23 | jenlisa

By ruzovyjed

69.3K 6.7K 20.8K

hakim "gereği düşünüldü" deyip tokmağını vurduğu anda salonda tüm sesler kesilmişti. sırasıyla kararını açıkl... More

1 | gereği düşünüldü
2 | vazgeçilebilir
3 | deli kadın
4 | karşılıksız
5 | dyanne
6 | hesaplaşma
7 | lalisa manobal
8 | ilkler
9 | baba
10 | görünen ve gerçek
11 | madalyonun diğer yüzü
12 | gamjatang
13 | git artık, o gece
14 | cephe
16 | çatırdamalar
17 | etkiler
18 | kedi
19 | çaba
20 | kim jisoo
21 | dönüş
22 | sorun yok
23 | belki deneyebiliriz
23 | artık yaşamak istiyorum
24 | mutfak
25 | yanlış anlamalar
26 | sergi
27 | yeni bir dönem
28 | yakın ve uzak
29 | chae, rosie, roseanne
30 | özledim
31 | peki
32 | aswium
33 | sıcak ve soğuk
34 | tamamlanma
35 | kısa bir ara
36 | son
37 | apprehension
38 | yeniden
39 | gözler
40 | énouement
41 | boşluk
42 | roseanne park
43 | jennie ruby jane (veda)
44 | "o"
45 | yeniler
46 | bağ
47 | haksızlık
48 | dün, bugün, yarın
49 | her şey
50 | kayıp
51 | geçmiş
52 | dönmek
53 | evren
54 | 'ben her zaman sana geliyorum'
55 | kaçmak
56 | dürüst
57 | değişim
58 | adım adım
59 | kurallar
60 | restoran
61 | karşımdaki
62 | sen
ben?!
63 | dejavu

15 | üzgün

841 102 383
By ruzovyjed

merhaba, 1 gün ara verip oldukça uzun bir bölümle geldik. kitabı unutmadınız di mi?

BÖLÜM 15 | ÜZGÜN

GÜNÜMÜZ - Lisa'dan

Rosé bir saat kadar kalıp gittikten sonra, bardakları toplayıp mutfağa geçtim. Ben duştayken tüm bulaşıkları yıkamış, dağınıklığı toplamış olduğunu gördüm. Yüzüme istemsizce bir gülümseme yerleşmişti. Daha sonra tekrar çöktüm, beni bu hâlde görmüş olması moralimi bozmuştu.

Sanırım bu hâlimden çekinmeyeceğim kimse yoktu dünya üzerinde. Beni kimsenin yıkık, yıpranmış ve dağınık hâlde görmesini istemezdim. Böyle biri değildim çünkü. Hiç olmamıştım. Ama gördüler. Sevdiğim kim varsa, en sevmediğim hâlimi gördü. Ruby ise o hâlimle bir yıl yaşamak zorunda kaldı.

En çok onu uzak tutmak istemiştim. En az o görsün istemiştim bitmiş görüntümü. O yüzden hep kaçtım. Ondan, onun şefkatli kollarından, anlayışla bakan gözlerinden, ruhuma iyi gelen cümlelerinden.

O gece dediğini düşünüyorum. "Sen iyi olmak istemiyorsun, Lisa." demişti. Bu... Gerçekten böyle mi? Bilmiyorum. Sanırım insan olarak bir şeylere alışmamız oldukça kolay.

Yüz binlerce ölüme neden olan felaketlere, bizi sömüren kapitalist düzene, durmadan artan cinayetlere, korkunç nüfus artışı ve kontrolsüz göçmen akımının sonuçlarına - annemizin ölümüne bile alışmak... Bunlara alışabilmek ne korkunç.

Ben de dağınıklığıma böyle alıştım herhalde. Ya da bu ruh hâlime. Başlarda yadırgayıp kaçmak, kurtulmak istedim. Çabaladım da, elimden geleni yaptım. Son iyi zamanlarımdı onlar sanırım.

Şimdiyse hiç gücüm yok. Birine verebileceğim ufak bir tebessüme bile hâlim yok.

Kalan gücümü Dyanne ve Ruby için kullanıyorum. En çok onlara gülümsemek istiyorum. En çok onlara gülen gözlerle bakmak istiyorum. En çok onları, bir sorun olmadığına inandırmak istiyorum.

Elimden gelen tek şey bu. Diğerleri... Sorumluluklarım, sebep olduğum kalp kırıklıkları, biriken işlerim, babam... Bunları tamir edemiyorum.

Yine mutfak tezgahına yaslanıp düşüncelere dalmıştım. Başımı hızlıca iki yana sallayıp en azından şu an içine girdiğim bu buhrandan kurtulmaya çalıştım.

Sabah için kahvaltılık bir şeyler olup olmadığına bakmak için dolabı kontrol ettim. Fena sayılmazdı, en azından Dy'i doyurabilirdim. Daha sonra beraberinde getirdiği sırt çantasına baktım. Ruby yine hazırlıklıydı. Dy'in ihtiyacı olabilecek birkaç kıyafet ve boyalarını koymuş olduğunu gördüm. Onun annesi olarak Ruby yine bana hiç yük bırakmamıştı. Her şeyi hazırlamıştı ve ben sadece kızıma iyi hissettirmeliydim.

...

Sabah Dy'den önce uyanıp masayı hazırladım. Taze bir portakal suyu hazırladıktan sonra yukarı kata onu yatırdığım odaya doğru ilerledim. Ortalığı ayağa kaldırmadığına göre hâlâ uyuyordu minik terminatör.

Kapıyı açtığımda görmeyi beklediğim manzarayla karşılaştım. Dyanne üzerine örttüğüm yorganı itmiş, poposu açık bir şekilde uyuyordu. Yüzüme engelleyemediğim bir gülümseme yerleşti. Bu kızın tatlılığı kalbime zarar veriyordu.

"Dyanne." Elimle poposuna hafifçe vurarak kısık sesle fısıldadım.

"Hm." diye mırıldanarak bana doğru döndü. Yanağına ve alnına bir öpücük kondurarak onu kıkırdattım.

"Günaydın anne." Sesi mutlu geliyordu. Benimleyken eğlendiğinin farkındaydım zaten ama Ruby ile olan kavgası fazla gereksizdi. Ruby zeki ve olgun biriydi. Ne yapması gerektiğini biliyordu, Dyanne'in de ona güvenmesi gerekiyordu.

"Hadi kalk bakalım, yemek yiyeceğiz." Tekrar poposuna vurarak söyledim. Gülerek kafa salladı ve oturur bir vaziyet aldı. Dudaklarını uzattığında yanağımı ona çevirdim. Uzun bir öpücük kondurdu yanağıma.

"Gidelim." Kollarını boynuma dolayarak kendisini taşımamı istedi. Onu kucağıma alarak banyoya ilerledim. Ellerini ve yüzünü yıkayıp, dişlerini fırçaladıktan sonra yine kucağımda alt kata mutfağa indik.

Onu sandalyelerden birine oturttuktan sonra karşısına oturdum. Kahvaltıya başlamak için sabırsız görünüyordu ama konuşacağımız bir konu vardı.

"Rosé teyzen bana bir şeyler anlattı."

Dilim dilim yaptığım omleti ağzına atacakken yarıda durdurarak bana baktı. Kızacağımı düşünüyordu, kızdım da. Ama ona bağırmayı ya da yaşının kaldırmayacağı sertlikte konuşmayı düşünmüyordum. Biz böyle ebeveynler değildik. Belki Ruby kadar otoriter olamazdım, onunla neredeyse ilk kez önemli bir konu hakkında konuşma yapacaktım ama elimden gelen gayreti göstermeye hazırdım.

Ruby, benim yüzümden yeterince kötü hissetmişti.

"Ah." dedi sakin bir sesle. Bakışlarını üzerimde gezdirdi. Nasıl bir tepki vereceğimi ölçmek istiyordu. Ruby'e ne çok benzediğini düşündüm o an.

"Sana kızdım, bu doğru. Annenle öyle konuşmaman gerekiyordu." dedim göz temasını kesmeden. Bir şey demeden sadece beni dinliyordu. Önüne bal sürdüğüm ekmeklerden birini bıraktım. Bakışları ekmeğe sonra da bana çevrildi.

"Ruby senin annen ve anneler neyin doğru neyin yanlış olduğunu, neyin yapılıp neyin yapılmaması gerektiğini bilirler." Anladığını belli edercesine kafasını salladı.

"Biz hâlâ aileyiz, bunu hiçbir şey değiştiremez. İstediğin zaman beni görebilirsin, bunu da bir şey değiştiremez. Ama annen bir şeyi yapmaya izin vermiyorsa bir bildiği vardır.

Anlaştık mı?" diye sordum tek kaşımı kaldırarak. Dudaklarını birbirine bastırıp nefesini tuttu ve kafa salladı.

"Hı hım." dediğinde gülümsedim.

Konuşma burada bitti sanıyordum ki karşımdakinin Dyanne a.k.a Küçük Sorgu Meleği olduğunu unuttuğumu hatırladım.

"Amaa~~" diye bir çıkış yaptı. Elindeki ekmeği masaya bıraktı ve kollarını annesi Ruby gibi önünde birleştirdi.

"Ama, sizin neden küstüğünüzü bilmek benim hakkım değil mi?"

"Küsmek?" Ah, evet çocukça bir terim. Keşke o kadar basit olsaydı.

"Evet, annemle küssünüz ya~" dedi, salağa anlatır gibi. "Neden? Neden küstünüz?" diye sordu gözlerime bakarak.

Ne diyeceğimi bilmiyordum. Acaba bunu Ruby'e de sormuş muydu diye düşündüm ama sanmıyordum- Ona sormuş olsaydı Ruby en mantıklı cevabı vermiş olurdu ve Dy bu soruyu bana sorma gereksinimi duymazdı. İş başa düşmüştü yani. En az Ruby kadar akıllıca ve mantıklı ve onun çocuk olduğunun bilincinde olarak ve... ve anlayacağı şekilde anlatmam gerekiyordu...

Derin bir nefes bırakıp, sağ dizime iki kez vurdum ve "Gel bakalım buraya." dedim. Minik bacaklarıyla sandalyeye dayanarak yere atladı ve geldi kucağıma.

Hemen iki elini yüzüme koydu ve baş parmaklarıyla sevmeye başladı. Bunu en çok Ruby'e yapmayı severdi ve onları o hâlde izlemek hayatımda yaşadığım en verimli zamanlardandı.

Kafamı toparlayıp bir açıklama düşündüm. Önce etrafta göz gezdirdim, sonra dudaklarımı birbirine bastırdım ve aklıma gelen ilk şeyi söyledim.

"Biz annenle küsmedik, Dy. Ben anneni çok üzdüm." dedim.

Ellerini yüzümden çekip çenesine koydu ve şaşkın bir ifadeyle yüzüme baktı. Sanırım iyi gitmiyordum.

"Nasıl yani?" diye sordu. "Elena gibi... Sen de başkalarıyla mı arkadaş oldun?!" Son kelimesinde kaşlarını çatmıştı. Küçük bir kahkaha atmama engel olamadım.

"Hayır, güzel kızım." dedim kahkaham biterken. "Ben... Kimseyle arkadaş olmadım. Sanırım bir süre sonra annenle de arkadaş olmayı bıraktım." dedim.

Beni anlayıp anlamadığından emin değildim, yüzünde garip bir ifade vardı. Bir süre sessiz kaldı. Sonra ilk kez duyduğum bir ses tonuyla:

"Üzgün müsün peki?" diye sordu.

O an içimden ağlamak gelmişti sanırım. Gözlerimin yaşla dolmaya hazır olduğunu fark ettim, hatta birkaç tanesinin damlamasına engel olamadım. Dy'e fark ettirmeden gözlerimi hızlıca silmeye çalıştım.

"Anne?" diye seslendi.

"Efendim, bebeğim?" dedim. Ama hâlâ yüzüne bakamıyordum.

Yeniden iki elini yanaklarıma koydu, yüzümü kendi yüzüne çevirdi. Dolu gözlerimi gördü, küçük parmaklarıyla yaşları silmeye çalıştı.

"Üzgünsün." dedi. Dudaklarımı birbirine bastırdıktan sonra yutkundum. Başımı iki kez onaylar anlamda salladım.

Bir süre sessiz kaldık. Daha sonra bu anın içinde boğulmamak için onu hızlıca kucağıma alıp havaya kaldırdım.

"Okula geç kalacağızz~" dedim çıkabilecek en neşeli ses tonumla. Onu omzumun üzerinden yüzü sırtıma gelecek şekilde taşıdım. Poposuna birkaç kez vurduktan sonra kapının önünde yere indirdim.

"Elena çok güzelmiş."

"Ne?"

Yanağından makas aldıktan sonra tekrarladım. "Elena diyorum... Bayağı güzel."

"Ya anne!" Çantasını sırtına takarken sitemli bir ses tonuyla bağırdı.

Omuz silktim. "Öyle ama. Değil mi yoksa?" diye sordum önüne eğilip tek kaşımı kaldırarak.

Utandı. Bakışlarını kaçırdı ve daha sonra "Öyle." deyip arkasını dönüp açtığım kapıdan çıktı.

"Çok güzel."

Arabaya doğru zıplayarak, hatta neredeyse uçarak gitti. Yanına varıp koltuğuna oturtmadan önce "Ne bu neşe?" diye sordum.

"Bilmem." dedi muzip bir ifadeyle.

"Elena ile ilgisi var mı?" diye sordum alayla. Yan gözle bana baksa da, bir şey demedi. Suskunluğunu evet olarak algıladım.

Onu arka koltuğa oturttuktan sonra kemerini bağladım. Kapıyı kapatıp, arabanın arka tarafından dolanarak sürücü koltuğuna oturdum. Aynaları düzelttikten sonra arabayı çalıştırdım.

"Anne, müzik açalım mı?" diye sordu. Kafamı sallayarak müzik listesinden "Let It Go" açtım. Evet, takıntılıydık.

O hafif mırıltılarla şarkıyla eşlik ederken ben sessiz bir şekilde arabayı kullanmaya devam ettim. Şarkıyı değiştirmeme izin vermeden kaç kez tekrar dinledik bilmiyorum, bildiğim tek şey okula kadar sadece onu dinlediğimizdi.

"Derslerine odaklan ve uslu biri ol." Onun yanağına öpücük kondurmak için çömelip onunla aynı hizaya geldim.

Kafa sallayarak o da benim yanağıma bir öpücük kondurdu. "Annene seninle konuştuğumu söyleyeceğim ve seni bugün o almaya gelecek. Gerisi sende." dedim poposuna vurarak.

"Tamam anne." Bana el sallayarak okulun içine doğru ilerlemeye başladı. O içeri girip, gözden kaybolana kadar bekledim. Artık onu görmediğimde arabaya geçtim.

Ruby'le konuşmam gerektiğini düşünüyordum ama dün beni öyle reddettikten sonra yine karşısına çıkmak ona ne hissettirirdi bilmiyordum. Sanırım artık beni görmeye de tahammülü yoktu.

Belki de yanına gitmek yerine mesaj atmalıydım. Hemen telefonuma uzanıp mesajlara girdim.

RUBY 😼

Lisa nerdesin?
22:08

Geç geleceğim
00:24

Önceki mesajlarımızı görmek anlık olarak iyi hissettirmemişti sanırım. Dikkatimi tekrar Dy konusuna verip yazacağım mesaja odaklandım.

Ruby selam. Dy ile-

Selam Ruby. Dy'la bugün k-

Ruby, Dy'la bu sabah konuştum. İyi bir açıklama yapıp yapamadığımı bilmiyorum ama sanırım durumu anlatabildim. Belki de bunu birlikte yapmalıyız... Bilmiyorum. Okul çıkışında seni bekliyor. İstersen birlikte biraz vakit geçirebil-

Ruby, Dy'la bu sabah konuştum. Okul çıkışında seni bekliyor.

En son bu mesajı atmaya karar verdim. Sanırım doğrusu buydu. Elimdeki telefonu alnıma yaslarken derin bir nefes aldım. Vücudumda öyle bir ağırlık var ki, sanki birisi veya bir şey göğüs kafesime oturmuş ve nefes almama izin vermiyor, her ne kadar nefes alsam da, ciğerlerimdeki boşluk dolmuyordu.

Gözlerimi son kez okula çevirip, arabayı çalıştırdım. Geldiğim gibi eve dönmeye başladım ama bu kez "Let It Go" şarkısı çalmıyordu. Benimle birlikte bir ölüm sessizliği vardı arabada.

GÜNÜMÜZ - Jennie'den

Gece yarısı Rosé ve Dy evden çıktıktan sonra çok geçmeden Jisoo geldi. Muhtemelen Chaeyoung çıkar çıkmaz yalnız kalmamam için onu aramıştı.

Ağlıyordum. Muhtemelen gözlerim yarım saatlik bir ağlama seansından sonra bile şişmişti. Kapıyı açar açmaz Jisoo beni görünce sıkıca sarıldı.

Çok bir şey konuşmadık, konuşmaya da ihtiyacım yok gibiydi. Sadece üzgündüm. Çok üzgün. Ve ağlamak istiyordum. Jisoo, beni göğsüne yatırıp buna izin verdi.

...

Sabah uyandığımda Rosé ve Jisoo'yu mutfakta, kahvaltı hazırlarken gördüm. İsteksiz bir şekilde "Günaydın." diye seslendim. Onlar benimkinin aksine heyecanlı bir günaydın verdiler bana. Ne çok çabalıyorlardı benim için. Sanırım onlara ömrüm boyunca minnettar kalacaktım.

"Gel bakalım." dedi Jisoo oturacağım sandalyeyi kibarca geri çekerek. Gülümsedim, oturduktan sonra sandalyemi ileri ittirdi.

"Sen bu kadar kibar mıydın ya?" diye bir sitem etti Rosé. Jisoo sadece gözlerini devirmişti ona bakarak.

"Hadi, hemen başlayalım kurt gibi açım!" diyerek kahvaltıya başladı Rosé.

Birkaç domates dilimini ağzıma atarken ona eve ne zaman geldiğini sordum. Birkaç saat Lisa'da oturduktan sonra geri dönmüş. Dy ise oraya gider gitmez uyuyakalmış zaten. Peki Lisa nasıldı? Bunu soracak mıydım bilmiyordum.

"Lisa da bayağı yorgun görünüyordu." dedi ben sormadan. Bir şey demedim.

Biraz sonra "Nini, Lisa hiç terapi almayı düşündü mü?" diye sordu. Bu cevap vermekten kaçınamayacağım bir soruydu. Çatalımı bırakıp o günleri hatırlayarak onu cevapladım.

"Evet. Madee annenin kaybından sonra onu binbir dil dökerek bir psikoloğa gitmeye ikna ettim." dedim. Pür dikkat beni dinliyorlardı.

"Bir ay kadar düzenli bir şekilde gitti. Aynı zamanda ilaç da kullanmaya başlamıştı. Daha iyi hissediyordu diyemem ama çabalamaya çalışıyordu."

Sanırım son kelimemde sesim çatallaşmıştı. Çabalayabildiği son zamanlardı onlar. Bana hâlâ sarıldığı, hâlâ iletişim kurabildiği, bazen eskisi gibi enerjik olduğu son günler.

"Sonra?" diye sordu ikisi de aynı anda.

"Sonra gitmemeye başladı. Buna çok dikkat ediyordum, ilaçlarını içip içmediğini bile kontrol ediyordum. Fark ettiğimde inkâr etmedi. Artık devam etmek istemediğini söyledi." dedim.

Sonra derin bir nefes aldım. "Bu yüzden tartıştık. Onu bir şeylere zorlamak ve ona iyi hissettirmeye çalışmak arasındaki ince çizgiyi aştığımı hissettim. Ne yapacağımı bilemedim." dedim.

Anlayışlı gözlerle bakıyorlardı bana. Sanırım dün gece döktüğüm gözyaşı yetmemişti. Yine ağlamak gelmişti içimden. Ama yutkundum ve gözyaşlarımı geri gönderdim. Yüzüme buruk bir gülümseme yerleştirdim.

"Sonuç olarak, ona iyi gelmediğimi ispatladı bana." dedim tek nefeste.

Biraz sonra bir bildirim sesi geldi telefonumdan. Mesaj Lisa'dandı.

LISA 🐥

Ruby, Dy'la bu sabah konuştum. Okul çıkışında seni bekliyor.

Mesajı okuyup dudaklarımı birbirine bastırdım ve telefonu masaya geri bıraktım.

Hayır, mesajın sadeliğine üzülmeyecektim. Bugün üzülme konum sadece Dy'la ilgili olmalıydı. Kızımla bozulan aramı düzeltmeliydim. Kızımın bana yeniden güvenmesini sağlamalıydım. Ona durumu yeniden ve anlayacağı şekilde anlatmalıydım.

...

Öğlene yaklaşırken Jisoo beni restorana bırakıp Rosé'yle adliyeye geçmişti. Dy'in çıkmasına henüz birkaç saat vardı, bu sırada işle ilgilenmek kafamı toplamama yardımcı olur diye düşünmüştüm.

Yeni sezon menülerini kontrol ettim. Birkaç yemek yapıp, tarif denedim. Bunu sık sık ilham geldiğinde yapardım aslında. Yeni yemekler üretebilmeyi ya da varolan tariflere yeni bir şeyler eklemeyi severdim. Bu yemekleri sadece Kore'deki restoranlarımda sergiliyor, yurtdışındaki beş şubeme, oranın kültürüne uygun tarifler yapmayı tercih ediyordum.

Bugünün özel menüsü yeni tarifimdi. Şarap, bal, zeytinyağı, ince doğranmış kekik, biberiye, sarımsak ve limon suyu kullanarak hazırladığım sosla etimi bir buçuk saat marine etmiş ve kısık ateşte yavaşça pişirmiştim. Ateşten almadan on dakika kadar önce bir kez daha üzerinde şarap gezdirip iyice emilmesini bekledim.

Yanına aperatif bir şeyler hazırlayıp tabağı süsledim ve tatması için Lex'i çağırdım.

"Jen- Bu... Mükemmel olmuş!" onayını aldıktan sonra tarifi aşçılarla paylaştım ve günün menüsüne eklettirdim.

...

Geri kalan işleri de halledip Dy'i almak için çıkmak üzereydim ki Jackson nefes nefese yanıma gelip bir müşterinin benimle görüşmek istediğini söyledi. Bu şaşılır bir durum değildi, zaman zaman ben de servis yaptığımdan müşterilerle de içli dışlı sayılırdım.

Kabanımı çıkarıp Jackson'ın arkasından yürüdüm. Arkası bana dönük olacak şekilde oturan yalnız bir kadın vardı. Karşısında duran aşçımızla sohbet ediyordu. Yanlarına vardığımda selam verip bana dönmesini sağladım.

Mavi, küt saçlı ve iri gözlü bir kadındı karşılaştığım. Muhtemelen Koreli değildi. Belki Avrupalı'ydı, neresi olduğunu tahmin etmek zordu.

Beni görünce ayağa kalktı ve elini uzattı. "Merhaba, Korecem pek iyi değil, eğer sizin için de uygunsa İngilizce konuşabilir miyim?" diye sordu. Gülümsedim ve "Tabiiki." diyerek onayladım onu.

Aşçımıza geri dönmesini, Jackson'a da siparişlerle ilgilenmesini söyleyerek yanımızdan gönderdim. Kadın, bir eliyle karşısındaki sandalyeyi gösterip oturmamı istedi.

"Önce kendimi tanıtmalıyım. İsmim Chloé." dedi. Sanırım o an isminden ve aksanından Fransız olduğuyla ilgili bir tahmin yürütmüştüm.

"Çok vaktinizi almak istemiyorum ama-" Önündeki tabağı göstererek: "Bu şaheserin yaratıcısının siz olduğunu öğrendim ve hemen tanışmak istedim." dedi.

Sesi oldukça canlı ve net çıkıyordu. Omuzlarının biraz üzerinde olan mavi saçları henüz yeni boyanmış gibi parlaktı. Saçlarının bir kısmını sola attırmış ve alnını açık bırakmış, elaya çalan göz rengini öne çıkarmak ister gibi siyah bir göz makyajı yapmayı tercih etmişti. Kore'de pek rastlanmayacak bu makyaj tercihi oldukça ilgi çekmesini sağlayabilirdi.

Şansımı deneyip Fransızca "Merci pour tes compliments." dedim.

Önce şaşırdı, daha sonra Fransızca bilip bilmediğimi ve seviyemi sordu. Gülümseyerek ona bir yıl Paris'te yaşadığımı ama Fransızca'ya çocukluğumdan beri bir ilgim olduğunu söyledim. Memnun bir şekilde gülümsedi.

"Benim de yemekle aram iyidir." dedi muzip bir ifadeyle. Bana birini hatırlatmıştı bu mimikleri.

"Çocukluğumdan beri ilgim olan tek şey yemek oldu. Güzel yemek yemeyi ve onu bulmak için yolculuk etmeyi severim." dedi gülümseyerek.

"Gezgin misiniz?" diye sordum.

Yeniden gülümsedi ve "Sayılır." dedi.

Daha sonra kolumdaki saate baktım, Dy'in okuldan çıkmasına az bir süre kalmıştı. Nezaketle sandalyeden kalkıp ona çıkmam gerektiğini ve tanıştığıma çok memnun olduğumu söyledim.

Benimle birlikte ayağa kalktı ve yeniden elini uzattı. "Tanıştığıma çok memnun oldum. Daha sık uğrayıp tüm tariflerinizi deneyeceğim." dedi.

Utangaç bir şekilde gülümseyerek yanından ayrıldım.

...

Chloé'nin yanından ayrıldıktan sonra aklımda dolanan tek şey Dyanne ile ne yapacağım ve ne konuşacağımdı. Ne kadar iyi bir ebeveyn olursanız olun konu çocuklarınız olduğunda asla bir şeyden emin olamazsınız. O da "Onu doğru yetiştirebildim mi?" sorusu. İşte asıl mesele buradaydı. Dyanne ne kadar zeki olsa da, o hâlâ bir çocuktu. Bir şeyleri anlamaması ve beni suçlaması gayet doğaldı. Önemli olan benim bu durumu nasıl toparlayıp, onun gözünde nasıl değişeceğimdi. Kızımın ikimizden birinden nefret etmesini istemiyordum. Ebeveynler boşanabilir ama aile her zaman ailedir. Bunu ona doğru bir şekilde anlatmam gerekiyordu.

"Jackson, ben gidiyorum." Vakit geldiğinde önlüğümü çıkarıp masa üzerine bıraktım. Önce kabanımı, sonra da çantamı aldım.

"Tamam patron, Dy'a benden selam söyle." Onun dediğine kafa sallayarak restorandan çıktım. Hava çok güzeldi bugün. Ama hâlâ soğukluk hissediliyordu.

Adımlarımı hızla Rosé'nin bana bıraktığı arabasına yönelttim. Kendi arabam Athin'le Lisa'nın kavga gecesinden beridir evimin önünde duruyordu. Cebimden anahtarı alıp kapıyı açtım ve bindim. Arabanın içi dışarıdan daha soğuktu. Hemen ısınmak için klimayı açtım. Aynaları da düzelterek okula doğru gitmeye başladım.

Sessiz ve hızlı bir yolculuktan sonra arabamı okul önüne park ettim. Daha on dakika vardı çıkmalarına, o yüzden arabadan inerek ön tarafa ilerledim ve popomu arabanın kaputuna yasladım. Kollarımı göğsümde birleştirerek Dyanne'in çıkmasını bekledim.

Sonunda içeriden çıktığında doğruldum ve beni görmesini sağladım. Yanında Elena ile birlikte bana doğru gelmeye başladılar.

"Merhaba Jennie teyze." Elena ellerini arkasında birleştirmiş bir şekilde beni selamladı. Bu bir saygı göstergesi olarak geçiyor olmalıydı. Gülümseyerek ona baktım.

"Merhaba Elena, nasılsın?" Dyanne'in çantasını omzundan alırken sordum. O da etrafa anne veya babasını görmek için bakıyordu.

"İyiyim, siz nasılsınız?" diye sorduğunda kafa salladım.

"Ben de iyiyim." diye cevapladım onu.

Dyanne ise sessiz bir şekilde durmuş, etrafa bakıyordu. Dün gece olanlar için üzgün ama bunu şu anda dile getirmeyecek kadar utangaç. Onun bu haline gülümseyerek Elena'ya baktım. Elena da gülümseyerek benim gibi Dyanne'e bakıyordu.

"Elena." Elena'nın annesi Lena hanım bize doğru hızla gelmeye başladı. Elena omzundaki çantayı çıkarıp annesine verdi.

"Merhaba." Lena elini uzattığında gülümseyerek sıktım.

"Merhaba Lena." Bana gülümsedikten sonra yanımda duran Dyanne'e baktı. Ona da gülümseyerek yanağından makas aldı.

"Sen nasılsın Dyanne?" diye sordu. Dyanne ona zoraki bir şekilde gülümseyerek kafa salladı.

"İyiyim Lena teyze, siz nasılsınız?" Nezaket göstergesi olarak sordu Dyanne.

"Teşekkür ederim, tatlım." dedikten sonra kızının elinden tuttu.

"Görüşürüz Jennie teyze, görüşürüz Dyanne." Lena ve annesi bize el sallayarak uzaklaştığında ben de Dyanne'in elini tutmak istedim ama bunun için daha erken olduğunu düşündüm ve bu fikirden vazgeçtim.

"Gidelim mi?" diye sordum bakışlarımı ona indirerek. Henüz çok uzaklaşmamış Elena'nın arkasından bakarken kafa salladı.

"Hı hım." diye mırıldanarak arabaya doğru ilerledi. Durgun ve sessizdi. Dün gece ileri gittiğini anlamıştı, benim ona kızgın olduğumu da düşünüyor olabilirdi ama değildim.

Onun peşinden ben de arabaya ilerledim. Çantasını arabanın arka koltuğuna yerleştirdikten sonra kapıyı kapattım.

Arabaya bindikten sonra dikiz aynasından ona baktım. Kafasını yana çevirmiş, camdan dışarıyı seyrediyordu. Derin bir iç çekerek arabayı çalıştırdım.

"Bir şeyler yemek ister misin?" diye sordum. Sadece kafa salladı.

Gideceğimiz yere ben karar verecektim anlamına geliyordu bu. Öyle de yaptım ve varana kadar Dyanne sessizce oturdu. Normalde yol boyunca bana Elena ile neler yaptığını, okulda hangi dersin sıkıcı olduğunu anlatıp şikayetlenirdi. Ama yol boyunca hiç konuşmadan sadece yolu izlemişti. Onun bu haline iç çektim.

Arabayı her zaman geldiğimiz pizzacının önünde durdurdum. Dikiz aynasından ona baktığımda o da sonunda kafasını bana çevirdi. Arabandan inip onun kapısını açtım. Elimi uzattığımda tutmasını beklemiyordum ama o elimden tutarak arabadan indi. Yavaş adımlarla mekana doğru ilerledi. Ben de kapıyı kapatarak onun peşinden yürümeye başladım.

Bu mekanı sadece ben ve Dyanne değil, aynı zamanda Lisa da çok severdi. Sık sık buraya uğrardık. Yani, bir yıl öncesine kadar. Bir yıldır artık buraya ben ve Dyanne yalnız gelmeye başlamıştık. Artık Lisa yanımızda olmuyordu ve biz zamanla buna alıştık.

"Eskiden buraya üçümüz birlikte gelirdik."

Dyanne gözlerini değişen mekanda gezdirirken zihnimi okur gibi bu cümleyi kurdu. Adımlarımı hızlandırıp elimi omzuna koydum ve "Evet tatlım." dedim sadece.

Bir yer seçti ve oraya oturduk. Menüye hiç bakmadı. Her zaman karışık pizza sipariş ederdi ve ben de bugün ona eşlik edecektim. Ama biraz sonra yeni fark ettiği menüyü eline aldı.

"Karışık yemeyecek misin?" diye sordum ona bakarak. Kafasını menüden kaldırmadan sadece omuz silkti.

"Elena bana , insanların hayatında farklılıklar olmak zorunda olduğunu söyledi. Ben de onun dediğine uyarak farklı bir şey yemek istiyorum." diye sakince açıklama yaptı.

Elena gerçekten çok akıllı bir kızdı. Duruşundan, bakışından, konuşma tarzından onun yaşıtlarından ne kadar olgun olduğunu anlamanız bir dakika bile sürmezdi.

"Peki ne yemek istiyorsun?" diye sordum. Menüyü kapatarak tüm dikkatimi sadece ona verdim.

"Elena mantarlı çok seviyor, ondan alacağım." dedi ve menüyü geri kapadı. Yüzüme bir gülümseme yerleştirerek ona baktım.

"Elbette." dedikten sonra kenarda duran kızlardan birini yanımıza çağırdım.

"Bize iki tane küçük boy mantarlı pizza lütfen." dediğimde kız kafa salladı.

"İçecek?" Siparişleri yazmak için cebinden defter çıkardı. Ellerimi masada birleştirerek Dyanne'ee baktım.

"Kola olsun." dedi sadece. Ben de onunla aynı içeceği isteyerek arkama yaslandım.

Normalde bunu içmesine izin vermezdim ama bugün biraz rahatlığa ihtiyacı vardı. Benim kızım ilk kez bu kadar düşünceli ve enerjisiz duruyordu. Lisa eve gelmediği zamanlarda bile asla böyle olmamıştı.

"Anne, yemekten sonra konuşalım mı?" diye sordu tatlı tatlı. Ona gülümseyerek sadece kafamı salladım.

"Tabii ki." dediğimde o da kafa sallayarak ellerini masaya ritim tutacak şekilde vurmaya başladı. Biz sessizce durarken kız siparişlerimizi getirdi. Yine sessizce yiyip, oturduk. İlk kez onunla bu kadar sessiz saatler geçirmiştim.

"Konuşmak için nereye gitmeliyiz biliyorum." Onu tekrar arabaya bindirirken söyledim. O ise sadece kafa sallayarak beni onayladı.

Arabaya binerek deniz kenarına doğru sürmeye başladım. Dyanne biraz daha açılsa da, hâlâ üzgün duruyordu. Güzel kızım hatasını çoktan anlamıştı,  geriye sadece bunu kelimelere dökmek kalmıştı ve bunun için hazırlanıyordu.

Sahile vardığımızda park kısmına arabayı park ettim. İnip Dyanne'i kucağıma aldım ve kenarda duran banklardan birine oturdum. Onu da iyice kucağıma yerleştirdim. Başını çeneme yaslayarak gözlerini kapattı. Esen rüzgar ikimizi de rahatlatıyordu.

"Özür dilerim anne, öyle konuşmamalıydım." diye mırıldandı.

Dudaklarıma bir gülümseme yerleşirken önüne düşen saçlarını yüzünün arkasına ittim. Alnına bir öpücük kondurarak onu kendime daha çok bastırdım.

"Sorun değil bitanem. O an sadece üzgündün ve üzüntünü bu şekilde dışa vurdun." dedim. Derin bir nefes alıp göğsümden kalktı.

"Ama sen bana her zaman zeki olduğumu söylüyordun. Dün hiç zeki değildim." diye dudak büzdüğünde gülerek yanağını hafifçe ısırdım.

"Beni dinle küçük hanım. Sen hayatımda gördüğüm en tatlı, en akıllı ve en düşünceli çocuksun. Hayatımızda büyük bir değişiklik gerçekleşirken hata yapmandan daha doğal bir şey yok. Hâlâ benim zeki kızımsın çünkü dün olanların yanlış olduğunu anladın ve özür diledin." dedim.

Bir süre bana baktı. Beni anladığını biliyordum ama henüz söyleyecekleri bitmemiş gibi bir ifade vardı yüzünde.

"Söyle, tatlım." dedim anladığımı belli ederek. Önce biraz huzursuzlandı. Derin nefesler aldı. Saçlarını okşamaya başladım ve içindekini söylemesi için teşvik ettim.

"Lisa annem-" dedi ve durdu. Ellerini yanaklarıma koydu ve sevmeye başladı.

"Evet?" dedim devam etmesi için.

"Lisa annem çok üzgün." dedi.

O anda ne hissettim bilmiyorum. Dy buna şahit olduğu için üzüldüm mü, yoksa Lisa'nın bunu saklamaya bile gücü olmadığını anladığım için pişman mı hissettim bilmiyorum.

"Neden böyle düşündün bebeğim?" diye sordum.

Dudaklarını ıslattı. Gözleri hemen buğulanmış ve ağlamaya hazır hâle gelmişti. Önce birkaç kez öptüm.

"Lisa anneme neden küstüğünüzü sordum." dedi ağlamaklı bir sesle. "O da küsmediğinizi, seni çok üzdüğünü söyledi." dedi.

Tüm düşüncelerim birbiriyle çelişiyordu. Bir şey düşünememiştim sanırım o an. Sadece sessizce Dy'i dinledim.

"Ve biraz ağladı." deyip ağlamaya başladı.

Bu durumda ne yapacağımı bilmiyordum. Dy'i sakinleştirmeye çalıştım ama Lisa'yı o hâlde görmek onun için ne kadar yıkıcı olmuştu tahmin bile edemezdim.

Lisa'ya da bu konuda bir şey diyemezdim, muhtemelen o da Dy'in yanında ağlamak istememişti. Zor bir durumda kalmış olmalıydı, sanırım o yüzden gizleyememişti. Kalbimde ağırlık hissetmeye başladım. Bu benim için yeterince yıkıcıyken Dy'in da bu kadar etkilendiğini görmek çok çaresiz hissettiriyordu.

Biraz sonra sakinleşti. Yeniden göğsüme yatıp sıkıca sarıldı.

"Anneme pasta yapsak olur mu?" diye sordu mırıldanarak. "O pastayı çok sever."

Derin bir nefes alıp saçlarını okşadım. Ve "Olur, tatlım." dedim. "Olur. O, pastayı çok sever..."

...

Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın ^^

-Pastalar için. Pastalar için uğrayacağım Ruby! 😭

Continue Reading

You'll Also Like

1.9K 207 12
Jane, kızı letty ile Paris'te yaşayan mutlu bir anneydi. Yada öyle görünmeye çalışıyordu. Düz yazı/Texting
2.6K 86 26
Jennie sürüş dersleri alan bir genç kızdı. Lisa ise sessiz sakin ama çok duygulu bir insan. Jennie'nin Lisa'yla olan geçmişi, birden karşılarına çık...
1.1K 125 9
Medya'ya hetero olduğunu açıklayan model Lalisa Manobal'ın başına sevgilisi olduğunu iddia ettiği için iş açan lise zorbası ünlü oyuncu Kim Jennie on...
68K 2K 26
"Madem aşıksın bana ama aşkımız gizlilik gerektiriyor gizlilik senin en iyi yaptığın iş değil mi? Öyleyse bana sadece sevgini bahşet gerisini bana bı...