BÖLÜM 22

32.8K 805 196
                                    

Keyifli okumalar!
__

Yüzümdeki soru işaretini gördüğüne emindim. Bunun ne demek olduğunu, neden yaptığını, ve bir çok şeyi daha bilmiyordum.
Bilmekte istemiyordum. Ona 'Neden yaptın? Keşke yapmasaydın, her şeyi mahvettin.' dercesine baktım. Veya bakmadım, bilmyordum. En azından bakışlarımla anlatmak istediklerim bunlardı.
Gerçekten her şeyi mahvetmişti. Biz arkadaştık, her ne kadar farklı hissetsem de biz arkadaştık. Öyle olmak zorundaydık çünkü daha fazlası olamazdı.
Kıvançın yüzünden bir tepki beklediği okunuyordu. Belki bir gülücük, belkide bir bağırma, bir yumruk..
Ona, yaptığının doğru veya yanlış olduğunu gösterecek bir işaret. Ama bende hiç birinden bir iz yoktu.
Sıkışıp kalmıştım ona kızmak, dövmek ve sarılıp onu sevdiğimi söylemek arasında.
Bir karar vermem gerektiğini düşündüm ama bu kararın ne türlü olacağını bende bilmiyordum.
Aslında hayat çoktan kararını vermişti, kader yazılmıştı. Onun üstüne söz edemezdim.
Ben bir fahişeyim, benim sevmeye hakkım yok.
Bu durumun gerektirdiği tek bir şey vardı. Oradan kalkıp gitmek.
Daha fazla yüzüne bakmadan ayağa kalktım.
Onun arkamdan baktığını biliyordum, bir cevap istediğini de ama bir şey demeye niyetim yoktu.
Kalkıp gitmem açık bir cevaptı.
'İstemiyorum.' demekti, oda anlamalıydı bunu...

Taksi bulamadığım için 5 dakikadır yürüyordum. Yağmur hala dinmemişti. Çamur, çimen ve yaşlar içinde kalmıştım.
Ben önden, Kıvanç ise arkadan geliyordu.
Hiç bir şey demeden 2 adım arkamdan geliyordu. Bende 'Gelme.' dememiştim. Diyenemiştim belkide, bilmiyorum.
Utanç hissediyordum.
Aslında tek sorun benim ben olmamdı. Fahişe olmamdı. Onunla birlikte olmak istemememin nedeni buydu. Belki artık farklı farklı kişilerin altına yatmıyordum, satın alınmıştım tek bir kişi tarafından ama hala bir sahibim vardı. İstediğinde becerebilecek, istediğinde sevebilcek bir sahibim.
Kenan beni gerçekten satmıştı. Artık onun malı olmaman için Selim ona para vermişti.
Ve ben tüm gurursuzluğumla beni satın alan adamın yanında yaşıyordum.
Kardeşlerim, sahibimin evinde yaşıyordu. Onun yemeğini yiyor, onun suyunu içiyorlardı.
Böyle biri, benim gibi biri, Kıvanç gibi birini hak etmiyordu.
Hala neden arkamdan geldiğini bilmiyordum. Tek laf etmiyorduk ama o yinede peşimden geliyordu. "Git." diyemiyordum, içim el vermiyordu. Haksızlık olurdu. O, gerçek kimliğini açıklayabilecek cesareti bulmuştu, ona sert çıkmak benim haddime değildi!
"Hata yaptığımı biliyorum." dedi, üzgün bir sesle. Pişmandı. Herşeyden, herkesten çok!
"Özür dilerim." diye ekledi.
Cevap vermedim. Veremedim.
Özür dilemesi gereken bendim. Onun kendisini kötü hissetmesine dayanamıyordum.
"Affet." dedi bu sefer. "Gay değilsin, tamam. Hiç bir beklentim yok senden ama benimle konuş."
İçim kanıyordu adeta. Kendimi bıraksam ağlayabilirdim.
Onun böyle pişman ve üzgün olduğunu görmek, çaresizliğini hissetmek bana acı veriyordu.
Onun beni karşılıksız sevmesi çok hoşuma gitmişti ama hiç bir şeye yaramıyordu bu.
"Benimle artık konuşmak istemezsen anlarım. Yani seni rahatsız etmem.." Kelimeler zar zor çıkıyordu ağızından. Kekeliyordu ve ağlamaklıydı.
"Ama yüzüme bak bir kere. Son kez görmek istiyorum." dedikten sonda olduğum yerde durdum.
Dönmelimiydim? Yoksa hiç bir şey olmamış gibi gitmelimiydim?
"Şimdi, şuan, bana dönüp, yüzüme bakarsan arkadaşlığımıza dair bir umudum olur. Gidersen, peşinden gelmeyeceğim, aramam seni. Sormam. Anlayışla karşılarım isteklerini." dedi. Cümlenin ardından derin bir sessizlik kapladı etrafı. Sadece düşen yağmur damlalarından ses geliyordu.
Benim yerime onlar konuşuyordu sanki.
Ona umut vermek ve çekip gitmek arasında kalmıştım.
Umudu gözümün önüne getirdim. Onu bir insan olarak hayal ettim. Sonra elime bir bıçak aldığımı hayal ettim ve sapladım. Çıkardım. Hızla bir daha sapladım. Ve bir daha. Kalbine, organlarına, her yerine sapladım. Ve yok ettim o umudu.
Umudu zihnimde öldürdüm. Geriye, onu gerçekten öldürmek kalmıştı.
Tek bir adımımla umutları tükenecekti.
Tükenmeliydi.
Umut insanı hayata bağlayan şeydir ama bazen bağlanmamak gerek. Bağlandıkça sürünürsün, sanki seni hayata değilde, hızla ilerleyen bir arabaya bağlamıştır umut.
Yolda kafanı taşlara çarparsın, kolun kırılır, kanlar içinde kalırsın.
Belki araba seni istediğin yere, umut ettiğin yere getirmiş olur ama sen artık o eski sen değilsindir. Yol seni değiştirmiş, umuttan ve hayattan soğutmuştur.
Artık vardığın yerin bir anlamı kalmamıştır.
Bu umut ettiğinde, ortaya çıkabilecek iyi sonuçtur.
Kötü sonuçta ise tekrar hırpalanırsın, kolun kırılır, her yerin kanar, taşlara takılırsın. Ama bu sefer araba seni istediğin yere bile götürmemiştir.
İki sonuçtada kaybedersin.
O yüzden o bağı koparıp, yeni bir hayata başlamak gerek bazen.
Bende Kıvança bugün bu konuda yardımcı olacaktım. Yeni bir hayata başlatacaktım onu.
Fahişesiz, acısız, güzel bir hayat.
Bunun için yapmam gerekeni yaptım, adımımı attım.
İlk adımımın ardından ikinci adımımı attım.
Ve hızlandım. Yürümeye başladım.
Sanki arkamda duran adam umurumda değilmiş gibi davranarak uzaklaştım.
O ise artık arkamda, geçmişte kalmıştı.
Peşimden gelmemişti.
Rahat rahat ağlayabilirdim.

Yolda bulduğum bir taksiye bindim ve 'evin' yolunu tuttum.
Aklım Kıvançtaydı, tekrar gitmesinden korkuyordum ama onu kendi ellerimle yolcu etmiştim zaten. Birden böyle korkmam anlamsızdı. Sonuçta ben seçmiştim bunu. Aslında hayat seçmiş, bana ise seçimi açıklamak kalmıştı..

Yolculuğun sonunda villanın önüne varmıştım.
Sessizce evin kapısını açtım ve içeri girdim.
Sırıl sıklam ve kirliydim.
Hemen odama girdim ve kapıyı ardımdan kapattıktan sonra derin bir nefes aldım.
Hiç kimseye yakalanmamıştım.
Hemen üstümü değiştirip yatağa girdim.

Sabah uyandığımda aklıma gelen ilk şey, bugünün ilk ödeme günü olduğuydu.
Bu borç durumunu Selimden gizleyip gizlememem gerektiğine dair hiç bir fikrim yoktu. Söylersem nolurdu, kestiremiyordum. Ama söylemeyecektim. Ondan her şeyi gizlemek daha iyi gibime geliyordu.
Uykulu uykulu kalktım yataktan, saat 7 de. Sonuçta bu evin bir çalışanıydım bende.
Bugün günlerden pazardı ama yinede bana ihtiyaç olabilirdi.
Dolabımda bulduğum takım elbiselerden birini giyindim ve aşağı indim.
Ne yapmam gerektiğini, nerde durmam gerektiğini bilmiyordum, o yüzden mutfağa, diğer çalışanların yanına inmiştim.
Mutfakta Gülsüm teyze kahvaltıyı hazırlıyordu. Beni görür görmez gülümsedi.
"Günaydın, yavrum. Acıkmışsındır, gel birşeyler ye." dedi hemen.
Ben "Günaydın." diyemeden arkamdan bir ses duydum.
"Onun benimle işi var." dedi Selim otoriter bir ses tonuyla.
"Peki, Selim bey."
Hemen arkama döndüm ve karşımda duran adama baktım. Bu saate ne işimiz olabilirdi ki?
Üstündeki takım elbise çekmişti dikkatimi. Yaşına göre çok güzel giyiniyordu. Fit vücudunu ortaya çıkaran slim gömlekler ve marka ceketler.
Bana "Yürü." der gibi bir işaret yaptıktan sonra bize bakan Gülsüm teyzeye gülümsedim ve Selimin arkasından gittim.
Arabaya binmişti. Benim oturmam gereken yere, sürücü koltuğuna.
Camdan ona baktım.
"Yanıma geç." dedi.
Denileni hemen yaptım.

Arabayı villadan çıkardıktan sonra yarım saatlik bir yol bıraktık gerimizde.
Ben nereye gittiğimizi bilmediğim için merakten ölecekken, Selimde öfkeden ölecek gibiydi.
Bir şey dememesine rağmen çok öfkeli duruyordu. Her an bana vurabilecek, hatta öldürebilecek gibiydi.
Sonunda kendimde o cesareti bulup "Nereye gidiyoruz?" dedim.
"Herkesin bie gün gideceği yere." dedi, yüzündeki öfkenin aksine, sakin bir ses tonuyla.
Dahada meraklandırmıştı beni. Net bir cevap vermemişti ve bir daha soracak cesaretim yoktu.
Araba durduğunda bir kaç ağacın arasında kalmıştık.
"İn." dedi. Ben indikten sonra oda indi.
Yan yana bir kaç adım attıktan sonra bir kaç mezarlık gördüm.
Yürüdükçe çoğalıyordu mezarlıklar. Sonunda yoldan çıkıp, mezarların arasına girdik, boş bir mezara varana kadar.
Burda neden olduğumuzu bilmemek ve Selimin bu tavrı korkutuyordu beni.
"Merak ediyormusun neden burda olduğumuzu?"
İçimde bulduğum o ufak cesaret kırıntısını kafamı "Evet." manasında sallamaya harcadım.
"Hatırlamak için." dedi. Ben "Neyi?" demeden devam etti.
"Bir gün hepimiz buraya gireceğiz. Herkes! Zenginide, fakiride. Erkeğide, kadınıda. Siyahı da beyazıda." dedi ve yüzüme baktı.
"Ama buraya girmenin iki yolu vardır. Bir, ecelin gelir, ölürsün. İki, eceline gidersin, ölürsün."
Lafına tekrar bir ara verdive yüzüme baktı yine. Sanki yüzümde bir şeyler arıyordu.
Belkide korkup korkmadığımı test etmek istiyordu.
İçimde korkudan çok bir tedirginlik vardı. Ona istediği yüz ifadesini vermemiştim. Karşısında dim dik ve korkusuzca durmaya çalışıyordum.
"Senin yaptığın ne biliyormusun? Eceline gitmek. Hatta eceline gitmekten ziyade, koşmak!
Eceline koşma Emir." dedi henüz sakin olan sesiyle. Hemen ardından ise çenemi sıkarak "BA-NA KOŞMA!!" diye bağırdı.
Ne demekti bu? Ne yapmıştım? Ne eceli, ne koşması? Kafam karışmıştı ve hiç bir şey anlayamıyordum.
Onun bu hali beni fazlasıyla korkutmuştu.
Gözlerindeki öfke ve kollarındaki o gücün bir araya gelmesi başlı başına korkma sebebiydi.
Her an ölebileceğimi düşünerek baktım gözlerine.

Satılık erkekWhere stories live. Discover now