BÖLÜM 2

94.7K 1.9K 550
                                    

İstanbul'daki beşinci günümüzde sabah 6'da uyanmıştım. Bugün, İstanbul'daki beşinci, okuldaki ikinci günümdü.

Annem ve babam öldüğünden beri her sabah 6'da kalkıp, kardeşlerime kahvaltı hazırlıyordum ve ebeveynlerimizin yokluğunu, elimden geldiği kadar hissettirmemeye çalışıyordum. Ben hem anne, hem baba olmaya çalışırken kardeşlerim, Mert ve Masal da sorunlu yaşlarına gelmelerine rağmen, bana fazla zorluk çıkaemıyorlardı.

Kalkar kalkmaz, ilk olarak elimi yüzümü yıkadım, ardından üstümü giyindim ve küçük mutfağımıza girdim.

Evi eşyalarıyla kiraladığımız için her şey yerli yerindeydi ve en azından o konuda fazla zorluk çekmemiştik. Dolayısıyla düzenimiz yavaş yavaş yerine oturuyordu.
Buz dolabından salatalığı çıkartıp, birkaç parça kestim ve ardından bir domatesi dilimlere ayırdıktan sonra sebzeleri bir tabağa yerleştirdim. Tabağı da masaya koyduktan sonra yanına peynir ve zeytin çıkardım.

Kahvaltı masasına ne gerekiyorsa koyduktan sonra, üstüme kalın bir şey giyinip, ekmek almaya gittim. Mahallemiz, küçük bir mahalleydi ve elbette orta halli, hatta seviyenin altında geliri olan aileler yaşıyordu.

Sabahın soğuğu yüzüme vururken, aldırış etmeden vardım bakkala, iki ekmek aldım, parayı verdim ve yine soğuğu hissederek eve döndüm. Yolun kısa olması işime gelmişti.

Kendimi bu anne, veya baba rolüne, her neyse, o kadar çok kaptırmıştım ki, kardeşlerim uyanmadan her şeyi hazırlamak için uğraşıyordum her sabah. O kadar yıpranmışlardı ki, sanki bir kahvaltıyla her şey düzelecekti. Düzelmeyecekti elbette, ama en azından düzenli bir aile hayatları olmalıydı, dağılmış gibi hissetmemelerini istiyordum!

Bu ise, on dokuz yaşına kadar evde hiçbir işe el sürmemiş biri için çok zordu. Üstümü çıkardığımda kanepenin üstüne atardım, kullandığım tabağı masada bırakırdım. Kısacası hiçbir şeyi kaldırmaz, temizlemezdim ama şu an durum çok farklıydı.

Sanki anne ve babam öldüğünde apar topar büyümüştüm. Bir günde, veya bir gecede öğrenmiştim her şeyi. Öğrenmeye mahkum edilmiştim!
Anne ve babam öldüğünden apar topar büyüdüm ben.

Kapının önüne varınca cebimdeki anahtarları çıkardım ve eve girdim. Masal ve Mert hâlâ uyuyorlardı.
Uyumalarına izin verdim ve mutfağa girip, ekmekleri dilim dilim kesip, masaya yerleştirdikten sonra çayı demledim. Gerçekten her şeyin hazır olduğuna emin olduktan sonra ikisini de uyandırmaya gittim.

"Masal? Uyan, hadi! Saat yedi." dedim sessiz, ama hâlâ duyabileceği bir sesle. Önceden, annem beni kaldırdığında başımın ucunda bağırmasına hep sinir olurdum, o yüzden bağırmadan, sevecen bir tavırla uyandırmaya çalışıyordum.

Şu an birkez daha annem tarafından uyandırılmak için neler vermezdim ki? İnsanların, her şeyin değerini yitirdikten sonra anladığına bizzat şahit olmuştum.

"Tamam, sen git. Kalkarım ben." dedi.

Sırf mutlu ve huzurlu olması için tabii ki kabul edecektim.

"Tamam, ama uyuya kalma sakın." diye uyardım.

"Hı." diye mırıldandıktan sonra, çıktım.

Ardından Mert'in odasına gittim ve onu uyandırdım. O Mert'in aksine her zaman enerjikti. Doğal olarak bu sabah da böyleydi.

"Hadi, kalk!" der demez, hemen uyanmıştı.

15 dakika sonra geldiler ve birlikte kahvaltı ettik.
Kahvaltı masasını birlikte toparladık ve hep beraber evden çıktık.
Dün kazandığım 100liranın 20 sini Merte, 20 sinide Masala verdim.

Yarım saatlik yolculuk sonunda üniversiteye varmıştım.
Burs sayesinde okuyordum, yoksa üniversitede okumak benim için sadece hayal olabilirdi.

Hemen ilk derse girdim ve sırama oturdum. Dersin başlamasına 10 dakika vardı.
Sıralar yavaş yavaş dolmaya başlamıştı.
Ve 10 dakikalık sürede hemen geçmiş, ders başlamıştı.
Notlar tutmaya başlamıştım ki birden bir hışımla sınıfın kapısı açıldı.

"Özür dilerim hocam geç kaldım."
Bir erkek sesiydi. Başımı kaldırdım ve sınıfa giren oğlanı izledim.
1.85 boylarında ve kumral.

"Çık dışarı!" Dedi hoca sadece.
"Ama hocam.." Açıklama yapcaktı ki hoca bu sefer daha yüksek bir ses tonuyla "ÇIK!" Dedi.
Kapıdaki oğlan sinirli bir yüz ifadesi takınarak sınıftan çıktı.

Ders bitmişti, tüm sınıf dağılmıştı.
Bende kantine gittim ve oturdum.
Bugün geç kalan çocuğu gördüm.
Elinde telefonuyla uğraşıyordu.
Düşünmeye başlamıştım acaba yanına gidip ders notlarını versemiydim? Hem belki arkadaş olurduk.
Fazla düşünmeden kalktım yanına gittim ve "boşmu?" Diye sordum.
"Boş." Dedi yüzüme bakmadan.
"Ben sana belki ders notları lazımdır diye geldim."
Bunun üzerine bir kaç saniye yüzüme baktı ve "tanışıyormuyuz?" Dedi.
"Yo hayır. Ben Emir."
"Kıvanç."
"Lazımmı notlar?"
"Eh olsa iyi olur. Diyip gülümsedi.
Eline notları sıkıştırıp "kopyaladıktan sonra geri verirsin." Deyip masadan kalktım gittim.
Arkamdan "Sağol." Diye bağırdı.

Satılık erkekOnde histórias criam vida. Descubra agora