23 | jenlisa

By ruzovyjed

79.7K 7.3K 21.7K

hakim "gereği düşünüldü" deyip tokmağını vurduğu anda salonda tüm sesler kesilmişti. sırasıyla kararını açıkl... More

1 | gereği düşünüldü
2 | vazgeçilebilir
3 | deli kadın
4 | karşılıksız
5 | dyanne
6 | hesaplaşma
7 | lalisa manobal
8 | ilkler
9 | baba
10 | görünen ve gerçek
11 | madalyonun diğer yüzü
12 | gamjatang
13 | git artık, o gece
14 | cephe
15 | üzgün
16 | çatırdamalar
17 | etkiler
18 | kedi
19 | çaba
20 | kim jisoo
21 | dönüş
22 | sorun yok
23 | belki deneyebiliriz
23 | artık yaşamak istiyorum
24 | mutfak
25 | yanlış anlamalar
26 | sergi
27 | yeni bir dönem
28 | yakın ve uzak
29 | chae, rosie, roseanne
30 | özledim
31 | peki
32 | aswium
33 | sıcak ve soğuk
34 | tamamlanma
35 | kısa bir ara
36 | son
37 | apprehension
38 | yeniden
39 | gözler
41 | boşluk
42 | roseanne park
43 | jennie ruby jane (veda)
44 | "o"
45 | yeniler
46 | bağ
47 | haksızlık
48 | dün, bugün, yarın
49 | her şey
50 | kayıp
51 | geçmiş
52 | dönmek
53 | evren
54 | 'ben her zaman sana geliyorum'
55 | kaçmak
56 | dürüst
57 | değişim
58 | adım adım
59 | kurallar
60 | restoran
61 | karşımdaki
62 | sen
ben?!
63 | dejavu
64 | eski
65 | dost

40 | énouement

1.2K 109 413
By ruzovyjed

BÖLÜM 40| ÉNOUEMENT

GÜNÜMÜZ - Jisoo'dan

"Gözlerindeki bu parıltıyı kim geri verdi sana?" diye sordu.

O an gülüşüm daha da genişledi, göz kapaklarım kısıldı,, yüzümde aptal denecek bir gülümseme vardı biliyorum. Çünkü bana bunu sadece gözümün önüne gelen kadın yaptırabiliyor.

Roseanne.

Ji-woon'un sorusuna bir cevap vermedim. Ama yavaşça oturduğum yerden doğruldum,

"Kendine iyi bak, Ji-woon." dedim samimi bir tonla. Gözlerinde hüzün gördüğüme eminim ama bunu umursamadım. Ondan bir cevap beklemeden de kalktım masadan.

Hâlâ çatık kaşlar ve kızgın bir ifadeyle bana bakan Jen'in yanına doğru yürüdüm. İfadesinde ve tavrında bir değişiklik yoktu. Vardığımda kolumu tezgaha yasladım.

"Naber, Jennie?" diye sordum gülümseyerek. Ama o gülümsemedi. Peki, tabii ki sana da açıklama yapacaktım canım dostum.

"Ji-woon," dedim, daha sonra bakışlarımı az önce oturduğum masaya yönelttim. Ji-woon gitmişti. Jen'e doğru döndüm yeniden,

"Görüşmek istemişti." dedim. Jen, sağ kaşını kaldırıp başını salladı. Bu hareketine gülümsedim. Elimi omzunun üzerine koydum hafifçe,

"Neler oluyor?" diye sordum. "Seni kızdıracak bir şey yaptım da haberim mi yok?" Cümlemin sonunda hâlâ gülümsüyordum.

Jen, başını önündeki defterden ayırıp gözlerimin içine baktı. Bu an o kadar uzun sürdü ki, bir gariplik olduğunu anlamamak aptallık olurdu. Evet, bir gariplik vardı. Ama neydi?

Gözlerime bakmaya devam ederken hiçbir şey söylemedi. Sadece başını sağa sola sallayıp önündeki deftere bakmaya geri döndü.

Bu durum kaşlarımı çatmama neden olmuştu. "Ne oldu, Jen?" diye sordum bir kez daha. Ama bu kez daha ciddi bir tonla.

Jen bakışlarını yine defterden ayırdı, gözlerinde bir duygu vardı ve bu öfke değildi. Hayır, öfke diye tanımlamak doğru olmazdı. Kırgınlık? Kırıklık? Hayal kırıklığı?

Lisa'yla sorunlar mı yaşıyorlardı yeniden?

Adımlarımı hızlıca tezgahın arkasına, yani onun yanına doğru yönelttim. İki elimi de kollarının üzerine koydum,

"Anlatabilirsin." dedim. "Sorun ne?"

Jen bir süre daha sessiz kaldıktan sonra kollarını yavaşça ellerimin arasından çekti. Yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirdi ama bu küçük bir gülümsemeydi.

"Sonra konuşalım mı Jisoo?" dedi buz gibi bir sesle. Şaşkın bir ifadeyle dudaklarımı büzüp onu süzdüm. Ama fikri ve tavrı değişmemişti.

"Peki." demek zorunda kaldım. "Nasıl istersen."

Nezaketen bir kez daha gülümsedi, sanırım bu "Artık, git." anlamına geliyordu. Buna ne kadar üzülsem de saygı duymam gerektiğini düşündüm, anlaşılan şu an konuşmaya hazır hissetmiyordu.

Çıkışa doğru adımlamadan önce, "Görüşürüz." dedim.

GÜNÜMÜZ - Lisa'dan

Zeya'nın kliniğindeyim. Bu artık son görüşmemiz ve iyi bir vedayı hak ediyoruz diye düşünüyorum.

Sabah uyandığımda Ruby'i yine yanımda bulamamıştım. Bir gün önceki gibi güzel bir kahvaltı bizi bekliyor sandım ama aşağı indiğimde evde kimse yoktu. Dy bile. Hemen Ruby'i aradım, bana bugün erken çıktıklarını, beni uykumu bölmek istemediği için kaldırmadığını söyledi.

Tanrım! Ruby'nin Dy'i da alıp beni terk ettiğini sanmak,, kalbimin teklemesine neden olmuştu.

Daha sonra güzel bir duş aldım, gece harikaydı. Enfesti, mükemmeldi, çok güzeldi, çok çok güzeldi. Düşündükçe gülümsüyorum. Ruby'nin yaptıkları... Ruby'nin elleri... Ruby'nin bakışları...

Zaten bu geceyi kolay kolay unutabilirmişim gibi durmuyor çünkü boynumun her yerinde birkaç gün sonra moraracak kızarıklar, sırtımın ve ensemin belli yerlerde tırnak izleri var.

Liseliler gibi boynumdaki izi saklamak için çaba harcadım! Atkı doladım.

Ama Zeya, şu an odanın yeterince sıcak olduğunu söyleyip atkıyı çıkarmam konusunda birazcık baskı yapıyordu.

"Bu hoş bir veda değil, Lisa." dedi gülümseyerek.

"Tamam, tamam. Haklısın. Böyle çok ayıp oluyor. Her an gidecekmişim ve seninle tanıştığıma hiç memnun olmamışım gibi..."

Güzel şakama güldüğü sırada ben de kabanımı ve atkımı çıkardım. Balık yaka bir kazak... Hmm, günü kurtarabilirdi.

Zeya bacak bacak üstüne atıp rahat bir pozisyon aldı. Gözleri bugün daha bir parlak bakıyordu sanki, mutlu gibiydi.

"Gideceğim diye bu kadar sevinmesen mi? Üzülüyorum." dedim dudak büzerek.

"Gitmene değil, iyi hissetmene seviniyorum." diye karşılık verdi. "Geldiğimiz yer için çok mutluyum, başaracağını biliyordum Lisa."

Benim de yüzüme bir gülümseme yerleşti. Evet, başarmıştım gerçekten. Aylarca terapiye gidebilmeyi, verilen ilaçları düzenli kullanabilmeyi, iyi olmak için çabalayabilmeyi... Başarmıştım gerçekten.

Sonunda aydınlık göremediğiniz karanlıklar içindeyken zorluk yaşamak kaçınılmaz. Ama aydınlığa ulaşmak istemek bu zorlukların hafiflemesine yardımcı oluyormuş. Terapide öğrendiğim buydu.

"Zeya." dedim aniden. "Ben yakın zamanda bir galeri açacağım."

Zeya'nın yüzüne bir gülümseme yerleşti.

"Ve seni orada görmek isterim." dedim. "Gelirsen, beni çok mutlu edersin."

"Tabii, Lisa." dedi duruşunu bozmadan. "Sana destek olmak için her zaman yanında olacağımdan emin olabilirsin."

GÜNÜMÜZ - Jisoo'dan

Jennie'nin yanından çıktıktan sonra arabama doğru ilerledim. Büroya gitmem gerekiyordu. Birkaç küçük işim vardı. Ayrıca muhtemelen Roseanne de oradaydı. Onu görmek istiyordum.

Araba ısınırken arkama yaslanarak derin bir nefes aldım. Aklımda şu anda Jennie'nin bana karşı olan tavırlarının nedeni vardı. Önce tatil dönüşü, fazla belli etmemeye çalışsa da soğukluğunu hissetmiştim. Şimdi de bu mesafeli tavrı... Kişisel mi algılamalıydım?

Ona karşı yanlış bir tavrım altı sene içinde yok denecek kadar azdı. Bu aralar da onunla birebir görüşmem, konuşmam olmamıştı. Yanlış ne yapabilirdim ki?

Tekrardan derin bir nefes alarak restoranın önünden uzaklaştırdım arabayı. Büroma giderken yine Stereo Love dinledim. Bu şarkı benim için vazgeçilmez bir şarkı olmuştu artık. Bundan sonra da vazgeçmeyecektim.

Aklıma Roseanne gelirken Jennie ve Ji-woon konusunu tamamen unuttum. Sadece Roseanne. Aklım, fikrim-her şeyim. Dudaklarımda gülümsemeyle büronun önünde arabamı durdurdum.

İnip kapımı kapattıktan sonra içeri ilerledim. Kevin yerine oturmuş, gelip gidene bakıyordu. Beni gördüğünde ayağa kalktı. "Hoş geldin Jisoo." dedi.

Gülümseyerek, "Hoş bulduk Kevin, naber?" diye sordum.

Gülümseyerek bana karşılık verirken, "İyi, iyi, seninki içeride." dedi. Kimden bahsettiğini bildiğim için kafa salladım ve odama doğru ilerledim. İçeri girmeden önce son kez Kevin'a el salladım.

Odaya girdiğimde Roseanne'i ayakta, dolabımın önünde durmuş, dosyaya bakarken gördüm. Önüne düşen saçlarını sık sık arkaya itiyordu.

Kafasını kaldırmadan, "Nasıl geçti görüşmen?" diye sordu.

Direkt olarak bu konuya girmesini kıskançlığa yorabilir miydim? Kesinlikle yorabilirdim.

Sırıtmaya devam ederken kapıyı kapattım. "Normal bir konuşma, akşam anlatırım. Yemek yedin mi?" diye sordum ben.

Elindeki dosyayı kapatırken kafasını hemen kaldırdı.

"Evet yedim, dışarıda küçük bir işim var. Çıkacağım şimdi." dedi.

Kafamı sallarken o da dosyayı kapatıp yerine koymak için dolabın kapağını açtı. Gözlerimi ondan çekmeden izlemeye devam ederken,

"Jennie bana kızgın mı? Yanlış bir şey mi yaptım? Bir bilgin var mı?" diye sordum.

Hareketleri birkaç saniyelik durdu. Sonra dosyayı yerleştirip bana döndü. Yüzünde gülümseme vardı, bunu gizlemeye çalışır şekilde boğazını temizledi.

Gözlerini üzerime çıkarırken, "Yoo, yani ben bilmiyorum, bir fikrim yok." dedi.

Tek kaşımı kaldırarak onu baştan aşağı süzdüm. Hızlı ve aceleci bir şekilde söylemişti. Yani, yalan söylüyordu. Fakat aksi bir şey demedim.

"Neyse, ben gideyim." deyip yanımdan geçecekken onu bileğinden tutarak durdurdum.

"Akşam evde olacak mısın?" diye sordum.

Artık kendi evim demiyordum. Çünkü evin anahtarından bir tane daha yaptırarak Roseanne'e de vermiştim.

Dudaklarına küçük bir gülümseme yerleşirken elini göğsüme koydu. "Evet, tatlım." dedi.

Dudaklarımı dudaklarına bastırıp, hızla çektim. "Tamam, akşam görüşürüz o zaman." dedim.

Son kez bana gülümsedikten sonra odadan çıktı.

FLASHBACK - Jisoo'dan

"Ya ben bu filmden çok sıkıldım. Hiç heyecanlı değil." Roseanne şikayetlenip, kafasını kucağıma yatırırken güldüm.

Elimi saçlarına daldırıp, kafasını okşadım. "Sıkıcı değil, sen izlemiyorsun." dedim.

Hızla kafasını kucağımda çevirip, gözlerini gözlerime çıkardı.

"Ben mi izlemiyorum? Çok saçma bir film."

Onun sitemine gülüp, filmi durdurdum. Kafası hâlâ kucağımdayken saçlarını sevmeye devam ettim. Bu çok huzurlu bir andı benim için. Onun yan profilinin mükemmeliğine bakarken derin bir nefes aldım. Çok güzeldi, çok özeldi.

Aklıma gelen şeyle elimi durdurdum. O da bunu farkedip, bakışlarını yüzümde gezdirdi.

"Sana bir şey vermem gerek." dediğimde kaşları çatıldı. Koltuktan kalkıp kabanımın cebinden hediyeyi almak için ilerledim. Hediye de değildi aslında. Ona ait bir şeydi.

"Ne yapıyorsun?" diye bağırdı içeriden. Ona cevap vermeyip, gülümsedim.

Anahtarı avucuma yerleştip, salona geri döndüm. Koltukta oturmuş, beni bekliyordu. Gözlerini kısarak uzun süre üzerimde gezdirdi. Yanına giderek, tekrar aynı yere oturdum. O da tamamen dönüp bana baktı.

Avucumu açarak anahtarı ona uzattım. "Bunu senin için yaptırdım."

Gözleri elimdeki anahtarda gezinirken kaşları kalktı. Şaşkınlıkla bir bana bir de avucumdaki anahtara bakıyordu.

"Bu ne?" Ne olduğunu gayet iyi biliyordu. Ama yine de sormuştu. Diğer elimle onun bileğinden tuttum ve kendime çektim. Avucunu açarak anahtarı içine yerleştirdim.

"Bu evin anahtarı, sende de olması gerekiyordu."

Gözlerini anahtardan çekmedi hiç. Üzerindeki pembe isim yerinde küçük harflerle Roseanne yazıyordu. Bunu kendim yazdırmıştım.

Bakışlarını anahtarlıktan kaldırıp bana çevirdiğinde ona gülümsedim. Sonunda bir tepki vererek o da gülümsedi ve kollarını boynuma doladı.

Rahat bir nefes vererek kafamı boynuna gömdüm. Bir şey demeden birbirimize sarıldık sadece. Artık bu evde yaşasın, benimle yaşasın istiyordum.

Alice ne diyecekti bilmiyorum ama bildiğim bir şey varsa bunun artık beni eskisi kadar endişelendirmediğiydi.

...

Akşam tüm işlerimi bitirdikten sonra eve gitmek için resmen sabırsızlanıyordum. Dosyalarımı toplayarak dolaba yerleştirirken kapı çaldı.

"Gel." deyip dolabın kapağını kapattım. Arkamı döndüğümde Kevin'ı gördüm.

"Ben de çıkıyordum tam. Sen çıkıyor musun diye bakmaya gelmiştim." dedi. Herkes çoktan gitmişti. Sadece Kevin ve ben kalmıştık.

Yüzüme düşen perçemlerimi kulağımın arkasına sıkıştırırken, "Evet, çıkalım." dedim. O da kafa salladığında ikimiz de içeriden çıktık. O kendi arabasına, ben de kendi arabama ilerledim. Son kez bana el sallayıp arabasına bindi.

Ben de arabaya binip evime doğru gitmeye başladım. Roseanne çoktan evde olmalı. Ben bu sefer normalden de geç gidiyordum eve.

Ama yolculuğu oldukça kısa ve hızlı tuttum. Arabayı bahçeye park ederek indim. Evin ışığı yanıyordu. Bu dudaklarıma gülümseme yerleştirmeme yetmişti bile.

Uzun zaman sonra ilk kez eve gelirken birisi beni karşılıyordu. Hem de bu kişinin en sevdiğim insan olması beni daha da heyecanlandırıyordu.

Anahtarla kapıyı açıp içeri girdim. Roseanne elinde iki tane kadehle mutfaktan salona geçerken beni gördü. Dudaklarına bir gülümseme konarken bana doğru gelmeye başladı.

Ben de kapıyı kapatarak kollarını boynuma dolayan kadına karşılık verip kollarımı beline doladım. Dudaklarını yanağıma bastırdığında ben de onun yanağından öptüm.

Geri çekilip ceketimi çıkarırken ona baktım. "Bu kadehler ne için?" diye sordum. Roseanne yemek yapamıyordu ve aç bir şekilde de şarap içmez diye düşünüyordum.

"Jennie'nin restoranından yemek söylemiştim. Şimdi gelmen iyi oldu." dedi. Kafamı sallarken ceketimi askılığa astım. Ardından onun peşinden salona ilerledim.

Yemekleri koltuğun önündeki küçük masaya yerleştirmişti. Koltuğa otururken o da yanıma oturup kadehleri masaya bıraktı.

Gözlerini üzerimde gezdirdiğinde anlatmamı istediğini anladım. Derin bir nefes alıp doğruldum ve şarap şişesini alarak kadehlerimizi doldurdum.

"Dediğim gibi bugün Ji-woon ile konuştum." diyerek başladım lafıma. Gözleri üzerimde gezinirken kadehini ona uzattım.

"Aynı yerde çalışacağımız için heyecanlı, umutlu." Bunu dediğimde tek kaşını kaldırarak bana baktı.

Ama ben hızla, "Ama heyecanlı olmasına gerek olmadığını anlattım ona. Söylediklerinin benim için hiçbir şey ifade etmediğini de." dedim. Hâlâ gözleri üzerimde gezinirken bir şey demedi.

"Gerçi oraya yalnız gitsem de bir şey değişmezdi." diye ekledim ardından. Hâlâ bir şey demeden şarabını yudumluyordu.

Dudaklarımda gülümsemeyle onu izlemeye devam ederken, "Roseanne, oradaki evlere bakıyorum da gerçekten harika evler var." dedim.

"Buraya alıştım, yani buradan hiç ayrılmadım ama... Ulsan yeni bir başlangıç ve bu başlangıç iyi şeyler doğuracak gibi hissediyorum."

Evet, gerçekten de böyle hissediyordum. Benim gibiler değişikliklerden ve yeniliklerden pek hoşlanmaz ama işte bu gibi zamanlarda nadiren de olsa bir değişikliğin bize iyi geleceğine emin oluruz. Yeni bir şehir, yeni insanlar, yeni bir meslek.

Ve Roseanne ile yeni bir hikayenin de başlangıcı.

Dalıp gitmiştim, bu yüzden Roseanne'in sessiz kaldığını kendime geldikten sonra fark ettim. Kaşlarımı çatarak ona döndüm,

"Ne oldu?" diye sordum.

Söylemek istediği şeyden emin değil gibiydi. Cümlesine başlamadan önce yüzünü buruşturmasını buna bağlıyorum.

"Sana geri mi dönmek istedi?" diye sordu. Anlık olarak beynim durmuştu ama, Ji-woon'dan bahsettiğini anladım. Derin bir nefes aldım.

"Evet ama hiçbir önemi yok." dedim.

Roseanne düşünceli bir şekilde kafasını salladı ve yeniden sessizliğe büründü. Kadehimi masaya bırakıp onu hafifçe kolundan tuttum ve kendime çektim. Sırtı göğsümde, sıkı sıkı sarıldım ona.

Buna gerek yoktu. Aramızı hiç kimse, hiçbir şey bozamazdı. İzin vermezdim buna. Ji-woon benim için boşanmaya karar verdiğim gün bitmiş bir hikayeydi. Onu hiç özlemedim, ona geri dönmeyi hiç düşünmedim, onu Roseanne'den hoşlanmaya başladığım günden sonra bir kez bile düşünmedim.

O bir hiçti, Roseanne dışındaki her şey gibi.

Bu yüzden sevgilim kollarımın arasındayken kulağına doğru eğilip, fısıldadım,

"Sessiz kalma." dedim. "Sessizliğin çok gürültülü. Ve bu gürültüden hoşlanmıyorum."

GÜNÜMÜZ - Lisa'dan

Zeya'nın yanından çıkıp, arabama doğru gitmek isterken ileride duran siyah bir araba gözüme çarptı. Kaşlarım çatıldı hemen. Bu araba tanıdıktı, hem de çok tanıdık.

Adımlarımı durdurup arabaya bakmaya devam ettim. Birkaç saniye sonra arka koltuğun penceresi indirilmişti. Babam oturmuş, gözlerini bana çevirmişti. O arabadan inerken ben de onun yanına doğru ilerledim.

Önünde durup, "Neden geldin yine?" diye sordum direkt. Boyu benden uzundu, bu yüzden kafamı kaldırıp ona bakmıştım.

Koyu kahverengi gözleri üzerimde gezinirken dudaklarına küçük bir gülümseme kondu. Elini omzuma atarak beni kendine çekti ve kafamı göğsüne yasladı.

Benim kaşlarım kalkarken o, "Kızımla gerçekten konuşmak istiyorum." dedi.

Ne diyeceğimi bilmez bir şekilde durdum sadece. Ardından geri çekilip yüzüme baktı. Benim bir şey demememden cesaretlenmiş olacak ki, arabanın kapısını açtı.

Hâlâ arabanın kapısını tutarken, "Konuşalım mı biraz?" dedi. Sakince ona bakmaya devam ettim.

Daha fazla ayakta dikilmek istemediğim için derin bir nefes alarak arabaya bindim. O kapıyı kapatıp, arka taraftan dolanarak geldi ve yanıma oturdu.

Gözlerini önde oturan şoföre çevirerek, "Bizi ilerideki kafeye götür." dedi. Şoför kafa sallayarak arabayı çalıştırdı. İkimizde sessizce kafeye gitmeyi bekledik. Ara sıra onun bana baktığını hissediyordum. Ama kafamı çevirip hiç ona bakmadım.

"Nasılsın?" diye sordu sessizliği bozarak. Arkama iyice yaslanarak kafamı salladım.

Gözlerimi ona çevirerek, "İyiyim, sen?" dedim. Normalde olsa belki cevap vermezdim ama bu sefer cevap vermek istemiştim. O da benim yaptığım gibi sadece kafa sallamıştı.

Bakışlarını arabada ve benim üzerimde gezdirirken, "Ben de iyiyim, her zamanki şirket işleri." dedi gülümseyerek. Bu gülümsemenin ona cevap vermemle ilgili yakından ilgisi olduğunu biliyordum. Tekrar sessiz kaldım.

Araba bir kafenin önünde durduğunda, "Geldik efendim." dedi şoför. İkimiz de arabadan inip kapıyı kapattık.

Yan yana kafeye girerek kenarda duran masalardan birine adımladık. Masalar ve iki yanında da koltuk tarzında bir kafeydi. Bu yüzden kabanımı çıkarıp yanındaki koltuğa bıraktım. O da arkasına iyice yaslanarak bana bakmaya devam etti.

Masada duran iki menüyü de alarak ikimiz de gözlerimizi içeceklerde gezdirmeye devam ettik. Ara sıra göz ucu bakışlarımı onda gezdiriyordum. Uzun zamandır ona dikkatlice bakmamıştım ama şimdi söylemeliyim ki, zayıflamıştı.

Ekstradan bir şey almak istemediğim için menüyü kapattım. Benim ardımdan da o da menüyü kapattı. Kenarda duran garson bunu görüp yanımıza gelmişti.

Bakışlarını ikimiz arasında gezdirirken, "Ne istersiniz efendim?" diye sordu.

"Ben bir dalgona kahvesi alayım." dediğimde kafa sallayarak bakışlarını babama çevirdi.

Babam eliyle beni göstererek, "Ben de aynısından alayım." dedi. Garson kafa sallayıp yanımızdan uzaklaştığında birbirimize baktık.

Arkasına yaslanıp, bacak bacak üstüne atarken ceketinin ön tarafını düzeltti. "Bugün son gün değil mi? Terapide." diye sordu.

Kaşlarım kalkarken ona baktım. "Sen bunu nereden biliyorsun?" diye sordum ben de.

Dudaklarına tekrardan küçük bir gülümseme kondu. Garson geldiği için ikimiz arasında kısa bir sessizlik olmuştu.

"Uzak olmamız seni merak etmediğim anlamına gelmiyor, kızım."

Kızım.

Uzun zamandır ondan duymadığım bir tarzda söylemişti. Annemi kaybetmeden önceki gibi. Kızım. Geçen seferki gibi beni yaralamak için değil, sevgi dolu.

Kahvemi alırken boğazımı temizledim. Söylediği kelimenin bana etki etmediğini göstermek istemiştim sanki.

Kahveyi yudumlamadan önce, "Bilmem, buradan bakınca tam da öyle gözüküyor." dedim.

O da kendi kahvesini alıp yudumladı. Tekrar geri bırakırken, "Madee'i kaybetmek beni çok değiştirdi, bunun farkındayım." dedi. Annemden bahsediyordu. Uzun zaman sonra ilk kez. Ve ilk kez bu hüzünlü tonda.

Sessiz kaldım, benim sessizliğimden sonra konuşmaya başladı. "Eskiden de huysuz bir adamdım ama son zamanlarda bu daha da çekilmez bir hâl aldı. Farkındayım." dedi.

Dudaklarıma hüzünle karışık alay dolu bir gülümseme yerleştirirken, "Son zamanlarda mı? Son zaman kavramımız biraz farklı galiba." dedim.

Alay dolu ifademe baktı. Derin bir nefes aldı, "Haklısın, çok kötü bir baba oldum senin için." dedi ardından.

"Sadece, bazı şeylerle başa çıkmak için verdiğimiz mücadele farklı oldu." dedi.

Sanırım uzun bir düşünme sürecinden sonra bulduğu bahanelerdi bunlar. Beni kırdığı zamanlar için,, bahaneleri.

"Anneni kaybetmeden önce, onu çok üzmüştüm Lisa." dedi. Gözlerime bakıyordu bunu söylerken. "İşle alakalı bazı sıkıntılar çıkmaya başlamıştı, sürekli anlaşmalardan red yiyorduk ya da anlaşma yapacak ortaklar bulamıyorduk. İtibarımız iki paralık olmak üzereydi."

Bunları ilk kez duyuyordum.

"Sanırım bir nevi- depresyona falan girmiş olmalıyım. İçime kapandım." Kelimelerini özenle seçmeye çalışıyordu, bunu kesik kesik konuşmasından anlıyordum. Doğru kelimeleri arıyordu.

"Annene de sana da bir şey anlatmadım. İşler düzelene kadar da bir sorun yokmuş gibi davrandım.

Ama annen bir şeylerin hep farkında oldu. Bir sorun olduğunun farkındaydı, benim iyi olmadığımın farkındaydı, ondan bir şeyler gizlediğimin... Ondan sıkıntılarımı gizlediğimin farkındaydı."

Tüm bu söylediklerine ne tepki vermem gerektiğini bilmiyordum. Öyle ki, sessizce oturup kahvemi bile yudumlamadan onu dinliyordum.

"Evlilik... Eş olmak,, bu ihaneti kaldırmıyor, kızım. Bahanen ne olursa olsun, gizlilik... Eşinle arana bir tane daha sen koymak... Eşini, o senle savaştırmak, sana ulaşmasına izin vermemek...

Tüm bunları onun üzülmemesi için yapmıştım halbuki." Derin bir nefes aldı. Huzursuz bir şekilde kıpırdandı oturduğu yerde. Pişmandı. Pişman olduğunu hissediyordum.

"Ve onunla yüzleşemeden, konuşamadan, özür bile dileyemeden... Kaybettim." dedi.

Annemi eskisi gibi babamdan dinliyor olmak ama bu kez eskisi gibi onu ne kadar çok sevdiğini değil de onu ne kadar çok üzdüğünü ve ne kadar pişman olduğunu dinliyor olmak... Kötü bir duyguydu? Üzülmüştüm. Üzülüyordum.

"Alice neyin nesi?" diye sordum aniden. Pişmanlık, sonrasında böyle bir karar aldırabilir miydi insana? Kaybettiğinin yerine birini mi koymaya çalışıyordu?

"Alice, hiçbir şey Lisa." dedi net bir ifadeyle. Buna anlam veremedim.

"Alice bana sadece iyi geldi. Bu kadar. Beni anladı, sevdiği kadını kaybetmiş ve pişman bir adamı sevdi. Daha fazlası olamaz."

Bu açıklama yeterli hissettirmiyordu. Tamamlanmıyordu kafamda. Kendimi bu hikayede düşünemiyordum. Ruby'i kaybetmiş olsaydım, bana iyi gelen biriyle mi birlikte olacaktım yani? Bu herkes için haksızlık değil mi?

"Bana bu ifadeyle bakma." dedi gülümseyerek.

"Nasıl?" diye sordum.

"Tiksinç." dedi. Sonra kahkaha attı. "Benden tiksiniyor gibi bakıyorsun yüzüme." Ben de gülümsedim ama gülümsememi kısa kestim,

"Buna hakkım var mı bilmiyorum." dedim.

Anlattıklarını kalbimde hissetmiştim çünkü. Alice kısmını tamamlayamasam da annemden böyle bahsetmesi, onu çok sevdiği zamanlardaki gibi bahsetmesi, babam geri gelmiş gibi hissettiriyordu.

Dediğime güldü bir kez daha. Daha sonra arkasına rahatça yaslandı. Kahvesinden bir yudum aldıktan sonra, "Sen?" dedi.

Ben de kahvemi yudumlayıp arkama yaslandım, "Ben?" dedim onun tonunda.

"Sen... Jennie'yle sorunları halletmiş gibisin?"

Yüzüme hemen gülümseme yerleşti. Güzel duyguların hissettirdiği o sıcaklık göğüs kafesime yayıldı hemen.

"Evet." dedim sırıtarak.

O da gülümsedi ama o sırada aklıma bir şey takıldı. Gülümsemem hızlıca silindi yüzümden, göğsümdeki o sıcaklık hissi de kayboldu. Ben,, Ruby'le sorunları halletmiştim, evet.

Ama onunla hiç konuşmamıştım.

Sadece, bana geri dönmüş olmasını karşılıyor gibiydim günlerdir. Ona sarılmamı istemesiyle başlayan kavuşmamız, yine onun istediği zaman birbirimize temas etmemizle sonuçlanıyordu. Ama biz hiç konuşmuyorduk. Konuşmamıştık.

"Ben." dedim aniden. Ani çıkışım babamı anlık olarak ürkütse de, ilgili bakışlarını gözlerime sabitledi.

"Ben Ruby'den özür dilemedim." dedim. "Ben... Yani... Bilmiyorum. Onunla konuşmalıyım, değil mi?"

...

(2) 1 YIL ÖNCE - Jennie'den

Yemeği yaparken fırından ses gelmişti. Lisa'nın sevdiği küçük çikolatalı kurabiyelerden yapmıştım.

Dy'ın gözleri parladı. "Burnuma tatlı kokular geliyor, kurabiye var~" dediğinde gülümseyerek kafa salladım ve fırına ilerledim.

Eldivenimi giyerek fırının kapağını açtım ve hazır olan kurabiye dolu tepsiyi çıkardım. Tepsiyi kenara koyarken Dy da tezgahtan inip yanıma yaklaştı.

Yanımda heyecanlı bir şekilde ellerini birbirine çırparken, "Hemen yiyelim." dedi. Gülerek eğilip burnuna dokundum hafifçe.

Yanağından makas alırken, "Hâlâ çok sıcak, biraz bekleyelim." dedim.

Dudaklarını büzerek kafasını salladı. Yanağından öperken, "Ben anneni çağırmaya gidiyorum, tamam mı bebeğim?" diye sordum.

Yukarı kata çıkarken o da benim arkamdan salona geçmişti. Merdivenleri hızla çıkarak Lisa'nın çizim yaptığı odaya yaklaştım. Kapıyı bir kere çaldım içeriden kısık sesli bir, "Gel." sesi duyduğumda içeri girdim.

"Lili, sevgilim, yemek hazır." dedim. Ama o oturduğu yerde bana dönmemişti. Çizimine devam ederken sadece kafa salladı.

"Tamam, gelirim şimdi." dedi sadece. Gözlerimi üzerinde gezdirirken derin bir nefes aldım. Kapıyı kapatarak içeri girdim. Yavaş adımlarla yanına yaklaşarak kollarımı boynuna doladım.

Yüzümü boynuna gömüp, burnumu sürttüm. Hareketlerini durdurdu sonunda. "İyi misin?" diye sordum kafamı oradan kaldırmadan.

Hafif yutkundu. Elindeki fırçayı indirirken kafasını da indirdi. "Evet, evet iyiyim." dedi sadece.

Biraz geri çekilerek ona baktım. Bir şeyler demek istiyordum. Ama demedim. Çünkü onun benimle konuşması, onun anlatması gerekiyordu. Sessiz kalarak sadece yanağına bir öpücük kondurdum.

"Tamam, aşağıda seni bekliyoruz." dedim ve odadan çıktım. Tekrar derin bir nefes alırken sırtımı kapattığım kapıya yasladım.

Onun bu hali, uzak tavırları beni bitiriyordu. Bana o kadar uzak ve soğuktu ki, sanki dört yıldır birlikte değilmişiz, onun en sevdiği, onun eşi, onun karısı değilmişim gibi davranıyordu. Benden gizlenmesini istemiyordum, hayır. Bunu kabul edemiyordum.

Merdivenleri inerken, "Annem nerede, anne?" diye sordu Dy. Düşüncelerimden uzaklaşırken kafamı kaldırıp kızıma baktım.

Eğilip onu kucağıma alırken, "Annen de şimdi geliyor bitanem." dedim ve yanağından öptüm. Onun bu minik, yuvarlak yanakları öpmeye doymadığınız bir şeydi.

Kucağımda onunla birlikte mutfağa gittim. Onu tezgaha oturtup dolaptan tabak aldım ve içine hazırladığım kurabiyelerden dizdim. Dy da bu sırada onlardan birini alıp yemeye başlamıştı.

Ben tabakla hazırladığım masaya ilerledim. Kurabiyeleri masaya koyarken merdivenlerde adım sesleri duyuldu. Ama adımlar o kadar yavaştı ki, birisinin geldiğini anlamak bile zordu.

Dy da adım seslerini duyduğunda oturduğu tezgahtan indi. Bu sırada Lisa mutfak kapısında gözükmüştü. Önüne düşen saçlarını geriye iterken bitkin bir şekilde bize baktı.

Dy Lisa'ya doğru koşarken, "Anne." dedi. Lisa ne kadar bitkin, halsiz olsa da eğilip onu kucağına almıştı. Dy sanki onun keyifsiz halini anlıyormuş gibi yanağına bir öpücük kondurdu.

Bugün ikimizin de buna ihtiyacı olduğunu biliyordu sanki.

Dy onun saçlarıyla oynarken, "Annem senin sevdiğin yemek ve kurabiyeden yaptı." dedi.

Lisa dudaklarını birbirine bastırarak gülümsedikten sonra kafasını bana çevirdi. Ama bu gülümseme sahte ve neredeyse anlaşılmayacak tarzdaydı.

Ama ben ona gülümsedim. Belki benim bu gülümsemem onu da gülümsetirdi. Lisa'nın gülmesi için benim de gülmem yeterdi.
Ama galiba artık öyle değildi. Çünkü bana hâlâ aynı ifadeyle bakıyordu.

Kalbime birden fazla iğnenin battığını hissediyordum her saniye. Boğazıma sanki dikenli bir tel dolanıyordu, yutkunamıyordum. Gözlerindeki bu soğukluğu silmek istiyordum.

Boğazımı temizleyerek zar zor, "Hadi, oturun." dedim. Lisa bir şey demeden kucağında Dy ile sandalyeye oturdu. Ben de onun karşısına oturdum. Lisa Dy'ın daha rahat oturması için yanındaki sandalyeyi çekti ve onu oturttu. Tabağına da sevdiği yemekleri koydu.

Ama kendisi birkaç saniye durdu. Sonra tabağına biraz gamjatang aldı. Fakat yemedi. Yemiyordu, sadece çatalıyla yemekle oynuyordu.

Bende yemeğimi yemedim. Onun gibi sadece sessizce durdum.

Bizim sessizliğimizi bölen Dy oldu.

"Kreşteki öğretmen bize eğer süt içersek uzarız dedi. Yani ben süt içmezsem küçük mü kalacağım?"

Yine dudaklarını şişirterek tatlı ifadesini takındı. Onun bu suratına gerçekten gülümseyerek bakarken Lisa sadece elini onun saçlarına atmış ve karıştırmıştı.

"Öğretmenin haklı tatlım." dediğinde Dy kafasını ona çevirmişti.

"Ama anne, sen süt sevmiyorsun ve içmiyorsun. Nasıl bu kadar uzunsun?"

Dy'ın dediklerinden sonra gülümseyerek Lisa'ya baktım. Lisa da bu sefer dudaklarını yukarı doğru kıvırarak gülümsedi. Uzun zaman sonra gerçekten gülümsediği tek an buydu.

Bitirdiğimizde Dy'ın uyku saati de gelmişti zaten. "İyi geceler anne." diyerek yanağımdan öptü. Ben de onu öpüp sarıldım.

"İyi geceler, aşkım." dedim.

Lisa yatıracaktı onu. Ben de o gelene kadar masayı toplayacaktım. Bana el sallayarak Lisa'yla birlikte odasına gitmek için merdivenlere doğru ilerledi.

Masayı toplayıp tabakları da bulaşık makinesine yerleştirdim. Her yanı toplayıp bitirdikten sonra salona doğru giderken Lisa'yı gördüm. Yavaş adımlarla merdivenlerden iniyordu.

Yanımdan geçip, koltuğa oturduğunda bir süre ayakta durup onu izledim. Ruh gibi dolanıyordu evde. Onu anlıyordum. Onu anlıyordum ama anlamaktan fazlasını yapamıyordum. İzin vermiyordu.

Benimle konuşmuyordu, bana bir şey anlatmıyordu, bana bakmıyordu.

Derin bir nefes alarak yanına ilerledim. Koltuğa oturup bir süre ona baktım. O da arkasına yaslanmış, sadece yanan şömineye bakıyordu. Bir süre yan profiline baktım.

Koltukta biraz daha kayarak onun yanına yaklaştım. Kolumu beline yerleştirerek alınmı da onun yanağına yasladım. Sessizce duruyorduk. Beni itmemiş veya kendisi de çekilmemişti. Böyle dip dibe, şöminenin çıtırtı sesleri altında oturduk.

Yavaş hareketlerle sırtını sıvazlarken, "İyi misin? Anlatmak istediğin bir şey var mı?" diye sordum tekrardan.

Lütfen susma, Lisa. Lütfen daha fazla susma. Konuş, bağır, çağır, hatta kır dök. Ama karşımda böyle sessiz, bitkin, yok gibi oturma. Çünkü bu halin bana, kendine verdiğinden daha fazla zarar veriyor.

Bana bir şeyler anlatsa, kafasındaki her şeyi dökse daha iyi olacaktı, çünkü bazen olabileceğiniz en kötü yer kendi kafanızın içidir, öyle değil mi?

Ama o konuşmadı. Kafasını hafifçe çevirerek bana baktı. Yüzlerimiz birbirine yakındı. Gözleri ara sıra dudaklarıma kaysa da, tekrar gözlerime çıkardı.

Elleriyle oynarken, "İyiyim Ruby, anlatacak bir şey yok." dedi yine.

İyi değilsin, iyi değilsin.

Bana sürekli iyi olup, sorun olmadığını söyleme. Bıktım bundan. Sorun var, görüyorum, hissediyorum. Anlat, konuş, dök kalbindeki zehirleri, susma demek istiyordum ama bu iyi olmayacaktı biliyordum.

Evde bir ölü gibi geziyordu. Bunun farkında olmadığımı mı sanıyordu?

Bu konuyu konuşmak istemediği için tekrar söze girdim,

"Lisa biliyor musun restoranda küçük birkaç değişiklik yaptım. İç mekanın boyasını değiştik. Belki sen de buna uygun birkaç tablo getirirsin." dedim heyecanla.

Belki başka şeylerden bahsetmek, belki benim hayatımı dinlemek, belki beni görmek ona bir şeyler fark ettirirdi. Onunla konuşmayı özlemiştim.

Hatta günlerdir onunla konuşmak için çaba harcıyordum. Ve o, bunu gördüğü hâlde bana karşılık vermiyordu. Ya da,, veremiyordu.

Ben konuşurken o yine sessiz durdu. Sadece ileriye bakıyordu, elleriyle oynuyordu. Fakat konuşmaya devam ettim.

"Hem eğer sen de istersen bir süre birlikte çalışabiliriz. Ayrıca Lex ve Jackson da seni çok özledi."

Sonunda kafasını bana çevirdi. Bir şey diyecek mi diye ona baktım. Fakat dudaklarından dökülen tek şey,

"Çok yorgunum Ruby ve uykum var. İyi geceler." oldu.

Sahte bir gülümsemeyle bacağımı hafifçe okşayıp yanımdan kalktı.

Acımaya başlayan gözlerim, boğazımı tekrardan tutan o dikenli tel hissi geri gelmişti. Zar zor yutkunarak derin bir nefes aldım. Yine Lisa için ağlıyordum. Ve bu iki ay içinde kaçıncı olduğunu unuttuğum bir geceydi.

GÜNÜMÜZ - Lisa'dan

Babamla konuştuktan sonra beni tekrardan Zeya'nın kliniğinin önüne bırakmışlardı, çünkü bunu ben istemiştim. Arabamı oradan almam gerekiyordu.

Arabaya binip kafamı koltuğun üst kısmına yaslarken gözlerimi kapattım ve derin nefesler aldım.

Ruby'den özür dilemem gerekiyordu. Son bir sene için, yaşanan her şey için. Aramızda geçen kötü şeyleri görmezden gelmek daha kolay olabilirdi ama bu doğru olmazdı. Geriye kalan şeyler, sonradan daha büyük sorunlar çıkarabilirdi.

Ona özür borçluydum, ona çok şey borçluydum. Ve her şeyi sırasıyla düzene koymakta kararlıydım.

Arabayı çalıştırarak kliniğin önünden uzaklaştım. Eve doğru hızlı bir yolculuk yaptım. Klimayı çalıştırmamış, şarkı bile açmamıştım. Olabildiğince hızlı bir yolculuk olması adına sadece yola odaklandım.

Eve varmadan hemen önce bir buket mavi gül aldım. Bunu eskiden de sık sık yapardım, özel günlere ya da özel sebeplere ihtiyaç duymuyordum Ruby'i gülümsetmek için. Gerçi şimdi... Özür dilemek gibi bir amaçla alınmış bir buket elimdeki ama bu çok da fark etmez, değil mi?

Arabayı bahçeye park edip indim. Ruby erken geleceğimi biliyordu. Ama babamla konuşmak bunu biraz geciktirmişti. Hızla bahçeden geçerek anahtarla kapıyı açtım.

Ben içeri geçerken Ruby de merdivenlerden inmiş, duruyordu. Beni gördüğünde düz bir şekilde baktı. Ben gülümseyince, o da gülümsedi. Kapıyı kapatarak, kabanımı bile çıkarmadan ona doğru ilerledim.

Gözleriyle beni izlerken sessiz kaldı. Ona yaklaşıp hemen kollarımı vücuduna doladım. O da şaşırdı fakat bekletmeden kollarını boynuma doladı.

"İyi misin?" diye sordu kulağıma doğru. Onu kendime doğru çekip, daha çok sarılırken, "Hı hım." diye mırıldandım.

Geri çekildiğimizde gülümseyerek ona baktım. "Sana bir şey söylemem gerek." dedim.

Sonra elimdeki buketi ona uzattım. Gözlerini gözlerime çıkarırken şaşkınlıkla genişletti.

"Bunlar ne için?" diye sordu.

Ellerimi kollarından çekmemiştim henüz, gülümseyerek, "İçimden geldi." dedim.

Ruby bir kez daha çiçeklere daha sonra gözlerime baktı.

"Konuşabilir miyiz? Yemeğe gidebiliriz istersen ya da sahile." dedim.

Bu sırada kabanımı da çıkarıp askılığa astım. Yeniden Ruby'e doğru yürürken konuşmaya devam ettim,

"Nasıl istersen. Evde de konuşabiliriz ama o çok sevdiğimiz dondurmacıya gideriz diye de düşünmüştüm."

Yüzümde hâlâ gülümseme vardı, Ruby birkaç saniye beni sorgular gibi süzse de, sonunda o da gülümsedi.

"Benim Dyan'in ödevlerine yardım etmem gerekiyor. Sonra konuşalım, olur mu?" diye sordu.

Demek yemekten sonra Dy'a yardım edecekti. Gülümseyerek hemen kafamı salladım. "Evet, evet olur." dedim.

O da kafa salladığında yanağından öptüm. O içeri geçerken ben de yavaş adımlarla arkasından ilerledim.

Beni farkeden Dy, "Anne." diye bağırıp bana koşmaya başlamıştı. Mutlu bir şekilde eğilip ben de onu kucağıma aldım.

Yanağına uzun bir öpücük kondururken, "Sevgilim." dedim neşe dolu bir sesle.

"Okul nasıldı?" diye sordum.

Kollarını boynuma dolarken, "Her zamanki gibi, sen nasılsın?" dedi.

Elimle sırtını sıvazlarken, "Benim de her zamanki gibi." dedim. Sonra bakışlarımı masaya yaklaşan Ruby'e çevirdim.

O oturduğunda biz de oturduk. Sessiz bir şekilde yemeğe devam ediyorduk. Ruby'de oldukça sessiz duruyordu.

"Anne, hafta sonu her zaman gittiğimiz o pizzacıya gidelim mi?" Dy sessizliği bozarak konuştuğunda bakışlarımı Ruby'e çevirdim.

Uzun zamandır oraya gitmiyorduk. Tekrardan birlikte, eskisi gibi üçümüz oraya gidebilirdik. Tepkisini merak ederek Ruby'e baktım.

Çatalını masaya bırakırken, "Tabii, olur tatlım." dedi. Sonra da bakışlarını bana çevirdi.

Saçını okşayarak, "Olur sevgilim, gideriz." dedim. Mutlulukla gülümsedi ve yemeğine devam etti. Geri kalan yemek boyunca hepimiz sessiz durduk. Dy ara sıra bir şeyler anlatsa da, kısa sürmüştü.

Bitirdiğimizde ben ellerimi yıkamak için üst kata çıkmıştım. Bir an önce Ruby ile konuşmam gerekiyordu. Yoksa içimdeki bu his hiç geçmeyecekti.

Yukarıdaki işlerimi hallettikten sonra tekrar alt kata indim. Ruby de mutfaktan çıkıyordu. Onu gördüğümde gülümseyerek, "Konuşalım mı?" diye sordum.

Bakışlarını bir bana bir de salona çevirirken, "Dy'in ödevlerine yardım etmem gerek, biliyorsun." dedi. Ardından cevap vermemi beklemeden içeri adımladı.

Bu hareket istemsizce kaşlarımı çatmıştı. Ama doğru söylüyordu, ödev. Önce ödeve yardım edeceğini söylemişti. Heyecanımdan unutuyordum işte, Ruby.

Onun arkasından bakmayı kesip ben de salona ilerledim. Dy yere oturmuş, koltuk önündeki küçük masada ödevlerini yapıyordu. Ruby de onun yanına oturarak onunla birlikte dersleri yapmaya başladı.

Ben de koltuğa oturarak onları izledim. Suzy bir saat yapmalarını istemişti. Bu yüzden ben de yanlarına giderek yardım etme kararı aldım.

"Hayır, eğer çok gösterişli olursa Suzy öğretmenim benim yapmadığımı anlar."

Dy'ın sitemiyle gülüp, daha sade bir şey yapmaya karar verdik. Saatlerce bununla uğraşıp bitirdikten sonra artık Dy uyuklamaya başlıyordu.

"Ben onu yatırayım." deyip Dy'ı kucağıma aldım. Ruby kafa sallarken saati tamamlamaya devam etti.

Hafifçe Dy'ın sırtını okşayarak merdivenleri çıktım. Onun üzerini değişip, pijamalarını giydirdim. Onu yatağa yatırıp, üzerini dikkatlice örttüm. Yanağına da son bir öpücük kondurup odasından çıktım.

Hızla merdivenleri inerken Ruby saati bitirmiş, oturduğu yerden kalkıyordu.

"Şimdi konuşalım mı?" diye sordum.

Ruby anlamadığım bir şekilde derin bir nefes aldı.

Ardından "pes" eder gibi ellerindekini koltuğun üzerine bırakıp oturdu. Şaşkın bir şekilde ona bakıyordum. Bir süre sonra hareketsiz olduğumu fark edip bana bakınca kendimi toparlayıp yanına oturdum.

Söze girmemi bekliyor gibiydi, bu yüzden aklımdaki kötü düşünceleri uzaklaştırıp konuşmaya başladım,

"Ruby. Fark ettim ki biz seninle hiç konuşmadık." dedim. Ellerimi onun küçük ellerinin üzerine koydum. Bakışları gözlerime çıktı.

"Yeniden birlikte olduğumuz için çok mutluyum. Bana yeniden sarıldığın, bana yeniden dokunduğun, bana yeniden geri döndüğün için..."

Sesim cümlenin sonuna doğru kısılmış ve hüzünlü bir ton almıştı.

"Çok mutluyum. Ama-" dedim. Ellerini daha sıkı tuttum.

"Benim sana binlerce özür borcum var, değil mi?"

Ruby bir şey demedi. Şaşkın denecek bir ifadeyle yüzüme bakmaya devam ediyordu.

"Bazı şeyler elimdeyken yapmadım. Sana sorunlarımı anlatmadım, düşündüklerimi, hissettiklerimi... Nasıl bir ruh hâli içinde olduğumu konuşmadım. Ve o zaman diliminde seni çok üzdüm." dedim.

Ruby'nin bakışları bu kez şaşkın değil, boş gibiydi. Bu boşluk kalbimin üzerinde bir ağırlık yapmıştı. Anlık olarak tüm kelimeleri unuttum, söyleyeceklerimi hatırlayamadım. Zamanın durduğunu hissettim bu boş bakışların altında.

Sadece, "Özür dilerim." çıktı ağzımdan.

Ruby birkaç dakika sonra gülümsedi. Gözlerinin dolduğunu fark ettim, bu gözyaşları benim yüzümdendi, değil mi?

"Teşekkür ederim, Lisa." dedi kısık bir sesle.

"Ne için?" diye sordum hemen.

Derin bir nefes daha aldı ama bu kısa sürmüştü. Sanırım göğüs kafesini şişiren o duyguyu geçiştirmeye çalışıyordu. Daha sonra ellerini ellerimden çekti ve gözlerime baktı gülümseyerek.

"Özür dilediğin için." dedi.

...

Ruby ardından bu konu hakkında hiçbir şey söylemeden yanımdan kalktı.

"Artık yatalım, geç oldu." dedi. Ama sesi soğuk değildi, uzak da. Aksine mutlu gibi görünüyordu. Ve onun mutluluğu beni de mutlu ediyordu.

Odamıza girdiğimizde ben hızlıca üzerimi çıkarttım. Bu sırada,

"Eşyalarımı da geri getirsem iyi olur." dedim gülümseyerek.

Ruby önce dediğimi anlamamış gibi şaşkın bir şekilde baktı yüzüme. Ona boş olan dolabımı gösterip yeniden gülümsedim.

"Evet, evet." dedi ardından. "Eşyalarını getirsen, iyi olur."

Sonra saten gecelik takımlarından birini giyip, banyodaki işlerini hallettikten sonra yatağa geçti. O gelene kadar ben çoktan yerimi almış, onun tarafını da ısıtmıştım.

Onu beklemeden o yatağa uzanır uzanmaz ellerimi beline dolayıp sokuldum. Rahatlatan nefis kokusunu içime çektim. Önce dudaklarına, sonra yanaklarına küçük öpücükler kondurdum ve fısıldadım,

"Seni çok seviyorum."

...

lisa97JL bölüm yazmamak konusunda diretiyordu ve ben ona bölümün hepsini kendi başıma yazacağımı söyledim. Sonuç;

Siz yine de bölümün tamamını onun yazdığına inanmayın 😏

Bu da bonus:

Continue Reading

You'll Also Like

112K 6.1K 33
civciv: sarma mı yaptin gercekten __ #galatasaray 'da 1. 01.08.24 #barışalper 1. #yunusakgün 1. #millitakımlar 1. __ başlama tarihi 19.08.23 bitirm...
54.4K 5.9K 21
Taehyung bir katildir ve hapishaneden kurtulmak için taklit yaparak akıl hastanesine girer. O sırada orada hasta yatan Jungkook ile karşılaşır ve Jun...
44.5K 4.1K 37
barış alper yılmaz, dm kutusunu sorunlarını anlatıp bir dert defteri gibi kullanan fanının mesajlarını okur.
42.7K 5.6K 43
çünkü hiçbir kelebek tek başına yaşayamaz sevdasını