Bölüm 15|• "Ecza Deposu."

4.5K 501 376
                                    

Sonun gelmesi ve bir felaketin tüm gerçekliğiyle kabus gibi üzerinize çökmesi için büyük bir etkiye ihtiyacı yoktur aksine tatlı bir meltem, bir kelebeğin kanat çırpışı buna fazlasıyla yeterli olur. Yeryüzüne düşen minik ve masum bir kar tanesi bunun en güzel örneğidir, küçük ve eşsiz bir parça tüm asaletiyle yeryüzüne doğru süzülür ve tıpkı kendinden öncekiler gibi o yığının arasında kendine yer edinir, o eşsiz parçalar ölüm sessizliğiyle birikip kaşla göz arasında kocaman bir yığın olur ve bu temiz görüntünün karanlık saçması için tek bir kar tanesi yeterlidir, sonrasında bu masumiyet çığ olup yeryüzüne kirli ellerini sürer. Zarif, asil ve eşsiz bir kar tanesi benzersiz bir dehşetin sinsi sebebidir. Ölüm sessizdir lakin kıyamet ise bir o kadar gürültülü ve şiddetli gelir.

Atakan'ın dudaklarının arasından zorlukla çıkan sözcükler hepimizi beynimizden birer kurşun yemişiz gibi dağıtmış ve bir ölümün soğukluğunu tüm canlılığıyla kucaklamamıza sebebiyet verip küçük dünyamızda kopan büyük bir kıyametin sebebi olmuştu. Gerçekliğin büründüğü o ölümcül soğukluk tek bir cümleyle içimizdeki pek çok şeyin kopmasını sağlamıştı. İnancımız ölmüştü, umutlarımız ölmüştü, azmimiz ölmüştü, hayallerimiz, heveslerimiz... Hepsi birkaç cümlenin gün yüzüne çıkardığı berbat bir gerçekle can çekişe çekişe bu karanlık dünyaya gözlerini yummuştu.

Yaşam... Yaşam'ımız... Bizim kardeşimiz ölmüştü.

Hayat bin bir trajedi ve dramanın iç içe geçmesiyle oluşan ironik bir bütün, hayat kötü, hayat soğuk ve karanlık lakin içimizde beslediğimiz umut bu karanlığı dağıtan, içimizi ısıtan ve her şeye rağmen iyinin varlığına inanmamızı sağlayan yegane sebep. Şimdi o sebep avuçlarımızdan buhar olup uçarken elimizden bir çocuğun buruk hüznünü yaşamaktan başka bir şey gelmedi. Birer kelebektik biz kozasından yeni çıkan, ona biçilen tek günlük ömründe gökyüzünde gördüğü parlak ışık topuna doğru büyük bir hevesle kanat çırpan ve heveslendikçe kışta kıyamette kalan, hayata merhaba diyen kanatları fırtınada ıslanan, sert rüzgarda kırılan ve bir günlük ömründe kıyameti yaşayan. Gök gürledi, yağmur yağdı, hava karardı, umutla kanatlarını çırpan kelebek kendi inancının altında kaldı.

Belki inandığımız ama en çok ümit ettiğimiz yerden kırılıyorduk hayatta, en çok hayallerimizden darbe alıyor, inancımızdan yaralanıyor ve umutlarımızdan ölüyorduk. Yaşamak istedikçe kesiyorlardı nefesimizi, kurtarmak istedikçe kurtarılmaya mahkum oluyorduk, yaşatmak istedikçe ölümle burun buruna geliyorduk. Ben alışıktım, doğduğum günden beri ölümün soğuk nefesi bir an bile ensemden inmezken bir şekilde buna karşı bağışıklık kazanmış olmalıydım. Lakin ne vücudum, ne ruhum, ne aklım, ne kalbim, ne de benliğim kabul ediyordu ölümü. O kadar çok doymuştum ki artık bunu bünyem kabul etmiyor, ruhuma fazla gelen yok oluşu kusuyordu.

Ciğerlerime çekmeye çalıştıkça solunum yollarımı yakan nefesim, sancılayan kalbim, başıma şiddetle saplanan ve geçmemekte inat eden küme baş ağrım bana ölümün nasıl hissettirdiğini bir kez daha hatırlatmak istercesine sarıldı bedenime. Karanlığı, ölümü, geçmişi arkamda bırakmak istedikçe kurtulmaya çalıştığım her şey daha çok yapışıyordu yakama ve yüzüme asla kaçamayacaksın diye bas bas bağırıyordu adeta.

Bir eve ölüm girdiğinde sağ kalanları da bir parça öldürür derler, bizim evimize katili öz babam olan iki ölüm girdi. Canımdan canlarım gitti. Benim ruhum annem ve doğmamış kız kardeşimle birlikte gömüldü yıllar önce kara toprağa, bu da yetmedi sayısız ölüm ve vahşetin portresi tüm canlılığıyla çizildi gözlerimin önünde kan bağım olan azılı ve eli kanlı bir katil tarafından. Sayısız kez izledim ölümü, o kadar çok ölüm gördüm ki, gözlerimi bile kırpamaz oldum bir ölümü izlerken, ölüme dokunur oldum, o kadar çok tattım ki, ölümün kendisi oldum, kokusunu tanır, sesini işitir oldum. Varlıkla yokluğun keskin sınırında dolanırken o ateşten sınırı geçmekten korkmaz oldum. Araf oldum. Yaşarken öldüm pek çok kez, kurban oldum, vahşice öldürülen oldum. Kukla oldum, ölüm elime ayağıma dolanıp istediği gibi oynattı beni hayat denen kanlı sahnede, oyuncak oldum. Ben yaşamı süsleyen ayaklı ölüm oldum.

YASAK DENEYHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin