BÖLÜM 23

34.7K 789 184
                                    

Keyifli okumalar!
__

Ne diyorsun? Anlamıyorum." dedim. Çenemi sıkması inanılmaz bir ağrı veriyordu.
"Ben sana 'Eceline koşma' dedikçe, sen hızlanıyorsun." dedi, gülerek.
"Yemin ederim anlamıyorum." dedim, dediklerimi anlayıp anlamadığından şüphe ederek. Çenemi sıkmasından dolayı doğru düzgün konuşamıyordum.
"Peki." dedi çenemi bıraktıktan sonra ve ekledi. "Gir şuraya."
Eliyle gösterdiği yere baktım.
Mezarı gösteriyordu.
Endişeli gözlerle baktım suratına. "Yapma." diyebildim sadece.
Bir şey yapamıyordum. Kardeşlerim evindeydi.
"Gir!" diye emretti tekrar. Ölmek istemiyordum. Yaşamak istediğim onca şey varken ölemezdim..
Selime yaklaştım ve ceketinden tuttum onu.
"Ne diyorsun? Yalvarırım, saçmalama."
"Sana gir şuraya dedim! Zorla sokturma kendini oraya!!!" Siniri her geçen saniye artıyordu sanki.
İki yol vardı. Ya o mezara girip ölecektim, yada bir şeyler yapıp kurtulacaktım.
Ben kurtulmak istiyordum ve onun da tek yolu vardı. En azından benim aklıma tek bir yol geliyordu.

Selimi birden boynundan tutarak kendime çektim ve dudaklarına kondum.
Bu sefer fahişeliği para için değil, hayatta kalmak için yapacaktım.
Korkudan titreyen dudaklarımla onu öpmeye çalışmıştım ama o beni tüm gücüyle birden geri çekti ve sıkı bir tokat geçirdi.
Neye uğradığımı şaşarak yere düştüm.
Selim de bunu fırsat bilip bir tekme geçirerek mezarın içine düşmemi sağladı.
Düşmenin etkisiyle kısa bir ağrı hissetsemde, bu mezarın içinde olmanın verdiği korku daha ağır basıyordu.
Ben mezardan çıkamadan silahını çıkardı.
"Sakın çıkmaya çalışma!" dedi silahı bana doğrulturken.
Neden böyle yaptığını, ne olduğunu hala bilmiyordum.
Mezarın yanında bulunan küreği aldı ve toprak yığınına sapladı.
Küreği geri çekip üstündeki toprağı üstüme attı.
Bunu 4-5 kere daha yaptıktan sonra küreği yanına koydu ve çömeldi.
"Anlat." dedi. "Yoksa diri diri toprağın altında kalırsın!"
Neyi anlatmam gerektiğini bilsem, çoktan anlatırdım ama hiç bir fikrim yoktu.
"Neyi anlatmam gerektiğini bilmiyorum!" dedim sitemkar bir tavırla.
"Peki." dedi ve tekrar ayağa kalktı.
Küreği eline aldı ve üstüme toprak atmaya devam etti. Çokmu zordu, konunun ne olduğunu söylemek? Bu eziyeti çektirmek yerine konuyu söylese her şey daha kolay olurdu.
"Yemin ederim, bilmiyorum konuyu." dedim ama o beni dinlemeden üstüme toprak atmaya devam etti. Ayakta durduğum için toprak henüz ayağımı kaplamıştı.
"Anlatmaya başladığında, toprak atmayı bırakırım." dedi, küreği elinden bırakmadan.
Toprak dizime kadar dayandığında anca anlamıştım konunun ne olabileceğini. Dün gece olabilirmiydi?
Sonuçta lüks bir villada yaşıyorduk ve ben elimi kolumu sallaya sallaya girip çıkmıştım. Buranın bekçisi, kamerası, her türlü güvenliği vardı.
"Dün geceden mi bahsediyorsun?" diye sormak isterdim ama ya dün geceden bahsetmiyorsa diye korkuyordum. Boşuna bir dert daha açardım başıma. Ama başka da bir konu yoktu ki..
Yine arada kalmıştım.
Sonunda 'Artık ne olacaksa olsun' diye düşünerek sordum.
"Dün geceden mi bahsediyorsun?" dedim, çekinerek.
Toprak atmayı keserek baktı bana.
"Hani habersizdin?" dedi sorgulayan bir bakışla.
Bir cevap vermedim.
"Bana yalan söylenmesinden, gizli saklı işler çevirilmesinden nefret ederim! Kimdi o yanındaki piç?" dedi.
Şok olmuştum. Evet, evden çıktığımı biliyordu çünkü bekçi görmüş olabilir veya kameralar ama Kıvançla beni nasıl görmüştü. Peşime adammı takmıştı.
Sevindiğim tek şey, gece her yerin karanlık olmasıydı. Yani kendisi, veya adamları Kıvançın yüzünü görmemişlerdi, tabi ki onu kaçırmadılarsa.
Birden içimdeki korku arttı. Onu orda bırakarak büyük bir hata yapmıştım. Ya başına bir şey geldiyse??
"Eski bir müşterim." dedim. "O çocuk eski bir müşterimdi, biraz takıntılı."
İçimden derin bir oh çektim. Mantıklı bir açıklama olmuştu.

Ve nihayet arabaya binebilmiştik.
Beni o mezarın içinde bir saat daha tutmuştu.
Olayın her saniyesini sorgulamış, her şeyden şüphe etmiş ve toprağı belime kadar çıkarmıştı. Sonunda inandırabilmiştim, veya inandırdığımı sanıyordum. Bilmiyorum.
O an düşündüğüm iki şey vardı.
Biri, Kıvançın ne halde olduğu, ikincisi ise burdan bir an önce gitmek istediğimdi.
Cok feci hırpalanmışa benzediğime emindim.
Her tarafım dün gece olduğu gibi toprak içinde kalmıştı.
Zaten her yer ıslaktı yağmurdan dolayı..
Geldiğimiz yoldan geri gidip eve vardığımızda tekrar derin bir oh çektim içimden.
"Şimdi kimseye görünmeden odana çık, üstünü değiştir. Gecede yanıma gel." dedi ve arabadan çıktı, Selim.
Bu gece olamazdı. Bu gece parayı teslim etmeliydim!
Ama evden çıkamıyordum. Nasıl olacaktı?
Hem çıktığımda yakanalırdım, hem bu gece Selimin yanına gitmeliydim. Öyle yada böyle, her türlü imkansızdı..
Odama girer girmez üstüme temiz bir takım elbise giyindim ve yatağıma uzandım.
Her şey bir kabus gibiydi.
Bende yardım bekleyen bir Hüseyin, bana bir malmışım gibi sahip olan Selim, bana aşık olan, ama benim terslediğim Kıvanç ve yardıma muhtaç kardeşlerim. Birde bana takıntılı bir Kaan.. Nereye yetişeceğimi, ne yapacağımı şaşırmıştım. Bir çıkış yoktu.
Kısa bir dinlenmenin ardından asansöre yöneldim. Aşağı inecektim ama asansörü beklerken, Mertin açık olan kapısından bir ses duydum.
Tek bir cümlenin ardından sessizlik sarmıştı katı. "Bir daha arama beni!" demişti.
Bunu Melisaya dediğini umuyordum.
Asansör geldiğinde bindim ve alt kata indim.
Mutfağa girip kahvaltımı ettikte sonra hatırladım Kıvançı tekrar. Nasıl unutmuştum.
Kendi kendime oflayarak odama çıktım.
Telefonu aldım elime ve onu aradım.
Aramamalıydım, ondan uzak durmalıydım biliyorum ama şuan tek düşündüğüm şey onun sağlığıydı.

Satılık erkekWhere stories live. Discover now