Ana Dilim Aşk 1 ❤ 4

61.8K 2.8K 83
                                    


EFLAL

''Yaşlandım. Ölüyorum. Beni bu çalışma hayatı mahvetti.''
İsyan ederek kendimi çekyatlardan birine attım. Tüm gün ayakta durmuş, gelen her müşteriye işi öğrenmem için koşturulmuş ve tüm bu yorgunluk sırasında sürekli gülümsemek zorunda kalmıştım. Gülmeyi çok seven ben için bile bu fazlaydı. Çene kaslarımın ağrıdığını hissediyordum.
''Eflal alt tarafı bir gündür çalışıyorsun.''
Eren'e laf yetiştirecek hatta dil çıkartacak bile halim yoktu. Sadece midemden gelebilecek seslere öncü olarak ''Çok açım,'' dedim. Sesim mızmız küçük bir kızdan farksızdı. İş sırasında utandığım için ağzıma hiçbir şey atamamıştım ve şu anda mide duvarım birbirine yapışmış, bağırsaklarımdan geçecek inceliğe ulaşmıştı.
Alaycı bir ses tonuyla ''O zaman kalkıp kız gibi bir şeyler hazırla,'' dedi. Doğu'ya gözlerimi kısarak bakarken ''Doydum sanırım,'' dedim. Yüzündeki ifade ukalalaşırken ''Bazen kız olduğundan şüphe ediyorum,'' diye cevap verdi. Her zamanki gibi formundaydı ama onunla dalaşamayacak kadar çenem ağrıyordu. Bu yüzden arkamdaki yastığı hızla çekip Doğu'ya fırlattım. Benden beklenmeyecek bir performansla, arkadaşımı tam kafasından vurmuştum. Gülümsedim. Birden çeneme ağrı girmesiyle inleyerek bir oldu. İnleyerek çenemi ovarken ''Son enerjimi de sana yastık fırlatarak harcadığım için kalk yemeği kendin yap!'' dedim.
''Zaten her zaman ben yapıyorum Eflal.''
''O zaman düzeni bozma Doğu.''
''Ya kızım sadece sen mi yorgunsun?!''
Kapının ardındaki anahtar sesiyle inlemeyi kestim. Mert'in geldiğini belli eden sesleriyle hızla yattığım yerden doğruldum. Sanki az önce yaşananlar bir hayal ürünüymüş gibi, enerjik bir yüz ifadesi takındım. Yorgun gözükmemeliydim. Yoksa Mert yine çalışmamam konusunda sağlam bir nutuk çekerdi. Sonuçta kendim etmiş kendim bulmuştum. Doğu ve Eren bön bön bana bakıyorlardı. Sanırım bu değişimimin nedenini anlamaya çalışıyorlardı.
''Ne yapıyorsunuz gençler?''
Mert elindeki poşetlerle yanımıza geldi. Bir an gözlerim poşetlerdeki logoya takıldı. Kalbim çocuksu bir heyecanla çarpmaya başlarken ''Hamburger mi aldın?'' diye sordum. Gözlerimin ışıl ışıl parladığını hissediyordum. Mert poşetleri çekyatlarımızın arasında duran sehpaya koydu. Gerçekten de hamburgerdi.
''Hayırdır Mert?''
Eren, Mert'in jestini sorgularken ben poşetlere saldırmıştım. ''İnanmıyorum. Hiçbir masraftan kaçınmayıp Texassmokehouse almışsın,'' Koltuktan jet hızıyla fırlayan Doğu ''Yemin et,'' diyerek poşetleri kurcalamaya başladı. Nedense izlendiğimizi hissediyordum ama bu umurumda bile değildi. İki üç patates, ağzıma attım ve zevk dolu seslerle çiğnemeye başladım. Ufak bir kahkaha duyduğumda çiğnemem yavaşladı. Başımı Mertlere doğru çevirdim. Eren'in ki gibi olmasa da keyifli bir şekilde tebessüm ediyordu.
''Yorgunum diyenlere bakar mısınız?''
Eren'e omuz silkip kendi hamburgerimi ve patatesimi önüme aldım. ''Hayal nerede?''
Hamburgerimin paketini açarken ''Banyo yapmıştı. Gelir şimdi,'' deyip kocaman bir ısırık aldım. Çok nadir yediğimiz lezzet tekrar ağzımın içinde dolanmaya başladığında gözlerimi kapattım ve çıkardığım sesleri umursamadan hamburgerimin tadını çıkarmaya başladım. Lokmamı adam akıllı yutmadan tekrar bir ısırık aldım. Sanırım ömrümün sonuna kadar bu şekilde beslenebilirdim.
Yanımdaki hareketle gözlerimi açtım. Hayal yüzünde sıcak bir gülümsemeyle kendi payını eline almıştı. Görünüşe göre herkes halinden memnun gözüküyordu. Yemeklerimiz bitene kadar kimse konuşmadı. Daha sonra Doğu çay demledi. Hem çay keyfi yaptık hem de gün içinde yaşadıklarımızı birbirimize anlattık.

* *

Gözlerimi yavaşça araladım. Tanıdık tavan beni selamladığında gözlerimi ardı ardına birkaç kere kırptım. En son koltukta içimin geçtiğini hatırlıyordum. Peki ya şimdi nasıl odamdaydım?
Başımı Hayal'e doğru çevirdim. Huzurlu bir ifadeyle uyuyordu. Yatakta inleyerek birkaç gerilme hareketi yaptım. Hayal'in aniden açılan gözleriyle irkildim. Bir an kalbim, beni duymuş olabileceği düşüncesiyle deli gibi çarpmaya başladı. Yataktan doğrulmasını, ayaklarını bana doğru sarkıtırken gözlerini ovuşturmasını, ardından esnemesini beklentiyle izledim. Hayal ettiğim şey imkansızdı belki, yine de beni heyecanlandırmayı başarmıştı.
Hayal işaret dilini kullanarak ''Günaydın,'' deyince heyecanım fişi çekilmiş elektrik süpürgesi gibi azaldı ve yerini saçma bir hayal kırıklığı aldı.
''Günaydın canım.''
Ne olduğunu sorduğunda saçma hayalimle onu üzmemek için ''Yok bir şey,'' diyerek yataktan doğruldum. ''Hayal gece ben buraya nasıl geldim? Hiç hatırlamıyorum da,'' Hayal gerinirken birden ona özgü bir şekilde kıkırdamaya başladı. Sanırım duymadığı için, çıkardığı sesleri kontrol edemiyordu ama onun bu tonu, gerçekten komik bir şey olduğuna işaretti.
''Gerçekten hatırlamıyor musun?'' Başımı iki yana salladım. ''Bu ailede sağır olan bir kişi var sanıyordum,'' diyen Hayal kıkırdamasını durdurmaya çalıştı. ''Dün çok yoruldun sanırım. Koltukta uyuyakaldın. O kadar derin uyuyordun ki, seslenmişler duymamışsın.Eren horladığını söyledi. Horlamak nasıl bir şey bilmiyorum ama komik bir şey olduğu kesin. Eren ve Doğu fazlasıyla dalga geçti. Mert ise sadece gülümseyerek seni izledi. Sonra da sabah kalktığında bir yerlerin ağrımasın diye seni kucakladı. Yatağına yatırdı.''
Duyduklarım karşısında utançtan yerin dibine girmek istedim. Horlamış mıydım? Allah'ım bu zamana kadar kimsenin horladığımı söylediğini duymamıştım. Gerçekten dün yorulmuş olmalıydım. Yoksa ben horlamazdım. En azından dalga geçilecek seviyede horlamazdım.
''Rezil oldum,'' dedikten sonra ellerimle yüzümü kapattım. Yanaklarımın alev alev yandığını hissediyordum. Kim bilir Erenler benimle daha kaç gün dalga geçeceklerdi. Bu konunun kolay kolay kapanacağını sanmıyordum.
Ellerimi yüzümden çektim. Hayal'in ciddi bir ifadeyle bana baktığını gördüm. ''Allah'ım çok utanıyorum,'' dediğimde utanılacak bir şey olduğunu düşünmediğini, Mert'in herkesin horlayabileceğini söylediğini söyledi. Mert'in her koşulda beni koruması harika bir şeydi ama bu rezil olduğum gerçeğini değiştirmiyordu. Hem horlayarak kulaklarını tırmalamış, hem de koca cüssemle kendimi taşıtmıştım. Allah'ım ölmek istiyorum!
''Sanırım Mert, seni hepimizden ayrı tutuyor.''
Kaşlarımı çatarak Hayal'e baktım. ''Saçmalama.Onun için hepimiz aynıyız,'' dediğimde 'Emin misin?' der gibi tek kaşını kaldırdı. ''Hayal!'' diye uyardığımda ses tonumu duyamasa da yüzümün aldığı şekille, saçmalamayı kesmişti. Hazırlanmaya başladık. Çok fazla giysi seçeneğim olmadığı için elime geçen ilk kıyafeti üzerime geçirdim. Ev topuzu olan saçlarımı açıp ellerimle düzelttim. Hayal hala ne giyeceğini düşünüyordu. Çantamı aradım. Odada bulamayınca en son nerede bıraktığımı hatırlamaya çalıştım. Portmantoya astığım aklıma gelince odadan çıktım. En azından birkaç dakika daha dalga unsuru olmak istemiyordum. Bu yüzden kimseye yakalanmadan olabildiğince hızlı bir şekilde çantamı alıp, odaya dönmeliydim. Koşar adım girişe gidip, çantamı bıraktığım yerden aldım. Daha sonra gerisin geri koşarken korktuğum şey başıma geldi.
''Oo... Minik fare. Kükremelerin son bulmuş bakıyorum.''
Eren'in cümlesiyle daha hızlı koşmam gerekirken duraksadım. 'Horlamadım,' diye inkar etmenin bir faydası olmadığını bildiğim için sadece gözlerimi kısmakla yetindim. O sırada Mert'in elinde en sevdiği kupasıyla mutfaktan çıktığını gördüm. Suratı asıktı. Afyonunun patlamamış olacağına yordum. Kokusundan kahve olduğunu anladığım içecekten bir yudum alırken göz göze geldik. Gözlerindeki dalgın ifade saniyesinde silinmişti. Yine de bildiğimiz Mert gibi bakmıyor, kafasında milyonlarca tilkiyle boğuşuyor gibi duruyordu.
''Günaydın,'' dediğimde kahvesinden aldığı büyük yudumu yutup ''Günaydın,'' dedi. ''İyi misin sen?'' diye sorduğumda kaşları hafifçe çatıldı. Sanki neden böyle bir şey sorduğumu sorguluyordu. ''İyi olmamamı gerektiren bir şey mi var?'' Başımı iki yana sallarken Doğu elinde çaylarla mutfaktan çıktı. Bizi görmesiyle duraksayan çocuk kapıda neden durduğumuzu sordu. ''Korkmayın ya, açken oynama gibi bir huyu yoktur.''
''Doğu seni duyabiliyorum kardeşim.''
Eren'in salondan bağırışıyla kıkırdadım. Doğu'nun peşinden salona girdik. Sehpaya koyduğu tostların yanına çay tepsisini bıraktı. Kendininkileri eline alırken ''Hayal daha hazırlanmadı mı?' diye sordu. O sırada içeri giren Hayal tüm dikkatleri üzerine toplamıştı. Çiçekli uzun bir elbise giyen kız, hafif bir makyaj yapmıştı. Benim paçozluğumun yanında o tam bir prensesti. Onu böyle görmeye alışık değildim. Tıpkı diğerleri gibi... Bu değişimini neye, ya da kime borçlu olduğunu sanırım azcık tahmin ediyordum ama bunu ima ederek onu erkeklerin önünde zor durumda bırakamazdım.
''Çok güzel olmuşsun,'' Utangaç bakışlarıyla teşekkür eden Hayal, Doğu'nun yanına oturdu. Kimseyle göz temasına girmek istemiyormuş gibi tostuna odaklanmıştı ama Eren, gözlerini bir saniye bile olsa Hayal'den ayırmamıştı.Monaliza tablosu gibi bir yanı gülümsüyor, bir yanı somurtuyordu.
Herkes tostunu yerken, Mert'in sadece kahvesini yudumlaması dikkatimden kaçmamıştı. Yine gözleri dalmış, düşüncelerin arasında boğulmaya başlamış gibi duruyordu. ''Mert,'' diye seslendiğimde beni duymadı. Tekrar seslendim, bu sefer Mert harici herkesin dikkatini çekmiştim. Son kez ''Mert!'' derken Eren'de bir yandan dirseğiyle dürttü. Sanki bir rüyadan uyanmış gibi irkilen Mert önce Eren'e baktı. Eren'in beni işaret etmesiyle bakışlarını bana kaydırdı.
''Bir sorun mu var?'' Bir an duraksadığını hissettim. Gözlerimin içine sorun var der gibi bakarken dili olmadığını söyledi. İnanmamıştım. Bir sorun vardı ama o her zamanki gibi bizi o sorundan uzak tutmaya çalışıyordu. 'Emin misin?' diyen bakışlarıma gözlerini kısarak karşılık verdi. ''Hadi tostunu bitir. Okula geç kalacaksınız.''
Kendini katmayan bir cümle mi kurmuştu o? ''Kalacaksınız?'' diyerek onun söylediği son kelimeyi tekrarladım. Mert kahvesinden bir yudum alırken ''Ben gelmeyeceğim,'' dedi. Tek kaşımı kaldırarak ''Gelmeyeceksin?'' deyince bıkkın bir şekilde nefes aldı. ''Tekrarlanmaya ihtiyacı olan kelimeler olduğunu sanmıyorum Eflal.''
''O zaman 'Ne demek gelmeyeceğim?' ile değiştiriyorum.''
''Bu da tekrara girer.''
''Gelmeyeceğim derken neyi kast ettin?''
Sıkıntıyla inleyen Mert ''Eflal,'' dedi, sanki sabrımı daha fazla zorlama der gibi. ''Siz gideceksiniz, ben gelmeyeceğim. Konu burada kapandı.''
''Ama neden?''
''Çünkü işim var Eflal.'' Bu kadar sinirlenmesi garipti. Sakin kalmaya çalışsa da sinirlendiğini fazlasıyla belli ediyordu. ''Hepimizin var,'' dediğimde gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Hayır işinin olması, okula gelmemesinin bahanesi olamazdı. ''O yüzden geleceksin.'' Burnundan sert bir soluk aldı. Ufaktan tüylerim dikilmişti yine de konuşmaya devam ettim. ''Eğer dünkü gibi ders falan olmazsa, hep beraber çıkar, işlerimizin başına geçeriz ama okula geleceksin.''
Mert sertçe gözlerini açtı. Bakışları ürpermeme neden olmuştu. ''Gelmeyeceğim.''
''Geleceksin.''
Dişlerini sıkarak ''Gelmeyeceğim dedim Eflal,'' dediğinde ''Ben de geleceğini söyledim Mert,'' dedim. Daha hızlı soluk alıp vermeye başladı. ''Sen bana ne yapıp ne yapmayacağımı söyleyemezsin.'' Olay başka bir tarafa kaymıştı. Bu evdeki herkes, yaş farkı gözetmeksizin birbirine bir şeyler söylerdi. Çünkü aile olmak bunu gerektiriyordu. Senin göremediğini, kardeşlerinin görüp seni uyarması... Bu durum bu zamana kadar aramızda hiç sorun teşkil etmemişti ama şu anda Mert bana onun yararına olacak şeyi söylediğim için büyüklük taslıyordu ve ben buna sessiz kalacak biri değildim.
''Tek başına yaşayıp, kendi kendine karar almaya fazla alışmışsın sen bakıyorum. Bu evde herkes bir işin ucundan tutuyor sana destek olmak için. Sen buna rağmen işini bahane ederek, birlikte kurduğumuz hayali elinin tersiyle itemezsin. Önceliğin artık iş değil, okul anladın mı?''
''Eflal!'' Hiddetle ayağa kalkan çocukla geriye doğru yaslandım. ''Senden büyük olduğumun farkına var ve benimle doğru konuş.'' dediğinde gözlerindeki öfkeyi iliklerime kadar hissetmiştim. İlk kez bana böyle bakıyordu. İlk kez yaşını aramıza koyuyordu. Gözlerim yanmaya, etraf bulanmaya başladı. Mert sert bakışlarını üzerimden çekti ve ''Ben gidiyorum,'' diyerek salondan çıktı. Herkes benim gibi dumur olmuş bir şekilde kıpırdamadan oturuyordu. Eren hızla ayağa kalktı. Daha salondan çıkamadan kırılmak ister gibi kapanan dış kapının sesi duyuldu. Olduğum yerde zıplarken yanağımdan bir şey kaydı ve koluma damladı.
Eren duraksadı. O sırada bir şeylerin titrediğini duydum. Etrafıma bakınırken gözüm çantama takıldı. Mert'in telefonunun çaldığını anladığımda hızla çantamı elime aldım. Telefonu içinden çıkardığımda Cenk'in aradığını gördüm.
''O Mert'in değil mi?'' Eren'i başımla onaylayınca neden bende olduğunu sordu. Bize bir telefon alana kadar, ulaşabileceği bir şey olması için dediğimde anladığını belli edercesine başını salladı. Telefon hala elimde titriyor, ışığı yanıp sönüyordu.
''E açsana o zaman''
Başımı tamam anlamında sallarken telefonu açtım. ''Hele şükür Mert,'' diyen erkek sesine ''Ben Eflal'' diyerek karşılık verdim. Bu süre sessiz kalan çocuk ''Telefonu hala sende mi?'' diye sordu. Bende olmaması mı gerekiyordu? ''Evet,'' dediğimde''Peki Mert'le konuşabilme şansım var mı?'' diye devam etti.
''Az önce çıkmasaydı, vardı.'' Telefonun ucuna sessizlik hakim oldu.Sadece soluk alıp vermesini duyduğum çocuk ''Nereye gittiğini söyledi mi peki?'' diye sordu. ''İşe geliyor olması gerekiyor,'' dediğimde çocuk ''İmkânsız'' diye fısıldadı.Bu ne demek oluyordu? Mert işi olduğunu söylemişti, bu çocuk işe gelmesinin imkansız olacağını söylüyordu. ''Neyse, gelirse aradığımı söylersin.'' diyerek telefonu kapatmaya çalışırken ''Dur, dur, dur!'' diye bağırdım. ''Efendim?''
''Ne demek imkansız? Neden öyle dedin? Bugün bir garipti ve-''
''Bak ne olduğunu geldiğinde ona sorarsınız tamam mı?'' deyince yüreğime öküz oturduğunu hissettim. Bir şey olmuştu işte.''Neyi ona soracağız?''
''Eflal, o size anlatmadıysa benim anlatmam doğru olmaz.''
''Neyi?''
Sıkıntıyla soluk alan çocuk ''Hoş attığım mesajlardan anlayacaksınız zaten,'' gibi bir şey fısıldadı. Sanki kendi kendine konuşuyordu. ''Cenk,'' dediğimde pes etmiş ses tonuyla ''Dün işten kovuldu,'' dedi. Uzun süredir tutmaya çalıştığım yaşlardan birkaç tanesi de göz pınarlarımdan firar etmişti. ''Kovuldu mu? Neden?'' Eren hızla yanıma geldi. Doğu ve Hayal pür dikkat beni izlemeye başlamıştı.
''Bunu anlatmam ne kadar doğru olur bilmiyorum.''
Yalvarır gibi ''Lütfen'' dedim. Sesim titremeye, birkaç yaş daha yanaklarımdan süzülmeye başlamıştı. ''Dün işi yarım bırakıp patrondan gizli bir yere gitti. Patronun da bunu soracağı tuttu. Ben iyi kötü idare ettim ama geç gelip farklı yalanlarımız ortaya çıkınca patron Mert'i azarladı. İş hakaret boyutuna geldiğinde Mert daha fazla dayanamayıp karşılık verdi. Bunun üzerine patron onu kovdu.''
Vicdanım darbe üstüne darbe alırken sadece ''Anladım,''diyebilmiştim. ''Eğer benden önce ulaşırsan beni aramasını söyler misin? Dün bir sürü mesaj attım. Eğer telefonun sende olduğunu bilseydim... Neyse Eflal, Siz yine de bu olanları benden duymamış olun. Gerekirse o anlatır.''
''Tamam,''
''Görüşürüz,'' deyip telefonu kapattı. Bir süre pozisyonumu bozmadım. Duyduklarımı hazmetmeye çalışırken gözümden birkaç damla yaş daha döküldü. Üç meraklı gözün beklentiyle beni izlediğinin farkındaydım ama öncelikle kendi iç hesaplaşmamda galip gelmem gerekiyordu. Benim yüzümden kovulmuştu. Eğer salak saçma şeyleri kafama takmasaydım, dün aradığın da adam gibi konuşsaydım, ya da telefonu yüzüne kapatmasaydım kafeye gelmek zorunda kalmayacak, işten kovulmayacaktı. Her şeyin suçlusu bendim. Üstüne de az önce, onu...
''Eflal ne kovulmasından bahsediyorsun?'' Eren'e cevap vermeden önce telefondaki mesajlara girdim ve Cenk'in attığı mesajları okumaya başladım.

Gönderen: Cenk
''Abi nereye gidiyorsun?
Hassiktir telefon kardeşindeydi değil mi?
Hala eve gidip telefonunu almadın mı piç?!
Mert Erdal Abi geldi. Seni soruyor ne diyeyim?
Abi bir cevap ver ya.
Erdal Abi kovulduğunu öğrendi. Patronla kavga ediyor şu anda.
Mert bari okundu yap lan!
Erdal Abi seni çağırıyor.
Lan mal bari adamın telefonlarına cevap ver!
Of be oğlum. Beni de mi sildin amk!''


Okuduğum her satırla yaşlar yanaklarımdan daha güçlü bir şekilde akmaya başladı. Eren telefonu elimden aldığında ''Mert dün işten kovulmuş'' dedim. ''Benim yüzümden...''
Eren kaşlarını çatarak telefondaki mesajları okudu. Bende dünkü olayı ve Cenk'in anlattığı şeyleri, gözyaşlarımın arasında anlattım. Hayal diğer yanıma oturup sırtımı sıvazlarken Eren hop oturup hop kalkıyordu. Doğu ise düşünceli bir şekilde halıyı izlemeye başlamıştı.
''Demek dünkü durgunluğu ve az önceki tavırları bundandı.''
''Ah ulan Mert! Nasıl bize söylemezsin bunu?''
''Sakin olun,'' diyen Hayal dikkat çekmek için ayağa kalktı. ''Şu anda ona kızmanın değil yanında olmanın zamanı. Tamam, olmuş birşeyler ama üzülmeye gerek yok. Yeni bir iş bulur.'' Bana dönüp ''Sende kendini suçlamayı bırak. Mert'in sen konusunda ne kadar hassas olduğunun farkındayız. Tabi ki sesin kötü geldiğinde yanına gelecekti,'' dediğinde gözlerim fal taşı gibi açıldı. Resmen sabahki imasına devam ediyordu. Bizimkilere baktığımda hiçbirinin Hayal'in hareketlerine bakmadığını görmem rahatlatsa da ''Hayal'' dedim dudaklarımı oynatarak. Hayal gülümseyerek saatine baktı.
''Geç kalıyoruz. Hadi çıkalım. Akşam Mert'i karşımıza alır konuşuruz.''

* *

Okula geldiğimizde dünkü heyecanımızdan eser kalmadığını fark ettim. Kalabalık kampüs bahçesinde ilerlerken Hayal kolumdan dürttü.
''Ne oluyor orada?'' diye sorduğunda dalgın bakışlarımı gösterdiği yere çevirdim. Önü kalabalık öğrenci gruplarıyla kaplı, sıralanmış bir sürü stant vardı. Bilmiyorum der gibi omuz silkince ''Hadi gidip bakalım,'' dedi ve koluma girip beni o tarafa doğru çekiştirmeye başladı. Stantların üzerindeki yazılar netleşince ''Öğrenci kulüpleri'' diye fısıldadım. Üniversiteye kayıt sırasında verdikleri bir broşür de bu kulüplerle alakalıydı. Kaç gün hangisine gideceğimizi düşünmüş, heyecandan uyuyamamıştık ama şu anda yaşadığım vicdan azabı, içimdeki tüm heyecanları gölgeleyecek kadar büyük ve karanlıktı.
''Hangisine kayıt oluyoruz?''
Hayal'in benim gibi hissetmediğini ışıl ışıl parlayan gözlerinden anladım. Arkamı dönüp Doğu ve Eren'e baktım. Onlar da en az benim kadar bu konuyla ilgili isteksizlerdi.
''Ben işaret dili ve dans kulübüne gitmek istiyorum.''
Hayal müziği duymamasına rağmen mükemmel dans eden ender insanlardandı. Heyecanla Eren'e dönüp ''Sen?'' diye sordu. Keyifsiz bakışları tabelaların üzerinde dolaştı. ''Ben de dans kayıt olurum. Bir de şu fantastik edebiyat kulübü dikkatimi çekti. Canavarlar falan,'' deyip buruk bir şekilde gülümsese de benimle göz göze geldiğinde dudağının kenarı alaycı bir ifadeyle kıvrıldı. ''Aslında sende o kulübe gelmelisin. Kobay olursun.''
Dün geceki horlamamı bu ortamda da hatırlatmayı ihmal etmeyen Eren'in koluna yumruğumu geçirdikten sonra ''Kapat çeneni'' dedim. Doğu hala gözlerini stantlarda dolaştırıyordu. ''Sanırım bilişim kulübü bu sene açılma-'' derken birden heyecanlanarak ''Orada. Kayıt olup hemen geliyorum'' dedi ve koşar adım yanımızdan ayrıldı. Hayal ''Bende kayıt olayım.'' dedikten sonra Doğu'nun aksine yavaşça yanımızdan ayrıldı. Eren'le baş başa kalmıştık. ''Sen hangisine kayıt olmayı düşünüyorsun?'' diye sorduğunda omuz silktim. Aslında şu anda hiçbirine katılmak istemiyordum. Tek istediğim Mert'ten özür dileyip, yanında olmak, ona moral verebilmekti. ''Bence ekonomi-finans kulübüne hepimiz kayıt olalım. Belki bölümümüzle ilgili daha detaylı şeyler öğreniriz. Ben birde...'' diyerek etrafa bakınırken gördüğüm stantla gülümsedim. ''Müzik kulübüne katılacağım'' Eren başını tamam anlamında sallarken ilk önce gidip Ekonomi- Finans kulübüne kaydımızı yaptırdık. Daha sonra Eren dans ve fantastik edebiyat kulübüne kayıt olurken ben de müzik kulübüne doğru yürüdüm. Listedeki ilk ismin Atakan Soylu olması dudaklarımın aralanmasına neden oldu. Kızla benim ve Mert'in adını yazdıktan sonra bizimkilerin yanına doğru yürümeye başladım.
Doğa sporları kulübünün önündeki tanıdık yüzlerle adımlarımı yavaşlatırken Atakan'ın hararetli bir şekilde arkadaşlarıyla konuştuğunu gördüm. Beni görmesiyle konuşmasına ara verirken arkalarındaki standa baktım. ''Yelken kulübü'' dediğimde arkadaşları da bana doğru döndü. O kadar sesli okumuş olamam diye düşünürken yanaklarımın kızardığını hissettim. Adımlarımı hızlandırıp yanlarından uzaklaştım. Bizimkilerin kendi aralarında konuştuğunu gördüğümde yüzümdeki tebessüm eski yerini alırken ''Tamam mısınız beyler bayanlar merdivenden kayanlar?'' diye sordum.
''Eflal şu çocuğa bir şey söyle'' diyerek sitemli bir şekilde Doğu'yu gösteren Eren kaşlarını çatarak konuşmaya devam etti. ''Moda kulübüne kayıt olmuş. Gey misin lan sen. Senelerdir arkamı kolla derken götümü kimlere emanet ediyormuşum haberim yok.''
''Ne alaka oğlum ya. Taş gibi erkeğim ben. Amacım salaş modasını bu tikkycanlara benimsetmek.''
''Ya bir siktir git abi ya''
Eren ve Doğu'nun atışması kıkırdamama neden olurken omzuma çarparak geçen kızla inledim. ''Dikkat etsene ya!'' Omzumu ovuştururken sarışın kız omzunun üzerinden gözlerini kısarak bana baktı ve daha sonra yürümeye devam etti. ''Boşver Eflal,'' diyen Hayal omzumu ovalarken ''Ee şimdi ne yapıyoruz'' diye sordum.
''Sanırım bugünde ders yok'' diyen Doğu ''Mert'i mi arasak?'' diye devam edince tıslar gibi güldüm. ''Koskoca İstanbul'da Mert'i nasıl bulmayı düşünüyorsun acaba?''
''Eğer telefonunu çocuktan almasaydın, bir tuş kadar uzağımdaydı ama'' dediğinde gözlerimi kısarken ''Ben almadım o verdi!'' dedim. ''Tamam gençler,'' diyerek aramıza giren Hayal ''Herkes önce sakin olsun,'' diye devam edince başımı tamam anlamında salladım.
''Nasılsa akşam bu çocuk eve gelecek değil mi? O zaman herkes işinin başına dönsün. Akşam her şeyi detaylı bir şekilde konuşuruz.''

* *

HAYAL

Ucubenin tekiydim.
Evet, duyamadığım ve konuşamadığımı anladığım ilk andan itibaren düşündüğüm şey buydu. Yaşamak için fazla eksik yaratılmıştım. Çevremdeki insanlara her zaman imrenerek bakmış, kendimi daha çok ezmiştim. Bu yüzden aslında kim olduğumu, yapabileceklerimi keşfetmem zamanımı almıştı. Vasıfsız olduğumu düşünüyordum. Ta ki, olmayan ailemin yokluğunu aratmayan dört kişiye kadar.
Eren, Eflal, Doğu ve Mert.
Aslında ne kadar değerli olduğumu görmemi sağladılar. En azından onlar için değerliydim ve bu bile yaşamak için yeterdi. Bana olan güvenlerini boşa çıkarmamak için ekstra çaba sarf ettim. Önce okumayı öğrendim, sonra dudak okumayı, yazma becerisini ve işaret dilini. Fark ettim ki, seneler boyunca kendime acıyarak sadece zaman kaybetmişim. Bu kaybettiğim zamanı da telafi etmek için, diğer insanlardan daha çok çalışmam gerekiyordu. Tıpkı, Mert'in işten ayrıldığını öğrenmemizle, geçimimizi sağlamak için hepimizin her zamankinden daha çok çalışması gibi...
İşitme engelliler kursunda yalvar yakar iş bulmuştum. Öğretmenlerin asistanlığını yapsam da hak ettiğim maaşı alamayacağımı söylemişlerdi. Yine de kabul etmiştim. Önemli olan evin gelirine akmasa da damlayacak kadar bile olsa katkı sağlamaktı. Ama şimdi Mert işsizdi ve benim kazandığım para, evin kirasının yarısı bile etmezdi. Mert maaşının yanında kazandığı bahşişlerle, evin gelirine hepimizden fazla katkı sağlayacaktı. İş bulacağına inancım tamdı ama o iş bulana kadar, daha fazla çalışmalıydım. En azından akşam kurslarına kalabilirdim. Bu yüzden kursa gelmemle soluğu müdürün odasının önünde aldım. Kapıyı çaldım ve birkaç saniye bekledikten sonra açtım. İçeride kimsenin olmadığını gördüğümde, asistanlığını yaptığım hocanın yanına gittim. Benim işe alınmamı sağlayan oydu, belki gece kurslarına kalabilmem ve biraz daha fazla maaş almam için de yardımcı olurdu. Her hocanın kendi sınıfı vardı. Dün konuk olarak girdiğim sınıfın önüne geldim. Kapısı açıktı, yine de çaldım. Masasında oturan hocanın başı bana doğru çevrilince gülümsedim.
''Hayal.'' Sanırım burada olmayı sevecektim. Çünkü kimse konuşmuyor, herkes derdini işaret diliyle anlatıyordu. ''Erken gelmişsin. Bir sorun yok ya?''
Başımı hayır anlamında salladım. ''İçeri gelsene,'' dediğinde ağır adımlarla sınıfa girdim. ''İyi misin?'' diye sordu. Konuya nereden başlayacağımı bilmediğim için ''Müdür beyi görmek istemiştim ama odasında bulamadım,'' dedim. Hoca masasının önündeki sandalyeleri işaret etti. Ürkek adımlarla ilerleyip oturdum.
''Bugün işleri olduğu için gelmeyecek. Bir şey mi oldu? İstersen bana söyleyebilirsin.''
Derin bir nefes aldım. Ona söylemenin müdüre söylemekten daha kolay olacağını düşünmüştüm ama şu anda konuya nereden gireceğimi bilmiyordum. ''Dinliyorum,'' dediğinde yutkundum.
''Bahsetmiştim, biz beş arkadaşız.'' Hoca dikkatli bir şekilde el hareketlerime bakıyordu. ''Evimizin abisi işten ayrılmak zorunda kaldı. Bizimde paraya olan ihtiyacımız iki katına çıktı. Çünkü evin tüm ihtiyaçlarını Mert karşılıyordu. Ona destek olmak için bu işe girmiştim biliyorsunuz. Ee haliyle daha ilk günden maaş alamam ama düşündüm ki, akşam kurslarına kalırsam belki biraz avans isteyebilirim. Bunu konuşacaktım.''
Son cümlemi o kadar utana sıkıla söylemiştim ki, yanaklarımın kızardığını hissediyordum. Hoca dikkatli bir şekilde beni dinledikten sonra dudaklarını ince bir çizgi haline getirdi. Bana bakıyordu ama başka bir şey düşünüyormuş gibi duruyordu. Anlatmamı istemişti, anlatmıştım. Şimdi ne yapmam gerekiyordu? Kalkıp gitsem, ayıp olur muydu? Eğer biraz daha bir şey söylemezse ayıbı umursamayacaktım. Çünkü şu anda kendimi yüzsüz biri gibi hissediyordum. Zaten işe alınmanı sağladım, bir de daha ilk günlerden avans mı istiyorsun dese, yerin dibine girerdim.
''Kursun gelirinin çok iyi olmadığını söylemiştik. Zaten seni işe alırken bu kadar düşünülmesinin nedeni buydu. Müdüre bu düşüncesini söylersen, kabul edeceğini sanmıyorum.'' Hayal kırıklığına uğramıştım ve kendimi çok kötü hissediyordum. Tam başımı önüme eğiyordum ki hoca elini sallayarak dikkatimi çekti. ''Ama bunu müdüre söylemeden halledebiliriz. İstersen ben sana ne kadar ihtiyacın varsa verebilirim,'' dediğinde panikle ellerimi hareket ettirdim. ''Hayır. Ben kazandığım paradan istiyorum. Karşılıksız hiçbir şey kabul edemem.''
Hoca'nın gülümsemesiyle kaşlarım çatıldı. Söylediklerimde gülecek ne vardı ki? ''Zaten bende ondan bahsediyorum,'' dediğinde neyi kast ettiğini anlamaya çalıştım. ''Küçük kızımdan dolayı, akşam kurslarına kalamıyorum. Müdür Bey'de ısrar ediyor. Ben teklifini kabul ederim, kursları sen verirsin. Maaş zamanı geldiğinde de hesaplaşırız.'' Söylediği fikir çok cazipti ama bunu müdürden habersiz nasıl başaracaktık. ''Müdür Bey, her zaman saat 18.00'dakurstan ayrılır. Akşam kursu 20.00 – 23.00 arası. Bir sıkıntı çıkacağını sanmam.'' Resmen gözlerimin içine bakarak düşüncelerimi okumuştu. ''Anlaştık mı?'' Kurs çok geç bitecekti ve eve gitmem gece yarısını bulurdu ama karşılığında para alacaktım. Eren'den beni karşılamasını isteyebilirdim. Başımla kabul ettiğimi belli edince içten bir şekilde gülümseyen kadın çantasına uzandı. Yoksa şimdiden mi para verecekti? ''Ne kadar lazım?'' diye sorduğunda başımı istemediğimi belli edercesine salladım.
''Önce birkaç gün beni deneyin. Belki sizin kadar iyi bir öğretmen olamam.''
Gururu okşanmış gibi tebessüm eden kadın ''Pekala,'' dedi. ''Ne zaman ihtiyacın olursa, gelip söyle.'' Minnettar bir şekilde gülümserken tamam anlamında başımı bir kez salladım. ''O zaman bu akşam ilk dersini verirsin. Bir seferlik bende katılırım. Takıldığın yerlerde yardım ederim. Daha sonraki günlerde ton sende olur.'' Hem heyecanlanmış, hem de telaşlanmıştım. Hayatımda ilk kez birilerine işaret dilini öğretmeye çalışacaktım. Ömrüm boyunca kullandığım dili, öğretirken ne kadar başarılı olabilirdim? ''Umarım sizi pişman etmem,'' dediğimde başını hayır anlamında salladı.
''Sanmıyorum. Benim sana güvenim tam. Başaracaksın.''
* *
Hocanın güvenini boşa çıkarmamak için tüm gün, onu gözlemledim; işaret dilini öğretirken nelere dikkat ettiğini, öğrencilere nasıl yaklaştığını, sorularını cevaplarken ki mimiklerine her şeyi izledim. Saat sekiz olduğunda rolleri değiştik ve gün boyunca aklıma kazımaya çalıştığım şeyleri uygulamaya çalıştım. İlk dakikalar gergindim ama öğrencilerin yaklaşımları, hocanın yardımlarıyla yavaş yavaş üzerimdeki stresi atmıştım. Saat 23.00'a yaklaşırken kurs bitmiş, yoğun temponun yorgunluğu şimdi bedenime yüklenmişti. Eve nasıl gideceğimi bilmiyordum. Öğlen kurs telefonundan Eren'e hocanın telefonundan mesaj çekip, fazla mesaiye kalacağımı, daha sonra hocanın beni eve bırakacağını söylemiştim ama maalesef hoca son saat kızı rahatsızlandığı için erken ayrılmak zorunda kalmıştı. O hengâme de hocanın telefonunu tekrar isteyip, Eren'e haber verememiştim. Zaten onun gelmesini beklersem dönüş yolunu, toplu taşımaları kaçırdığımız için tabanvayla gerçekleştirmek zorunda kalırdık. Çünkü gece yarısından önce buraya varamazdı. Bu yüzden bu gecelik kendi başımın çaresine bakmalıydım.
Kurs binasından çıktığımda ürperdim. Daha sonbaharın başında olmamıza rağmen, geceleri hava serin oluyordu. Neyse ki yanımda hırkamı almıştım. Üzerime giyerken etrafıma bakındım. Sadece yoldan geçen arabaların ışıklarını görüyordum. Bir Allah'ın kulu da yürümüyordu. Gerilmiştim. Hırkamın önünü kapatarak yürümeye başladım. Etrafta kimse olmadığında her zaman birilerinin beni gizli gizli izlediğini düşünürdüm. Belki de duymamamdan kaynaklıydı bu durum. Sessizlik, ıssızlıkla birleşince tedirgin edici oluyordu. Şu anda olduğu gibi.
Bu yüzden elimden geldiği en hızlı şekilde otobüs durağına doğru yürüdüm. Ara ara etrafa kaçamak bakışlar atıyor, aklım sıra biri olup olmadığını kontrol ediyordum ama bu durum beni daha çok korkutmaktan başka işe yaramıyordu. Nihayet durağa gelmiştim. Saate baktım. Umarım yakınlarda bir otobüs kaçırmamışımdır diye düşünürken soğuk demir koltuklara oturdum. Tek tük geçip giden insanlara bakarken sürekli saati kontrol ettim. Sanırım düşündüğüm şey başıma gelmişti ve ben otobüsü kaçırmıştım. Durağa gelen tinerci tipli bir çocukla tedirgin olunca ayağa kalktım. Ona bakmamaya, tedirginliğimi belli etmemeye çalışıyordum ama kalbim çoktan deli gibi çarpmaya başlamıştı. Nedense beni izlediğini düşünüyordum. Bunu anlamak için birkaç adım atıp ileri doğru çıktım. Kaçamak bir bakış attığımda benimle ilgilenmediğini görmek biraz da olsa rahatlatmıştı. Yine de burada, onunla durmak istemiyordum. Bu yüzden bir önceki durağa doğru yürümeye karar verdim. Nasılsa otobüs geldiğinde yarı yolda durdurup, binebilirdim. Binemesem bile burada beklemekten iyidir diye düşündüm.
Önce ağır adımlarla yürüyüp çocuğun beni takip edip etmediğini kontrol ettim. Peşimden gelmediğini anlayınca derin bir nefes alıp normal bir tempoda yürümeye başladım. Sokakta yürüyen insanların artması ve ışıklarla etrafın canlanması biraz daha rahatlamama neden oldu. Yol boyunca kafeler vardı. Önünden geçtiğim ufak bir sokakta karşılıklı barlar bulunuyordu. Sesleri duyamıyordum ama insanların dudaklarına bile bakarken rahatsız olmuştum. Eminim ki şu anda rahatsız edici bir gürültü vardı. Yürümeye devam ettim. İçimde bir huzursuzluk oluştu; sanki yine takip ediliyordum.
Çantamı kolumda düzelterek çaktırmadan etrafıma bakındım. Herkes kendi derdindeydi. Daha sonra omzumun üzerinden arkamı kontrol ettim. Bana bakarak yürüyen iki adam, nefesimi tutmama neden oldu. Sarhoş oldukları, zikzak çizip birbirine çarparak yürümelerinden belliydi. Peki gözleri neden benim üzerimdeydi. 'Saçmalama kızım ya,' diyerek önüme döndüm. Adamlar eğlenmeye gelmiş, sokak kalabalık. İşleri güçleri yok seni mi takip edecekler diye kendimi rahatlatmaya çalışsam da adımlarımı hızlandırdım. Tedbiri elden bırakmamalıydım. Tekrar arkama baktığımda aramızdaki mesafenin aynı olduğunu gördüm. Onlarda hızlanmışlardı. Bir yanım saçmaladığımı, korkudan böyle düşündüğümü söylüyordu. Diğer yanım ise, kendime güvenli bir yer bulmam gerektiğini haykırıyordu. Etrafa bakındım ve önüme çıkan ilk kafe bar tarzı yere girdim.
İçerisi sıcaklık cehennemin dibinde olduğum hissini verdi. Üstelik pek de hoş kokmuyordu. Sigara izmaritleri ve dökülmüş biralar 32 derecelik ekim sıcağıyla birleşince hoş bir karışım oluşturmamıştı. Karanlığın kasveti daha ilk saniyeden üzerime çökmüştü. Hava sanki kapkara bir dumanla kaplanmış gibi ağırdı. Loş ışıklar bile yolumu adam akıllı görmemi sağlamıyordu. İlerlemeye çalıştım ama mekan o kadar kalabalıktı ki, sadece birkaç adım atabilmiştim. Kıyafet bakımından bu ortama uygun değildim. Herkes koyu renk giyinmişti. Alıştığım insanların dışındaydılar. Gülüşleri bile nedense ürkütücüydü. Birkaç göz üzerime dönünde kendimi rahatsız hissettim. Resmen yağmurdan kaçarken doluya tutulmuştum. Acaba dışarıdaki adamlar gitmiş miydi? Neden beklesinler ki Hayal, kimsenin seni takip ettiği falan yok.
Geriye dönüp, üzerime gelen insanları iterek kendime yol açtım ve dışarı çıktım. Oksijenin yüzüme çarpmasıyla derin bir nefes alırken gözüm köşe başında bekleyen iki adama takıldı. Kalbim hiç sakinleşmeyecek gibi çarpmaya başladı. Ne yapacağımı düşünmeye çalıştım. Tekrar içeriye dönmek istemiyordum. Görünürde otobüs yoktu. Eve kadar taksiye de verecek para yoktu. Burada bekleyemezdim. İlerlersem, otobüsün ne zaman geleceğini bilmiyordum. Birinden telefon isteyip Eren'e mesaj atabilirdim ama eminim ki bu bir daha yalnız başıma bir yere salınmamam anlamına gelecekti. Ne yapacaktım ben?
Bara giren ve çıkan insanların sürekli bana çarpmalarıyla kendimi barın merdivenlerinde buldum.Çocuklardan birinin yanındakini dürterek beni göstermesiyle, korktuğum şeyin başıma geldiğini anladım ama korkunun ecele faydası yoktu. Burada beklersem başıma bir şey gelmeyeceğinin garantisi yoktu. En iyisi koşar adım durağa yürümek, otobüs gelmezse bulduğum ilk taksiye atlayıp otobüslerin kalktığı yere gitmekti. Derin bir nefes aldım. Cesur bir yüz ifadesi takınarak yürümeye başladım. O kadar gergindim ki omzumdaki çantasının sapını sıkmaktan koparabilirdim.Ara ara omzumun üzerinden adamları kontrol ediyordum. Aramızdaki mesafeye her baktığımda biraz daha azalıyor, aynı doğrultuda gerginliğim artıyordu. Adımlarımı hızlandırdım, neredeyse koşuyordum. Nefes nefese kalmıştım.
Beklemediğim bir anda iki kolumda yabancı eller hissettim. Çığlık atmak istedim ama sessiz bir inilti dudaklarımdan kaçtı. Panikle çocukların yüzüne baktım. ''Nereye kaçıyorsun ürkek güvercin?'' Nefesi yüzüme çarpmış, mide bulandırıcı alkol kokuları sanki tüm hücrelerime dolmuştu. Diğer çocuk kolumu bırakınca elimi beni utan çocuğun göğsüne koydum ve kolumu çekmeye çalıştım. Bizi gören herkes elimi sevgiyle onun göğsüne koyduğumu sanırdı. Ne kadar kuvvetle kolumu sıktığımı anlayamazlardı.
''Bak bak güçlüymüş de...''
Gözlerim yanmaya başlamış, etraf bulanıklaşmıştı. Ağlayarak daha da güçsüzleşmek istemediğim için gözyaşlarıma savaş ilan etmiştim. Elinden kurtulmaya çalıştıkça yüzüne bakamıyor, bir şey konuşuyorlarsa dudaklarını okuyamıyordum. Bir anda bir yere doğru çekilmeye başladım. Telaşla etrafa bakındım. Issız dar bir sokağa girdiğimizi görmek savunmasız hissettiriyordu. Bir sokak lambası sadece sokağı aydınlatmaya çalışıyor, sadece etrafına loşluk vererek başarılı olamıyordu. Daha ne olduğunu anlamadan beni tutan güç el tarafından bir yere savrulduğumu ve birkaç saniye içinde sırtımın soğuk ve dişli bir duvarla bütünleştiğini hissettim. Gözlerim refleks olarak kapanırken acıyla inledim. Tenimde hissettiğim elle gözlerimi açarken çocuklardan birinin parmaklarını boynumda gezdirdiğini gördüm. Ani bir hareketle elini tutup ısırdıktan sonra adam acıyla yüzünü buruşturarak geri çekildi. Fırsattan istifade kaçmaya çalıştım. Hırkamdan yakalayan biriyle hızla önümü çözdüm ve hırkamı üzerimden çıkardım ama başka bir el beni kollarımdan yakaladı. Arkamda birleştirerek beni olduğum yere sabitledi. Elini ısırdığım adam yüzüme okkalı bir tokat geçirdi. Başım sağ tarafa sertçe çevrilirken burduğu yanağım uyuşmaya başlamıştı. Nefretle başımıçevirdiğimde adamın ''Orospu,'' deyişini yakaladım. Kim bilir ona bakmazken neler söylemişti. Bir anda ellerini elbisemin yakalarına yerleştirdi ve ani bir hareketle üstümü yırttı. Çığlık attım. Gözyaşlarım bana ihanet ederek yanaklarımdan süzülmeye başladı. Adam keyifle dudaklarını boynumdan göğüslerime doğru indirdi. Temas etmiyordu ama alıp verdiği nefes bile tüylerimi diken diken yapmaya yetmişti. Beni tutan adamdan kurtulmaya çalıştım ama o arkadan kollarımı daha da sıkı kavradı.
''Kokun cennet gibi.''
Yüzüme bakarak söylediği cümleyle suratına tükürdüm. Bir an gözlerini kapatan adamın yüz hatları kasıldı. Çenesinin altındaki damar atmaya başladı. Elinin tersiyle yüzünü silerken, gözlerinin kapalı olmasını fırsat bilip bacaklarının arasına tekmemi savurdum. Çocuk acıyla yere yığıldı. Kıvranmasını izlememe fırsat vermeyen arkadaşı beni kendine doğru çevirip ''Sert seviyoruz ha?'' dedi ve yüzümü sürtecek şekilde başımı duvara yasladı. Acıyla dişlerimi sıktım. Hırlarcasına ses çıkarırken adamın kafamı duvara sabitleyen elinden kurtulmaya çalışıyordum. Bir anda elbisemin eteklerinin toplandığını hissettim. Çırpındım, bağırdım. Dilsiz olduğuma bir kere daha lanet ettim. Çıplak tenime dokunan ellerle daha güçlü ağlamaya başladım. Popomda hissettiğim sertlikle çığlık attım. Tükürüklerimi saçarak bağırıyor, kendimce yardım diliyordum. Altımda külodumun olduğunu hatırlatarak kendimi rahatlatmaya çalıştım. Bacaklarım titriyordu. Adam beni bıraksa büyük ihtimal kendimi yerde bulurdum. Bir anda duraksayan adamla ne olduğunu anlayamazken üzerimdeki baskı azaldı ve bir anda kendimi yerde buldum.
* *

AREL

Bu gece çok içip kafayı mı bulmuştum yoksa şu derste gördüğüm konuşamayan kız şu anda burada mıydı? Adı neydi? Hah. Hayal. Ürkek ve korkmuş tavırları hafifçe kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Madem böyle yerlerden hoşlanmıyordu, o zaman burada ne işi vardı? Hem de bu kılıkta.
Ben daha kızı o mu değil mi diye çözemezken aniden arkasını döndü ve çıkışa doğru yürümeye başladı. Nedense içimi bir huzursuzluk kaplamıştı. Ayağa kalktım. Nereye gittiğimi soran arkadaşlarıma ''Şimdi geleceğim. Bir arkadaşı gördüm galiba,'' diye cevap verdim. Yanlarından ayrılıp, insanları yararak dışarı çıktım. Temiz havayı daha ciğerlerime bile doldurmadan etrafı kolaçan edip kızı aramaya başladım.Gittikçe hızlanan adımlarla yürüdüğünü gördüm. Bir terslik mi vardı? Bir anda arkasındaki iki kişi dikkatimi çekti. Gözlerimi kısarak daha ilerisini görmeye çalıştım. Onlar Hayal'i mi takip ediyorlardı?
Hızla merdivenlerden inip kendimi sokağa attım. Üzerime gelen insanlara çarpmamak için sağlı sollu ilerledim. Hayal'i gözden kaçırmamaya çalışırken ara sıra insanlara omuz atıyordum. Özür dileyerek yoluma devam ederken kızın koşmaya başladığını fark ettim.
İnsanlar sanki inadına üzerime gelerek hızlanmam gereken yerde beni yavaşlatıyorlardı. Gözden kaybettiğim Hayal'le kibarlığı bırakıp insanlara çarparak koşmaya başladım. Anlamsız bir telaş bedenimi ele geçirmeye hazırlanıyordu. İnsanların seyrelmesiyle yavaşladım. Nefes nefese daha ilerisini görmeye çalıştım. Kimse yoktu. Sanki yer yarılmıştı ve üç kişi içine girmişti. Normal bir tempoda ilerlemeye devam ederken bir an bir şey duyduğumu sandım. Etrafıma bakındım. İnleme sesi, boğulur gibi çıkan bir çığlık sesiyle karışıyor, kalın bir erkek sesi, ne dediğini anlayamasam da bir şeyler söylüyordu. Sesin nereden geldiğini bulmaya çalışarak hızlandım. Karanlık bir sokaktan yankılanarak gelen sesin Hayal'e ait olduğunu düşünerek yürümeye başladım. O sırada gözüme takılan demir parçasını yerden aldım ve yürümeye devam ettim. Bir süre sonra loş bir sokak lambasının yarım yamalak aydınlattığı alanda, yerde inleyen adam dikkatimi çekti. Daha sonra duvara sabitlenmiş kıza aç kutlar gibi saldıran adam tüm sinirimi tepeme çıkardı.
''Lan!'' Elime aldığım demirle diğer elimi döverken ''Ne oluyor lan burada?'' diye sordum. Hayal'i duvara sabitleyen çocuk ''Git işine,'' dedi. ''Görünen o ki, şu anda işim sizsiniz,'' diyerek onlara doğru yürümeye başladım. Her adımımda yüzleri biraz daha netleşti. Adamın resmen bütün uzuvları kıza değiyordu.
''Sen kimsin ki lan?''
Adımı söylemem bir işe yaramazdı. Başka bir şey düşünmeliydim. Aklım tüm hızıyla çalışırken bir anda aydınlandığımı hissettim. Bu adamları donlarına sıçırtacak tek bir isim vardı. O da şimdi dudaklarımın arasından dökülecekti.
''Demir Kara.''
İsmi duymasıyla iki arkadaş birbirlerine baktı. Daha sonra bana baktılar. Demir'i elimde döverek yürümeye devam edince, çocuk Hayal'i bıraktı ve yerdeki arkadaşını kucaklayıp benim tersi istikametime doğru koşmaya başladı. Hayal, çocuğun bırakmasıyla yere kapaklandı. Telaşla elimdeki demiri bir kenara fırlatıp koşarak yanına gittim. Hayvan herif kızın üzerini parçalamıştı. Düşmenin etkisiyle her yeri çamurlanmıştı. Önünde diz çökmemle bir yanağındaki kızarıklığı ve diğer yanağındaki kanayan kısmı görmem bir oldu.
Titreyerek üzerini kapatmaya çalışan kızın yüzünü yaralarına dikkat ederek kavradım. Gerçekten berbat görünüyordu. Gözlerini o kadar sıkı kapatmıştı ki gözyaşları bile zar zor kirpiklerinin arasından geçebiliyordu. Yanağına nazikçe dokunurken elimden geldiğince çıplak bedenine bakmamaya çalıştım. Gözlerini yavaşça araladı. Beni görmesiyle sessiz ağlayışları haykırışlara dönüştü. Ne yapacağımı bilmiyordum. Hızla onu yerden doğrultup sarıldığımda yakamı sıkıca kavrarken tırnakları boynumu çizdi. Hafif bir acı duysam da onun acısı daha fazla olduğu için sesimi çıkarmadım.
Bağıra bağıra ağladı. Gerçekten korkmuştu. Hoş ben bile onun için korktuysam, onunki gayet normaldi. Hiçbir şey söylemedim. Sadece onu daha sıkı sarıp yanında olduğumu hissettirmeye çalışmıştım. Yavaşça saçlarını okşayarak geçtiğini anlatmaya çalıştım. Bir süre sonra ağlamayı kesti. Titrek nefesler alırken ara ara burnunu çekiyordu. Hala onu bırakmamıştım. Hala benden ayrılmamıştı. Anlaşabilmemiz için sanırım yüzümü görmesi gerekiyordu. Bu yüzden yavaşça Hayal'i kendimden ayırdım. Elleri hemen elbisesinin yırtık kısmını kapatmak istercesine üzerini çekiştirdi. Bir dakika işareti yaparak Hayal'den uzaklaştım ve hızla üzerimdeki tişörtü çıkarıp onun üzerine geçirdim. Bu hareketimle dudakları aralanan kıza mahcup bir şekilde gülümserken ''Biraz sigara kokuyordur ama kusura bakma,'' dedim. ''İyi misin?'' Başını hayır anlamında sallarken dudakları tekrar titremeye başladı ve beklemediğim bir anda bana sıkıca sarıldı. Çıplak tenime değen elleri alev alev yanmama neden oluyordu. Başı göğsümdeydi ve onunda yanakları sıcaktı. Hem utanıyor hem de bana sarılıyorsa, gerçekten korunmaya muhtaç hissediyordu.
Rüzgârın esmesiyle çıplak bedenim ürperince Hayal benden ayrılıp burnunu sildi. El hareketleriyle birşeyler anlatırken ben sadece burnundaki çamurun onu ne kadar tatlı gösterdiğini düşünüyordum.
Beni dürtmesiyle kendime gelirken ''Özür dilerim'' dedim. Tekrar işaret dilini kullanmaya başlamasıyla ellerini tuttum. ''İşaret dilini anlamıyorum.'' Gözlerimin içine baktı. Bir süre düşündükten sonra etrafa bakındı ve uzakta duran çantasını işaret etti. ''Getireyim mi?'' dediğimde başını evet anlamında sallarken hızla kalkıp çantasını aldım. Etrafa saçılan birkaç eşyasını içine koyduktan sonra Hayal'e uzattım. İçinden bir defter ve bir kalem çıkardı.
Titreyen elleriyle bir şeyler yazmaya çalışırken yanına diz çöktüm ve ne yazdığına baktım.
''Te-şek-kür Teşekkür e-de-rim Teşekkür ederim.''
Hayal kızarmış gözlerini bana çevirdiğinde ''Önemli değil'' dedim. Tekrar birşeyler yazmaya başladığında saçları yüzünü kapatacak gibi önüne döküldü.
''Beni nasıl buldun bilmiyorum ama birkaç dakika geç kalsaydın belki de... Çok ama çok teşekkür ederim. Sana borçlan-'' yazarken Hayal'in elini tuttum. Bakışlarını bana çevirdi. Bu sefer afallama ve utanmayla karışık bir ifadeyle beni izliyordu.
''Borç falan yok. Kim olsa aynı şeyi yapardı. Seni nasıl bulduğuma gelirsek bara girmenle çıkman bir oldu. Sonra koştuğunu gördüm ve bir terslik olduğunu anladım. Lanet olasıca bir zekam olduğundan bahsetmiş miydim?''
Hayal hafif kaşlarımı çatık bir şekilde dudaklarıma bakarken bundan sonra daha yavaş konuşmam gerektiğini düşündüm. Konuşmam bittikten sonra burukça gülümser gibi oldu ama bir anda tam tersi bir ifadeyle kaşlarını çatıp ''O iğrenç yere mi takılıyorsun?'' diye sordu. Yüzündeki iğrenme ifadesi ve burnundaki çamur çok komik göründüğü için kahkahama engel olamadım.
''Aslında güzel mekandır,'' diyerek ayağa kalktım. Hayal'in ellerinden tuttum ve kalkmasına yardım ettim. ''Hadi seni evine götürelim.''
Bir an panikle gözleri titredi. Hızlı bir şekilde elindeki deftere bir şeyler yazıp bana çevirdi. ''Ben bu halde eve gidemem mi? Neden?''
Sorum karşısında gözlerini devirirken deftere cevabı yazmaya başladı. ''Şu anda herkes evdedir ve ben bu şekilde eve girersem hepsi delirir. Mert zaten şu ara çok sinirli. Eminim ki sinirini bu iki çocuktan çıkarmak için sabah akşam onları arar. Eren ve Doğu'da büyük bir zevkle ona yardım eder. Başlarının belaya girmesini istemiyorum.''
''Anladım'' Dudakları ince bir çizgi halini alırken ''Peki ne yapacaksın?'' diye sordum. Omuz silkip bilmiyorum der gibi dudağını büktü. Her yeri çamur içinde kalmış bir çocuktan bile daha tatlı görünüyordu gözüme. O güzelliğini çamur bile gizleyememişti.
Hayal aklına gelen bir fikirle defterin üzerinde kalemi dolaştırırken yanına gidip okumaya çalıştım. ''Eflal'e ulaşırsak belki bir yolunu bularak eve girebilirim.''
''Eflal?'' diyerek kaşlarımı çattığımda yanını gösterip ondan daha uzun olan bir kızı tarif etti. Hayal meyal derste yanında oturan kızı hatırladım.Daha sonra aklıma gelen olayla ''Ha... Şu Demir Kara'ya çarpan kız değil mi?'' diye sordum. Yüzüne 'Sen nereden biliyorsun?' ifadesini takınca ''Görmüştüm,'' dedim. Başını tamam anlamında sallarken ''Nasıl ulaşacağız?'' diye sordum. Bir numara yazıp bana uzattığında telefonumu cebimden çıkarırken numarayı tuşladım.
'Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor'
''Kapalı'' dediğimde yüzü düşerken başını öne eğdi. ''Evde midir?'' dediğimde hareketsiz kalmasıyla 'Seni duyamıyor salak' diye söylenirken çenesini tutup başını kaldırdım. ''Evde midir?''
''Büyük ihtimal'' Elindeki kağıda bakarken telefonum çalmaya başladı. Arayan isme bakmadan telefonu açıp ''Efendim'' dedim. Hayal ''Eflal mi?'' yazdığı kâğıdı bana uzatırken başımı hayır anlamında salladım.
''Arel ne yapıyorsun?''
''Şu anda ne yaptığımı söylesem büyük ihtimalle inanmayacaksın.'' Atakan ufak bir kahkaha atarken ''Evinde playstation oynuyorsun her normal erkek gibi'' dedi. Onun tepkisiyle bende kahkaha attım. ''O da iyiymiş ama bendeki daha bomba. Resmen kahraman oldum.'' dememle Hayal burukça gülümseyip gözlerini kaçırdı. Hay sikeyim ya. Sen ne kadar gerzek birisin lan. Kız dudak okuyor dudak. Sende gözünün önünde, kırk yılda yaptığın adam akıllı bir şeyi ballandıra ballandıra anlatacaktın. Mal!
''Ne kahramanı lan. Ne içtin oğlum sen?''
''Abi ne içtiğimi bırak da bir sorunumuz var,'' dediğimde Atakan ''Ne sorunu?'' diye sordu. ''Hayal'in arkadaşına ulaşamıyoruz.''
''Hayal kim?''
''Hani sınıfta duyma engelli bir kız vardı ya. O'' deyip bana bakan kıza gülümsemeye çalıştım. ''Ne işin var lan o kızla. Mal mısın oğlum sen?''
''Abi anlatacağım ama şu anda önemli olan şey kızın arkadaşına ulaşmak. Kız eve gidemiyor.''
''Hangi arkadaşı?'' Kağıttaki isme bir kere daha bakarken ''Eflal'' dedim. Atakan'ın derin bir nefes almasının nedenini anlayamamıştım. Durum o kadar mı vahimdi?
''Telefonu falan yok mu? Arayın ulaşın'' dediğinde alaycı bir ifadeyle kahkaha attım. ''Ne kadar da zekisiniz Atakan Soylu Bey. Bizim hiç aklımıza gelmemişti. Telefonu kapalı abicim ulaşamıyoruz.''
Atakan tekrar sessizce bekledikten sonra derin bir nefes aldım. Bu çocuk ne zamandan beri konuşmadan önce bu kadar uzun düşünüyordu. ''Erdal Abi'nin kafesini hatırlıyor musun?'' diye sorduğunda ''Evet'' diye cevap verdim. ''Oraya gelin,'' demesiyle beklentiyle gözlerimin içine bakan kıza boş bakışlarla karşılık verdim. ''Ve bu konuları çay eşliğinde konuşalım. Sen manyak mısın Atakan. Ne yapacağım bu saatte –''
''Arel!'' diye bağırmasıyla birkaç saniyelik telefonu kulağımdan uzaklaştırdım. Yine de ''Kızı al ve kafeye gel!'' dediğini duyabiliyordum.Telefonu yüzüme kapattı. Ne olduğunu anlamasam da Atakan'a güvenmekten başka çarem yoktu. Hayal'in de bana güvenmesinden başka çaresi...
Telefonu cebime koyarken ''Bana güveniyor musun?'' diye sorunca bir süre gözlerimin içine baktı. Daha ilk kez konuştuğu birine ne kadar güvenecekse artık... ''Seni bir yere götüreceğim'' derken 'Nereye?' yazdığını tahmin ettiğim kalemli elini tuttum.
''Gittiğinde görürsün. Bana güveniyorsun değil mi?''


ANA DİLİM AŞKWhere stories live. Discover now