23 | jenlisa

By ruzovyjed

69.3K 6.7K 20.8K

hakim "gereği düşünüldü" deyip tokmağını vurduğu anda salonda tüm sesler kesilmişti. sırasıyla kararını açıkl... More

1 | gereği düşünüldü
2 | vazgeçilebilir
3 | deli kadın
4 | karşılıksız
5 | dyanne
6 | hesaplaşma
7 | lalisa manobal
8 | ilkler
9 | baba
10 | görünen ve gerçek
11 | madalyonun diğer yüzü
12 | gamjatang
13 | git artık, o gece
14 | cephe
15 | üzgün
16 | çatırdamalar
17 | etkiler
18 | kedi
19 | çaba
20 | kim jisoo
21 | dönüş
22 | sorun yok
23 | belki deneyebiliriz
23 | artık yaşamak istiyorum
24 | mutfak
25 | yanlış anlamalar
26 | sergi
27 | yeni bir dönem
28 | yakın ve uzak
29 | chae, rosie, roseanne
30 | özledim
31 | peki
32 | aswium
33 | sıcak ve soğuk
34 | tamamlanma
35 | kısa bir ara
36 | son
37 | apprehension
38 | yeniden
40 | énouement
41 | boşluk
42 | roseanne park
43 | jennie ruby jane (veda)
44 | "o"
45 | yeniler
46 | bağ
47 | haksızlık
48 | dün, bugün, yarın
49 | her şey
50 | kayıp
51 | geçmiş
52 | dönmek
53 | evren
54 | 'ben her zaman sana geliyorum'
55 | kaçmak
56 | dürüst
57 | değişim
58 | adım adım
59 | kurallar
60 | restoran
61 | karşımdaki
62 | sen
ben?!
63 | dejavu

39 | gözler

1.1K 102 355
By ruzovyjed

BÖLÜM 39 | GÖZLER

Birkaç saniye sonra geri gelmişti. Yanıma doğru gelip elini kolumun üzerine koydu.

Gözlerini üzerimde gezdirirken, "Aç mısın?" diye sordu.

Ne açlığı? Ben yiyeceğimi yedim az önce zaten. Bir şey demeden kolumu ondan çekip merdivenlere ilerledim. Sakin adımlarla merdivenleri çıktıktan sonra durdum.

Ona dönüp, "Ben Dy'ın yanına gidiyorum, ardından duşa gireceğim." dedim kafamı hafifçe sallayarak.

Tekrar merdivenleri çıkarken arkamdan, "Lisa." diye seslendiğini duydum. Ama durmadım.

...

(1) 1 YIL ÖNCE - Jennie'den

Lisa'nın eve uğramadığı üçüncü gün. Üç gün içinde beni neredeyse hiç aramadı,, çağrılarımı yorgun bir sesle açıp, evinde olduğunu, resim çizdiğini ve yalnız kalmak istediğini söyleyerek yanıtladı.

Dyan'i yeni gönderdiğimiz kreşinden almak için restorandan erken ayrılmak zorunda kalmıştım. Tonla işim varken, tonla müşterim,, tonla yapmam gereken yemek.

Çıkmadan önce Jackson yanıma gelip, elini omzuma koydu ve iyi olup olmadığımı sordu,

"İyiyim." dedim net bir ifadeyle. İyiyim, çünkü iyi olmak zorundayım ben.

Ardından beklemeden çıktım restorandan. Başka insanların, hiç tanımadıklarımın ve bazen en yakınlarımın fark ettiği bir "halsizlik" vardı üzerimde. Bunu görmeyen, bunu bilmeyen, bana bakmayan tek kişi Lisa'ydı. Benden haberi olmayan tek kişi, Lisa.

...

Dy'i kreşten alıp eve geldiğimizde ikimiz de rahat kıyafetler giyip salona inmiştik.

Şömine karşısında oturup, elimdeki kitabı okuyordum. Gerçi pek de okumak denmezdi. Aynı sayfa iki saattir açıktı ve ben okuduğumu algılayamıyordum bile. Çünkü aklım Lisa'da kalmıştı.

Gözlerimi kitaptan çekerek yerde resim çizen kızıma baktım. Normalde mutlu bir şekilde resmini yapardı ama Lisa evde olmayınca böyle oluyordu.

Lisa eve geç geliyor, erken gidiyordu. Hatta bazen hiç gelmiyordu. Çoğu zaman Dy'ı okula bırakırken görüşüyorlardı. Bazense Dy'ı okuldan alıp eve birlikte gelirlerdi. Ama bu aralar eve bile gelmiyordu. Eve gelse bile çalışma odasına çekilip, sadece resim yapıyor, gece de oldukça geç vakitte uyuyordu.

Evde yok gibiydi. Vardı ama sadece vücut olarak. Derler ya, bazen birilerinin etrafta olması gerçekten etrafta olduğu anlamına gelmez diye. Gerçekten de öyleydi. Lisa buradaydı ama aslında yoktu.

Kapı çaldığında düşüncelerimden uzaklaştım. Elimdeki kitabı ve gözlüğümü çıkarıp ortadaki küçük masanın üzerine koydum. Dy da istifini hiç bozmamıştı, çünkü gelenin Lisa olmadığını biliyordu. Son üç gündür eve bile gelmiyordu. Dy da bu yüzden çalan kapılara merak duymuyordu.

Dy'in yanından geçerken küçük bir gülümsemeyle saçlarını karıştırdım. Ben salondan çıkarken o da oflayarak saçlarını düzeltiyordu.

Kapıya yaklaşıp, yavaşça açtım. Karşımda Lisa'yı gördüğümde gözlerim mutluluk ve şaşkınlıkla genişledi.

Kollarımı hemen onun boynuna dolayarak, "Lisa, hoş geldin." dedim.

Benim sıkı sarılmama karşılık olarak o bir elini sakince belime yerleştirdi. Yanağına bir öpücük kondurduğumda bana sadece küçük, sahte bir gülümseme vermişti.

Kafasını hafifçe sallayarak, "Hoş buldum." dedi.

Ceketini çıkarırken ben de ona yardım ettim. Ceketi alıp, askılığa, kendi ceketimin yanına astım.

Bunu yaparken gözlerimi onun üzerinde gezdirdim. Son aylarda olduğu gibiydi. Durgun, keyifsiz ve bayağı neşesiz.

Derin bir nefes alarak, "İyi misin?" diye sordum oldukça nazik bir sesle. Elimi de onun kolunun üzerine koymuştum.

Gözlerini kolundaki elime indirip, ardından gözlerime çıkardı. Yine sahte bir gülümsemeyle, "İyiyim, Ruby." dedi.

Yalan.

Bana yalan söylüyordu. İyiyim Ruby, sorun yok Ruby... Yalandı, hepsi yalandan ibaretti. Yüzündeki gülümseme, dudaklarından dökülen sözler-hepsi.

Ama aksi bir şey demedim. Ben de gülümsedim. Yanımdan geçerken elini elimin üzerine koydu ve yavaşça kolundan çekti. O salona doğru giderken arkasından öylece bakmıştım.

Kendimi zar zor toplayarak onun peşinden ben de salona girdim. Yerde oturmuş, çizim yapan Dy onu gördüğünde neşeyle ayağa kalktı.

Lisa'ya doğru koşarken kollarını açmayı da unutmamıştı. "Anne, sonunda geldin."

Lisa onu kucağına alırken ona da sahte bir gülümseme verdi. "Evet bebeğim." dedi ve onun yanağından öptü.

Zar zor bir nefes alarak kollarımı gövdemde birleştirdim. Öylece dikilmiş, ikisine bakıyordum.

"Bugün daha iyi misin?" diye sordu Dy.

Gözlerimi Lisa'nın yüzünde gezdirdim. Bakışları değişti. Ama sadece bir anlık. Gözlerinde ne gördüğümü bile anlayamadan yok olmuştu. Pişmanlık? Kızına bunu hissettirdiği için mi?

Bilmiyorum.

Onun yanağını tekrar öptükten sonra, "İyiyim tatlım." dedi.

Yalan.

Yine yalan söylüyordu. Sadece bana değil, kızına, en yakın arkadaşlarına en çok da kendisine yalan söylüyordu.

"Ne yapıyorsun?" diye sordu onu kucağından indirirken. Dy onun elinden tutarak yerde çizdiği resime yakınlaştırdı. Kendisi de otururken onu yanına çekti. Lisa kızımıza uyarak onun yanına oturmuştu.

Dyan yanaklarını şişerek, "Annemle restorandan dönerken kahverengi yaprakları olan bir ağaç gördüm. Çok güzeldi." dedi. Sesi o kadar heyecanlıydı ki.

Lisa şimdi meraklı bakışlarla ona bakıyordu, ara sıra dediklerine kafa sallamayı ihmal etmiyordu.

Onun saçlarından öperek, "Çok güzel çizmişsin tatlım, çok yeteneklisin." dedi.

İçimde yükselen bu duygu da neydi bilmiyorum onları böyle izlerken. Aralarındayım sanki ama değilim de. Lisa sadece Dy'la ilgileniyor, gözü beni görmüyor, aramıyor da. Üzgün müyüm? Belki. Kırgınlık? Ah, hayal kırıklığım çok fazlaydı.

Üzgündüm, çünkü Lisa iyi değildi. Hayal kırıklığına uğramıştım, çünkü benimle konuşmak yerine kaçıyordu. Benden mi bilmiyorum, belki de, kendinden. Ama uzaktı. Fiziksel olarak yakınımdaydı. Ama o dokunamayacağım kadar uzaktı bana.

Orada öylece durup, ikisini izledim. Gülerek bir şeyler çizmelerini, Lisa'nın ona yardım etmesini. Beni görmezden gelerek tamamen Dy'la ilgilenmesini.

Saat geç olduğunda artık Dy için uyku vakti gelmişti. Sürekli esnemesi, gözlerini ovuşturması Lisa'nın da gözünden kaçmamıştı.

Gülümseyerek elini onun saçlarına daldırdı ve okşadı. "Hadi, uyku vakti ufaklık."

Dy kafa sallayıp bana baktığında gülümsedim ve ona yaklaştım. Kollarını kaldırdığında eğilip onu kucağıma aldım.

Gözleri yarı kapalı bir şekilde Lisa'ya el sallayarak, "İyi geceler anne." dedi.

Lisa da ona gülümsedi ve öpücük attı. "İyi geceler, tatlım." dedi.

Gözlerimi Lisa'da gezdirdim. İkimizin gözleri sonunda kesiştiğinde sadece birkaç saniye bana bakmıştı. Sonra yine bakışlarını kağıda indirmişti.

Dy'ın alnından öperken derin bir nefes aldım ve merdivenlere yöneldim.

Yavaş ve dikkatli adımlarla çıktım merdivenleri. Onun odasına gitmeden önce dişlerini fırçaladım. Odaya götürüp yatağa yatırdım ve üzerini değiştirip, pijama takımını giydirdim.

"İyi geceler kızım." diyerek tekrar bir öpücük kondurdum ve üzerini örtüp odadan çıktım. Ben merdivenleri tekrar sessizce indiğimde Lisa'yı şömine karşısındaki koltuğa oturmuş, kitap okurken buldum.

Fernando Pessoa'dan Huzursuzluğun Kitabı'nı okuyordu. Onu uzun zaman sonra şöminenin karşısına oturmuş bir şekilde buluyordum. Bunu bile özlemiştim.

Ben yanına yaklaşırken adımlarımı duymuş, ama kafasını kaldırmamıştı. Yanına oturduğumda yan gözle bana baktığını gördüm. Ama çok kısa sürelik bir bakıştı.

Kitabı kapatarak kenara bıraktı. Arkasına yaslanırken dirseğini koltuk kenarına yaslayarak parmaklarını şakaklarına yerleştirip ovmaya başlamıştı. Gözlerini de kapatmıştı.

Koltukta biraz daha kayarak ona yaklaştım. Elimi onun bileğine koyarak durdurdum onu. Gözlerini açarak bana baktı.

Ben kendi parmaklarımı onun şakaklarına yerleştirerek, "İyi misin? Başın mı ağrıyor?" diye sordum.

Bakışları bir süre üzerimde gezindi. Ama sonra kafasını salladı.

"Tamam, bırak masaj yapayım." dedim. Derin bir nefes alarak biraz bana doğru eğildi. Böylelikle daha rahat bir şekilde şakaklarına masaj yapmaya başladım.

Birkaç dakika öylece masaj yaptım. Sonra eliyle parmaklarımı durdurdu. Gözlerini yüzümde gezdirdi. Benim de bakışlarım onun yüzünde geziniyordu. Gözlerim dudakları ve gözleri arasında mekik çekiyordu.

Daha fazla durmadan dudaklarımı onun dudaklarına bastırdım. Birkaç saniye bana karşılık vermedi. Ama sonunda o da dudaklarını hareket ettirmişti.

Kalbimden vücuduma mutluluk hissi yayılırken onu öpmeye devam ettim. Ama daha fazlasını istiyordum. Onu o kadar çok özlemiştim ki, öperek geçmeyecek gibiydi. Gerçi bu özlem dokunarak geçecek gibi değildi.

Ellerimi ensesine yerleştirdim. Dilimi dudaklarına dokundurarak açmasını istedim. Dudaklarını araladığında dilimi içeri gönderdim.

Dillerimiz bir süre birbiriyle dans ettikten sonra nefessiz kalıp geri çekildik. Eğilip boynunu öpmek istediğimde geri çekildi. Bu hareket donup, gözlerimi genişletmeme sebep olmuştu.

"Yorgunum, yatalım, Ruby."

Gözlerime bakmadan yanımdan kalktığında şok olmuş bir şekilde arkasından bakmaya devam ettim. Sadece koltuğa çakılıp kalmıştım.

Bu, asla beklemediğim bir hareketti.

GÜNÜMÜZ - Lisa'dan

Hızlı adımlarla çıktım merdivenleri. Dy'ın odasına adımlamak istiyordum ama ayaklarım geri gidiyordu. Vücudumda biriken öfkenin gözlerimden ve tepkilerimden yansıyıp ona çarpmasından korkuyordum sanırım. 

Yine de derin bir nefes aldım ve küçük kızımın odasının kapısını araladım. İçeri girdiğimde önünde bir çizim kağıdı ve boya kalemleri olduğunu gördüm. Beni hemen fark etti, yüzüme baktı. Daha sonra çizimine geri döndü.

Ona doğru adımlarken kısık bir sesle, "Bebeğim." diye seslendim.

Sonra tıpkı onun gibi bağdaş kurup, yere, yanına oturdum, sağ kolumu gövdesine sardım ve çizdiği resme baktım. Anlam vermek zordu, renkleri birbirine karıştırmış ve cümbüş çıkarmıştı ortaya. Kağıdın tam ortasında çok ama çok ince kenarları olan bir daire, etrafı rengarenk... Bir boya kutusu dökülmüş gibi.

Harika görünüyordu.

"Çok güzel." dedim bakarken. "Çok yeteneklisin, biliyorsun değil mi?" diye sordum gülümseyerek.

Kızım bana doğru döndü ve küçük bir gülümseme verip, teşekkür etti. 

Az önce olanlardan etkilendiğini tahmin edebiliyordum ama ne diyeceğimi bilmiyordum. Ne konuşmalıydım? Nasıl konuşmalıydım? Bunu nasıl geçirmeliydim, bilmiyordum. Ve sanırım o da... Bu konuşmaya ilgisizdi.

Yine de onu bir anda kucağıma alıp sıkıca sarılıp, öptüm. Göbeğini gıdıkladım, kahkahalarını dinledim. Dinlerken gülümsedim. 

Yorulduğumuzda onu yerine oturtup yüzüne baktım, "Seni çok seviyorum." dedim. "Seni çokk seviyorum."

...

Odasından çıktığımda Ruby'e söylediğim gibi, duşa doğru adımlayacaktım- ama Dy da benim arkamdan çıkıp, merdivenlere yöneldi. Sanırım Ruby'nin yanına gidiyordu. Düşünceli bir ifadeyle onu izledikten sonra başımı iki yana salladım ve yatak odamıza girdim.

Üzerimdekileri çıkarmak bile zordu, yürümek bile zordu, nefeslerimi düzene oturtmak bile zordu şu anda. Öfkeliydim. Öfkemi bastırmak da zordu.

Nasıl bu kadar ilgisiz olabilirdi bana? Beni nasıl bu kadar -tanıyamazdı-? Neden zorluyordu beni? Neden üstüme geliyordu bu kadar? Hangi cürretle girebiliyordu evime? Dikilebiliyordu karşıma,, bana hesap sorabiliyordu? Neden bilmiyordu beni?

Bu düşüncelerle birlikte duşa girdim ama orada fazla oyalanmadım. Sanki karanlık geri geliyordu ben düşündükçe. Tekrar kaybolacak gibiydim, tekrar yalnız kalacak gibi,, tekrar savunmasız hissediyordum.

Bir savaştan çıkar gibi çıktım duştan, niyetim kötü düşüncelerimi orada bırakmış olup suyla birlikte sonsuzluğa göndermiş olmaktı. Fazla beklemeden üzerime bir şey geçirip aşağı kata ilerledim.

Ruby'e ve kızıma ihtiyacım vardı.

Merdivenlerin son basamağında onları salonda otururken gördüm. Dyan Ruby'nin kucağımdaydı ve her zaman,, her zaman yaptığı gibi onun güzel yüzünü okşuyordu. Baş parmakları yanağının üzerindeydi ve Ruby'nin dünyadaki en kusursuz yüzüne sevgiyle bakıyordu benim kızım.

Onları böyle görmek, yeniden, bu ana şahit olabilmek paha biçilemezdi. Sıcak bir ev, güzel kokular gelen bir mutfak, yanan bir şömine, geniş bir koltuğa yayılmış aşkınız ve kızınız. Daha güzel bir huzur tanımı var mı bilmiyorum.

Onları kaç dakika izledim bilinmez, sonunda yanlarına gittim. Dyan uykuya dalmak üzereydi, yavaşça Ruby'nin yanına sokuldum. Başımı omzuna yasladım, boynundan yayılan nefis kokusunu içime çektim. Dyan'in saçlarını hafifçe okşadım.

"O kadar güzel ki..." diye fısıldadım ona bakarken. Sonra Ruby'e çevirdim bakışlarımı,

"O kadar güzelsiniz ki..." dedim.

Ruby'nin gözlerinde yorgunluk vardı ve belki de biraz kırgınlık. Anlıyordum, babamla yaşadığım o tartışma onu korkutmuştu. Yeniden ondan uzaklaşacağımdan korkmuştu belki,, tıpkı kızım gibi. Ama bunu yapmayacaktım.

Ruby cevap vermeyince Dyan'i yavaşça kucağıma aldım. Odasına götürmeden önce, "Yatırıp geleceğim, konuşalım." dedim.

Başını onaylar anlamda sallayıp, karşı koltuğa geçti. Ben de hızlı adımlarla Dyan'i odasına çıkardım.

Onu yatırıp üzerini örttükten sonra yanaklarından usulca öptüm. Biraz hareketlenir gibi oldu ama birkaç mırıltı çıkarıp sanıyorum ki gördüğü rüyaya devam etti. Bu anı gülümseyerek izlemiştim.

...

Aşağı indiğimde Ruby'i geçen yıl en sevdiğim kitabı okurken gördüm. Pessoa'dan, Huzursuzluğun Kitabı'nı.

Ah o öyle bir kitaptı ki, bir kez okuduktan sonra aynı insan olarak kalmanız mümkün değil gibiydi. Kötü bir dönemimde tanıştığım, iyi bir yazardı ama ruhsal sıkıntılarımızın bu kadar kolektif olması garip gelmişti. Sanki içimden geçenleri çizime değil de kelimelere döksem, onunla tıpa tıp aynı şeyleri yazardım.

Yavaş adımlarla Ruby'e doğru yürüdüm. Beni fark edince kitabı kapatıp, okuma gözlüklerini çıkardı. Yavaşça önündeki sehpanın üzerine bıraktı. Ben de onun yanına oturmuştum bu sırada.

Konuşmaya başlamadan önce yüzünü uzunca seyrettim. Düşünceliydi, suskundu,, Sağ elinin iki parmağını şakaklarına götürdü. Sanıyorum başı ağrıyordu.

"İyi misin?" diye sordum hemen. Sonra daha da sokuldum ona. Elini usulca indirip, kendim masaj yapmaya başladım.

"Çok ağrımıyor." dedi fısıltıyla. Bu sırada koltuğa iyice yaslanıp onu önüme aldım. Sırtı göğsüme yaslanıyordu.

Başını ovarken saçlarına yasladım dudaklarımı. Bu yumuşaklığı ve kokuyu seviyordum. Sonra ellerimi çektim başından, şakaklarına küçük öpücükler kondurdum. Bunu yapınca Ruby daha da yaslandı bana, iyi geliyordum ona. İyi hissettiriyordum,,

Bir süre bu pozisyonda sessiz bir şekilde oturduk. Daha sonra konuşmaya başladım,

"Ruby, akşam çok öfkelendim. Özür dilerim." dedim. Sonra devam ettim,

"Ona çok öfkeliyim, anlıyor musun?" diye sordum. "Onu görmek, sesini duymak, laflarını dinlemek-" Yüzüme yeniden o öfke yerleşmişti. "Her neyse...

Sana anlatmak istediğim başka bir şey var!" dedim neşeyle. Bu duygu değişimi korkunç değildi, sadece iyi şeylerden bahsetmek istiyordum.

Ruby yüzünü bana döndü, meraklı bir ifadeyle konuşmamı bekledi. Konuşmaya başlamadan önce gülümsedim.

"Bugün biriyle görüşecektim ya-" dedim. Başını onaylar anlamda salladı. "Görüştük ve teklifini kabul ettim! Ruby... Kendi galerimi açacağım.

İnanabiliyor musun? Tamamen bana ait bir yer, eskiler gibi küçük de değil. Seoul'ün merkezinde olacak,, herkesi davet edeceğim."

Ruby'nin kaşları şaşkınlıkla havalandı. "Ne oldu?" diye sordum.

"Bir galerin olmasını istediğini bilmiyordum." dedi.

Bozulmuş muydu o? Benim güzel kadınım trip mi atıyordu bana?

Gözlerimi kısarak onu süzdüm, ardından hızlı bir hareketle tekrar kollarımın arasına aldım onu. Göğsüme yatırdım, ona doğru eğilerek konuştum,

"İstemiyordum ki." dedim. Dudaklarımız birbirine çok yakındı, bazı kelimelerde onun dudaklarına çarpıyordu.

"Şimdi istiyorum... Çünkü, bir şeyler başarmak istiyorum."

Sonrasında devam etmedim. Bu yakınlıkta onun güzel kokusu etkisi altına almıştı beni çünkü. Dudaklarına bakıyordum.

Ruby bu sessizliğe ve dudaklarına bakıyor olmama gülümsedi. Sonra sağ elini yanağımın üzerine yerleştirdi. Ona böyle ters pozisyonda bakmak boynumu biraz ağrıtsa da, öpmeden bırakmazdım.

Yavaşça pembe dudaklarına dudaklarımı bastırdım. Alt dudağını dudaklarımın arasına alıp usulca öpmeye başladım. Hareketsizdi, karşılık vermiyordu,, bana bırakıyor diye düşündüm.

Öyle usul, öyle yavaş hareket ediyordum ki, sonunda ağzı aralandı. Daha fazlasını istiyordu. Dilini dudaklarıma bastırdığında, ağzımı onun için açtım.

Kesik kesik nefes ve öpüş seslerine şömineden çıkan çatırtılar eşlik ediyordu.

Ruby yerinde doğrulup bana doğru döndü ve bekleme yapmadan iki elini de enseme yerleştirip beni kendine doğru çekti. Koltuğa uzanırken, üzerindeydim. İki kolumu da yanına yaslayıp onu öpmeye başladım.

Ensemden tutarak beni çekiştirmeye devam ederken, hızlı bir hareketle üzerimdeki tişörtten kurtuldum. Ardından onun üzerindekini de çıkardım. Ruby'nin henüz bıraktığım izleri geçmemiş dolgun göğüsleri, bu pozisyonda sütyeninden taşıyordu. Onlara bakarken dudaklarımı ıslatıp gülümsedim, ardından kopçasına uzanıp esaretten kurtardım.

Ruby bacaklarını açarak beni tamamen kendi üzerine aldı. Elleri bel kıvrımımı okşuyordu.

Daha sonra dokunuşları sertleşti. İki elini de sırtıma koyup boydan boya tırnaklarıyla çizmeye başladı. Küçük bir inleme döküldü dudaklarımdan.

"Neler oluyor, kedi?" diye fısıldadım kulağına.

Daha sonra kulak memesini ağzımın içine alıp emmeye başladım. Hoşuna gittiğini göstermek ister gibi memnun mırıltılar çıkardı. Boynuna doğru ıslak öpücükler bıraktım. Tırnakları hâlâ sırtımda yer ediniyordu.

Boylu boyunca boynunu yaladım. Daha sonra küçük ısırıklarla Ruby'i kıvrandırmaya başladım.

Elleri belime indi. Beni sıkıca tutup kendine bastırdı. Kıyafetlerimiz üzerinden bile bu sürtünme çok etkiliydi, bölgelerimiz her temas ettiğinde Ruby de ben de kısık seslerle inliyorduk.

"Mmh-hh..." Kulağıma dolan bu huzurlu mırıltısı beni çileden çıkarıyordu. Kendimi tutmak, istediği yavaşlıkta davranmak o kadar zordu ki,, vücudum yanmaya başlamıştı, içimde biriken o duygu daha yüksek inlemeler bırakmam için beni zorluyordu.

Ruby aniden altımdan kalkıp, kucağıma oturdu. Ve hiç yavaşlamadan beni delirtmeye başladı.

Ellerimi beline yerleştirirken gözlerimi onun üzerinde gezdiriyordum. Alt dudağını dişleri arasına alırken bana mükemmel gülümsemelerinden birini bahşetti.

Onun bu hareketine, her hareketine kalbim hızlanıyordu. Hızlı atan kalbim her saniye bana ölecekmişim gibi hissettiriyordu.

Ruby elleriyle ensemi okşarken eğilip boynuma öpücükler kondurmaya devam etti. Kafamı yana eğerek onun için daha çok alan açtım. Genelde kendisini bana bırakırdı ama şimdi kontrolü kendisi ele almış, üzerimdeki hâkimiyetini gösteriyordu. Ben de ona izin veriyordum.

Normalde fazla uysal ve nazik olurdu sevişmelerde. Şimdi ise dişlerini tenime geçiriyor, boynumu emip, izler bırakıyordu. Bundan şikayetçi değildim. Aksine, çok hoşnuttum.

Dudaklarımdan inleme dökülürken o boynumun diğer tarafına geçmişti. Ellerimi beline yerleştirmiş, ara sıra sırtını okşuyordum.

İki tarafa da tatmin olacağı kadar izler bıraktıktan sonra kafasını boynumdan çıkardı. Aramızdaki atmosferden dolayı ikimizin de gözleri yarı kapalı gibiydi.

Tırnaklarını boynuma geçirirken eğilip tekrardan beni öptü. Hiç bekleme yapmadan anında ona karşılık vermiştim.

Öpücükleri bile oldukça sertti. Dişlerini dudaklarıma geçiriyor, çekiştirip, emiyordu.

Fazla sert ısırdığında, "Ihm." diye inleyerek dudaklarımızı ayırdım. Dilimi dudağımda gezdirirken ona baktım. Ağzıma yayılan sıvı ve garip metalik tatla dudağımın kanadığını anlamıştım.

Gözlerim memnun bir şekilde onun yüzünde gezinirken dudaklarıma gülümseme kondu.

"Bu gece oldukça haşin bir kedi var galiba?" diye sordum.

Bir şey demedi, gülümsemedi de. Gözlerinde başka bir kadın vardı. Başka bir kedi, başka bir Ruby.

Bu gecenin uzun olacağı belli olduğundan, ilerlemesine izin vermeden kucağımda onunla birlikte ayaklandım.

Odaya girdiğimizde kapıyı arkamdan hızlıca kapatarak yatağa yöneldim. Onu bırakmadan kucağımda onunla birlikte yatağa oturdum. Sırtımı yatak başlığına yaslarken öpüşmeye devam ettik.

Onunla aynı sertlikte ona karşılık veriyordum. Dilini dudaklarımda gezdirdiğinde ne istediğini anlamıştım. Dudaklarımı aralayarak onun içeri girmesi için izin verdim. Vakit kaybetmeden dilini ağzımın içine daldırarak dilime doladı.

Dillerimiz birbiriyle dans etmeye devam ederken bir anda dilimi dudakları arasına alıp emdi. Boğuk bir inleme bırakırken belini sıktım.

O da ağzımın içine doğru inlemişti. Sonunda nefessiz kaldığında dudaklarımızı ve dillerimizi ayırdı. Vücudumun üzerinde aşağıya doğru süzülürken tam bir kedi gibi görünüyordu. Parlayan gözlerimle onu izlemeye devam ediyordum.

Kaymaya devam ederken ellerini eşofmanımın üst tarafına yerleştirdi. Kendisiyle beraber eşofmanımı ve iç çamaşırımı indirdi. Vajinama temas eden soğuk havayla kısık bir nefes aldım.

Önümdeydi, önümde eğiliyor ve gözlerimin içine bakıyordu.

Bacaklarımı sert denecek bir şekilde ayırıp arasına girdiğinde gözlerimi onun üzerinden çekmedim.

Karın bölgemden başlayarak uyluğumun iç kısmına doğru öpücükler kondurarak devam etmesini izledim. Heyecanla beklediğim yere her yaklaştığında içimdeki ateş daha da yükseliyordu.

Küçük ve sulu öpücüklerini uyluğumun iç kısmına kondurmaya devam etti. Artık daha fazla dayanamıyordum. Bacağımı onun beline doğru yaklaştırdığımda o da bunu anlamıştı.

Gözlerimizi tekrar buluştururken sonunda bekleneni yaptı. Dudaklarını klitorisime yerleştirdiğinde inleyerek kafamı geriye doğru attım. Dili ustaca dudaklarımın etrafında ve klitorisimde geziniyordu.

O dilini ustaca hareket ettirirken ben inleyerek kafamı yastığa bastırıyordum. Yaklaştığımı hissettiğimde gözlerimi zevkle kapattım.

Karnımın alt bölgesinde yükselen sıcaklık hissi ve titreyen bacaklarım da bunu haber veriyordu. Ruby hız kesmeden devam etti.

Sonunda ağzına geldiğimde son kez dilini deliğimin üzerinde gezdirip, kafasını bacaklarımın arasından çıkardı.

Bayık gözlerle ona bakarken o bir bacağımı alıp kendi beline doladı. Merakla ona bakmaya başladım.

Üzerimde biraz doğrularak parmaklarını deliğime hizaladı. Hafifçe bastırdığında hissettiğim hassasiyet ile gözlerimi kapatıp inledim.

Boşta olan elini boynuma çıkarıp sıktığında şaşkınlıkla gözlerim açıldı. Ruby, nefesimi gerçek anlamda kesiyordu bu kez.

Uzun zamandır göremediğim bu manzara içimdeki ateşi daha da yükseltti. Artık ne kadar yükselebilirse.

Benim bu şaşkınlığımdan faydalanırken dudaklarına gülümseme yerleştirerek işaret parmağını içime itti.

Gözlerimi açarak zar zor Ruby'e baktığımda memnun bir şekilde gülümsediğini gördüm. İşaret parmağının yanına orta parmağını da eklediğinde inleyerek çarşafı tuttum.

Ruby'nin boynumda olan eli boğazımı daha da sıktı.

İtişlerine devam etti. Parmaklarını bükerek her seferinde G noktama vurdu. Duvarlarım her seferinde onun parmaklarını çevrelerken Ruby baş parmağıyla klitorisimi okşamaya başladı. Hissettiğim zevk sayısı seviye atlarken inlemem de ona eşlik etmişti.

Birkaç itişin sonunda gelebilmiştim. Orgazm boyunca itişlerini durdurmamıştı. Tamamen bitirdiğinde parmaklarını yavaşça içimden çıkardı.

Biraz soluklandıktan sonra doğruldum ve ellerimi ensesine yerleştirerek dudaklarımızı birleştirdim. Hiç bekleme yapmadan karşılık verdiğinde ellerimi direkt pantolonuna indirdim. Düğmeyi açıp, fermuarı indirdim.

Bacaklarını yan taraflarıma yerleştirdi. Şu an ata biner bir pozisyon vardı.

Pantolonunu indirmeden elimi içeri soktum. İç çamaşırının üzerinden ıslaklığını okşadım. Kısık bir inleme ve nefes bıraktığında zevkle dudaklarım yukarı kıvrıldı. Elimi iç çamaşırından da içeri salarken dudaklarımı boynuna yerleştirdim.

O da kollarını omuzlarıma yerleştirmiş, boynunu da yana yatırmıştı.

İşaret parmağımı içine yolladım. İnleyerek kafasını bana doğru eğdi ve yanağını yanağıma bastırdı. Ben onun boynuna sanat eserleri bırakırken itişlerime devam ettim.

O da hareketsiz kalmayarak kendisi hareket edip parmaklarımı yönlendirdi. Boşta kalan kolumu beline dolayıp onu kendime daha çok bastırdım.

İkinci parmağımı da içine gönderdiğimde bir anlık durdu ve inledi sadece. Şimdi nefesi kesilen oydu. Ve çok güzel görünüyordu.

Ama ben durmadan parmaklarımı onun içine itmeye devam ettim. Parmağımı bükerek bana yaptığı gibi onun zevk noktasına vurmaya başladım. İnlemesi normalden daha yüksek geldiğinde doğru noktaya vurduğumu anlayarak dudaklarımı kıvırdım.

Orgazmı yakınlaştığında tırnaklarını enseme batırdı.

Parmaklarıma sıvısı yayılırken, ben de acıyla tısladım. Orgazm boyunca parmaklarımı içinden tuttum. Bitirdiğimde onun yaptığı gibi, yavaşça çıktım içinden.

Ruby kollarımın arasında yorgun ve mayışmış bir kedi gibiydi. Gözleri kapalıydı, açmak için uğraşmadı da.

Gülümseyerek onu bir süre izledim. Daha sonra yanına kıvrıldım. Bu sırada göz kapakları aralandı, uykulu bir hâlde bana baktı.

Elimi yanağının üzerine koyup yüzünü okşadım. Ve güzel kadınım uykuya dalana kadar bunu yapmayı bırakmadım.

GÜNÜMÜZ - Jisoo'dan

Arabamı Jennie'nin restoranının önüne park edip indim. Buraya Ji-woon'la konuşmak için gelmiştim. Aslında beni başka bir yere davet etmişti ama başka bir mekana elbette gitmeyecektim. Onunla baş başa konuşmak bile kendimi berbat hissettiriyordu.

Sabahın erken saatleri olduğunun da altını çizersek, tamamen berbat hissediyordum.

Derin bir nefes alıp restorana girdim. Jennie tezgah arkasında durmuş, bir şeylerle ilgileniyordu. Ellerimi pantolonumun cebine sokarak ona doğru ilerledim. Yaklaşan beni fark ettiğinde kafasını kaldırıp selam verdi.

Ben tezgaha yaklaşırken, "Hoş geldin." dedi.

Ben de gülümseyerek kolumu tezgaha yasladım ve ona, "Hoş bulduk." dedim.

Gözleri benim ve dış kapı arasında gezindi. Roseanne'i aradığını biliyordum.

"Rosie yok galiba?" diye sordu. Kafamı sallarken elimi yüzümde gezdirdim.

"Evet yok, benim de küçük bir işim var."

Bunu dedikten sonra Jennie'ye kafa salladım ve kenardaki masalardan birine oturmak için ilerledim.

Ben masaya oturduğumda Jackson elinde bir menü, yüzünde gülümseme yanıma geldi.

Elini omzuma koyarak, "Nasılsın Jisoo? Rosé yok mu?" diye sordu.

Gülümseyerek ondan menüyü aldım ve ona, "Hayır yok, ben de iş görüşmesine geldim." dedim ona.

Dudakları anlamış şekilde 'o' şeklini alırken kafasını salladı. Ona teşekkür ettiğimde uzaklaşarak Jennie'nin yanına gitti.

Ben gözlerimi menüde gezdirirken restoranın kapısı açıldı. Gelen Ji-woon'du muhtemelen. Bana doğru gelen adım seslerini duyuyordum, fakat kafamı kaldırıp ona bakma zahmetinde bulunmadım.

"Benim seni çağırdığım restorana niye gelmedin?"

Karşımda durup, sorduğunda bu sefer kafamı kaldırmak zorunda kaldım. Menüyü indirip ona baktım. Üzerinde yine her zamanki kıyafetleri, gözünde her zamanki güneş gözlüğü vardı.

Menüyü masaya bırakırken, "Çünkü burası daha iyi." diye cevapladım onu.

Gözlerim bir anlık tezgah kısmında duran Jennie'ye kaydı. Kaşları çatık bir şekilde Jackson ile bana bakıyorlardı. Sorun etmiyordum, çünkü Roseanne'e buraya geleceğimi ve Ji-woon'la konuşacağımı söylemiştim.

Karşıma oturan Ji-woon bir şey demeden sadece kafa salladı. Oturup, gözlerini üzerimde gezdirdiğinde arkama yaslanıp, kolumu diğer boş sandalyenin üzerine koydum.

"Neden benimle görüşmek istedin Ji-woon? Bu görüşme isteklerin, neden bu kadar arttı?" diye sordum aniden.

Bakışlarını çantasından ayırmadan, "Artık birlikte çalışacağız, Jisoo. Görüşmemiz sürpriz bir durum değil." dedi.

Hafifçe öne doğru eğildim, "Birlikte değil, aynı şehirde çalışacağız Ji-woon. Bu bir "birliktelik" değil." dedim.

Bu kez o da arkasına yaslanıp, bakışlarını bana çevirdi. Uzunca süzdü beni, bir şey arar ya da sorgular gibi. Pozisyonumu bozmadan ben de ona bakmaya devam ettim.

Daha sonra gözlerini kıstı, dudaklarını hafifçe aralayıp, "Seni böyle... Bana bilenirken görmek, çok garip Jisoo." dedi.

Kaşlarım şaşkınlıkla havalandı, öyle miydi? Garip miydi bu durum?

"Senden asla duymadığım ve duymayı beklemediğim şeyler söylüyorsun bana. Son... Birkaç haftadır."

"Buna özen göstermem garip olurdu asıl." dedim rahatlıkla. Sonra yeniden arkama yaslandım.

"Sürpriz olmayan durum bu."

Dudaklarına küçük bir gülümseme kondu ve gözlerinden bir bulut geçti sanki.

"Ne konuşmak istiyordun?" diye sordum. Bu buluşmanın anlamsızca uzamasına gerek yoktu.

"Ulsan'a gelip gelmeme konusunda kararlı mısın merak ediyordum." dedi. "Bunu gözlerimle görmek istedim."

Bu kez ben gözlerimi kısarak süzdüm onu. Bu konuda neden kararlı olmayacaktım ki? Neyi anlamaya çalışıyordu?

Benden cevap gelmeyince bir kez daha gülümsedi. "Ah Jisoo..." diye başladı cümlesine.

"Seni tanıdığımda henüz yirmili yaşlarındaydın. Ve o kadar heyecanlı, o kadar toydun ki! Beni... Beni dünyadaki en bilge, en zeki, en donanımlı insan olarak görüyordun. Sana göre, her şeyi yapabilirdim ben. Her şeyi bilirdim, her şeyin en doğrusunu bilirdim hatta. Bana bakışların vardı,, göz bebeklerin parıldardı,, beni görüşlerin vardı,, kendine hemen bir çeki düzen verirdin. Bana en iyi hâlini göstermek isterdin her zaman. Seni beğenmemi, seni takdir etmemi, seni onaylamamı isterdin. Senin gözlerindeki dünya bendim."

Son cümlesinde tüm kelimeleri vurgulayarak söylemişti. Amacı neydi peki? Neden konuşuyordu şimdi bunları?

Ortamda garip bir hava vardı. Ne düşünüp, düşünmemem gerekiyordu bilmiyorum. Sizin karşınızda ruhunuzu sömüren, sizi yiyip bitiren birisi olsaydı nasıl hissederdiniz?

"Jisoo," dediğinde kafamı kaldırdım. Çok garip bir ses tonuyla söylemişti. Ondan çok nadir duyduğum bir ses tonuyla.

"Çok mu kötüydüm?" diye sordu.

Bu nasıl bir soruydu ki? Cevabı var mıydı? Bir şey düşünüyor muydum ben artık onun hakkında?

Dudaklarımı birbirine bastırıp kafamı olumsuz anlamda salladım. Yüzümde düşünceli bir ifade vardı.

"Ji-woon... Ben bu konu hakkında hiçbir şey düşünmüyorum." dedim.

Tek kaşını kaldırıp ardından kabullenir bir biçimde kafasını salladı. Üzgün bir hâli vardı. Ve hiç tanıdık değildi onun bu ifadesi.

"Uzun bir dönem, düşündüğüm tek bir şey oldu." dedim. Tekrar dikkatini bana verdi. İlgili gözlerle ağzımdan çıkacak cümleleri bekliyordu.

"Eski ben ne kadar da sana benzemek isterdi, Ji-woon. Senin gibi hareket edebilmek, dikkatleri üzerine çekebilmek, işinde iyi olmak." dedim.

Sesimde ufacık bile kırılma yoktu.

"Ve şimdi yaptım. Senin gibi birisiyim ama bu eskisi kadar mutlu hissettirmiyor."

Söylediklerimi sindirmek ister gibi sustu önce. Etrafta göz gezdirdi, derin birkaç nefes aldı. Tekrar yüzüne o gülümsemeyi yerleştirip bana baktı.

"Hayır." dedi net bir tonda.

"Hayır, Jisoo. Sen benim gibi birisi değilsin. Sen aslında kimse gibi değilsin, senin gibi birisini hiç tanımadım."

Buna bir cevap vermedim. Ama ne hissettiğimi de anlayamadım. Onun gibi birisi değilsem gerçekten,, buna mutlu olurdum. Buna mutlu olurdum çünkü beni seven bir kadını onun yaptığı gibi üzmezdim artık-

Ömrüm kendimi onun gibi olduğumu sanmakla geçti. Kendime verdiğim en büyük cezaydı bu,, kendimle birlikte Roseanne'e de. Herkese. Yolda yürürken sadece bir kez gördüğüm o dilenciye bile. Yanımdaki, yakınımdaki herkese,, verdiğim en büyük ceza.

"Buna sevinirim." dedim oldukça sakin bir sesle. Gözleri üzerimde gezinirken farklı duygulara geçiş yapıyordu.

"O kadar kötü müydüm?" Ses tonu biraz üzgün gibi çıkmıştı.

Dudaklarıma alay dolu bir gülümseme konarken, "Sence?" dedim iğneler şekilde. Bunu yapmamam gerekiyordu ama benim yerimde olan herkesin bunu yapacağını düşünüyordum.

Bakışları yumuşarken, "Haklısın, çok hata yaptım. Telafisi olmayan, sonuçları kötü olan. Ama sana hissettirememiş olsam bile, seni gerçekten sevdim Jisoo." dedi bakışları kadar yumuşak bir ses tonuyla.

Parmaklarımı masaya yavaş bir şekilde vururken, "Neden bunu şimdi konuşuyoruz?" diye sordum.

Bunca seneden sonra neden şimdi? Neden geri gelmişti? İş mi? Muhtemelen. Ama neden karşıma geçmiş bana eski defterleri açtırıyordu? Amacı neydi?

Bakışlarını hâlâ üzerimde gezdiriyordu.

"Çünkü bilmeni istiyorum. Pişmanlığımı, üzgünlüğümü. Ne kadar da haklılar, bazı şeylerin değerini kaybettikten sonra anlıyoruz."

Sessiz durup, onu dinlemeye devam ettim. Ne demek gerektiğini bilmiyordum. Gerçi, şu anda dinlediğim şeyleri de pek umursamıyordum.

"Boşanıp buradan gittikten sonra her zaman istemsizce seni aradım. Etrafımda sürekli seni istedim. Seni görmek, seninle konuşmak. İşte o zaman anladım kimsenin senin gibi olmadığını, ne kadar aptal olduğumu."

Bakışları kısa bir sürelik indi. Ardından tekrar kaldırarak gözlerime çıkardı. Hafifçe yutkunurken öylece ona bakıyordum.

"Seni özlüyorum Jisoo. Seni çok özlüyorum. Bakışlarını, dokunuşlarını, neşeli neşeli konuşmanı, beni heyecanla dinlemeni-her şeyini."

Susup, yutkundu. Gözleri dolmuştu. Boşandığımızda bile onu bu halde görmemiştim.

"Eğer bir şeyleri değiştirme şansım olsaydı, bizimle ilgili olan her şeyi değiştirirdim."

Bakışlarımı kaçırdım. Bu konuşma gittikçe daha da garip bir hal alıyordu. "Bunları anlatmakta amacın ne?"

Biraz sert gibi durabilirdi belki. Ama elimden gelen en yumuşak tavır buydu. Fazlası yoktu, olamazdı.

"Eğer sen de istersen, tekrar denemek isterim."

Gözlerim genişlerken, dudaklarım aralandı. Doğru duyuyormuşum gibi gelmiyordu bana. Doğru olmasını istemiyordum.

"Hayır." dedim oldukça net bir sesle. Gözleri üzerimde dururken yutkundu.

"Lütfen bir düşün-"

"Düşünecek bir şey yok, Ji-woon."

Onun lafını keserek sert ses tonuyla cevapladım. Hareketleri dururken, gözleri genişledi.

"Gözlerimde kendini gördüğünü söylemiştin. Gözlerimdeki dünyanın sen olduğunu-"

Sesim oldukça stabil ve kelimelerim netti.

"Anladım ki önemli olan birinin dünyasına sahip olmak değil. Birini dünyana dahil etmek,

Kendinden sakındıklarını ona tüm çıplaklığıyla gösterebilmek. Bunu yaparken de berbat hissetmemek. Ondan korkmamak, kaçmamak, ondan hiçbir şeyi sakınmamak. Sevgini sakınmamak.

Anlıyor musun, Ji-woon?" diye sordum.

Cümlelerim bitene kadar gözlerini benden kaçırmadı. Öyle bir baktı ki, sanıyorum içimi okuyordu. Dudaklarını ıslatırken gözlerini kıstı.

"Anlıyorum, Jisoo." dedi.

"Güzel." dedim. Ardından bakışlarımı Jennie'ye çevirdim. Hâlâ tezgah arkasında duruyor ve çatık kaşlarla bizi izliyordu. Sorun yok Jen, içime işleyecek tek bir kadın var dünya üzerinde ve o senin en yakın arkadaşın.

"Peki... Kim bu kadın?"

Ji-woon'un beklenmedik sorusuyla ona döndüm.

"Kim sana bunu yaptı?" diye sordu. Öne doğru eğilip, yakınlaştı.

"Gözlerindeki bu parıltıyı... Kim geri verdi sana?"

...

Hmm hmm...

Gözler insanın bir ruhu olduğunun en büyük kanıtı diyorlar. Bilmiyorum,, ama seviyorum.

Ruhun varlığındansa canlılığın kanıtı bence. Yorgun, bitkin, heyecanlı, aşık ya da çocukça bakan gözler. Her biri ne kadar da gerçek.

Lütfen oy vermeyi unutmayın ^^

Continue Reading

You'll Also Like

93.2K 4K 21
Yabani dizisinden tanıdığımız Asi ve Alaz'ın muhtemelen hiç yazılmayacak anlarına dair tek veya birkaç bölümden oluşacak hikayelerdir.
92.4K 7.2K 38
sadece erkeklerin olduğu bir üniversitede gay yönelimin odağı ve tüm dikkati üzerine çeken Jungkook, bu durumdan sıkılan ve onu bu rahatsızlıktan ko...
1.1K 125 9
Medya'ya hetero olduğunu açıklayan model Lalisa Manobal'ın başına sevgilisi olduğunu iddia ettiği için iş açan lise zorbası ünlü oyuncu Kim Jennie on...
10.8K 69 1
"Sen, kalbimin soğuk ve karanlık yerlerine sıcak duygular veriyorsun, huzurla dolmasını sağlıyorsun." Gecenin soğuk esintisinden dolayı saçları yüzün...