23 | jenlisa

By ruzovyjed

68.4K 6.6K 20.7K

hakim "gereği düşünüldü" deyip tokmağını vurduğu anda salonda tüm sesler kesilmişti. sırasıyla kararını açıkl... More

1 | gereği düşünüldü
2 | vazgeçilebilir
3 | deli kadın
4 | karşılıksız
5 | dyanne
6 | hesaplaşma
7 | lalisa manobal
8 | ilkler
9 | baba
11 | madalyonun diğer yüzü
12 | gamjatang
13 | git artık, o gece
14 | cephe
15 | üzgün
16 | çatırdamalar
17 | etkiler
18 | kedi
19 | çaba
20 | kim jisoo
21 | dönüş
22 | sorun yok
23 | belki deneyebiliriz
23 | artık yaşamak istiyorum
24 | mutfak
25 | yanlış anlamalar
26 | sergi
27 | yeni bir dönem
28 | yakın ve uzak
29 | chae, rosie, roseanne
30 | özledim
31 | peki
32 | aswium
33 | sıcak ve soğuk
34 | tamamlanma
35 | kısa bir ara
36 | son
37 | apprehension
38 | yeniden
39 | gözler
40 | énouement
41 | boşluk
42 | roseanne park
43 | jennie ruby jane (veda)
44 | "o"
45 | yeniler
46 | bağ
47 | haksızlık
48 | dün, bugün, yarın
49 | her şey
50 | kayıp
51 | geçmiş
52 | dönmek
53 | evren
54 | 'ben her zaman sana geliyorum'
55 | kaçmak
56 | dürüst
57 | değişim
58 | adım adım
59 | kurallar
60 | restoran
61 | karşımdaki
62 | sen
ben?!
63 | dejavu

10 | görünen ve gerçek

815 100 213
By ruzovyjed

BÖLÜM 10 |  GÖRÜNEN VE GERÇEK

GÜNÜMÜZ - Rosé'den

Jennie'nin istediği gibi, Dy'i kucağıma alıp hızlıca evden ayrıldım. Ama çok acele ettiğimden üzerine bir şey almayı unutmuştum. Onu indirip, üstümdeki ceketi çıkardım ve üzerine sardım. O kadar tatlı görünüyordu ki ısırmadan onu izlemek işkence gibiydi.

"Hadi gidelim teyzecim." dedim arabaya doğru yürürken.

Arabaya geldik, kapıyı açmayı denedik ama açamadık. Çünkü muhtemelen Jen anahtarı cebine atıp çıkmıştı eve. Geri dönüp tartışma ortasında "Ya şey - Arabamın anahtarını alabilir miyim acaba? Teşekkürler. Hayır lütfen, buyrun, devam edin." desem garip olur muydu bunu düşünüyordum.

Dahiyane fikrimi Dy'e anlatmak üzereydim ki Jisoo'nun da evden çıktığını gördüm. Yavaş adımlarla bize doğru geliyordu. Kafası eğikti ve bizi görmüyordu.

"Noldu?" diye sordu sonunda bizi fark ederek. Yanımıza geldi.

"Hiç. Dikilesimiz geldi öyle." dedim. Gözlerini devirdi.

"Jisoo teyze araba açılmıyor." dedi Dy üzgün bir sesle. Dudaklarını büzerek Jisoo'ya baktı. Jisoo da arabaya baktı ve sonra bize döndü.

Dy'in dediğine önce gülümsedi, sonra: "Benim arabama gelin o zaman." dedi. Arabasına yürümeye başladığında Dy ile onu izlemeye başladık.

Eh, mecbur kalmıştık n'apalım? İstemeye istemeye de olsa, sadece Dyanne daha fazla üşümesin diye Jisoo'nun arabasına doğru yürüdüm.

"Kapıyı açmayı düşünüyor musun?" Yan koltuğa oturmak için kapı önünde durdum. Ama kucağımda Dyanne olduğu için açamıyordum. Bu yüzden ona bakarak sordum.

Sanki dünyanın en zor sorusunu sormuşum gibi baktı yüzüme ilk önce. Bu şaşırmaydı galiba. Jisoo'da görülmüyor ya böyle duygular, garip o yüzden. Ne demek istediğimi anlayınca telaşlanıp hemen geldi yanımıza. Kapıyı açtı ve ardımızdan kapattı.

O sürücü koltuğuna oturmadan önce Dy'e baktım. "Jisoo teyzen çok şapşal." dedim elimle ağzımı kapatarak. Benim dediğime gülerek kafasını geriye attı.

Jisoo arabaya bindiğinde Dyanne ile ikimiz de onu izleye başladık. İlk önce araba aynalarını kontrol etti, ardından arabayı çalıştırdı.

"Jennie'yi beklemeyecek miyiz?" diye sordum araba evin önünden ayrılmaya başlarken.

"Sanmam. Bu gece birlikte kalabilirler." Jisoo omuz silkerek düz bir tonda dedi. Bu ihtimale ne kadar mutlu olduğunu göstermese de anlayabiliyordum.

Bir şey demeden Dyan'e döndüm. "Jisoo teyzenin arabası da kalbi gibi simsiyah di mi teyzecim?" Yanağına dokunarak söyledim.

Şaşkın bir şekilde bana baktı. "Si-mmissah kalp ne demek?"

"Koca adliyeye pembe bir Mini Cooper'la gelecek değilim herhalde." diye araya girdi Jisoo.

Arabama atıfta bulunuyordu. Arabam pembe bile değildi üstelik, maviydi. Ama ona siyah dışındaki her renk en sevmediği renk olan pembe gibi görünüyordu.

"Ay, n'olur? İncilerin mi dökülür? Atanamamış savcı."

Kafamı hızla kaldırıp ona baktım. Gözlerini bana çevirmedi, sadece önüne bakıyordu.

Dy bir kez daha araya girdi. "Savcı ne demek?"

Jisoo istifini hiç bozmadan önce biraz frene bastı, kırmızı ışıkta durdu ve bana döndü. "Roseanne, neden bu kadar iyi bi avukat olduğunu anladım." dedi.

"Nedenmiş?" dedim tek kaşımı kaldırıp. Aynı zamanda kucağımdaki Dyan'in küçük ellerini tutuyordum.

Önce çok ama çok az gülümsedi. Daha sonra Dy'e baktı, yeniden bana döndü.

"O kadar davaya girdim, senin çenene dayanacak hakim görmedim daha." deyiverdi bir çırpıda.

Ben ağzım açık bir şekilde ve düşmanca Jisoo'ya bakarken Dy'ın kıkırdadığını duydum. Jisoo da ona dönüp onunla birlikte gülmüştü.

"Hah." dedim. "Birdiniz iki mi oldunuz başıma?!"

Bu sitemime karşılık Dyanne'in kıkırtısı kahkahaya dönüştü. Jisoo gülümsemeye devam ederken arabayı sürdü. Bir şey demedi. Dy biraz sonra kucağımda hareketlenmişti.

"Teyze, saçlarınla oynayabilir miyim?" diye sordu iri gözlerini gözlerime çevirerek.

"Ah, tabiiki tatlım." dedim. O sırada Jisoo'nun göz ucuyla saçlarıma baktığını gördüm. Bunu neden yapmıştı anlamadım. Dy saç uçlarımı parmağına dolayıp oynamaya başladı.

"Bana gidelim." dedim yola bakarken. Hâlâ ana caddeye çıkmamıştık.

"İstenmediğim yere gelmem ben." dedi Jisoo kaşlarını çatarak.

"Ah ne kadar alıngan bir koca bebek?!" diye geçirdim içimden. Onun bana yaptıklarını ben ona yapsaydım yüzüme bakmazdı muhtemelen. Bir de ben insan yerine koyup hâlâ muhatap oluyorum...

"Ne alakası var?" dedim sanki geçen gün onu reddetmemişim gibi.

Sıkıntılı bir nefes aldı.

"Hem, sen gelmeyebilirsin. Bizi bırakırsın." dedim yüzüne bakmadan.

Uykuya dalmak üzere olan Dy'in yanaklarını seviyordum.

"Olmaz." dedi sadece ve direksiyonu evinin yoluna kırdı. Bir süre sessiz kalıp Dy'in uykuya dalmasını bekledik.

O kadar minik ve o kadar masumdu ki. Jen'in en büyük isteğinin tam anlamıyla Dyanne gibi bir çocuk olduğunu, çocukluğumdan beri biliyordum. Genç yaşlarımızda, lise yıllarında hep bir kızının olacağını hissettiğini söylerdi. Lisa'yla bunu gerçekleştirmelerine çok sevinmiştim ama ne yazık ki bu yalnızca iki yıl sürdü. Şimdi ayrı ayrı ebeveynlik yapmak zorundalardı.

Dyan'e bakarken aklımdan bunlar geçiyordu. Eve vardığımızı, Jisoo'nun arabayı durdurduğunu bile fark etmedim. Hani odağınızın bir yerdeyken, birinin sizi izlediğini "hissedersiniz" ya, Jisoo'nun bize baktığını fark ettiğimde ayıldım düşüncelerden.

"Hadi." dedi kısık bir sesle Dyanne'i uyandırmamak için. Kafa salladım.

İlk önce o indi, kapımı açtı ve Dy'i yavaşça kucağına aldı. Hayır bundan etkilenmedim. Hayır etkilendim ama size söylemeyeceğim.

"Anahtar cebimde, alabilir misin?" dedi kabanının sol tarafını göstererek. Sol cebinden anahtarı çıkararak elime aldım. Önde ben, arkamda ise kucağındaki Dyanne ile Jisoo geliyordu.

Bu eve birçok kez gelmiştim. Hatta birçok kutlamayı, dörtlü buluşmayı Jisoo'nun evinde yapardık. Çünkü o prensipli, takıntılı ve işkolik biri oldugundan evi adliyeye yani merkeze çok yakındı. Ortak buluşma noktamız burası olmuştu hep.

Bu evde hiç unutmadığım bir şey de yaşamıştım. Ama Jisoo unutmam için elinden geleni yine en çok bu evde yapmıştı. Unutmaya çalıştım ben de.

Jisoo Dyan'i kendi odasına çıkarıp yatırdı. O sırada ben mutfağa geçtim. Bir şeyler içmeye ihtiyacım vardı. Jisoo'nun adım seslerini duyduğumda "Ne içersin?" diye sordum.

"Ben hazırlayabilirim." dedi.

Şaşırdım. Önce, tezgaha eğildiğim için yüzüme gelen saçımı kulağımın arkasına attırdım. Sonra yüzüne bakarak sordum:

"Kibarlıktan mı yoksa yabancıların mutfağına girmesinden rahatsız mı oluyorsun?"

Başını iki yana salladı. Yanıma doğru yürüdü ve dar mutfakta arkamdaki dolaptan bir şişe şarap çıkardı.

"Sen yabancı mısın Roseanne?" dedi kadehleri de çıkarırken. Bense hiçbir şey yapmadığım için tezgaha yaslanmış, kollarımı önümde bağlamış onu izliyordum.

"Bilmem." dedim gözlerimi etrafta gezdirerek. Bir yandan da sarı saçlarımla oynuyordum.

"Ne demek bilmem?" dedi kadehleri doldururken. Daha sonra birini bana uzattı. "Yanına bir şey ister misin?"

Bir yudum aldım, sonra dudaklarımı birbirine bastırıp sorduğu soruya "I-ıh." dedim.

"Peki o zaman." deyip bir elini kaldırdı ve geçmemiz için salonu işaret etti. Önce ben, arkamdan da o geldi. O sırada Jennie'ye yazmayı unuttuğumu hatırlayıp hemen bir mesaj attım. Jisoo'da olduğumuzu, Dyan'in uyuduğunu ve orada durumların nasıl olduğunu sorduğum bir mesaj yazdım.

Başımı telefondan kaldırınca Jisoo'yu yine beni izlerken yakaladım. Ama bakışlarını hemen kaçırdı. Bir şey demedim.

"Baroya adres değişikliğinle ilgili dilekçe gönderdin mi?" diye sordu. Bi' an afalladım, kafam çok dalgın olduğundan mı bilmiyorum ama kısa bir süreliğine hata vermiş gibi göründüm.

Yakın zamanda yeni bir eve taşınmıştım. Bu yüzden kayıtlı olduğum baroya bunu bildirmem gerekiyordu. Zaten yapmıştım ama Jisoo'nun bunu bu durumda hatırlaması biraz ilginç gelmişti. Yani aslında, Jisoo özellikle mesleğimle ilgili her konuda oldukça meraklı ve dikkatliydi. İlk tanıştığımızda hukuk okuduğumu söylediğim zaman gözlerinin içinin parladığını görmüştüm. Ve sonrasında bana her zaman ve her konuda yardımcı olmaya çalışmıştı. Ona sormadığım, ondan bir şey istemediğim konular hakkında bile kendi kendine dert edinip çözmek için elinden geleni yapardı.

Bu kadın bu hayatta bir şeyi seviyorsa bu kesinlikle mesleğiydi.

"Evet." dedim kısaca. İçimden oldukça uzun konuşmuştum ama ağzımdan tek kelime çıkmıştı sadece.

Bir süre sessiz kaldık yine. Ama garip bir enerji vardı aramızda, bu Jisoo'nun her zamanki sessizliğine benzemiyordu. Benimki de öyle ama benim sebebim kızları merak ediyor olmamdı. Belki o da aynı şeyi düşünüyordur diye düşündüm.

Ama öyle olmadığını gözlerini kaçırarak sorduğu sorudan anladım. Kadehine bakarak parmaklarını üzerinde gezdirdi. Birkaç kez durakladı.

Daha sonra "Kime mesaj attın?" diye sordu. "Yani saat- Saat gece yarısını geçti."

Küçük bir kahkaha attım. Ah Jisoo, bana hiçbir zaman gel demezsin ama gitmemi de istemezsin di mi? Bunun yıllardır farkındayım.

"Neden güldün?" dedi bozuk bir sesle. O kadar utandı ve gerildi ki oturduğu koltukta birkaç kez pozisyon değiştirdi. Rahatlamaya çalışıyordu.

"Bilmem." dedim tekrar gülerek.

"Bugün de ne çok şey bilmiyorsun." dedi. Ah, eski soğuk sesli Jisoo geri dönmüştü. Yaşasın...

Saçlarımı toplamak için elimdeki kadehi masaya bırakıp bileğimdeki tokayı çıkardım. Tatlı bir at kuyruğu yapacaktım. Tüm bu gerginlik beni bunaltmıştı. Lisa ve Jennie şu an ne yapıyorlardı merak ediyordum. İyiler miydi? Tartışma bitmiş miydi? Nasıl bitmişti?

"Athin neden o kadar öfkeliydi?" diye sordum Jisoo'ya. Sonuçta eve girer girmez ilk yanlarına giden o olmuştu.

O da kadehini masaya bıraktı ve ben saçımı toplarken beni izledi. "Bilmiyorum. Lisa bir şey yapmış- İşle ilgili kuvvetle muhtemel." dedi.

"Ay bu adamın da iş takıntısı yani." dedim bıkkınlıkla.

"Bay Manobal'ın babasının mirası o şirket. Ve ilk devraldığında bundan çok daha küçük bir şirketti. Çok emek verdi." dedi Jisoo. Tabii ki Lisa'yı ve ailesini üçümüz arasından en iyi o tanıyordu. Lisa'yla çocukluk arkadaşıydı.

"Yani? Lisa da kendisinin yaptığını yapmak zorunda mı?" dedim. Bu konuda ben de Athin'e çok öfkeliydim. Jen ve Lisa bu durumdan bahsetmişlerdi. Hatta zaman zaman ben de yardımcı olmuştum onlara.

"Değil tabii ki ama adam anlamıyor." Bitmiş kadehlerimizi aldı ve mutfağa geçip yenilerini doldurup geri döndü.

"Bu..." İçkiden bir yudum alıp cümleye devam ettim. "Athin, hep mi böyleydi ya? Sanki eskiden daha sevecen bir adamdı." dedim.

"Ben çok karşılaşmadım ama her konuşmamızda çok kibar ve iyi bir adam olduğunu düşündürmüştü bana. Şimdikinin aksine."

Jisoo başını sallayarak onayladı beni. Ayağa kalktı ve dava dosyalarının durduğunu bildiğim dolaba doğru ilerledi. Bir dosya alıp yine karşımdaki tekli koltuğa oturdu. Dosyayı masaya, kadehinin yanına bıraktı.

"Hayır." dedi. "Böyle biri değildi. Madee teyze hayatını yitirdikten sonra değişmeye başladı."

Madee teyzeyi, yani Lisa'nın annesini hatırlayınca bir hüzün çökmüştü içime. O gerçekten muhteşem bir kadındı. Hayatını kaybettiğinde hepimiz dağılmıştık.

Önündeki dosyanın sayfalarını çevirirken cümlesine devam etti. "Lisa fark etmedi ama ben şirketin hukuk departmanıyla ilgileniyorum, biliyorsun." dedi gözlerime bakarak. Başımı sallayıp onayladığımda tekrar dosyaya çevirdi bakışlarını.

"O yüzden Lisa'dan bile daha sık karşılaşıyordum Athin Amca'yla. Yavaş yavaş değişmeye başladı işte."

Derin bir nefes aldı. Sonra bir yudum içkiyle ağzını ıslattı. "Daha gergin ve daha sert olmaya başladı. Bunu ilk önce normal karşılamıştım, daha doğrusu Madee teyzenin kaybının yeni olmasına bağlamıştım ama öyle olmadığını anlamam uzun sürmedi. Baştan aşağı kişilik değiştirdi sanki."

Mimiklerinden anladığım kadarıyla bu onu gerçekten etkilemiş ve üzmüştü. Sıkıntılı bir şekilde saçlarını arkaya doğru taradı. "Bilmiyorum." deyip bitirdi cümlesini.

"Anlıyorum." derken başımı da sallamıştım yavaşça.

Önündeki dosyayı kapattı. Geriye doğru yaslandı. "Lisa'nın da ona benzemesinden korkuyorum." dedi.

Bahsettiği korkuyu tedirgin bakışlarında görmüştüm. Ama anlam veremedim.

"Nasıl yani?" diye sordum.

"O da Jennie'yi kaybetti." dedi direkt olarak. "Evet, belki fiziksel olarak değil ama... Jennie artık hayatında yok. Bunun onu, babasında olduğu gibi olumsuz bir şekilde değişime uğratmasından korkuyorum."

"Sanmıyorum." dedim hızlı bir şekilde. Nedense mantığıma oturmamıştı bu. Gerçekleşme ihtimali düşük geliyordu.

"Lisa birçok sorun yaşadı. Yine de sert veya kaba biri olmadı."

"Olmadı evet." dedi. "Geçen güne kadar."

Şaşkın bir şekilde baktım. Devam etmesini bekliyordum. "Geçen gün" iması da neydi? Jennie'nin bahsettiği o Lisa'yla kavgasına mı atıfta bulunmuştu?

"N'oldu geçen gün?" dedim. "Beni arayacak kadar nasıl bir ruh haline soktu Lisa seni?"

Bir şey demedi. Henüz yeni doldurduğu kadehi başına dikip tek seferde bitirdi. "İçer misin?" der gibi bir mimik yaptı ama ben henüz bitirmemiştim. Reddettim, o gidip şişeyi aldı ve kadehini doldurdu.

"Dikkatli sür." dedim gülümseyerek. "Sonra iki tarafa da unutturmaya çalıştığın şeyler yapıyorsun."

Yine cevap vermemişti. Bugün neyi vardı gerçekten anlamıyordum. Normalde de az konuşurdu ama böyle uğraşmalarıma en azından göz devirirdi. Onu da yapmıyordu. Çok durgundu.

"Sen "tam olarak-" Bu cümlenin altını çizmiştim. "Neden aniden boşanmaya karar verdiklerini biliyor musun?" diye sordum.

O sabah, Jennie henüz saat sekiz bile olmadan beni aramış ve Lisa'yla boşanacaklarını, avukatı olmamı istediğini söylemişti. Tabii ki hemen kabul etmemiştim bunu. Buluşmayı teklif ettim, evime geldi. Kahvaltı hazırlamıştım ama hiçbir şey yemedi. Su bile içmedi. Gözleri tüm gece uykusuz kaldığını belli edecek kadar şiş ve mordu. Neler olduğunu defalarca sordum ama hiçbir şey anlatmadı. Sadece, "Lütfen." dedi. Yalvarır gibiydi. "Bu işi en kısa zamanda bitirmek istiyorum."

"Bilmiyorum." dedi Jisoo. "Tam olarak neden bilmiyorum ama tahminim var. Şaşırmadım." dedi. "Sadece bu kararı Jennie'nin almasına şaşırmıştım."

"Nasıl yani?"

"Lisa son zamanlarda fazla sorumsuz davranıyordu." dedi. "Onu uyardım ama kulak asmadı. Bir süre böyle olacağını söyledi. Jennie'yi artık sevmediğini düşünmeye başlamıştım."

"Nee?" diye haykırdım. Buna gerçekten şaşırmıştım. Şaşırdığım şey şuydu, Jennie de artık Lisa'yı sevmiyor gibi konuşmuştu benimle. Demek ki bu karşılıklıydı. Demek ki birbirlerini sevmiyorlardı-

"Bilmiyorum belki de yanlış yorumladım. Aralarında neler geçtiğini, neler konuşup bu kararı aldıklarını ben de senin gibi bilmiyorum."

"Halledeceğini söylediğin şey bu muydu?" dedim ofisime geldiği güne atıfta bulunarak.

"Lisa'yla bir daha konuşmayı düşünüyordum. Aklını başına toplamasını ve bir ailesi olduğunu hatırlamasını söyleyecektim."

"Anladım" diyebilmiştim sadece.

Aklıma takılan ve içimi huzursuz eden bir şey olmuştu bu sohbet sırasında. Bakış açımızın tek taraflı olduğunu fark etmiştim. İkimiz de Lisa'yı suçlu bulmuştuk. Üstelik Lisa onun en yakını olduğu hâlde böyle düşünüyordu. Lisa'nın hatasının olduğunu düşünüyordu. Bu içimde bir yeri az da olsa rahatsız etmişti. Bilmiyorum, belki bugün kötü bir gün yaşadığını bildiğim için şu an ondan taraf olmak istiyordu bir yanım. Ya da bir dönem gerçekten çok yakın arkadaş olduğumuz içindi.

Lisa bu kadar kötü olabilir miydi? Jennie'yi geri dönüşsüz bir şekilde kıracak kadar mı? Bunu nasıl öngörmemiştik ki o hâlde? Buna gerçekten bu gece inanamayacaktım.

Tam devam edecektik ki telefonum çaldı. Arayan Jennie'ydi. Kapıda olduğunu, Dy uyuduğu için zili çalmadığını söylemişti.

Jisoo ve ben ikimiz de kalkıp kapıya yöneldik. Jisoo açtı, Jen çok yorgun görünüyordu ama yine de bize gülümsedi. Ona hemen sıkıca sarıldım.

"Ne yaptınız?" dedi içeri geçerken. Öylesine sorulmuş bir soru gibiydi. Cevap gerektirmiyordu. "Dyan uyuyor mu hâlâ?"

"Evet, benim odama yatırdım." dedi Jisoo üst katı göstererek. Sonra az önce oturduğu koltuğa geçti.

Ben de Jennie'yi hafifçe kolundan tutuyordum. Birlikte ikili koltuğa oturduk. Onu hâlâ bırakmamıştım, hatta geriye doğru yaslandım ve bana yaslanmasına izin verdim.

Jisoo ikimizin de aklındaki soruyu soran taraf oldu. "Lisa nasıl?" dedi.

Jennie göğsümden doğruldu. Masadaki kadehime uzandı ve eline aldı. "Bilmiyorum." dedi. Eminim Jisoo da benim gibi şaşkın kalmıştı bu cevap karşısında.

"Yani- İyi." dedi Jennie az önceki tavrını düzeltmek ister gibi. "İyiydi."

Ardından şaraptan birkaç yudum içti. O da dağılmış görünüyordu.

"Yanına gideyim ben." diyerek ayaklandı Jisoo.

Ama Jennie araya girdi. "Jisoo, bence o biraz yalnız kalmak istiyor." dedi.

Jisoo bir süre ayakta öyle kaldı. Sanırım Jennie'ye saygı duyduğundan ona karşı çıkmak istemiyordu ama en yakın arkadaşının yanında olma isteğini de anlıyordum.

"Saat çok geç oldu zaten." diyerek destekledim ben de Jennie'yi. "Muhtemelen uyumak üzeredir. Yarın uğrarsın." dedim.

"Peki." diyerek oturdu Jisoo. "Ama en azından bir mesaj atayım." dedi. Telefonunu masanın üzerinden aldı ve bir mesaj yolladı.

"Siz niye biz- bana geçmediniz?" diye sordu Jennie. Sonra elini alnına koydu yorgun bir şekilde. "Anahtarı unuttum, değil mi?"

"Hı hım."

...

Hepimiz sessizce oturup sadece içki içiyorduk. Jisoo pencere kenarında otururken, Jennie benden biraz uzaklaşmış koltuğun ucuna sırtını yaslayabileceği bir pozisyonda duruyordu. Ve ben de sessizce ikisini izliyordum. Herkes fazla sessizdi bugün ama  pek eğlenceli bir gün yaşadığımız söylenemezdi zaten.

Derin bir nefes alarak elimdeki bardağı alçak masaya bıraktım. Sonunda ikisi de düşüncelerinden sıyrılarak bana baktı. Jennie de benim gibi iç çekti. Gözlerini ovaladı ve sonra kadehini kadehimin yanına bıraktı.

"Ben kızımın yanına gidiyorum, size iyi geceler." Jennie durgun bir şekilde bunu söyleyerek ayağa kalktı. Yanımdan geçerken yanağıma küçük bir öpücük kondurdu ve Jisoo'ya el salladı.

"İyi geceler hayatım." dedim ben de onun arkasından.

Jisoo sessizce bir baş selamı verdi. Daha sonra oturduğu yerden kalkarak elindeki bardakla içki şişesine yaklaştı.

"Çok içtin." dedim. Yüzüme baktı. "Malum, yaşlanıyorsun artık, belli bir yaştan sonra zararlı." diye alay ettim onunla.

Jisoo ne kadar bizden büyük olsa da, neredeyse yaşıt görünüyorduk. Sadece ayrı bir havası vardı, anlarsınız ya. Olgun olgun* dururdu böyle.

Dediğime tepki vermemişti ama kısa bir süreliğine gülümsemesini yakalamıştım.

"Birkaç dava dosyası okuyalım mı?" dedi.

Şimdi anlıyorsunuz beni, değil mi? Saat sabah olmak üzere, yorgunuz, bitkiniz- yanında dünya güzeli bir sarışın var ve kadın bana ne teklif ediyor.

"Şaka yapıyorsun herhalde?" dedim kaşlarımı havalandırarak.

"Yoo." diye bi' mırıltı çıkardı.

Koltuktan doğruldum, gerindim ve topladığım saçımı açıp biraz havalandırdım. Sonra ona döndüm.

"Tatlım amacın benimle vakit geçirmekse bunu direkt söyleyebilirsin." dedim.

Bir şey demedi.

"Ben yatıyorum." dedim. "Nerede yatacağım?"

"Sen yukarıdaki misafir odasında uyu, ben bu kattakine geçerim." dedi. "Bir şey olursa uyandırırsınız."

Tekrar ayağa kalkıp bardağını masaya bıraktı. Kabaca masanın üzerini topladı. Ben de onu izledim.

"Birlikte uyuyalım derdim ama muhtemelen kalbin dayanmaz." dedim gülerek.

O ne güldü, ne de gülümsedi. Tepkisiz bir şekilde bana bakmaya devam etti. Derin bir nefes alarak ben de ayaklandım.

"İyi geceler o zaman." Yukarı odaya çıkmak için merdivenlere doğru yöneldim. Birkaç basamak atarken onun adım seslerini duydum.

"İyi geceler, Roseanne."

Duyduğum sesiyle adımlarımı durdurdum. Yavaş bir şekilde yan dönerek ona baktım. O da yan bir şekilde durmuş, yüzünde belli belirsiz bir gülümsemeyle bana bakıyordu.

İfademi sabit tutarak ona kafa salladım. Önüme döndüğüm anda yüzüme kontrolsüz bir gülümseme yerleşmişti. İşte bu, Kim Jisoo'nun karşı koyamadığım etkisiydi.

...

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın ^^

Ay, birkaç gündür şey düşünüyorum Dyan'in ergen çağlarını. Yazarken keyif alır mıyız acaba yoksa kafasını duvara mı sürtmek isterim bilemedim 🦊

Continue Reading

You'll Also Like

10.3K 1.2K 18
Jennie, okula yeni gelen Kimya profesörü Lalisa Manobal'a kafayı takmıştı.. "Hocam size bir mani okumak istiyorum. İzninizle öhöm öhöm!" "Çarpıyor ka...
55.3K 4.1K 29
jungkook kendisine takıntılı eski kız arkadaşından kurtulmanın tek yolunu eşcinsel olduğunu ileri sürmekte görüyordu ve bunun için taehyung'tan yardı...
573 138 11
-Benim fotoğraflarım neden bir başkasında?...
24.7K 2.7K 30
O, her öğleden sonra kum havuzunun köşesinde solucanlarla oynayan küçük bir kızdı. [tamamlandı]