Hüseyin dururdu önüne. Bir Hüseyine vururdu, bir bana. Yavrum dayak yiye yiye büyüdü." dedi ve sonunda benide ağlatmayı başardı.

"Sonra kocam yorulur, yatardı. Bizde yerde kalırdık öyle. 'Niye duruyorsun önüne, öylede böylede vuruyor. Bari seni dövmesin.' derdim. O ne derdi biliyor musun?" diye sordu ve bir kaç saniye bekledi.
Boştaki elimin tersiyle göz yaşlarımı sildim yanaklarımdan ve kafamı 'Hayır.' anlamında salladım.
"'Olsun, sana iki vuracağına, bir vuruyor.' derdi. Yavrum hep başkalarını korumak isterdi. Senide, benide korumuş. Ama biz onu koruyamadık. Hele ben. Her gece benim için karşısına dikildiği canavarın karşısına bir kerede ben dikilemedim evlâdım için. Bir kere 'Yeter artık, ne istiyorsun oğlumdan!" diye haykıramadım." dedi. Çok suçlu hissediyordu. Oysa suçlu hissetmesi gereken kişi Hüseyinin babasıydı.
"Şimdi sen söyle, Emir. Ben analık görevimi yerine getirebildim mi?" Tuttuğum elini çekti ve iki eliylede yüzünü kapatıp ağlamaya başladı. Bir şey demedim ve başımı omuzuna yasladım.
Çok acı vericiydi.
Sakinleştikten sonra biraz daha konuştuk. Ona önceden neden fahişelik yaptığımı ve nasıl bıraktığımı anlattım. Beni kurtaran adamın oğlunu ayarttığımı ve onun babasını, yani beni kurtaran adamı öldürmesine sebep olduğunu bile anlatmıştım. Utana sıkıla konuşmuştum ama o benim kötü niyetli olmadığımı bildiği için beni daha fazla utandıracak tepkiler göstermemişti.

"Artık bol bol gelirim ben." diyerek sarıldı Gül teyze bana. Bende aynı şekilde ona sarıldım ve özlediğim anne kokusunu soludum. Artık bir annem varmış gibi hissediyordum. Başım sıkıştığında koşabileceğim, sığınabileceğim bir annem vardı. Sorunum olduğunda benimle birlikte çözüm üretebilecek ve beni olduğum gibi bilen bir anne.
"Her zaman beklerim. Hiç çekinme, bak!" diye tembihledim ve gittikten sonra kapıyı arkasından kapattım. Onu dertlerine rağmen mutlu gönderebilmek iyi gelmişti.
Bende iyi gibiydim. Dik duruyordum. Gülümsüyordum. Direniyordum.

Kendimi yatağıma attığımda telefonumun titrediğini hissettim. Çıkardım ve Demirin beni aradığını gördüm. Mutlu olmam gerekiyordu sanırım. Yanımda olan tek arkadaşım benimle fazlasıyla ilgileniyordu.

"Efendim?"
"Bu akşam için hazır mısın?" diye sordu heyecanla. Sanki bugün ona kızıp, yüzüne telefon kapatmamışım gibi davranıyordu. Bu hoşuma gitmişti sanırım.
"Tam olarak ne için?"
"Derbiye iki biletim var!" dedi büyük bir mutlulukla.
"Ne derbisi?" Her şeyden habersizdim ve kendimi orta çağda yaşıyormuş gibi hissediyordum.
"Sen fanatik beşiktaşlı değil miydin?"
"Öyleyim."
"Öylesin ama bugün ki Beşiktaş - Fenerbahçe derbisinden haberin yok?"
"Aslında bakarsan, bugünün hangi gün olduğundan bile haberim yok." dedim gülerek. Son günlerde maç düşünecek halim kalmamıştı.
"Bugün pazar ve senle ben derbiye gideceğiz. Hazırlan, seni birazdan alacağım."

İtiraz etmeme gerek var mıydı? Kabul etmeyeceğini biliyordum ve bende artık tamamen kurtulmak istiyordum 7 çocuklu dul modundan.
Valizimden Beşiktaş formamı çıkardığımda 7 çocuklu duldan daha beter bir ruh haline bürünmüştüm.
Bu formayı bana Kıvanç almıştı. Onunla birlikte maç izlemeye gittiğimizde giyinmiştim.
Bana fanatiklik tohumlarını ilk ektiği zamanları hatırlıyordum. Sırf ona daha yakın olabilmek için, onunla daha fazla şey konuşabilmek için fanatik olmaya başladığım günleri.

"Seninle resmen kardeş gibi olduk ama daha hangi takımı tuttuğunu bile bilmiyorum." diye sokakta omuz omuza yürürken oluşan sessizliği bozmuştu Kıvanç.
"Aslında takım tutmam ama babam Beşiktaşlıydı, o yüzden bende takım sorarlarsa Beşiktalıyım diyorum. Sen?" diye karşılık vermiştim. O kadar iyi hatırlıyordum ki. Aslında onunla yaşadığım her anı kazımıştım hafızama ve unutamıyordum. İyi bir hafıza güzel bir şeydi ama hatırladığınız şey canınızı yakıyorsa bu durum iyi olmaktan çıkıyordu.
"Ben fanatik beşiktaşlıyım, oğlum!" demişti Kıvanç büyük bir tutkuyla.
"Vallahmı?"
"Tabii lan." deyip sokağın ortasında birden Beşiktaşın tezahüratlarını bağırmaya başladığında neye uğradığımı şaşırmıştım.
"N'apıyorsun, bağırma." dememe rağmen beni dinlememiş, devam etmişti.
"Delirmişsin sen." demiştim, yüzümde bir gülümsemeyle.
"Senide fanatik yapacağım, bak gör sen." derken onu hayranlıkla izlemiştim.
Ama beni fanatik yapmıştı. Başarmıştı. Tıpkı ona âşık olmamı başardığı gibi!

Gerçekten herşeyi unutturduğunu ve bana iyi geldiğini düşünüyordum o zamanlar. Hastalanmış ve yatağa düşmüş biriydim ve o ilacımdı. Ama artık beni hastalandıran oydu ve ben ilaçsız kalmıştım! Ya bir ilaç bulacaktım, yada ölecektim. Seçim benimdi!

İlaç bulmaktan yanaydım! Formayı daha fazla bir şey düşünmeden üstüme geçirdim ve valizimi kenara koydum.
Kendimi rahatlıkla yatağa attım ve derin bir 'Of.' çektim.
Bu maça Kıvançla gitmek varken Demirle gidiyordum. Çok garipti! Bir ay öncesine kadar Demir diye birini tanımıyordum ve Kıvançla mutluydum. Kardeşlerim yanımda ve ben zenginlik içinde yaşıyordum.
Artık öyle değildi ve ben buna alışmak zorundaydım.
Defterimi tekrar çıkardım sakladığım yerden ve Kıvançla 'konuşma' kararı aldım.

Bir kaç şey yazdığım sayfaları hızlı hızlı geçtim ve boş bir sayfa bulduğumda yazmaya başladım. Bugün ikinci kez yazacaktım.

"Bana aldığın formayı giydim. Daha sen üstümde doya doya göremeden, başkaları görecek. Acıyorum ikimizede. Ben seninle maçta bas bas bağırıp, ertesi gün sesim çıkmadığı için sana kızmak isterken, başkaları ile gidiyorum maça. Seninle yaşamak istediğim o kadar çok şey vardı ki. Artık hepsi kursağımda. Sen gibi, aşkımız gibi."

Bugünlük içimi boşaltmıştım. Gerçekten, ne zaman bu defteri elime alıp bir kaç satır yazsam sanki roman yazmış gibi hissediyordum. En küçük harfle bile tüm derdimi anlatmış gibi oluyordum ama nedense yazdıkça yazasım geliyordu. Sanki tüm derdimi anlattıktan sonra yeni dertler ekleniyordu ve onlarıda anlatmam gerekiyordu. Bana kalsa tüm gün bu deftere bir şeyler karalamak isterdim ama olmuyordu.
Defteri kapatıp aldığım yere koydum ve masanın üzerinde duran anahtarı cebime atıp odadan çıktım.

Merdivenleri normal adımlarla inerken Salim abinin yukarı çıktığını gördüm. O da beni fark ettiğinde yavaşladı ve gülen bir yüzle "Nereye?" diye sordu.
"Maça." dedim aynı neşeyle.
"Anladım. Yarın sabah erkenden aşağı gel, olur mu?"
"Olur, abi." dedim ve yoluma devam ettim. Yarın iş başı yapacaktım sanırım ve bu beni inanılmaz mutlu yapıyordu.
Pansiyonun önüne geldiğimde Demir henüz gelmediği için kaldırım taşına oturdum ve beklemeye başladım. Ne kadar beklemem gerektiğini ve bu sırada ne yapacağımı bilmiyordum. Susadığımı fark ettim ve kaldırımdan kalkıp bir kaç metre ötedeki bakkaldan elma suyu almaya gittim.
Önüme bakmadan, bir yandan elimdeki elma suyu şişesini açmaya çalışıp, diğer yandan biraz önce oturduğum yere yürürken önüme çıkan direği son anda fark edip durabilmiştim. Kendi kendime gülüp yine aynı şekilde yoluma devam edince bu sefer küçük felaketi önleyememiştim.
Demir hızlı bir şekilde arabasını hemen önüme park edip, kornaya basınca, ezileceğim korkusuyla elimdeki elma suyunu düşürmüştüm ve düşerken çok fazla olmasa bile, her yanımı yapış yapış etmeye yetecek kadar üstüme dökülmüştü.
"Ha siktir." diye mırıldandım ve yere düşürdüğüm şişemi kaldırdım. Demir de arabadan inip yanıma gelmişti.
"Özür dilerim, ya."
"Sorun değil." dedim ama sorundu. Formama gelmişti!
"Hemen değiştir üstünü yukarıda istersen."
"Temiz eşyam yok. Yatta vardı eşyam. Geçen değiştirmiştim ya."
"Doğru. Zaten benimde uğramam gerekiyordu. Hadi, atla!" dedi ve bir saniye bile kaybetmeden arabaya bindi. Bende peşinden bindim.

Buruk bir sevinç yaşıyordum. Zaten tüm sevinçlerim buruktı ama ben buna bile razıydım. Sanırım şükür etmeyi öğrenmeye başlamıştım. Buruk sevinçleri bile kabul ediyor ve daha kötüsü olmadığına seviniyordum. Tamda olması gerektiği gibi!

Paramda yoktu. Evim bile yoktu. Ama ben yavaş yavaş mutlu olmaya başlıyor gibiydim. Hiç bir zaman tam anlamıyla mutlu olamayacaktım, çünkü Kıvanç yoktu ama onsuz sandığımdan daha mutlu olmayı başarıyor gibiydim. En azından tüm o zenginlikler arasında olduğumdan daha mutluydum ve asıl zenginliğin bu olduğuna emin gibiydim.

"Tahminler neler?" diye sordu Demir ve bakışlarını bir saniye yoldan ayırıp bana çevirdi.
"Ciddi misin? Bu şey gibi oldu ya. Barcelona ve Mardinspor maçını hangi takım kazanır diye sormuşsun gibi." Camı açmıştı, bende sağ kolumu camdan sarkıtıp, kafamı geriyr yaslamıştım. Fazlasıyla havalı duruyordum.
"Sanırım bu durumda Barcelona Fenerbahçeyi temsil ediyor?" diye sordu inadına. Aklınca dalga geçiyordu.
"Çok komik. Seni çılgın şempanze." dedim aşırı duygusuz bir ses tonuyla.
"Çok yaratıcı, gerçekten." diyerek güldü.

Araba durduğunda camdan baktım ve marinaya vardığımızı fark ettim. Kapımı açıp temiz havayı soluduğumda daha bir mutlu olmuştum.

"Çabuk hareket edelim. Geç kalıp, maçın başını kaçırmak istemeyiz, değil mi?" diye uyardı Demir ve koşar adımlarla ilerledi.

"Tamam." dedim ve ona rağmen hızlanmadım.

"Bir şey içecek misin?" Demir buz dolabının başına geçmişti ve içecek bir şeyler arıyordu.
"Yok, teşekkür ederim ama ben kısa bir duş alsam olur mu? Her yerim yapış yapış."
"Tabii. Eşyaların geçen ki kamarada."
"Tamam." dedim ve eşyalarımı alıp duşa girdim. Ben girer girmez Demire bir telefon gelmişti ama ben akan su sesinden dolayı onun söylediklerini duyamıyordum. Sırf onu dinleyebilmek için suyu kapatmakta bana yanlış geldiği için hiç aldırmadan bir kaç kez şampuanlandım.
Su iyi geliyordu, kesinlikle! Aslında artık yavaş yavaş çıkmam gerekiyordu ama su beni hapsetmişti sanki. Tüm yorgunluğumu alıyordu!
Bir kez daha şampuanladım tüm vücudumu ve ardından suyun tüm şampuanı silmesine izin verdim.
Suyu kapattım ve etrafı süzdüm bir havlu bulabilmek için ama görememiştim. Havlu yoktu.
"Nasıl bir malım ben?" diye sordum kendi kendime ve kapıya kadar her yeri ıslatarak yürüdüm. Kapıyı araladım ve sadece kafam ve çıplak göğüsüm görünecek kadar dışarı çıktım.
"Demir? Havlu varmı?" diye sormaya kalmadan Demir "Misafirlerimiz var!" diye bağırdı.
Kendi kendime "Misafirmi?" diye sorarken Kıvanç ve Merti gördüm. Aynı şekilde onlarda beni görmüştü. "Kahretsin!" diye bağırmak istesemde hiç bir şey demeden hemen duşa geri girdim.
Beni bu halde görmesi çok kötü olmuştu. Yanlış anlaşılmaya çok müsait bir durumdaydım ve Kıvançın Kaandan sonra hakkımda ne düşündüğünü bilmek bile istemiyordum zaten.
Kısa bir süre sonra Demir yaklaştı kapıya ve "Havlu sağ taraftaki dolapta." dedi. Ben 'Tamam.' diyemeden gitmişti bile.
Dolaptan bir havlu aldım ve her yeri daha fazla ıslatmamak adına ilk önce vücudumu, ardından saçımı kuruladım. Yeterince kuru olduğumu düşündüğümde boxerımı bir bacağımdan geçirdim ve söylenmeye başladım.
"Nasıl bir salaksın ya! Hayır, önce bir bak." dedim ve ikinci bacağımıda geçirdim.
"İllâ bir pot kıracaksın!" derken boxerı yukarı çektim.
Ardından pantalonumu giydim ve yine ofladım. Kendi kendime kızıyordum hâlâ.

Askıya astığım T-Shirti aldım ve üstüme geçirdim.
Utana sıkıla çıktım dışarı. Kıvanç duygularını kestiremediğim bir ifadeyle duvara yaslanmış, Mert ise sandalyeye oturmuş ve kafasını kollarının arasına gömmüştü. Demir gülümseyerek bana bakıyordu.

"Beşiktaş formanı makineye atsaydın. Yıkansın." dedi ve elindeki sudan bir yudum aldı.
Anında gözüm bana bakan Kıvança kaydı. Hayal kırıklığı sezmiştim sanki.

"Bir şeymi oldu?" diye sordum Kıvançla göz göze gelmekten korkarken.
"Melisa çocuğa bakmak istemiyormuş. Kendini buna hazır hissetmediğini söylüyor." dedi Mert hiç tereddüt etmeden. Başını kolunun arasından kaldırmıştı ve çaresiz bakışlarla bana bakıyordu.
"Yani?"
"Tek başıma nasıl bakacağım çocuğa?"
"Gel sen benimle. Dışarıda konuşalım biraz." dedim ve Merti kolundan tutup ana güverteye çıkardım. Niyetim hem sorununu halletmek, hem Kıvançı neden buraya getirdiğini sormaktı. Hesap soracaktım.

"Anlat, bakalım. Melisa bebeği istemiyor. Bu senin için ne demek oluyor?"
"Tek başıma nasıl bakacağım?"
"Tek başına değilsin ki! Koskoca evde yaşıyorsun. Yardım edeceklerdir sana. Hem ben hala ölmedim. Yaşıyorum. Sana edebildiğim kadar yardım ederim." diye ikna etmeye çalışıyordum onu. Bir bebeğin, her ne kadar doğmamışta olsa, ölmesini istemiyordum.
"Emin değilim. Başarabilir miyim, bilmiyorum."
"Başarabilirsin. Melisaya söyle, sakın yanlış bir şey yapmasın. O çocuğu birlikte büyüteceğiz." dedim kardeşimin omuzunu sıkarken.
"Tamam." diyerek gülümsedi.
"Kıvançın ne işi var burada?" diye sordum bu sefer.
"Arabada beklemesin diye getirdim."
"Bekleseydi arabada! Ne alaka buraya gelmesi? Bir daha getirme."
"Siz iyi arkadaş değil miydiniz? Hiç bir şey anlamıyorum artık. Evden neden çıktığını da anlamadım. Bizim neden hala o evde olduğumuzu da anlamadım. Hiç bir şey anlatmıyorsun!"
"Hepsini anlatırım. Şimdi gidin siz, hadi." dedim ve onu ana güvertede bırakarak içeri girdim. Demir ve Kıvanç hiç konuşmadan bekliyorlardı. Benden bir kaç saniye sonrada Mert girmişti içeri.
"Gidebiliriz, Kıvanç abi." dedi ama Kıvanç yerinden oynamadı.
"Kıvanç abi?" diye üsteledikten sonra Kıvanç doğruldu ve "Demiride al yanına ve Emirle beni bir dakika yalnız bırakın, lütfen." dedi.
Konuşacaklarından korkmuştum ama susmasından daha iyiydi.
Demir ve Mert çıktıktan sonra Kıvanç bir sandalyeye oturdu ve bir süre bekledi. Ne diyeceğini aşırı merak ediyordum. Sayıp, sövecek miydi yoksa güzelmi konuşacaktı anlayamıyordum.

"Konuşacak mısın?" diye sordum ürkek bir şekilde.
"Sen konuşursun diye tahmin etmiştim." dedi ve bakışlarını banyoya yöneltti.
"Ne konuşmamı bekliyorsun?"
"Ben kendime gelemedim." diye başladığı an sesi titremeye başlamıştı. Üzülüyordu, anlamıştım. Tekrarladı. "Ben kendime gelemedim." ve devam etti. "Ama sen Demirin yatındasın! Yıkanıyorsun." Sesi daha fazla titremeye başlayınca bir ara verdi.
Yanlış anlamıştı. Çok belliydi. Yanlış anladığını hemen söylemek istemiştim ama ben cümleme başlayamadan beni susturmuştu.
"Ben insanlarla konuşamazken sen beni unutmuşsun bile! Başka erkeklerin yataklarına giriyorsun."
"Hayır!" diye itiraz ettim. Ama "Kes!" diye bağırınca susmak zorunda kaldım.
"Bir geliyorum Demir çıplak. Bir geliyorum sen çıplaksın. Ben seni unutmak istiyorum!" Son cümlesini üstüne basa basa söylemişti.
Sandalyeden çoktan kalkmıştı ve üstüme üstüme geliyordu.
"Ben istiyorum unutmayı. Ama sen çoktan unutmuşsun! Aşağılık bir orospu olduğunu o gün anlamıştım da, bu kadarını tahmin etmemiştim be!" dedi ve alayla gülümsedi.
Değildim. Dedikleri doğru değildi ama konuşturmuyordu beni ve beni onca ay boyunca tanıyamayan birine açıklama yapmak istemiyordum. İyice çirkinleşmeye başlamıştı.

"Ben orospu değilim." diye fısıldadım onu duyabileceği sesle, açıklama yapmak istemememe rağmen.
"Aşağılık bir orospusun!" dedi gözlerini büyüterek. Beni korkutuyordu.
Onu kolundan tutup, sakinleştirmeye çalıştım ama kolunu kurtarıp bana "Sen bana dokunma!" diye bağırdı.
"Kıvanç! Sakin olur musun?" Fazla bağırmaya başlamıştı ve her an Mertin veya Demirin bir şeyler duymasından korkuyordum. Hem onların duymasından korkuyordum hem Kıvançın bana karşı bu kadar çirlinleşmesini kaldıramıyordum. Her şeye rağmen seviyordum onu ve sevdiğim birinin bana böyle laflar etmesi inanılmaz yakıyordu canımı!
"Bana dokunma, sakın! Seninle daha hesaplaşacağız!" diye bağırdı bir kez daha ve işaret parmağını göğüsüme bastırdı.
"Ne hesaplaşması? Hesaplaşılacak bir konu yok."
"Doğru. Her şey ortada. Beni aldattın. Orospusun." dedi ve işaret parmağını geri çekti. Bir kaç adım geriledi ve sandalyeye oturdu.
"Hiç düşünmedin mi? Ben bu çocuğun ilkiyim. Bu çocuk evli ama benim için karısından vazgeçiyor. Bu çocuk benim için ölmeye bile hayır. Hiç düşünmedinmi bunları? Ben buna ihanet edersem feleği şaşar, kendine gelemez demedinmi hiç?"
Saldırgan Kıvanç gitmiş, yerine yaralı Kıvanç gelmişti.
Onunla konuşmak için can atıyordum ama bu atmosferde, bu yatta, Mert ve Demirin yanında değil! Daha normal bir gün konuşmalıydık yoksa bir birimizi yanlış anlamaktan başka bir şey yapmazdık.
Zaten neden birden içindeki her şeyi kusmaya başladığını anlamamıştım. Neden bugün konuşmuştu?
"O forma var ya." dedi ve banyoyu gösterdiği eliyle. "Üstünde görmeyi çok seviyordum. Çıplak Emir mi, Beşiktaş formalı Emir mi tercihin deseler, 'Beşiktaş formalı Emir' derdim. Ama görüyorum ki, seni formayla görmeyi tercih eden biri yerine, her fırsatta çıplaklık isteyenleri istiyorsun sen. Dedim ya, orospusun."

Zaman durmuş gibiydi. Ağır konuşmuştu ama ettiği hakaretten çok bana gösterdiği değeri vurgulaması beni benden almıştı. Sonsuz güvenebileceğim biriydi Kıvanç ve ben onu kötü niyetle olmasa bile aldatmıştım.

"Kıvanç, başka zaman konuşalım. Ama ben seni çok seviyorum. Sen ne dersen de!" dedim ona biraz yaklaşırken.
Hızla ayağa kalktı beni omuzumdan itekledi ve "Siktir git." diyerek uzaklaştı.
"Ben seni hala seviyorum!" diye bağırdım.
Gitmesini beklerken birden durdu ve bana döndü.
"Aynı kişiyi aynı yalanla sadece bir kez kandırabilirsin. İkinci kez denersen, güler geçer." dedi ve gülümseyip döndü. Gözden uzaklaştı.

Yere oturdum ve duvara yaslandım. Dizimi karnıma çektim ve alnını dizime koydum.
Sarsılmıştım. Kendimce haklı çıkarmaya çalışıyordum kendimi, vicdanımı rahatlatmak istiyordum ama Kıvança hak verdiğim noktalar fazlasıyla mevcuttu. Kendimi onun yerine koyduğumda fark ediyordum Kıvançın bana ne kadar iyiliği dokunduğunu. Kim vururdu ki babasını benim için?
Babam bile ardında borç bırakıp giderken, Kıvanç beni kurtarmak için babasını vurmuştu.

Kıvanç gittikten kısa bir süre sonra Demir girdi içeri. Kavga ettiğimizi fark etmiş olacakki biraz ürkek bir tavırla gelmişti.

"İyi misin?" diye sordu ufak adımlarla bana yaklaşırken. Başımı kaldırdım ve bir kaç saniye yüzüne baktıktan sonra tekrar gömdüm kafamı.
"Ağladınmı sen?" diye sordu bu seferde. "Yoksa tozmu kaçtı?" diye ekledi ufak şakacı bir tonla.
Bana moral vermeye çalışıyordu.
"Önemli bir şey değil." dedim, başımı kaldırmadan.
Yanıma yaklaştığını duydum ve birden yanıma oturdu. Kafamı tekrar kaldırdım biraz ve ne yaptığına baktım. Aynı şekilde dizlerini karnına çekti ve bana baktı.
"Sevgilimi burada yakaladıktan sonra bir kaç gün yata geldim ve hep senin oturduğun köşeye oturdum. Aynı pozisyon, aynı yer. Sanırım orada hüzünlenenleri çeken bir şey var." dedi. Ne yapmaya çalışıyordu, anlamıyordum. Kederimi azaltmaya mı çalışıyordu, yoksa onunla konuşmamı mı sağlamak istiyordu, belirsizdi.

"Sanırım." diye cevap verdim.
"Moralin bozuldu senin. Maçı boş verelim, biraz denize açılalım istersen. Ter temiz hava iyi gelir."
Onun teklifini dikkate almadan elimin tersiyle göz yaşlarımı sildim ve ayağa kalktım.
"Ben pansiyona gitmek istiyorum." dedim, yürürken etraftaki masadan, sandalyelerden güç alarak.
"Gitmesen? Bu halinle bırakmayayım seni." dedi peşimden yürürken.
"Yok, gideyim." dedim, yüzüme ufak bir gülümseme yerleştirip.
"Emir, hadi. Israr etme. İyi gelir."
"İstemiyorum." dedim ve biraz durdum. Başım dönüyordu.
"Hadi ama. Bu halde ne yapacaksın küçük bir odada. Tıkılıp kalacaksın." dedi ve bir eliyle omuzumu tuttu.
Sağ elimle omuzumdaki elini hızla attım ve hışımla yüzümü ona döndüm.
"İstemiyorum!" diye bağırdım ve ikimiz de o an öylece kala kaldık.
Bugüne kadar hep sessiz, sakin olan ben birden böyle bağırınca insan şaşırabiliyor, tabii.
Hem o şaşırmıştı, hem ben kendime şaşırmıştım çünkü bana yardım etmek isteyen kimseye böyle davranmazdım ben. Feleği şaşan tek kişi Kıvanç değildi. Tüm dengelerim alt üst olmuştu.
İkimiz de öylece kalınca ne yapmam gerektiğini bilememiştim. Öylece çekip gitmelimiydim?
Ne yapmam gerektiğine dair bir fikrim yoktu ama yaptığım şey, yapmamam gerek şeydi. Bunun bilincindeydim. Bakışlarım, kaymaması gereken bir yere kaymıştı. Dudaklarına. Pembeydiler. Bence bir erkek için fazla pembe. Alt dudağı dolgun olsada üst dudağı solgun ve inceydi. Ama tuhaf durmuyordu. Davetkâr duruyorlardı hatta.
Bakışlarımı kaldırdım ve gözlerine baktım. O gözlerime değil, dudaklarıma bakıyordu.
Bende bakışlarımı tekrar dudaklarına kaydırdım. Belki şu an bu yakınlığa ihtiyacım vardı. Ufak bir öpücük beni bu ruh halimden kurtarabilirdi ama ya sonra? Bunun pişmanlığıyla yaşayacaktım. Hem onun dudaklarıma bakması beni öpmek istediği anlamına mı geliyordu?
"Beni rahat bırak." diye fısıldadım ve hızlı adımlarla yatı terk ettim.
Böylece yanımda olan tek insanı uzaklaştırmıştım. Ama umurumda değildi. Sanırım kimseyi umursamıyordum. Kardeşimin derdiyle bile ilgilenemiyordum. İki dakika konuşuyor, ilgileniyor gibi yapıp, kesip atıyordum.
Demir bana yardım etmeye çalışmıştı ama ben ona kızmıştım. Masal? Onu aramıyordum bile.
Ama nedense üzüntümün sebebi bunlar değilmiş gibi hissediyordum. Üzüldüğüm tek kişi Kıvançtı sanki. Beni kırabilen, üzebilen, mahvedebilen tek insan oydu.
Ve bir insanı en çok, en çok sevdiği insan üzebilirdi.
Ne güzel, en çok sevdiğim insan bana bir kaç dakika önce orospu demişti. Beni aşağılamıştı ve mahvetmişti.
Ama ona her şeye rağmen sırıl sıkşam aşıktım, tıpkı onun hâlâ bana tutkuyla bağlı olduğu gibi.

Continue Reading

You'll Also Like

112K 3.6K 27
lütfen homofobikler girmesin!! +18 ve smut vardır Tamamlandı!! yaş farkı vb. şeyler vardır şiddet ve argo kelimeler vardır. Yeraltı dünyasının en ö...
34.3K 1.8K 21
Bekar bir adam, yaşadığı travmatik yangından sonra tüm ailesini kaybeder. Enkazdan elinde tek kalan ise büyük babasının gözü gibi baktığı bir oyuncak...
727K 5.8K 42
+18 Rahatsız olacaklar okumasın Vote ve yorum yapın bari aq
550K 4.9K 26
Hikayede sık sık +18 ve şiddete yer verilecektir! Yaş sınırını göz önünde bulunduralım.