YASAK DENEY

Od iremtopan

172K 16.2K 13.1K

Tarih boyunca sadece birkaç kez cesaret edilen ve eşine az rastlanan, insanlık dışı bir yöntemle yapılan dil... Více

Bölüm 1|• "Kurtarma Emri."
Bölüm 3|• "Garip Bir Ekip."
Bölüm 4|• "Yara İzleri."
Bölüm 5|• "Yasak Deneyler Laboratuvarı."
Bölüm 6|• "Kayıp Ruhlar Mezarlığı."
Bölüm 7|• "Bedeni Büyük, Ruhu Çocuk Kadın."
Bölüm 8|• "Gülümseme Etkisi."
Bölüm 9|• "Her Şey."
Bölüm 10|• "Denek: 113."
Bölüm 11|• "Saat ve Kan Damlası."
Bölüm 12|• "Gece Yarısı Nöbeti."
Bölüm 13|• "Ne Zamandır Sendeyim."
Bölüm 14|• "Yaşam Köksal."
Bölüm 15|• "Ecza Deposu."
Bölüm 16|• "Gizli İttifak."
Bölüm 17|• "Sessiz Prenses ve Kara Şövalye."
Bölüm 18|• "Sözlerin Gözlerinde."
Bölüm 19|• "Sarpa Saran Sert Rüzgarlar."
Bölüm 20 |• "Yaşatma Operasyonu."
Bölüm 21|• "Pişmanlığın Adı."
Bölüm 22 |• "Cehenneme Düşen Kar Taneleri."
Bölüm 23 |• "Eski Dost, Can Düşman."
Bölüm 24|• "Tenha."
Bölüm 25|• "9 Aralık."
Bölüm 26|• "Kelimelerin Sihri."
Bölüm 27|• "Truva Atı."
Bölüm 28|• "Vicdan Mahkemesi."
Bölüm 29|• "Dinmeyen Fırtına."
Bölüm 30|• "Yeryüzünde Cennet."
Bölüm 31|• "Vadesi Dolan Sözler."
Bölüm 32| "25 Aralık Çocukları."
Bölüm 33|• "Sonun Başlangıcı."
Bölüm 34|• "Son Akşam Yemeği."

Bölüm 2|• "Vahşiler Yatakhanesi."

8K 1K 192
Od iremtopan


Tarih boyunca sadece birkaç kez cesaret edilen ve eşine az rastlanan, insanlık dışı bir yöntemle yapılan dil yoksunluğu deneylerine bundan yirmi iki yıl önce de teşebbüs edilmişti. Çok büyük bir prodüksiyonla, tüm dünya devletlerinden alınan izinle gizli bir proje başlatılmıştı: Dil yoksunluğu deneyleri.

Diğer bir adıyla, yasak deneyler.

İnsanoğlunun merakıyla ve öğrenme isteğiyle, kendi için bir diğerini ezip geçtiği sistemde girişimi başlatılan bu büyük projenin de elbet zarar görenleri olmuştu. Her ülkenin bu deney için yirmi iki yıl önce feda ettiği bir çocuk. Hayatları elinden alınan, bir hücreye acımasızca kapatılan denekler. Bilim adına verilen her şeyden habersiz kurbanlar. Kırık hayatlar, harap olmuş ruhlar ve yasak deneylere mahkum edilmiş 206 denek. 206 kayıp ruh.

Yirmi iki yıl önce doğduğu anda ailelerinden kaçırılan bebekler, hiçbir insanla iletişime geçirilmeden Polonya'da bu büyük deney için özel olarak tasarlanan laboratuvara getirilmişlerdi. Bu özel laboratuvar sonralarda büyük bir hapishaneye dönüşmüştü. Tüm mahkumların masum olduğu bir hapishaneye... Yasak deneylerin masum mahkumları doğduğu andan itibaren hiç kimseyle iletişime geçmemişti. Dış dünyadan tamamen izole edilmişler ve dış dünyayla yazılı ya da sözlü olarak herhangi bir iletişim kurmaları engellenmişti. Bakıcılar tarafından sadece temel ihtiyaçları görülmüş ve onlarla tek kelime edilmemiş, hiç sevgi gösterilmemişti.

Temelde insanın doğasını anlamak ve dilin kaynağını, varsa insanın ana dilini öğrenmekti deneylerin amacı. Hatta Adem ve Havva'nın hangi dili konuştuğunu bulmak, dünyanın ilk dilini keşfetmekti. Bu insanlık dışı deneylerin temelinin dayandığı sorular şunlardı: Dış dünyaya tamamen kapalı bir ortamda doğan bebekler ileride nasıl bir insan olurdu? Böyle bir ortamda hiçbir insanla görüşmeden o bebekleri büyütebilmek mümkün olsaydı birbirleriyle nasıl iletişim kurarlardı? Aralarında hangi dili konuşurlardı?

Tarih boyunca daha önce de yeni doğmuş bebekler herkesten izole edilerek deneyler yapılmıştı ama hiç bu deneyler amacından sapıp ilk halinden daha büyük bir caniliğe hizmet etmemişti. 2000 yılında başlatılan ve sadece dil üzerinde yoğunlaşılması planlanan bu deneyler çok daha kötü bir amaca hizmet ediyordu artık. Bilim adı altında güvenceye alınmış zalimliklere.

İki yüz altı gencin hayatları ellerinden alınmış, yaşama tutundukları bağlar kesilmişti ama bu çocukların içinde biri vardı. Çaresizliğin ve ağır yükün tam altında artık hislerini ve çektiği ızdırabı taşıyamayan biri. 113 numaralı denek. Deneklerin kendi aralarında geliştirdiği ve ilk amaç olan dil yoksunluğu deneylerinin sonucu olan dili konuşmuyordu artık. On yıldır ağzından tek bir kelime bile çıkmamıştı, bir kez bile gülmemişti. On yıl önce yaşadığı büyük travma onu sessizliğin içindeki sessizliğe itmiş, yalnızlığın içinde yapayalnız bırakmıştı. Yemek yemiyordu, kimseyle hiçbir şekilde iletişime geçmiyordu. Kendini, hayattan soyutlandıkları 206 kişilik hücrenin içinden de soyutlamıştı. Günleri yatağında oturup duvarları izlemekle geçiyordu. Bundan başka hiçbir şey yapmıyor, ortak yapılan hiçbir şeye dahil olmuyordu. Sadece üzerinde yapılan deneyler boyunca mecburiyetten yatağından kalkıyor ve açlıktan bayılma raddesine gelene kadar ağzına tek lokma sürmüyor, sadece hayatta kalmasına yetecek kadar yemek yiyordu. O kadar zayıf ve çelimsizdi ki kemikleri bile ona bol gelen kıyafetlerinin üzerinden sayılıyordu. Hep ıslak bakan yeşil gözleri ışığını kaybetmişti. Çoğu kez geceleri bile uyumuyordu. Yüzünde hep mahmur ve hüzünlü bir ifade vardı. Sanki hayatta simgelediği tek duygu hüzün gibiydi. Derin ve kederlere boğulmuş bir hüzün. Durduk yere bembeyaz yüzünde ilgi çekici derecede parıldayan yeşil gözlerinden gözyaşları süzülüyordu. Sık sık hastalanıyordu, vücudu çoğu kez üzerinde yapılan deneyleri kaldıramıyordu ama insanoğlu bu ya, durmak bilmiyordu. Çaldıkları iki yüz altı ömür yetmiyor, daha fazlasını da istiyordu.

113 numara başını Vahşiler Yatakhanesinin soğuk duvarına dayamıştı, gözleri kapalıydı ama buna rağmen yanaklarından yaşlar süzülüyordu. Kesik kesik aldığı nefeslerle vücudu hafifçe sarsılıyordu. Yutkundu ve elini duvarda kazılı olan iki küçük biçimsiz çizgide gezdirdi. Beş altı santim uzunluğundaki iki biçimsiz çizginin arasında iki üç santimlik küçük bir boşluk vardı. Genç kadın parmak uçlarında hafifçe oyulmuş olan duvarın tırtıklı yapısını hissettikçe ürperiyordu. Gönlüne saplanan hançer hareket ediyor ve canını daha çok acıtıyordu. Her dokunuşunda gözlerinin önüne o dehşet verici an geliyordu ve vücudunu tarifi olmayan bir sıcaklık basıyordu.

Gözlerinden süzülen bir damla yaşın arkasından hemen bir diğeri eşlik ediyordu. Eğer konuşabilse, sesini çıkarabilse haykırırdı. İçinin yangını tüm dünyanınkini bastırırdı ama bunu yapamıyordu. O sadece üç haneli bir sayıdan ibaretti, buna gücü yetmezdi. Tıpkı vücudu üzerinde yapılan deneylere dur diyemediği, engel olamadığı gibi. Kabullenilmiş bir çaresizlik içindeydi, tıpkı aynı kadere ortak olduğu diğer kurbanlar gibi. Kendi sessizliğine ve acısına gömülmüştü, diğerlerinin aksine. Kendi aralarında geliştirdikleri dili konuşan, gülen, eğlenen ve bir bağ kurup kocaman bir çember olan diğer deneklerin çok dışındaydı. O, çemberi kopuk bırakan küçük bir noktaydı.

Hayatı boyunca hiçbir zaman kendi kaderine yön veremeyen insan çaresizliğine bürünmüştü sessizliği. Bu çaresizlik vücudunu tamamen kaplamış, ruhunu bir kıskaca almıştı. Kendini çok çaresiz ve yalnız hissediyordu. Göğsünün üstünde bir ağırlık, bir yük vardı. İçinde deprem etkisi yaratan yıkıcı hisler vardı ama bu hislerin onda bir karşılığı yoktu. Vahşiler Yatakhanesinin kapısı açıldığında 113 numara, o kapının açıldığını görmese de işittiği tanıdık sesle ve diğer deneklerin kopardığı yaygarayla duvara daha çok sokuldu. Yemek saatiydi ve bu curcunanın sebebi buydu. İçeri üzerinde beyaz önlük olan sarışın bir kadın ve kumral uzun boylu bir adam girdi. Onların gözetiminde tabaklara yemekler doldurulmaya başlandı ve tek tek deneklere dağıtıldı. Sıra 113 numaraya geldiğinde genç adam onun yatağının başına geldi ve sertçe ranzanın kenarındaki demir tutacağa vurdu. İrkildi 113 numara ve kan çanağına dönmüş yeşillerini aralayıp adama baktı.

Onu boş gözlerle izleyen adam yemeği uzattı. Gözyaşlarını sildi ve arkasını dönüp yatağına uzandı. Gözlerini sımsıkı kapattı ve başını yastığına gömdü. Yemek yemek istemiyordu. Yemek yemekten nefret ediyordu. Adam bıkkın bir tavırla ikaz etmek için tekrar tekrar yatağın başına vursa da başını kaldırıp tekrar bakmadı ve hiçbir tepki vermedi. En sonunda yemeği alıp çöpe döktü ve kadına doğru yürüdü adam. Başını onaylamazca salladı ve birlikte tekrar vahşiler yatakhanesinden çıkıp kapıları deneklerin üstünden kilitlediler. Ağlamaktan ve açlıktan bitkin düşen 113 numara gözlerini kapattığı andan birkaç dakika sonra uykunun kollarına teslim olmuştu. Yine kabuslarla ve acıyla dolu bir geceye adım atmıştı.

Geceleri kan ter içinde uykularından uyanıyor, gözüne bir gram uyku bile girmiyordu. Yemiyor, içmiyor, hareket etmiyordu. Ve bu çekilmez hale bürünmüş hayatı onun için daha da çekilmez yapıyordu. İnsan en çok kendine yokuş oluyor, kapılarını en çok kendine kapatıyor, önüne yıkılmaz duvarlardan setler kurup çıkmaz oluyordu. Herkese acıyordu da bir kendine acımıyordu.

Geleceği elinden alınmıştı, yaşama amacını yitirmişti. Zaten en zor anındayken onu hayata bağlayan amacı da ellerinden kayıp gitmişti, tutamamıştı. Şimdi ise elinde hiçbir şey kalmamış gibi hissediyor, kendini bir çukurda kısılıp kalmış gibi görüyordu. Geçmişinin mahvettiği hayatı, hiçbir fikrinin olmadığı geleceğini sanki dahası mümkünmüş gibi daha da karartıyordu. Düşünmeden itildiği ve hiç seçme şansının olmadığı bu yolda şimdi dizlerinin üstüne çökmüştü. Elleri ve dizleri yaralıydı. Yerinden kalkamıyor, bir adım dahi atamıyor ve bunu yapacak gücü kendinde bulamıyordu. Ne bir adım ileri ne de bir adım geri. Geçmişi ve benliği arasında bocalıyordu. Ne ölü, ne diriydi. Bu halde olmaktansa ölmeyi yeğlerdi eğer bir tercih hakkı olsaydı. Ama yoktu, hiçbir zaman da olmamıştı. Bilinmezlik bir karadelik misali onu içine çekmek ve sonsuza dek hapsetmek için hazır bekliyordu. En kötüsü de o da buna engel olmak istemiyordu. Benliğini kaybetmesine küçücük bir adım kalmıştı.

Sokaklarına ateş düşmüş, yolları çıkmaz olmuştu. İçi yangın yeriydi. Benliğinde gizli olan çocuk çığlık çığlığaydı, hayata tutunmak isteyen tarafının elleri titriyordu. Kör bir kuyuydu korkusu, umutsuzluk içten içe bir kurt gibi kemirip tüketiyordu onu. Kalbi siyaha çalmıştı artık, buz kesmişti. Düştükçe de batmıştı, battıkça daha fazla saplanmış giderek daha da yaklaşmıştı sona.

Bir telaş, bir koşuşturmaca hakimdi modern çağın yeni hapisanesinde. Karınları tok olsa da gözleri aç olan doyumsuz ruhlar yedikçe onları daha da aç bir hale getiren lokmadan bir ısırık daha almak üzereydiler. Birer atmaca gibi hayattan kopardıkları yeni avlarının başına üşüşürken hepsi oldukça sevinçliydi. Ellerini keyifle birbirine sürten kadın yatılı okul olarak devlet kayıtlarına geçen bu izbe yerde topuklularının zeminde bıraktığı sesler eşliğinde yürüyordu. On katlı laboratuvarın en üst katındaki boş koridorda yürürken oldukça heyecanlıydı. Koridorda bekleyen ve tıpkı kendi gibi beyaz bir önlük giyen adamı gördüğünde konuştu. "Nasıl gidiyor?"

Yaşlı adam her daim yorgun ama sert bakan gözlerini karşısında mutluluktan havalara uçmak üzere olan kadına çevirdi. Nasıl sevinmezdi ki, bu onun fikriydi ve hiçbir şey yapmadan hesabına milyonlarca dolar yatıyordu. Kadın, zekasının haklı gururunu yaşıyordu. Yaşlı adam yıllardır burada olmanın ve bu işi yapmanın getirisiyle hiçbir şey hissetmiyordu. Sanki bu soğuk yerde kalbi de hisleri de donuklaşmıştı. Ivan Petrov, Yasak Deneylerde yirmi ikinci yılını doldururken arşa değen günahlarına bir yenisini daha eklerken bile hiçbir şey hissetmiyordu. Artık bir insan değil, sadece işini yapan bir robottu. Hislerini, duygularını kaybetmiş onu insan yapan en önemli özelliklerini yıllar boyunca bir bir yitirmişti. "Neredeyse bitti sayılır."

Güldü Victoria, en içinden gelen bir gülüştü bu. "Güzel. Alıcılarla buluşmamıza az kaldı."

"Jason nerede?"

"Odasında. Merak etme bizden şüphelenmiyor."

Haklıydı Victoria, Jason onlardan şüphelenmiyordu. Eğer şüphelenseydi bile değişen hiçbir şey olmazdı çünkü Yasak Deneyler Laboratuvarı girenin bir daha asla çıkamayacağı bir kara delikten farklı değildi. Bir kez bu işe bulaştığında kurtulmanın tek yolu ölümdü. Onlar da ellerine pek çok masumun kanı bulaşmış şeytanın günahkarlarından başka bir şey değillerdi. Ve hesap günü gelene kadar şeytan yeryüzünde istediği gibi dolaşabilirdi, lakin o gün geldiğinde sonsuz işkence başlayacak ve cehennemin alevleri onun için harlanacaktı. İşlenen zerre miktar günahın dahi hesabı sorulacaktı ama kıyamet için hala biraz zaman vardı.

Ameliyathanenin kapıları aralandığında elinde organ nakil çantaları taşıyan Alvaro gözüktü. Kadının gözleri açılan ameliyathane kapılarından içeri kaydığında gördüğü kanlı manzara bile onun midesini bulandırmadı, gülüşü bir nebze olsun küçülmedi. Ne sedyede uzanan parçalanmış beden, ne bedenini boşalttıkları 67 numaralı denek, ne de ellerinden yüzlerine kadar her yerleri kana bulanmış Felix ile Benjamin adlı doktorlar... O sadece elinde organ nakil çantaları tutan kumral adamı izlemekle meşguldü. "İyi iş miydi?"

"Evet, her zamanki gibi."

Alvaro elindeki çantaları Victoria'ya uzattıktan sonra yeniden ameliyathaneye girdi ve iki çanta daha aldıktan sonra yine dışarı çıktı, birkaç adım atmıştı ki durdu ve arkasını dönüp doktorlara baktı. "Elinizi çabuk tutun, önceliğimiz malları yetiştirmek."

Felix kanlı elleriyle silmeye çalıştıkça daha da kirlettiği gözlüğünü rahat bırakmaya karar verdi Alvaro'nun sözleriyle. Gözlüğünü beyaz önlüğünün cebine koydu ve iki çanta alarak ameliyathaneden çıktı, Benjamin de onu izledi. Dördü aralarında çıkardıkları işin ne kadar iyi olduğunu konuşarak bir cesedi arkalarında bırakırlarken hayattan kopan bir canın hüznünü değil, bir ölümün onlara kazandırdığı milyonların mutluluğunu yaşıyorlardı. Ve sesleri attıkları adım sesleri eşliğinde gittikçe azalırken malları alıcılara ulaştırmak için çoktan işe koyulmuşlardı.

Yaşlı adam oturduğu sandalyeden kalktı. Diğerlerinin curcunası gittiğinde yalnız kalmış olmak ona en büyük hediyeydi. Ağır adımları onu kanlı ameliyathaneye doğru ilerletirken gördüğü görüntü daha da netleşiyor, bir vahşetin tüm izleri yorgun yeşillerinin önüne seriliyordu. Açılmış bedenden yayılan ağır koku bile onun midesinin bulandırmıyordu. Bu görüntü gözlerini bile kırpmasına neden olmuyordu. Durmadı, ta ki sedyede cansız yatan bedene ulaşana kadar. Ne organsız kalan bedeni, ne de yerlerinde artık iki kocaman kanlı delik olan 67 numaralı deneğin gözleri yaşlı adama garip gelmiyordu. Yeşilleri bundan daha büyük vahşetlere de sahne olmuş, daha büyük caniliklere de tanık olmuştu. Sadece taşlaşmış kalbi bir kaybı daha selamlıyordu. Ellerini Jamaika'nın deneği olan 67 numaranın saçlarına koydu ve okşadı. Onun ölümünde rol oynayan o eller, hiç yaşamadan ölen o deneği son yolculuğuna şefkatle uğurladı.

Burada yirmi ikinci yılıydı, bu laboratuvarda çalışan en eski bakıcıydı. Diğerlerinin aksine o gördüklerini sineye çekmeyi, vicdanının sesini kısarak kendini hayatta tutmayı başarmıştı. Onun yaptıklarını yapamayan diğer bakıcıların fişleri çekilmişti. Ivan bunun için pek çok günah işlemesi gerekse, bir nefes daha alabilmek için pek çok ölüme eli değse bile kendini hayatta tutarak bir şekilde bugünlere gelmişti. Şimdi koyu tenli deneğe bakarken o eski günleri anımsıyordu. Gözünün önünde cansız yatan, organlarından milyonlarca dolar kazanacağı vahşice parçalanan bu deneğe bakarken hepsinin birer bebek olduğu o günleri anımsamadan edemedi. Dünyaya merakla bakan gözleri şimdi bir organ nakil çantasının içinde satışa çıkarken dünyayı bir kez bile göremeyen gözleri bir başkasının vücudunda hayat bulup görecek lakin o hiçbir şeyden habersiz soğuk toprağın altında yitip gidecekti. Bu farkındalık ve adaletsizlik karşısında Ivan derin bir nefes aldıktan sonra elini saçlarından çekti, beyaz örtüyü koyu tenli kızın cesedinin üzerine örttü.

Durmadı, durursa düşünürdü çünkü. Son zamanlarda düşünmek ona fazla iyi gelmiyordu. O yüzden her zamankinden daha fazla çalışıyor, kendini daha çok meşgul etmeye çalışıyordu ki duracak ve düşünecek zamanı olmasın. Cesede sardığı beyaz çarşaf kana bulanırken Ivan onu kucağına aldıktan sonra önce ameliyathaneden, daha sonra da laboratuvardan çıktı. Gecenin zifiri karanlığı soğukla birleşirken kucağındaki beden ilk kez laboratuvardan dışarı çıkıyordu, lakin bunu bilemeyecek kadar ölüydü. Buradan dışarı çıkmanın ölümden başka yolu yoktu, Ivan bunu bir kez daha anladı.

Adı gibi bildiği laboratuvarın bahçesinde ilerlemeye başlayan adam uzun duvarların üstünde nöbet tutan silahlı askerlerin odağı olmuştu. Hepsi bir ölümün daha gerçekleştiğini anlarken birbirlerinden farklı duygular içerisindelerdi. Kiminin umrunda değildi, kimi ise sızlayan vicdanını herkesten gizlemeye çalışıyordu lakin herkes çok değişik duygular hissediyordu. Ama işleri bu olmadığından önlerine dönüp nöbetlerine kaldıkları yerden devam ettiler. Ivan bir dağın eteğinde konumlanan laboratuvarın devasa bahçesinde ağaçların arasından geçerek tamamladığı yarım saatlik bir yürüyüşün ardından sonunda kucağındaki bedeni ait olduğu yere, tıpkı kendi gibi yaşamadan ölen çocukların yanına getirmişti. 206 tane mezar taşı, bir tane de saatler öncesinde kazdırdığı çukur vardı. 206 mezarın yarısı dolu yarısı boş olsa da şimdi kucağındaki cesedi ait olduğu yere bırakmalı ve bir mezarı daha doldurmalıydı.

Cesedi önceden kazılan mezara koyup gömmek bir saatini aldı. Ter, toprak ve kan içinde kalan adam omuzlarına çöken yorgunlukla olduğu yere çöktü. Sırtını toprağa yeni giren bedenin üstünde kocaman harflerle 67 yazan mezar taşına yasladı. Şimdi banka hesabına yatan milyon dolarlar vardı oysa, tek hissettiği benliğini her geçen an daha çok ele geçiren karanlıktı. Cebinden sigara paketini çıkarıp kendine bir dal sigara yakarken gözleri uzun ve gür ağaçlardan zar zor görebildiği gökyüzündeydi. Hava kapalı, yeryüzü buz gibi soğuktu. Ay ortada gözükmüyor, gökyüzünde bir tane bile yıldız parlamıyordu. Günahları buradan yayılıp koca semayı bile diz çöktürüyordu. Ve günahsız bir ruh daha kurban edilip göğe yükselirken, yüzlercesi yerin yedi kat dibine alçalıyordu.

✦✧✦

Sizi kitabımızın sessiz kahramanıyla tanıştırmak istedim. 113 numara bizim esas kızımız ve ben aklıma düştüğü ilk andan beri o benim bebeğimmiş gibi hissediyorum. Vahşiler yatakhanesindeki hiçbir insanın güzel bir mazisi yok lakin onunki biraz daha yaralayıcı. Zaman içinde bu yolculuğun derinlerine doğru indikçe sizler de göreceksiniz. Dil bilmeyen, hayata dair hiçbir şeyden haberi olmayan bir kız düşünün. Bilinmezlerle dolu olan bu macerayı ben sizlere aktarmak için çok ama çok heyecanlıyım. Umarım heyecanımız ortaktır.

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı ve olayın nasıl devam edeceğine dair olan teorilerinizi duymak isterim.

Sevgilerle...💙✨

Pokračovat ve čtení

Mohlo by se ti líbit

181K 8.8K 61
İNSANIN RASTGELE SALLADIĞI NUMARA HAYAT DEĞİŞTİRİR Mİ Kİ BENİMKİ DEĞİŞTİ...
73.9K 8K 15
İdil, söyleyemediği tüm hislerin kalbine yük olduğunu bilmiyordu. Onu zincirlere dolayıp boğduğunu da.
24.3K 670 51
"Ben sana aşığım Tuana! Bana abi demeni istemiyorum." "Ama abimsin..."
58.1K 4.9K 27
| FANTASTİK KİTAPTIR / SERİ ADI: YANSIMA SERİSİ | | KİTAP HİÇBİR ŞEKİLDE 1919 YILINDA GEÇEN SIRADAN BİR YUNAN VE TÜRK KIZI ARASINDAKİ AŞKI ELE ALMIYO...