BÖLÜM 4

83.8K 1.5K 520
                                    


Eve geldiğimde saat 10u geçiyordu.
Evin ışıkları kapanmış, ev sessizliğe bürünmüştü.
Sessizce kapıyı kapattıktan sonra odama doğru yürüyordum ki Mertin odasından çıktığını gördüm.

"Hoşgeldin."
"Hoşbuldum."
"Seninle birşey konuşmalıyım."
"Birşeymi oldu? Okulda bir sorunmu var?"
"Yok hayır."
"Noldu?"
"Bende çalışmak istiyorum."

Kaşlarımı çatıp Mertin yüzüne baktım.
"Neden?"
"Yükünü hafifletmek için. Hem üniversiteye gidiyorsun, hem çalışıyorsun. Bende birşeyler yapmak istiyorum."
"Gerek yok böyle birşeye. Sen sadece derslerine konsantre ol!"
"Abi her gün geç saatte geliyorsun eve. Doğru dürüst yemek yemiyorsun. Her sabah erkenden kalkıp kahvaltı hazırlıyorsun. İzin ver bende birşeyler yapiyim. Dersine bile çalışamıyorsun.
"Hayır dedim Mert, benim maaşım yeter bize. Halimden memnunum ben."
"Yeter öylemi? Söylesene abi kaç gün idare etmeliyim bu 20 lirayla? Pardon 'kaç hafta' diyecektim. Yarın ne yiyeceğiz? Yine makarnamı? Tabii ya başka ne yiyebiliriz ki? Ya senden, sen üzülme diye ne kadar saklamalıyım ayakkabımın yırtık olduğunu? Sen farkında olmayabilirsin ama hiç birşey yetmiyor abi. Daha nerde çalıştığını bile bilmiyoruz."
Mert haksız sayılmazdı. Ama altta kalma gibi bir niyetim yoktu. Sanki durumumuz çok iyiymiş gibi onu ikna etmeliydim.
"Maaşım yetmiyor öylemi? Sen ne kadar maaş aldığımı nerden biliyorsun da böyle konuşuyorsun?
"Allah aşkına. Ne kadar alabilirsin ki? 1000 liramı?"
Sanki maaşım bundan çok daha fazlaymış gibi alaycı bir tavırla baktım Mertin yüzüne.
"1000 lira öylemi? 2000 Mert. 2000 lira garanti para." Dedim ve ona kırıldığımı belli eden bir tavırla odama gittim.

2000 lira maaş. Bu demekti ki ayda hemen hemen 20 kişinin altına yatmalıyım. Nasıl yapabilirim bunu?
Hadi oldu diyelim. Bu maaşın ne kadarını kenara atıp 5 ay içinde ödemem gereken borcu tamamlayabilirim ki?
Kafamı ellerimin arasına aldım ve düşünmeye başladım. Aklımdan sadece 5000, 5000, 5000 geçiyordu.
Aklımdaki herşey çıkmış, sadece bu borç kalmıştı.

Kafamı ellerimin arasından kaldırıp üstümü değiştirdim ve yatağa girdim.
Telefonumu aldım elime ve Kıvança yollamam gereken mesajı yazmaya başladım.
"Yarın ders saat 9da unutma :))"
Mesajı yolladıktan sonra yatağıma uzandım ve son günlerin verdiği yorgunlukla hemen uyudum.

Bir kaç dakika sonra telefonuma gelen bildiriyle uyandım.
"Eyvallah kardeşim." Yazmıştı sadece. Yanında bir ifade falan yoktu. Şaka yaptığımı anlamadımı acaba.
Fazla düşünmeden telefonu kenara atıp devam uyudum.

Masal? Masaaal gel. Hayır Masal. Gitme. Dur Masal.
Gidiyordu. Karanlığa doğru. Peşinden gitmeye çalışıyordum ama ayaklarım gitmiyordu. Sanki görünmez bir ip dolanmıştı ayaklara. Ayaklarım çivilenmişti sanki.
Masal dur yapma. Oraya gitme Masal.
Masal artık uzaklarda küçük bir nokta haline gelmişti. O durmuyordu, ben yürüyemiyordum.
Görünmez ipler, çiviler tutuyordu beni. Çözmeliyim bu ipleri, çıkarmalıyım çivileri ama nasıl??
Son kez Masal diye bağırdıktan sonra terler içinde uyandım.
Aşırı derecede korkmuştum.
Masal gitmişti. Kaybetmiştim onu. Birileri onu benden alıyordu.
Ne demek oluyordu bu rüyalar?

Yatağımdan kalktım ve Masalın odasına girdim.
Ordaydı. Yatıyordu. Uyuyordu. Adeta bir melek gibi.
Yanına yaklaştım ve alnına bir öpücük kondurdum.
Yanına çöktüm "Hepsi sizin için Melek, hepsi sizin için." Dedim ve tekrar kalktım.

Saate baktığımda saat 5di.
1 saatlik uykum kalmıştı. Geri yatağa girmeme kararı almıştım ve mutfağa girip erkenden kahvaltıyı hazırladım, çayı demledim.
Kahvaltıyı hazırladıktan sonra banyoya girdim ve olabildiğince uzun bir duş aldım.
O kadar iyi geliyorduki o sıcak su.
Sanki üstümdeki kirleri, günahları alıp götürüyordu. Bana dokunan o ellerin, dudakların izleri kayboluyordu. Kayboluyordu evet ama sonraki gün beni elleyecek eller ve öpecek dudakları için yer açmak için kayboluyordu sanki.
Bir kaç kez şampuanlandıktan sonra kurulandım ve havluyu belime sarıp odama girdim.
Üstümü giyinip odadan çıktığımda saat 7ye geliyordu.
7 de açılan bakkala doğru yol aldım her sabah olduğu gibi.
3 ekmek aldım ve eve döndüm.
Ekmeğin bir kısmını doğrayıp masaya koydum, bir kısmını Masala sandviç yapıp okul azığına koydum diğerinide akşam için bıraktım.
İşlerim bittiğinde saat 7:30 a geliyordu.
Önce gidip Merti uyandırdım, ardından da Masalı.
Mert bugün bana daha iyi davranmaya çalışıyor gibiydi. Sanırım dün dediklerine pişmandı.
Birlikte kahvaltı ettikten sonra birlikte masayı topladık ve evden çıktık.

Bugün üstümdeki 160 lirayla Merte ayakkabı ve eve erzak alcaktım.
Böylece Mert hem yırtık ayakkabılarından hrm Makarna yemekten kurtulcaktı.

Okula vardığımda dersin başlamasına yine 10 dakika vardı. Kıvanç gelmemişti henüz. Bugün de geç kalcak gibiydi.
Son bir dakika kalmıştı ki sınıfa girdi. Yüzümde bir gülümseme açmıştı.
Hemen onun ardından ise hoca girmişti.

"Tebrik ederim seni." Dedim ironiyle karışık.
"Teşekkür ederim." Dedi aynı şekilde.

Ders boyunca hiç konuşmamıştık.
Dün giremediği dersin telafisi olarak çok dikkatli dinliyordu dersi.

Nihayet bitmişti ders. Herkes dağılmaya başlıyordu bende çantamı almış gidecektim ki Kıvanç beni kolumdan tuttu.
"Gel sana bir çay ısmarliyim küçük bir teşekkür olarak."
"Çok isterdimde 2 saat dersim yok, bu arada hemen gidip kardeşime ayakkabı almayı düşünüyordum."
"Hm anladım tamam, bir dahakine ozaman."
"Olur." Dedim ve sonra İstanbulda yeni olduğum ve neyi nerden alabileceğimi bilmediğim geldi aklıma.
"Kıvanç?"
"Efendim?"
"Ben İstanbulda yeniyim de acaba nerde güzel ayakkabı bulurum biliyormusun?"
"Biliyorum da şimdi sen oraları bulamazsın. Malum İstanbul biraz karışık."
"Benim ama bugün almam lazım o ayakkabıları. Sen tarif et bulurum ben."
"Okuldan sonra gitsene, strese girmezsin."
"Yok ben şimdi gidiyim. Söylüyormusun?"
"Yürü." Dedi sadece ve beni önüne alarak arkamdan geldi.

Üniversitesen çıkmış yola koyulmuştuk bile.
"Seninle gelmemde bir sorun yok dimi?"
"Yo hayır." Dedim sadece. Olsa nolcaktı ki çoktan metroya binmiştik.
"Kardeşin kaç yaşında?"
"17."
"Odamı İstanbulda?"
"Evet."
"Ozaman siz ailecek senin üniversite işi içinmi geldiniz İstanbula?"
"Sayılır.
"Tamam anladım."
Hayır anlamadı. Babamın, annemin öldüğünü, geride 5000 lira borç bıraktığını, benim ne tür işlere girdiğimi, hiç birini anlamadı.

Metrodan indikten sonra otobüse bindik ve 20 dakika boyunca otobüsle sürdük.
Arada bakışlarımız kesişiyordu ve gülümsüyorduk sadece.
Pek konuşkan biri değildim ama ne olduğunu anlamadan bende ona sorular sorar olmuştum.
"Sen ne zamandır İstanbuldasın?"
"Doğma büyüme İstanbulluyum ben."
"Şanslısın."
"Neden?"
"Çünkü İstanbul dünyanın en güzel şehri."
"Güzel.. Evet güzel. Ama bir o kadarda tehlikeli. İçine aldımmı bırakmaz seni. Kaybolur, gidersin. Dikkat et."

Bu konuşma için geç kalmıştı.
Ben çoktan kaybolmuştum. Bulunmamak üzere yok olmuştum.
Uyanmamak üzere bir uykuya dalmıştım.

Satılık erkekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin