Ana Dilim Aşk 2 ❤ 4

43.6K 1.6K 160
                                    


EFLAL

"Orta çağda dünya ekonomisi yavaşça büyüdü. Avrupa ve Mezopotamya'daki bölünmüşlükler etkileşimi azalttı. İpek ve baharat yolları etkin olmaya devam etti. İtalyan şehir devletleri ortaya çıktı ve ilk bankacılık- finans sistemlerini ortaya koydular. Bu arada Çin'de ilk kağıt para kullanılmaya başlandı. Yeni çağda-"
Sınıfta çıt çıkmaması ve hocanın masal gibi anlatımı yüzünden, birkaç kez içim geçmişti. Kafamın sert bir şekilde öne düşmesiyle kendime gelmiştim. Bütün sınıfından benden kalır yanı olmayınca göze batmıyordum.
"Sanırım bugünlük dersi burada bitirmeliyiz." Saadet Hoca arkasını döndü ve masasının üzerinde duran bir tomar kağıdı eline aldı. "Ama çıkmadan önce, geçen haftaki ödev notlarınızı almayı unutmayın." Ön sıradan bir öğrenciyi yanına çağırıp kâğıtları eline tutuşturdu. "Haftaya görüşürüz çocuklar." Bir anda gürültülü bir uğultu, sessizliğin yerini aldı. Sınıftakiler çocuğun üstüne çullandı. Garibim, elindeki kâğıtları sahiplerine ulaştırmak için ter döküyordu.
"Ben bizimkileri alırım."
Doğu kalabalığı yararak çocuğa ulaşmaya çalıştı. Eşyalarımı toparlarken Mert'in dalgınlığı gözümden kaçmıyordu. Tüm ders boyunca böyle olmasını, benimle aynı nedenlere bağlamıştım ama belli ki işin aslı öyle değildi. "Mert," Dikkatini çekebilmek için yavaşça kolunu sıvazladım. Başını bana doğru çevirdi ama belli ki aklı hala düşüncelerin hapsindeydi.
"Neyin var?"
"Hayal ve Arel ilişkisine izin vererek doğru bir şey mi yaptık?"
Hiç uğraştırmadan, dümdüz sorduğu soruya minnettardım ama böyle bir şey sormasını beklemediğim için dudaklarımdan kaçan 'Ha?' sesine engel olamadım. Bugün bu nidayı fazla kullanmışım gibi hissediyordum. "Aslında çokta izin vermiş sayılmazsınız. Bir nevi denemeye aldınız çocuğu. Fark etmedim sanmayın." Mert bana doğru dönüp masaya dayandı."Doğru olanı yaptığımızı düşünüyorum. Baksana, Hayal daha ilk dakikadan yalanlara başladı. Ya bu çocuk, ona yalan söylemeyi aşılıyor-"
"Hey heyhey!"
Cümlesini sert bir vurguyla yarıda keserken "Bana Eren'in cümleleriyle konuşmasan daha kolay anlaşabiliriz bence," dedim. Mert birkaç saniyeyi geçmeyecek bir sessizlik yaşadı. Bu kadarı bile, yaptığı yanlışı anlamasına yetmiş olacak ki "O çocukta kafama oturmayan bir şeyler var," dedi. Yine! Bu kafası ne nazlı bir şeydi böyle...
"Hayal'in üzülmesini istemiyorum."
"Bunu kimse istemiyor inan."
"Ama o çocukla olursa-" Bu sefer işaret parmağımı dudaklarına yerleştirerek cümlesine devam etmesini engelledim. Mert önce parmağımın ucuna, daha sonra da gözlerimin içine baktı. Elimi geri çekerken yanaklarımın ısındığını hissediyordum. "Hayal, yetimhanedeki savunmaya muhtaç, küçük kız değil artık Mert. Bunu çok iyi biliyorsunuz. Kendi kararlarını verebilir, uygulayabilir ve kimsenin düşüncesi de umurunda olmaz. Buna rağmen sizin görüşlerinize önem veriyorsa, bu onun size olan güvenindendir ama bu demek değil, hayatının kontrolü tamamen sizin ellerinizde olsun."
Mert'in böylesine ciddi bir konuşma yapacağımı beklemiyormuş gibi şaşkındı ve sanki söylediklerimden rahatsız olmuştu. "Bize yalan söyledi Eflal."
"Çünkü bunu, ona siz mecbur ettiniz."
Kaşları sorgular bir biçimde çatıldı. Belli ki nedenini merak ediyordu. "Bak Mert. Bu okulu kazandığımız ilk andan beri, sen ve Eren sürekli bizi, varlıklı ailelerin çocuklarına karşı doldurdunuz-"
"Sizi korumaya çalışıyoruz."
Cümlemi yarıda kesecek kadar mı tahammülü yoktu bu insanlara? Sakin kalmaya çalışır gibi derin bir nefes aldıktan sonra "En azından lafımın bitmesini bekleyemez misin?" diye sordum. İmalı bakışlarıma 'Devam et' der gibi karşılık verdi. Söyleyeceklerimi tekrar kafamda toparlamaya çalıştım. "Kabul ediyoruz. Bizden daha çok hayat tecrübeniz var. Daha çok insan tanıdınız, daha çok olay yaşadınız. Ama herkes sizin bize gösterdiğiniz gibi değil ki. Mesela Arel. Hayal'e gerçekten âşık. Onun için her şeyi yapmaya hazır. Zira Hayal'de öyle. Ama siz bunu görmek yerine, yargısız infaz yaptınız. Özellikle Eren. Yılbaşı balosundaki halini hatırlamıyor musun? Az daha dans ettikleri için Arel'e tekme tokat dalacaktı. Senden bahsetmiyorum bile, sen onu layıkıyla yerine getirdin. Tüm bunlar yaşanırken, o kızın size gerçekleri söylemesini nasıl bekliyorsunuz? Söylese ilişki yaşamalarına izin verecek miydiniz?"
Tekrar bölmesinden çekindiğim için nefes bile almadan kelimelerimi arka arkaya sıraladım. "Bitti mi?"
Bitmişti ama sanırım onun için daha yeni başlıyordu. "Bitti," dediğimde burnundan derin bir nefes aldı.O nefesle göğsü doldu taştı. Sanki ağzından çıkacak kelimeleri kontrol altına almaya çalışıyordu. "Hayal'in üzerinden kendi yaptıklarını mı haklı çıkarmaya çalışıyorsun?" diye sorduğunda ne yaptığımı düşünmeye çalıştım ve aklıma gelen ilk şey hiçte hoşuma gitmedi.
"Bu konuyu kapatmamış mıydık?"
"Bende öyle düşünüyordum ama iş birliği yaparken söylediklerine göre, kapatamamışız."
Cevap vermek için ağzımı araladım ama son cümlenin kafama dank etmesiyle hiçbir şey söylemedim. Bu konun sadece Hayal'in yalanıyla ilgili olduğunu nasıl düşünmüştüm? Aylar önceki konunun pişirilip önüme çıkacağı bir oyunun ortasında kalmış gibi hissettim. Resmen o zamanın kinini Mert'in gözlerinde tekrar yaşıyordum. Hiçbir suçum olmamasına rağmen 2. Kez bana böyle bakmasına şahit oluyordum.
Bu sefer tüm sorumluluğun üzerime yüklenmesine izin vermeyecektim.
Eşyalarımı hızlıca çantamın içine tıktım. Gözleriyle beni takip eden Mert "Ne yapıyorsun?" diye sordu. Cevap vermedim. Ne diyecektim ki? "Eflal." Ayağa kalkıp, içimdeki kızgınlığı belli edercesine çantamı omzuma taktım. "Kime diyorum ben?" Duymazdan gelmek şu an işime gelen en iyi şeydi. Sıradan çıkıp geniş merdivenlerden inmeye başladım. Doğu elindeki kâğıtlarla bana doğru geliyordu.
"Eflal 90 almışsın."
Uzattığı notumu elinden aldıktan sonra durmadan yürümeye devam ettim. Doğu'nun da nereye gittiğimi sorduğunu duyuyordum ama Mert'in bilmesini istemediğim için ona da cevap vermedim ve bir hışımla sınıftan çıktım.
* *
Saati kontrol ettikten sonra yaşadığım hüsranı anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalırdı. Diğer ders için birkaç saat okulda oyalanmam gerekiyordu. Bu Mert'le köşe kapmaca yapacağım anlamına geliyordu ve bu soğukta çok fazla kaçacağım yer yoktu. 'Allah'ım bir çıkış yolu göster de bu olay bana sıçramadan Hayal'le çözülsün' diye dua ederken telefonum çalmaya başladı. Kısa bir an donakaldım. Rabbim çıkış yolunu bana telefonla iletemezdi değil mi? Ekranda gördüğüm tanımadığım numara kaşlarımın hafifçe çatılmasına neden oldu. Ciddi ciddi duam kabul olmuş olabilir miydi? Ama bu bilmediğim numaraları açmama prensibimi çiğnemem anlamına geliyordu. Telefonun ısrarla çalması, ikilemimi kısa tutmama neden oldu.
"Alo?"
"Eflal?"
"Buyurun benim," diye cevap verdim.Kim olduğunu çıkarmaya çalıştığım kadın "Ben Ebru," dedi. Işık hızıyla oturduğum rahat pozisyonu sanki karşımdaymış gibi değiştirdim. "Buyurun Ebru Hocam."
"Kusura bakma canım, dersi blog yapmak zorunda kaldım. Notunu şimdi görüyorum. İnşallah çok bekletmemişimdir."
"Sorun değil hocam asıl siz kusura bakmayın. İki ders arasında geldiğim için çok bekleyemedim."
Gülümsediğini sesiyle hissettiren kadın "Müsaitsen şimdi görüşebiliriz," deyince çıkış noktamı bulmuştum. Çok büyüksün Rabbim!"Tabi ki. Hemen geliyorum." Telefonu kapattığım gibi oturduğum yerden kalktım. Hem Mert'e yakalanmamak, hem de soğukla fazla haşır neşir olmamak için olabildiğince hızlı bir şekilde Hukuk fakültesine doğru ilerledim.Binanın kasveti sabaha nazaran biraz daha azalmıştı gibi geldi.Sanırım bunun nedeni, sağda solda gördüğüm öğrencilerin iki katına çıkmış olmasıydı. En azından içeride yaşam belirtisi veren uğultular oluşmuştu. Yine de bizim fakülteye göre fazla sessizdi.
Ebru Hoca'nın odasının önüne geldiğimde üzerime çeki düzen verdim ve kapıyı yine melodik bir şekilde çaldım. İçeriden gelen 'Gel' sesiyle kapıyı nazikçe araladım. Sanki bambaşka bir dünyanın kapılarını aralamıştım. Tüm binanın içine gömüldüğü kasvet, bu odayı es geçmiş olmalıydı. Ahşap mobilyalar, yeşilin her tonuyla bezenmiş duvarlarla uyum içerisindeydi. Yerdeki halıdan, duvarlardaki tablolara kadar her şey ev konforundaydı. Minik objeler özenle seçilmiş olmalıydı. Tarz duran lambader, hınca hınç dolu olmasına rağmen kendi içinde bir düzeni olan kitaplığın önünde, küçük bir berjerin yanında duruyordu. Odayı renklendiren bir diğer şeyse, çiçeklerdi. Rengârenk, çeşit çeşit menekşeler, pencere kenarlarını daha da dikkat çekici bir hale büründürmüştü. Havanın tüm karanlığı ve soğuğuna rağmen, odanın içinde bahar havası yaşanıyordu. Serkan Hoca'ya kıyasla, Ebru Hoca'nın odası fazla düzenliydi. Düzenli ve temiz.
"Hoş geldin Eflal."
Odayı incelemeyi bırakıp masasındaki kağıt tomarına gömülmüş halde duran kadına baktım. Gözlüklerinin ardından bile fark edilen gözleri, hızlı hızlı bir şeyler tarıyordu. "Gecikmemişimdir umarım." İçinde kahve olduğunu kokusundan anladığım lila rengi kupasından bir yudum alan kadın başını hayır anlamında salladı ama gözleri hala okuduğu kağıdın üzerindeydi.
"İstersen kahve alabilirsin."
Odanın içinde gözlerimi gezdirdiğimde çiçeklere bakmaktan pencere önündeki ufak detayı fark etmediğimi anladım. Kahve makinesi mı vardı? Bizim hocaları sürekli kafeteryada görüyordum. Ebru Hoca sanırım buna tenezzül etmiyordu.
"Uyanık kalmaya diğerlerinden daha çok ihtiyacım oluyor."
Donakaldım. Yalnızca bir saniyeydi ama sesli düşündüğümü anlayıp rezil olduğumu hissettiğim çok uzun bir saniye. Ebru Hoca gözlüğünün üzerinden bana bakarken hafifçe gülümsedi. Yerin yarılmasını ve beni içine almasını bekliyordum. "Senin yaşındayken, bende söyleyeceklerimi içimde tutamazdım." Bana bakıyordu ama sanki burada değildi. Anılarında bir yere ışınlanmış gibi donuklaşmıştı.Yüzündeki tebessüm gittikçe büyüyordu ama sanki bir yandan da acı barındırıyor gibiydi. "Başıma çok iş açtığımda olmuştur." Gülümsemesi yüzüne daha çok yayıldığı an kendine geldi ve bir rüyadan uyanmak ister gibi başını iki yana salladı.Sulanmaya hazır gözlerine inat, gülümsemeye çalışırken "Kahve?" diye sordu. Bu kadının mimikleri, bana öyle tanıdık geliyordu ki...
"Teşekkür ederim. Böyle iyi."
"Çayda yapabilirsin," diyerek ayağa kalktı ve kahve makinesinin başına gitti. Sanki yüzünü benden gizlemeye çalışıyordu. "Az önce içtim. Teşekkürler." Kupasına kahve doldururken "O zaman rahatına bak," dedi. Sanırım bu 'Otur bir yere' anlamına geliyordu. Masanın önündeki koltuklardan birinde yerimi aldım. Kahvesini içmeden önce koklayan kadın, gözlerini kapatarak büyük bir yudum aldı. Kendimi kısa bir an kahve reklamının içinde gibi hissettim. Ağzım sulanır gibi oldu. Acaba teklifi hala geçerli miydi?
"Soruların olduğunu biliyorum."
Tekrar yerine oturan kadın, kupasını elleri arasında tutarak koltuğunda arkaya yaslandı. "Bana nasıl yardım edeceğini, burada ne işin olduğunu düşünüyorsun." Bu kadının zihin okuma becerisi falan mı vardı? "Peki hukukla ilgili ne düşünüyorsun?" Gözlerini bana dikerek kahvesinden yudum aldı. Sanki her hücremi inceliyor gibi, bana dik dik bakıyordu ama nedense bu bakışları rahatsız etmiyordu. Hazırlıksız yakalandığım soruya cevap vermek için kısa bir an düşündüm. "Biraz korkutucu geliyor." Başını güzel bir noktaya değinmişim gibi sallarken "Neden peki?" diye sordu. Bilmiyorum der gibi omzumu silkerken "Her şeyin bir kuralı, her kuralın bir yasası var. Adalet, vicdan, sağ duyu... Bunlara uymak için yaptırımlar, uyulmadığında cezalar... Çok çetrefilli bir alan gibi." Kupasını dudaklarından çeken kadının gülümsediğini fark ettim.
"Sanırım biraz öyle," diyerek kahvesini masasında, kâğıtlardan uzak bir noktaya koydu. "Ayrıca kendini hafife alma, bence hukuk konusunda düşündüğünden daha çok bilgin var." Bunu hiç fark etmemiştim. Meraklı olmam, gündemi takip etmem sanırım ilk kez işime yarıyordu. "Tabi ki bu kadarı bana yardım için yeterli olmaz. Zaten senden bu konuda yardım istemem işkenceden başka bir şey olmaz." Ellerini masanın üzerinde birbirine kenetleyen kadın, bakışlarını benden bir saniyeliğine bile olsun ayırmıyordu. Hiçbir mimiğimi kaçırmak istemediğini hissediyordum ama neden?
"Senden sadece, ödevleri ve notları bilgisayara girmeni, bazen notları fotokopiye bırakmanı bazen de benim için oraya bırakılan dokümanları almanı isteyeceğim."
Kulağa kolay görünüyordu. Fasa fiso ayak işleri... "Bir nevi öyle," dediğinde iç sesimin dışa yansıyan cesaretine birkaç küfür mırıldandım. Mahcup bir tonda özür diledikten sonra "Bazen kardeşlerimin konuşma tarzını fazla benimsiyorum," dedim. Odaya geldiğimden beri ilk kez kaşları çatılan kadın "Kardeşlerinin konuşma tarzı derken?" diye sordu. Sorgular bir şekilde bana bakıyordu. "Serkan yetim olduğunu söylemişti." Sanki bir an nişanlısının ona yalan söylediğini düşünerek gerilmişti.Başımı onaylarcasına salladım.
"Yetimim ama beş tane de kardeşim var. Beş kader ortağı."
Ebru Hoca, şimdi anladım der gibi başını salladı. Rahatlamış görünüyordu. "Kardeşlik, çok özel bir duygudur. Buna sonradan bile sahip olman şanslı olduğunu gösterir." Bunu söylerken küçük dilinin iki milim ötesinde burukluk hissettim. Yine bir yerlere dalıp gitmiş bir hali vardı. Sanki dışarıdan güçlü gözüken kadının, iç dünyası yamalarla kaplıydı. Yaraları kanamasa da belli ki ara ara sızlıyordu. "Neyse," diyerek kendini daldığı derin çukurdan çıkardı. Yüzüne yine bir tebessüm yerleştirdi ama bu seferki diğerlerinden farklıydı. "Nasıl çalışacağımız konusunda anlaştığımıza göre, derslerinden arta kalan zamanda seni yanıma bekliyorum."
"Şimdi yapabileceğim bir şey var mı?"
Sanki bunu beklemiyormuş gibi hafifçe kaşları seğirdi. "Dersin yok mu?" Yalandan yere kolumdaki saate göz atarken "Biraz zamanım var," dedim.Sanki bunu duymaya ihtiyacı varmış gibi gözleri parıldadı.
"Harika, o zaman sen kendine kahve ya da çay koyarken bende bilgisayarı hazırlayayım."
Masanın altından çıkardığı çantayı açtı. Mac pro laptopu dikkatlice eline aldı. Ayağa kalkarken "Hadi, bu iş bir şeyler içmeden çekilmez," dedi. Utana sıkıla ayağa kalkıp kahve makinesinin olduğu köşeye ilerledim. Ebru Hoca, oturduğum sandalyenin önündeki sehpaya bilgisayarı koydu. Bir şeylerle ilgilenirken bende kendime kahve doldurdum. "Şeker istersen çekmecede var." Ufak bir aramadan sonra şekeri bulup kahvenin içine kattım. Hocanın yanına giderken excel tablosu açtığını fark ettim.
"Ödevleri okuyordum. Notlandırdıklarımdan tabloya işlemeni istiyorum." Yerime oturmam için ayağa kalkan kadın masasının etrafından dolaştı. Kağıtlara kısa bir göz gezdirdikten sonra büyük bir tomarı bana doğru uzattı.
"İsimler üstünde yazıyor. Ona karşılık gelen satırdaki son kısma notları yazacaksın. Takıldığın bir şey olursa sormaktan çekinme."
* *
EFSA
Aşkın gözü kördü belki ama Atakan'ın kalbi görmüyordu.
Senelerdir beni sevmesi için ağzının içine bakıyordum. Ona yakın olabilmek, bana yakın hissetmesini sağlayabilmek için yapmadığım şey kalmamıştı. Peki sonuç neydi? Kendim olmuştum fark etmemişti, sevdiği kızların kılığına bürünmüştüm umursamamıştı. Abartıp daha da dikkat çekici bir hale dönüşmüştüm bu sefer de bana iğrenilecek bir şeymişim gibi bakmaya başlamıştı. Ne yapsam yaranamıyordum. Yakın olmayı geçtim, Atakan'a ulaşamıyordum bile. Artık tek başıma bu aşkı taşımaktan yorulmuştum. Canım yana yana, kalbim nasır tutmuştu sanki, hissedemez olmuştum. Belki de bu yüzden insanlara karşı sevgisizdim ya da tahammül sınırlarım bu kadar dardı.
Rüya'yı bulma bahanesiyle Atakanların yanından ayrılmıştım ama ne arkadaşımı aramış ne de derslere girmiştim. Saatlerdir bale yapıyordum. Çünkü yalnız kalmaya ve rahatlamaya ihtiyacım vardı. Fakat ilk kez klasik müzik üzerimdeki negatif elektriği atmama yardım edememişti. Atakan'a karşı nasıl bir duruş sergileyeceğimi düşünürken kendimi onunla olan birkaç mutlu anıya takılı kalmış bir şekilde buluyordum. Sanki ayna karşısında ben yoktum. Her dönüşümde, Atakan'ın siluetiyle selamlaşıyordum. Onu gördüğümü sanıp panikliyor, adımlarımı karıştırıyor, sürekli takılıyordum ve bu can sıkıcı hale dönüşmeye başlamıştı. Kafamı toparlayabilmek için dansa ara verdim. Eğilip müziği durdurdum ve havlumu alıp terimi silmeye başladım.
Beklemediğim bir anda kapı, kırılmak istenircesine açıldı ve gürültülü bir grup paldır küldür içeri daldı. Basılmış gibi hissederek birkaç adım geriledim. Kendi aralarındaki muhabbetten beni fark etmeleri biraz geç oldu. Fark ettikleri anda ise yavaşça artan bir sessizlik odayı doldurdu.
"Bize burasının boş olduğunu söylemişlerdi."
Öne atılıp konuşan kız, kesinlikle bir özentiydi. Kendini Step Up filminde falan mı sanıyordu? Elimdeki havluyu eşyalarımın üzerine bıraktım ve dik bir duruşla karşımdaki salaş gruba göz gezdirdim.
"Gördüğün üzere dolu."
"Senin gibi ufacık tefecik birini gözden kaçırmış olmalılar."
Kendi aralarında gülüşmeye ve sözü söyleyen çocuğa beşlik çakmaya başladılar. Sadece o kız değil, belli ki bütün grup kendini Amerikan filminden fırlamış gibi hissediyordu. Gözlerimi abartılı bir şekilde devirirken kollarımı göğsümün üzerinde sıkıca bağladım.
"Lütfen çıkar mısınız?"
Gülüşmeye devam eden gruptan biri "Hayır," dedi. Kibarlıktan anlayacaklarını neden düşünmüştüm ki... "Çıkın dışarı!" diyerek kapıyı işaret ettim. Oo... sesleri yükselirken arkadan biri "Sert kız," deyip öne geçti. "Severim." Düşük belli pantolonu, yayık duruşu, sağa sola çaktığı yumruklarıyla mide bulandırıcı gözüküyordu. Gerçekten neden özgün olamıyorlardı ki?
"Ne oluyor burada?"
Bir anda gülüşmeler kesildi. Herkesin dikkati kapıdan giren iki kişiye çevrildi. Önümdeki kalabalık yüzünden giren kişilerden birini göremesem de, uzun boylu olan, kesinlikle şu anda görmek isteyeceğim biri değildi.
"Salon doluymuş hocam."
Şaşkınlığımı belli etmemek için yanağımı dişliyordum. Şu dövmeli yetime hocam mı demişti? Anladık dans etmeyi sevdiğini ve iddialı olduğunu yemekte altını çize çize söylemişti ama hoca olmak onun gibi biri için fazla değil miydi? Bu kadar öğrenciyi nasıl bulmuştu? Herkes mi break dans için yanıp tutuşuyordu?Eren'in bakışları kalabalığın arasından bana çevrildi. Sanırım beni görmeyi beklemiyordu. Kim bilir ne diyecekti?
"Kusura bakma. Bir karışıklık oldu sanırım."
Az kalsın afallamış bir şekilde dudaklarım aralanacaktı. Bu çocuk bir gecede kendini ufakta olsa yontmuş olabilir miydi? Tepki vermemek için çaktırmadan koluma tırnaklarımı geçirdim."Bende öyle düşünüyorum."
"Çalışmanı böldüysek üzgünüm."
Sanırım şaşkınlığımı daha fazla saklayamayacaktım. Bu çocuğa ne olmuştu böyle?
Aramızdaki kalabalık bir bana bir Eren'e bakıyordu. Sanki bu konuşma onlara da garip gelmişti. Eren grubuna anlayamayacağım bir sessizlikte bir şeyler söyledi. İtiraz sesleri yükseldiğine göre pek de güzel şeyler söylememişti. Daha sonra öğrencilerini! Yararak bana doğru yürümeye başladı.
"Break dans için sınıf yokmuş. Grubu yeni kurduk ve bu zamana kadar hangi sınıf boşsa orada çalıştık. Az önce danışmadakiler bale salonunu kullanabilirsiniz deyince-"
"Kullanamazsınız. Çünkü benim çalışmam daha bitmedi."
Ne kadar kibar olursa olsun, bu konuşmanın nereye varacağını çok iyi biliyordum. Cümlesini yarıda kesmemle nefes aldı. Bu kontrolü elinde tutmaya çalışan bir esti. Tam önümde durdu. Boyu benden bir kafa kadar uzundu. Bu yüzden gözlerim gerilmiş boyun damarlarını görebileceğim bir mesafedeydi. İnce ince işlenmiş dövmeleri şu an çok farklı gözüküyordu. Başımı kaldırıp gözlerinin içine baktım. Tanıdık bir ifade beni selamladı.Kirpiklerinin uzunluğu ilk kez dikkatimi çekmişti. Tıpkı sağ göz kapağının üzerindeki beyaz leke gibi...
"Bana bak kızım."
Fısıltısının aksine yüksek denebilecek bir sesle gülümsedim. Kibarlığı buraya kadardı işte.
"İnan bana kolay bir gün geçirmiyorum," dediğinde "Al benden de o kadar," dedim. Gözlerimin içine kısa bir an baktıktan sonra eliyle arkasındaki merakla bizi izleyen grubu gösterdi. "Şu anda düşünmemeye ihtiyacım var ve şu an en son isteyeceğim şey, buna engel olacak herhangi bir şey."Ağzından çıkacak kelimelerin hepsini biliyordum. Yine de cümlesini bitirmesini bekledim. Gözleri üzerimde dolaşırken "Terinden anladığıma göre, bugün için yeterli antrenmanını yapmışsın." Havluyla sildiğim terimden kalanları görecek kadar beni incelemiş miydi yani? "Zorluk çıkarma, sınıfı boşalt. Şu işi sakince halledelim. Olur mu?"
"Zorluk çıkartırsam ne olur?"
'Hasbin Allah' der gibi iç çeken Eren "Efsa," diye uyarıyordu ki "Adımı biliyorsun," dedim. "Kızıma ne oldu?"
"Neden zorluyorsun?"
"Neden kolaylaştırayım?"
Sıkıntılı bir nefes alan çocuk ellerini beline yerleştirdi. Sanki bu hareketiyle omuzları daha da genişledi. O ana kadar belinin bu kadar ince olduğunu fark etmemiştim. "Hadi beni umursamıyorsun. Şu arkamdaki çocukların hevesini kursağında mı bırakacaksın?" Gözlerimi arkasındaki sıkılmış kalabalığa çevirdim. Az önceki ukala grup nereye kaybolmuştu?Sırf o tavırları yüzünden sınıfı boşaltmayacaktım ama dans etmenin nasıl rahatlattığını biliyordum. Bu kadar dil döktüğüne göre Eren'in buna ihtiyacı vardı. İçimdeki ses, ona yardımcı olmam gerektiğini söylüyordu. Peki ben ne yapacaktım?
"Benim çalışmam daha bitmedi."
Pes etmiş bir nefes aldı. Ellerini belinden çekti ve iki yana açarak "Sana iyi çalışmalar," dedi. Tam arkasını dönüyordu ki "Beraber çalışabiliriz," dedim. Duraksayıp bana baktı. Söylediğim şeyi düşünür gibi gözlerini kıstı. "Nasıl olacak o?"
"Salonu ikiye böleriz."
Bakışlarını salonda dolaştırdıktan sonra "Salonun yarısına sığabileceğinize inanıyor musun gerçekten?" diye sordu. Gözlerimi tekrar heyecanlanmış grupta gezdirdim. "Tamam 3/2 si sizin olsun. Yalnız benim alanıma geçtiğiniz gibi bu anlaşma biter." Eren söylediklerimi düşünüyor, zihninde tartıyor, salonda hesap yapıyor gibiydi. Bir süre sessizce bir sonuca varmasını bekledim.
"Anlaştık. Aynanın şu bölümünden itibaren bizim."
Gösterdiği yere baktım. Salonu gerçekten adil bir şekilde böldüğünü fark ettim. Neyse ki cam kenarını bana bırakmıştı. En azından biraz olsun boğucu hava azalmış olurdu. "Tamam," diyerek eğilip eşyalarımı kucakladım. "Müzik işini ne yapacağız?" İşte bunu düşünmemiştim. Ben sakin bir müzikle dans edebilirdim. Onlar ise benim aksime olabildiğince hareketli. Bilmiyorum der gibi omuz silkip "Ona da sen bul bir çare," dedim. Ağzımın kuruduğunu fark edince suyumdan bir yudum aldım.
"İç bayıcı müziğin olmadan dans edebilir misin?"
Suyun boğazıma kaçmasıyla az daha içtiğim kadarını dışarı püskürtecektim. Öksürüklerimin arasından "Onlar klasik Eren,"diye carladım. Resmen su, burnumdan çıkmıştı. Halime gülmekle gülmemek arasında kalan çocuk "İç baydıkları gerçeğini değiştirmiyor," dedi. Gözlerimi abartılı bir şekilde devirdim. O böyle düşünüyorsa, diğerlerinin de ondan kalır yanı olacağını sanmıyordum. Söyleyecekleri sözleri duyar gibiydim. Klasik müzik şölenini kesinlikle hak etmiyorlardı.
"Ben müziksiz çalışabilirim. Peki ya siz?"
Elleriyle saçlarını karıştırdı. "Sanırım o bizim için pek mümkün değil." Sanırım ilk kez bana içten bir şekilde gülümsemişti. "Pekala," diyerek eşyalarımla kendi köşeme doğru geri geri yürümeye başladım. "Çok yüksek olmasın kafi." Eren anladığını belli edercesine başını salladı ve sözde öğrencilerine döndü.
"Tamamdır çocuklar, başlıyoruz. Çok gürültü çıkarmayın."
Sanki aksini söylememiş gibi ıslıklar ve alkışlar havada uçuştu. Eşyalarımı zarar görmeyecek bir köşeye bırakırken verdiğim kararın doğruluğunu sorgulamaya başladım. Bunlar daha başlamadan bu kadar ses çıkarabiliyorlarsa, dans ederken kim bilir neyi başımıza yıkacaklardı?
Yeterince ısındığım için, biraz nefes egzersizi yapmaya karar verdim. Parmak uçlarımda, asil bir havayla yerime yürüdüm. Nedense birkaç kişinin beni izlediğini hissediyordum. Aynalara doğru döndüm. Boruya ellerimi koyduğum gibi patlayan sesle yerimden sıçradım. Müzik salonu inletiyor, çığlıklar ve ıslıklar kulak tırmalıyordu. Birkaç kere Eren'e seslendim. Beni duymadığını fark ettiğimde dikkatini çekeceğim şekilde elimi kolumu sallamaya başladım. Nihayet beni gördüğündeyse "Çok yüksek olmasından kastım bu değil!" diye bağırdım. Kendi sesimi bile zor duyuyordum ama Eren beni anlayıp müziği kısmaları için uyardı. Sanırım dudak okumada ustalaşmıştı.
"Arkadaşlar mümkün olduğunca kendi alanımızda dans ediyoruz. Önce biraz ısınalım."
Neyse ki müzikleri daha katlanılabilir bir seviyedeydi. Önüme dönüp nefes egzersizlerine devam ettim. Bir yandan da senkronize bir şekilde ısınan grubu inceliyordum. Müziğin ritimleriyle yaptıkları hareketler çok uyumluydu. Dans konusunda kesinlikle hepsinin özgün bir tarz vardı ve filmlerde bile göremeyeceğim bir şölen sunuyorlardı. O kadar keskin ve hızlılardı ki, baleyle yakından uzaktan hiçbir alakaları yoktu. Atlamalı, zıplamalı, dönmeli, durmalı, karışık ama hepsi birbiriyle uyumlu bir danstı. Ayak hareketleri tam anlamıyla büyüleyiciydi.
Dikkatimin kendimden çok kaydığını hissettiğimde silkelendim. Rahatlama hareketlerinden sonra, açma germe hareketlerine geçtim. Sırtımda ürperti hissettiğimde izlendiğimi düşünerek aynadan kontrol ettim. Birkaç kız, ısınmayı bırakmış benim hareketlerimi takip ediyorlardı. Yüzlerinden anladığım kadarıyla hareketlerimin yumuşaklığı ve yavaşlığı garip gelmişti. Belki de sıkıcı bulmuşlardı. Dikkatimi tekrar kendime odaklayarak ufak ufak dans etmeye başladım ama kulağıma dolan müzik yüzünden sürekli konsantrasyonum bozuluyordu. Bu kadar gürültülü ve hareketli bir parça seçmek zorundalar mıydı?
Şaşırdım. Tekrar dans etmeye başladım. Şaşırdım. Tekrar. Tekrar.
Bu böyle olmayacaktı. Dansıma odaklanabilmem için ya sessizliğe ya da klasik müziğe ihtiyacım vardı. Telefonumu almak için eşyalarımın yanına gittim. Neyse ki bluetooth kulaklığımı yanıma almıştım. Playlistimden rastgele bir Mozart parçası açıp kendimi müziğin akışına bıraktım. Salonda çok fazla hareket vardı. Odak noktamın dansım olmasını istiyordum. Bu yüzden gözlerimi kapattım. Kulağımda çalan melodilerle, seneler önceki figürlerime tekrar hayat vermeye başladım.
Parmak uçlarımda yürüyor, zıplıyor, eğiliyor, kalkıyor, dönüyordum. Bir anda çarptığım sert bir göğüsle sendeledim. Gözlerimi açınca düşmemi engelleyen kolların sahibiyle göz göze geldim. Nefes nefeseydim ve her aldığım nefeste burnuma dolan odunsu kokunun kaynağını çok iyi biliyordum. Eren'in derin bakışlarına öyle yakındım ki, ne düşündüğünü hissedebiliyordum.
Dansımı beğenmiş miydi?
Klasik müzikle dolup taşan zihnimi, onların gürültülü müziğine bıraktım. Kulaklığımı çıkarırken Eren'in kolları arasından da çıktım. Dans ederken kendimi kaybettiğimi biliyordum ama ilk kez birine çarpmıştım ve onlarca gözün önündeyken...
"Özür dilerim, ben alanınıza girdiğimi fark etmemişim."
"Sorun değil."
Neden hala gözleri üzerimdeydi ve ben neden yanaklarımın ısındığını hissediyordum? "Sanırım benim için bu günlük çalışma yeter." Alnımdaki terleri topuz yaptığım saçlarıma doğru ittim. "Salon sizindir." Kalbimin pır pır atışına engel olamıyordum. Utanma ne zamandan beri beni bu kadar heyecanlandırıyordu?
Arkamı döndüğüm gibi eşyalarıma doğru ilerledim. Elim kolum uyuşmuş gibiydi. Silkeleyerek kendilerine getirmeye çalıştım. Havlumu alıp terimi silerken adımın seslenildiğini duydum. Kim olduğunu bildiğim için arkamı dönme gereği duymadım. Çünkü dönersem bastırmaya çalıştığım heyecanın tekrar beni ele geçirmesinden korkuyordum.
"Biraz konuşabilir miyiz?"
Dibime kadar girince, konuşmaktan başka çarem kalmamıştı. Kaçamak bakışlarımın arasından ne konuşacağımızı sordum. "Balenin böyle bir dans olduğunu bilmiyordum," dediğinde hafifçe kaşlarım çatıldı.
"Nasıl bir dans?"
"Bizim dansın ağır çekim versiyonu ve daha kadınsısı."
Gülmekle gülmemek arasında kalan dudaklarımdan "Bu beğendim demek mi oluyor?" diye bir cümle çıktı. Beğendiğini biliyordum ama bunu duymak istemiştim. "Çok beğendim. Acaba vaktin varsa, bizim kızlara birkaç figür gösterebilir misin?"
"Ne?"
Gerçekten anlamamıştım. Gözlerimi kaba saba dans eden kızlara çevirdim. Estetik namına hiçbir hareketleri yoktu. Serttiler, hızlıydılar. Bunların tam zıttı şeyleri yapmak onlar için işkenceden farksız olurdu.Eren söylediği şeyi tekrarlarken "Hayır onu anladım. Neden böyle bir şey istediğini çözemiyorum. Canını falan mı sıktılar?" diye sordum. Ufak ama içten bir kahkaha attı. İki yanağındaki gamzeler öyle çukurlaştı ki, kirli sakallarının arasından bile fazlasıyla belliydi.
"Dansını bir ceza yöntemi olarak mı görüyorsun?"
Şaşkın bir ifadeyle "Sizin için öyle," dedim. "Baleye ayak uydurabilmeniz imkansız." Gözlerini muzip bir şekilde kısan çocuk "Bu bir meydan okuma mı?" diye sordu. Sesindeki arkadaşvari tını, kafamı karıştırıyordu. Daha düne kadar birbirimizi bir kaşık suda boğmak isterken, ne ara bu kadar samimi olmuştuk biz?
"Meydan okunacak bir durum yok. O kadar hızla yavaşlamanız, intihar olur."
"Bence senin hızlanman ölüme davetiye çıkarır."
İmalı bir şekilde kollarımı göğsümün üzerinde bağladım. "Asıl bu bir meydan okuma." Keyifli bir şekilde omzunu silken Eren "Hodri meydan," dedi. Ciddi olamazdı. Gerçekten bale kıyafetleriyle break dans mı yapmamı istiyordu? Peki o ne yapacaktı? Spor ayakkabılarıyla parmak ucunda mı yükselecekti?
"Korktun mu?"
Dünyanın en saçma sorusunu duymuşum gibi suratımı buruşturdum. "Senden mi?" Bu tavırlarım onu kışkırtmaktan çok, zevklendiriyor gibiydi. "Bizimkilere ayak uyduramamaktan?" diye sorduğunda gözlerimi beraber dans etmeye başlamış gruba çevirdim. Yeni kurduklarını söylememiş miydi? Onlara nasıl bu kadar güveniyordu? Ne zamandır çalışıyorlardı ki... Ayrıca neden ayak uyduramayacaktım?Baleye benziyordu. Sadece biraz sert daha sertti ve Çok daha hızlı...
"Onların bana ayak uydurabileceğini düşünürken, benim korktuğumu söylemen ne kadar ironik."
"İronik olan, korktuğun halde aksini söylemen."
"Korkmuyorum."
"Göster o zaman."

ANA DİLİM AŞKWhere stories live. Discover now