Ana Dilim Aşk 2 ❤ 16

6K 277 79
                                    


EFLAL
Gerçeklerle yüzleşmek, yalanlarla yaşamaktan daha cesur bir hareketti. Canının acısını kestiremesen bile hayatını ipten alan bir tecrübe yaşadığına emin olurdu insan. Sınırlarını genişletirdi. Hatta kalemi kendi eline alır sınırlarını kendi çizerdi.
Hayal'in korkuları olduğunu biliyordum. O da er ya da geç bunlarla yüzleşecek olduğunun farkındaydı. Ölümle yüzleşmek, ölmeyi düşünmekten daha iyidir derler ya, Hayal'in şu anda yaptığı şey tam olarak buydu. İhtimaller arasında yaşamak yerine yokluğu seçiyordu. Hoş ona göre;
'Zaten olmayan bir şey, tekrar yok olamazdı.'
Okuldaki işlerimi hallettikten sonra Atakan'ın final notlarıyla beraber yola koyulmuştuk. Soğuk sıcak arasında mekik dokuyan bedenimin yorgunluğu arka koltuğun rahatlığıyla ortaya çıkmıştı. Şehrin bir ucundaki rezidansagidişimiz de o kadar uzun sürmüştü ki ara ara içimin geçmesine en sonunda engel olamamış, uyumuştum. Gözümü açtığımdadaha önce bir kez geldiğim rezidansınotoparkına girdiğimizi fark ettim ve zihnimde tek bir kişi belirdi: Mert. Burada en son kaldığımız gece aramızda oluşan uçurumu kapatmak aylarımı almıştı. Hoş tam anlamıyla kapanıp kapanmadığından bile emin değildim ve yarasını kaşıyan, kabuklarını soyup iyileşmesini geciktiren çocuklar gibi yine buradaydım. Yeniden Hayal'in peşinde, her zamanki gibi sırlarla...
İçimdeki huzursuzluk had safhadayken Mert'i arayıp nerede olduğumuzu haber vermek istedim. Telefonumu elime aldığımdaysa aramalarıma cevap vermeyişleri, benden kaçışlarını hatırladım. Şu ara camın buğusuna yazılmış, ayrı gayrı duran harfler gibiydik. Arada ne kalp vardı ne de sıcaklık. Sadece kayıp giden su damlalarından ibarettik. Yavaş yavaş dağılışımızı simgeleyen...
"Son durak."
Arel'in arabayı durdurmasıyla gözlerimi telefonun ekranından kaydırdım. Buruk bir iç çekişin ardından "Geleceğimizden haberi var mı?" diye sordum. Dikiz aynasından bana baktı. Dünyanın en saçma şeyini sormuşum gibi "Olsa ne olur?" diye sordu. Bu sefer benzer bir bakış atma sırası bendeydi. "Belki işi vardır ya da misafiri." Arel'in yüzüne pis bir sırıtış yerleşirken "39 derece ateşle kimseyi görmek isteyeceğini sanmıyorum," dedi. "Ama siz onu o halde mutlaka görmelisiniz. Her zaman mükemmel değil."Özel bir şakanın tadını çıkarır gibi dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme belirdi ama ben onun kadar insafsız olamayacaktım. Ne kadar gıcık olursa olsun tek başınayken hasta olmayı hak etmiyordu. Neden ailesinin yanına gitmemişti ki?
İki âşıkarabadan inerken tekrar gözüm telefona kaydı. Aramasam bile nerede olduğumu bildirme dürtüsüyle whatsappagirdim. Mesaj atar, en azından olayı benden çıkarırdım.

Gönderilen: Mertiko
Hayal'in annelik olayı ile ilgili Atakan'la konuşmaya geldik. Her ne kadar ne yaptığımla ilgilenmesen de haber vermek istedim.


Bulunduğum yerin konumunu da attıktan sonra telefonu çantamın içine tıktım. Hayallerin beni beklediğini fark ettiğimde peşlerinden arabadan indim. Uyku sersemliğinin verdiği uyuşuk hal, soğuğu tekrar hissetmemle ortadan kalktı. Zımba gibi olmuştum. Hatta neredeyse önümdeki ikiliye depar atarak yürüyordum.
Çok yüksek katlı binanın gösterişli girişine gelmemle duraksadım. Sayılar öbeğinden oluşan zillere baktım. Daire numarasının ne olduğunu hatırlayamıyordum. Hoş bilsem bile nasıl çalacağımla ilgili en ufak bir fikrim yoktu. Neden böyle lüks yerlere karmaşık sistemler koyarlardı ki...
"Siz biraz geride durun."
Arel, Hayal'in elini bırakıp arkamdaki merdivenleri tırmandı. Neden böyle bir şey istediğini anlamasam da bende birkaç basamak aşağıya indim. Birkaç numaraya sıraylabasan çocuk "Eflal biraz daha sağa gider misin?" diye sordu. Aslında bu tam anlamıyla bir soru sayılmazdı. Yerimden kıpırdamayınca bacağının yanında duran elini sağa doğru birkaç sefer savurdu. İşte bu git emriydi. Sorgulamalarımı sonraya saklayarak dediğini yaptım. Hayal'in yanındaki yerimi alırken ne olduğunu sordu. Bilmiyorum der gibi omzumu silktim. Birkaç saniye sonra Atakan'ın sesi, megafonumsu yerden duyuldu.
"Ne işin var burada?"
Burnu mu tıkalıydı yoksa o kadar yükseklikten ses aşağı böyle boğuk mu geliyordu? "Bende seni özledim bebeğim. Açar mısın kapıyı?" Arel'in konuşurken baktığı yöne doğru hafifçe başımı eğdim. Tabi ya, Atakan'ın kameradan bizi görmesini istemediği için geriye ötelemişti. "Burada olduğumu nereden öğrendin?" Hastayken evinde olmayıp başka nerede olacaktı ki? "Suna Teyze söyledi-"
"Hasta olduğumdan da bahsetmiş olmalı."
Atakan resmen Arel'in ağzına lafları tıkmıştı ama bu durum Arel'i gram rahatsız etmemişti. "Öyle ufak bir detaydan bahsetmiş olabilir," dedi umursamazca. Aralarında kısa bir sessizlik oldu. Bunu nereye yoracağımızı düşünürken "Arel inan bana, şu an senin zırvalıklarını çekecek enerjim yok," dedi.Yorgun ve bıkkın olduğu sesinden o kadar belliydi ki, şansımızı zorlamasak mı diye düşündüm. "Biliyorum bro. Çok kalmayacağım. Sana Serkan Hoca'nın final notlarını getirdim."
"Elinde hiçbir şey göremiyorum."
"Ben de seni göremiyorum konumuz bu mu şimdi?"
"Görüntülü konuşmak isteseydim telefon ederdim değil mi?"
Kendi aralarındaki söz dalaşını bıkkın nefesiyle kesen Arel "Atakan artık kapıyı açsan da tartışmamıza daha sıcak bir ortamda devam etsek. Ha, ne dersin?" diye sordu. Sıkıntılı bir iç çekiş, megafondan bize gök gürültüsü gibi yansıdı. Neyse ki daha fazla donmamıza – en azından Arel'in donmasına- müsaade etmeden otomata bastı.Aynalardan oluşanbüyük, gösterişli kapıdan içeri giren Arel, bizi beklemeden kapıyı yüzümüze kapattı. Dumur olmuş bir şekilde arkasından bakakaldık. Bizi unutmuş olamazdı değil mi?
"Bu neydi şimdi?"
"Ne konuştular ki?"
"Atakan'ın hali olmadığından, Serkan Hoca'nın notlarından..."
Hayal sevgilisini koruma içgüdüsüyle "O zaman belki bugün, bu konularla onuyormak istememiştir. Notları verip çıkacaktır," dedi. Gözlerimi abartılı bir şekilde devirerek "Notlar bende Hayal," dedim. "Ayrıca Atakan'ın keyfini bekleyecek değilim. Ya bu gün konuşuruz ya da siz bensiz halledersiniz." Zaten burada olduğum için yeterince gergindim. Mert'in ne tepki vereceğiyle ilgili en ufak bir fikre sahip değildim. Bir kez daha aynı stresi yaşayacak olmayı düşünmek bile istemiyordum.
Kapı yavaşça aralandı. Arel kısmen açık duran kapıdan bize gelmemizi işaret ederken "Çabuk olun," diye fısıldadı. Bu gizem de neyin nesiydi böyle?Adam hasta haliyle sürekli kamerayı kontrol edecek hali yoktu ya. Yine de Hayal'e eşlik ederek koşar adım merdivenleri tırmandım. Arel içeri geçmemiz için önümüzden çekildi. "Ne oluyor Allah aşkına?" diye sorduğumda kapıyı hızlıca arkamdan kapattı. "Sizi görse kapıyı açmazdı. Baskın basanındır yapacağız." Ciddi miydi? Biz bunu gerçekten fark edememiştik.
"Neden bugün için zorluyorsun ki Arel? Kendini daha iyi hissettiğinde tekrar gelirsiniz."
"Hayal'in bir gece daha huzursuz uyumasını istemiyorum. Ayrıca onun sensiz buraya gelmeyeceğini biliyorum Tıpkı ertelersek senin de gelmeyeceğini şu an öğrendiğim gibi."
Romantikliği içimi ısıtırken gülümsemeden edemedim. Hayal hep şanssız olduğunu düşünmüştü. Oysaki hayattaki tüm şansları Arel'i bekliyor olmalıydı. "Hadi çıkalım," diyerek sevgilisinin elinden tutan Arel yol gösterircesine yürümeye başladı.Klasik müzik sesi asansörün kapısının açılmasıyla yükseldi. Beethoven mı? Mozart'a ne olmuştu?
Bindiğimiz asansör bizi son hızla 24. Kata kadar taşıdı. Bir öncekine kıyasla, basınç daha katlanılır bir seviyedeydi.Bunun bir nedeni de kendimi müziğe kaptırmam gerektiğini öğrenmiş olmamdı. Kapılar kayarak açıldı. Arel yine öncülük ederek yürümeye başladı. Adım adım yaşadığım gerilim artarken telefonumu kontrol ettim. Mert hala mesajlarımı okumamıştı. Hatta yaklaşık 3 saattir çevrimiçi bile olmamıştı. Neredeydi bu çocuk?
Tanıdık daire kapısına yaklaştığımızda Arel, Hayal'in elini öperek bıraktı. "Burada bekleyin," dediğinde bizi daha ne kadar gizleyeceğini sordum. "Tüm riskleri ortadan kaldıralım." Pişmiş kelle gibi sırıtarak kapının zilini çaldı. Bir yandan da Hayal'e bakıp çapkın bir şekilde göz kırpmayı ihmal etmedi. Yine içeri girip bizi kapının önünde bırakmazdı inşallah.
Yanımdaki kıkırdayan kızın sesleri eşliğinde kapı açıldı. Bulunduğum yerden Atakan'ı göremesem de nefesinin kesik sesinin hırıltılı olduğunu duyabiliyordum. Durumu gerçekten kötü olmalıydı.
"Ne istiyorsun Arel?"
"Bir hoş geldin yok mu?"
"Hoş değil, boş gelmişsin. Notlar nerede?"
"Önce içeri girelim."
"Girelim?"
Arel bize gelmemizi işaret ederek içeri girdi. Hayal peşinden ilerledi. Bense kısa bir tereddütten sonra kapının eşiğinde belirdim. Atakan beni görmesiyle donakaldı. Benimde ondan kalır yanım olduğu söylenemezdi. Zar zor aldığı hırıltılı nefesini tutmuş gibiydi. Yüzünden anlaması imkânsız bir ifadeyle bana bakıyordu ve kaçıp gitse yeriydi. Onu ilk kez böyle görüyordum. Gerçekten berbat bir haldeydi.Birkaç gün içinde inanılmaz zayıflamıştı. O dağ gibi duran adam, solgun sarı bir çayıra benziyordu. Ya çok uyumaktan ya da uykusuzluktan gözleri şişmişti ve içi kırmızı, dışı mora mı çalsa siyaha mı dönse karar verememiş bir renge dönmüştü. Ne zamandır yıkanmıyordu? Koktuğu söylenemezdi ama o özenle havaya kalmasına alıştığımız saçları içler acısı bir haldeydi. Üzerindeki yemek lekesi miydi? Lütfen öyle olsun lütfen...
"Sizin burada ne işiniz var?"
İlk şoku üzerinden atar atmaz yönelttiği soru, öfke kokuyordu. Ucu açıktaki bir kabloya dokunmuşçasına gerilen ortam Arel'in umurunda bile değildi. Cevap vermeden üzerindekileri çıkardı. Hayal'inkilerle beraber vestiyere koydu ve sevgilisinin elini tutarak salona doğru ilerledi. Atakan, son enerjisini öfkesine harcıyormuş gibi tüm hareketlerini sert bir ifadeyle izledi. Bana döndüğünde çatık olan kaşları biraz olsun gevşedi. Bundan güç bularak "Biraz damdan düşer gibi oldu," diyerek açıklamaya koyuldum."Kusura bakma. Haber vermesini iste-"
"Sorun değil. Arel'in her zaman yaptığı şey. Geçsene."
Eliyle beni içeri davet etti. Mahcup bir şekilde gülümseyerek içeri girdim. Az önceki sorusunun havada kalmasını istemediğim için "Seninle konuşmak istedikleri önemli bir konu var," dedim. "O yüzden buradayız ama kendini iyi hissetmiyorsan, başka bir gün geliriz. Sahi nasılsın? Neyin var?"
Sorum karşısında kısa bir şaşkınlık yaşayan Atakan'ın yüzündeki ciddi ifade tamamen yumuşadı. "Pera'ya ayak uydurmanın bedeli zatürre oldu." Dehşetle iç çekerken ciddi olup olmadığını sordum. Telaşım hoşuna gitmiş gibi dudaklarının kenarı hafifçe yukarı kaydı. Fakat bu bile yüzüne canlılık ışıltısı getirmemişti. Gerçekten çok bitkin görünüyordu. Ellerini zorla iki yana açarak "Sence?" diye sordu. Üzülerek ona katılmak zorunda kaldım. "Endişe etme, tehlikeli zamanları atlattım."
"O yüzden mi burada tek kalıyorsun?"
"Pera'ya bulaşmasını göze alamazdım." Abi kardeş ilişkileri gerçekten kıskanılacak kadar sevgi doluydu. Bir kardeşim olsaydı -yetimhanedekilerden bahsetmiyordum- aynı kanı taşıdığım, canımın diğer yarısından bir parça olsaydı acaba bizim aramızdaki bağda bu derece kuvvetli olur muydu? Onun uğruna hasta olup, o olmasın diye uğraşacak kadar..."Neyse ki artık daha iyiyim. Umarım finallere kadar daha da iyi olurum."
"Hah sahi, final demişken," diyerek çantamdaki bir öbek kâğıdı çıkardım. "Serkan Hoca sadece bu notlardan sorumlu olduğumuzu söyledi." Uzattığım notları eline alırken sınavın ne zaman olduğunu sordu. "Haftaya Perşembe." Başını onaylarcasına sallayıp kâğıtları işaret etti.
"Notları getirdiğin için teşekkür ederim."
"Başka nota ihtiyacın olursa-"
"Emin ol olacak," diyerek sözümü kesti. Kabalığına rağmen"Haberleşiriz o zaman," deyip gülümsedim. O da karşılık olarak teşekkür etti. Yine!Ağzından cımbızla aldığım lafların üzerine sinen egodan eser yoktu. Hastalık yaradı diyebilir miydik? Kesinlikle.
"Sen montunu çıkar, salona geç istersen. Ben üzerimi değiştirip geliyorum."
O sırada gözlerim yeşil tişörtündeki lekeye kaydı. Kusmuk gibi duruyordu. "Sadece portakal suyu, merak etme," İçsel filtrem beni bir kez daha başarısızlığa uğratmıştı ve kelimeler ağzımdan düşünmeden çıkıverdi.Atakan samimi bir tebessümle "Birazdan gelirim," dedi. Üzerini değiştirmesinin gerekli olmadığını, aslında kötü durmadığını, dinlenmesi gerektiğini söylesem de beni dinlemedi.Dudaklarım mucize eseri hareket etmeyi keserken vicdan azabı çekiyordum. Neredeyse ayaklarını sürüyerek yürüyordu. Yardım isteyip istemediğini sordum. Duraksayıp bana doğru döndü. Kusursuz beyaz dişlerini ortaya sererek ilk kez gülümsemişti.
"Sanırım kendim halledebilirim. Teşekkürler."
Kırdığı potlardan dolayı mahcup bir gülümsemeyle karşılık verdim.Atakan'ın peşinden her an bir şey isteyebilirmiş gibi baktım. Odasına girmesiyle de sıkıntılı bir nefes aldım. Neden rezillik kat sayımı arttırmak konusunda bu kadar ısrarcıydım ki!
Montumu ve çantamı vestiyere dikkatlice yerleştirdim. Salona girmemle büyüleyici manzara beni ilk günkü gibi selamladı. Boydan boya camların ardındaki efsun, beni kendine doğru çekti. Nutkum tutulmuştu. Gece başka, gündüz başka güzeldi. Hele kışın... Kelimenin tam anlamıyla büyüleyiciydi.
"Atakan nerede?"
Dışarısını izlerken "Üzerini değiştirip gelecekmiş," dedim. Koltuklardan birine kurulduğum sırada ise televizyonda açık olan görüntü dikkatimi çekti. Tanıdık bir sahneye benzetemeyince cam sehpanın üzerindeki mouseyi kıpırdatıp adını öğrenmeye çalıştım. "Supernatural" Film değil de dizi miydi?
"Vay. En sonunda başlamış demek."
Arel hayranlıkla ekrana bakıyordu. "Kaçıncı sezonda?" diye sorarak mouseyi elimden aldı. Melek ve şeytanlarla ilgili olduğunu anlamam için afişine bakmam yetmişti ama Arel'i bu kadar heyecanlandırdığına, Atakan'ı bile hasta yatağında izletmeyi başardığına göre güzel bir diziydi. İzlenecekler listeme eklesem iyi olacaktı.
"Evet. Neymiş benimle konuşmanız gereken önemli konu?"
Salonun kapısında beliren Atakan, az önceye kıyasla bir tık daha temiz ve düzenli görünüyordu. Ağır adımlarla salona girip koltuğun diğer ucuna oturdu. "Dinliyorum," derken bir anda öksürmeye başladı. Kolunu ağzına siper edip sehpanın üzerindeki peçeteye uzanmaya çalıştı. Ondan önce davrandım. Minnettar bir şekilde bakarken peçeteleri ağzına kapattı. "Su ister misin?" Başını hayır anlamında salladı. Hırıltılı nefesini rahatlatmaya çalışırken "Birazdan geçer," diyebildi.
"Alıştım artık. Siz anlatın. Dinliyorum."
İşaret dilini bilmediği için, konuyu Arel devraldı ve Hayal'den öğrendiklerini anlatmaya başladı. Hiçbir detayı es geçmiyordu. Atakan biraz olsun sakinlemesine rağmen hala rahatlamış gözükmüyordu. Onun bu halinden endişem, konudan da kafa karışıklığım artmıştı. Zaten yeterince zorlayıcı bir süreçti. Neden başka ihtimallerle Hayal'in umutlarını yoruyordu ki?
"Sence de yaralı parmağa işemeyen Nagehan'ın ilgisi garip değil mi?"
Atakan biraz olsun rahat konuşabilmek için boğazını temizledi. "Garip ama neyi öğrenmek istiyorsunuz onu anlamadım?" Arel oturduğu koltukta öne doğru kayken"Yardım etmesi için bir çıkarı olmalı. Hayal gibi birinden ne gibi çıkar sağlayabilir ki?" diye sordu ve Hayal'in yüzünü görmesini engelleyecek bir şekilde durdu. "İçimden bir ses annelik olayında dönen bir yalan olduğunu söylüyor."
Konuya karışarak ne gibi bir yalan olduğunu sordum. Kuşkulu bir ifadeyle gözlerimin içine baktı. "Ya annesi Nagehan'sa?" Böyle bir ihtimal aklımın ucundan geçmeyi bırakın değmemişti bile. Kaskatı kesildim. Sanki Arel pimi çekilmiş bir bombayı avuçlarımın arasına bırakmıştı. Patlaması an meselesiydi ve ben ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Bakışlarımı Hayal'e çevirdim. Arel ile kenetlenmiş ellerine bakıyordu. Heyecanını korkuları frenliyor gibiydi. Sanki dudak okumaktan, ne konuştuğumuzu sormaktan kaçıyordu. Arel neyden bahsedeceğinden haberi var mıydı?
"Efsa ile konuştunuz mu?"
Atakan bunu sorarken bana baktı. Öyle karmaşık bir bakıştı ki bu, düğüm olmuştu. Çözmesi imkansız değildi ama yüklediği derin anlamı bilmediğin takdirde zordu.Efsa ile konuşması gereken kişi benmişim ya da konuşmamız gereken bir başka konu varmış gibi...
"O işi Eren denen çocuk hallediyor sanırım."
Atakan aldığı cevapla tatmin olmamıştı. Hala bana aynı karmaşıklıkta bakıyordu ama sanki benim yüzümdeki bir noktaya dalıp gitmişti. Elleri kirlisakallarının üzerinde oyunbaz bir havada dolaşıyordu. Sessizleşmişti ve ben bunu neye yormalıydım, emin değildim.Hala konumuz Hayal miydi? Yoksa bilmediğim başka bir şey mi dolaşıyordu aklında?
"DNA testinden önce bunu öğrenebilmemizin bir yolu yok mu?"
Atakan derin bir uykudan uyanırmış gibi nefes aldı. Sanki kısa bir anlığına bizim yanımızdan ayrılmıştı. Bakışlarını üzerinden hızla çekerken koltukta geriye doğru yaslandı. "Kendi itiraf etmediği sürece, hayır." Sözcükler dilinden ayrıldığında kaşları çatıldı ama bu öfkeyi andıran bir ifade değildi. Sanki aklına daha önce düşünmediği bir detay gelmiş, ne olduğunu söylemeden önce kafasında ölçüp biçmesi gerektiğini düşünüyormuş gibiydi. Ne söyleyeceğini merakla beklerken"Ya da itiraf ettiği birini bulmadığımız sürece," dedi ve bakışlarını Arel'e çevirdi. Dakikalardır kaygısını gizleme gereği duymayan çocuğun gözlerinin haresine heyecanlı pırıltılar misafir oldu.
"Suna Teyze!"
'Evreka!' der gibi bağırmıştı. Havalanan işaret parmağını hafifçe döndürdü. Atakan 'Tam üstüne bastın' dercesine başını salladı. Az önce öğrendiğime göre Suna Hanım, Atakan'ın annesiydi. Herkesten gizlediği bir konuyu anlatacak kadar yakınlar mıydı? "Tabi ya!Nasıl daha önce aklıma gelmedi." İşaret parmağıyla alnını dürttü ve ardından Atakan'a doğru döndürdü. "Sen harikasın adamım. Harikasın." Yerinde duramayan, kıpır kıpır bir enerjiyle dolmuş gibiydi. Bir anda Hayal'i kafasından tutup öptü. Böyle bir şeye hazırlıksız yakalandığını bakışlarıyla belli eden kız, ne olduğunu ilk kez sorgulama gereği duymuştu. Bana baktı. Bilmiyorum der gibi omzumu silkince Arel'e döndü. Kendi aralarında konuşmaya başladıkları an yanımda bir hareketlenme hissettim.
"Annem."
Atakan, ortada konuşulan olayı açıklama ihtiyacı hissederek bana doğru dönmüştü."Kadın doğum uzmanıdır. Nagehan da onun hastalarından biri. Yani daha önce doğum yaptıysa, annem mutlaka fark etmiştir."
"Bu bize ne fayda sağlayacaktı ki? Sonuçta çocuğu illa Hayal olmak zorunda değil."
"Haklısın ama bu zamana kadar çocuklardan hoşlanmadığını ileri sürerek anne olmak istemediğini söyleyen bir kadından bahsediyoruz-" derken kulağının bizde olduğunu fark ettiğim Arel lafa karıştı.
"Aa lütfen ama asıl nedeni formunu bir çocuk için bozmak istememesi."
Atakan ona bakma gereği bile duymadan "Neyse ne," dedi. Tüm dikkati benim üzerimdeydi ve bu biraz rahatsız hissettirdi. "Aynı kişinin bir çocuğun annesini bulmak için canla başla uğraşması sence ne kadar mantıklı? Tabi buna çıkarları yüzünden insanları kullandığı için yalnızlaştığını da eklersek... Sence de peşine düşülesi bir ihtimal değil mi?"
Böyle söyleyince kulağa mantıklı geliyordu. Hatta Hayal'in annesinin Nagehan olma ihtimali fazlasıyla yükselmişti. Peki, neden bunu saklama ihtiyacı duymuştu? Tamam, bunca senedir kimse bilsin istememiş olabilirdi. Neden yalanlar üzerine kurduğu hayatını tepe taklak etmeye çalışıyordu ki? Ortaya çıkmasını yeni bir yalanla mı engelleyecekti? Yalan yalanı doğurur bu yüzden söylenmiş olmalıydı. Peki ya annesiyse? Hayal'in çocuğu olduğunu kanıtlaması, bağrına basmadıktan sonra ona ne kazandıracaktı ki? Yalanlarına dâhil etmesi Hayal'i ne hale sokacaktı? Kızın önüne anne diye başka birini koyarsa ve gerçekler bir gün, bir şekilde ortaya saçılırsa- ki kader bunu er ya da geç mutlaka yapacaktı- beni Hayal'in kazandıklarından daha çok kaybedecekleri endişelendiriyordu. Hayata karşı duyduğu kırıntı kadar güven de akbabalara yem olacaktı. Hayır! Bir yalanı yaşamasına izin veremezdim.
Düşüncelerimin girdabında boğulurken kapının çaldığını işittim. Atakan iç geçirerek "Ne bereketli gün," dedi ve gözlerini üzerimizde dolaştırdı. "Başka birini bekliyor muyduk?" Arel ve Hayal birbirine baktı. Daha sonra da bana, bende onlara. Bildiğim kadarıyla bu olayda üç kişiydik.
"Pekala."
Kısa bir bakışmanın ardından Atakan koltuktan destek alarak ayağa kalkmaya çalıştı. Onu yeterince yorduğumuzu hatırlayınca ayaklandım. "Benim bakmamda sakınca var mı?" Atakan böyle bir şey teklif etmemi beklemediğini mimikleriyle belli ederken tekrar yerine oturdu.
"Hayır yok. Teşekkür ederim."Yine teşekkür etmişti. Ne demek dercesine gülümsedikten sonra kapıya doğru yürüdüm. Neyse ki içerideki sistem dışarıdaki gibi karmaşık gözükmüyordu. Giriş kapısının olduğu kamerayı açıp "Kim o?" diye seslendim. Görüş alanıma giren kimse yoktu, hatta en ufak bir hareket bile yoktu. Yanlış mı bastılar diye düşünürken önümdeki kapı tıklatıldı. Hafif bir irkilmeyle kapının deliğinden baktım. Nutkum bu sefer gerçek anlamda boğazımda tutuldu. Bir an nefes alamadığımı hissettim. Gözlerimi kapattım. Gördüğüm kişinin gerçek olamayacağını kendime ispatlamak istercesine 10 saniye kapalı tuttum. Gerçek değildi. Gerçek olamazdı. Olmamalıydı. Kapının tekrar çalınarak tıklatılmasıyla gözlerimi kendiliğinden açıldı ve gördüğüm manzara hiç hoşuma gitmedi. Mert'le aramızda sadece çelik bir kapı vardı. Ne hissettiğini ufacık delikten görebilmemin imkanı yoktu ama sanki soğukluğu buna rağmen ulaşıyordu. Eğdiği başını kaldırıp, sanki o da beni görüyormuş gibi deliğe çevirdi. Bir an göz göze gelmişiz gibi gerildim ve geriledim. Kalbim delicesine çarparken kapıyı açıp açmamak konusunda tereddütte kaldım. Burada olduğumu kendim söylemiştim. Yüzleşmekten ne kadar kaçabilirdim ki?
"Eflal."
Zar zor yürüyen Atakan, salonun kapısında durmuş bana bakıyordu. Ne zamandır oradaydı? "Kim gelmiş?" diye sorduğunda arkasında meraklı iki çift göz belirdi. Arel arkadaşı gibi sakin bakıyordu ama Hayal, nasıl hissettiğimden kimin geldiğini anlamış gibi paniklemişti.
"Ee şey. Mert'e buraya geldiğimizi haber vermiştim."
Atakan'ın yüz ifadesi tanıdık bir şekle büründü. Öyle ifadesizdi ki, ne düşündüğünü anlamam güçtü. "Açsana o zaman," dedi duygusuz bir tonda. "Tamam," deyip kendinden emin olmayan bir tavırda kapıyı açtım. Mert'in bakışları önce benimkilerle daha sonra da arkamdaki noktada dolaştı. Yüzüne beton dökülmüş gibiydi. Gram mimik oynamazken "Selam," dedi kuru kuru.
Arkamdaki hareketlenmeden önce "Hoş geldin," cümlesi yanımdan geçti gitti. Atakan yanımıza doğru gelirken "Geçsene," dedi kibarlık yapmak istercesine. Evine almak istemediği hal ve tavırlarından o kadar belliydi ki.
"Eyvallah. Konuşmanız bittiyse," deyip bakışlarını bana çevirdi. "Bizimkileri almaya geldim." Buz gibi bir ortamın içinde çırıl çıplak kalmışım gibi ürperdim. Sanki Azrail beni almaya gelmişti. "Aslında tam olarak-"
"Bitti."
Atakan'ın cümlesini yarıda kestim. Kaşları hafif çatıldı ve saniyeler içinde eski tepkisiz haline büründü. Gerçekten tepkilerini kontrol etmek konusunda profesyoneldi. O an Hayal'in burada kalmak isteyeceği aklıma gelince "Yani geri kalanı kendi aralarında konuşmaya devam edebilirler. Benlik bir iş kalmadı," diye ekledim. Hayallere beni desteklemelerini belli eden bir bakış attım. Arel anında ne söylemek istediğimi kaptı.
"Ben Hayal'i geç olmadan eve bırakırım."
Memnun bir ifadeyle Mert'e döndüm ama aldığım karşılık tam tersiydi. Sanırım emrivaki yapmam gerekiyordu. "O zaman evde görüşürüz," diyerek vestiyerde duran eşyalarımı kucakladım. "Herkese iyi günler." Daha fazla konuşulmasına izin vermeden kapıyı ardımdan kapattım. Şu an Mert'le burun buruna duruyordum. Ne yapmaya çalıştığımı çok iyi bildiği için sorgulama faslını es geçip asansöre doğru yürümeye başladı. Bu Hayal için iyi bir şeydi ama benim için çanların çaldığı adımlarından belliydi. Ardından koşar adım ilerlerken bir yandan da montumu giydim. Asansöre binene kadar yüzüme bakmaya adam, kapıların kapanmasıyla derin bir nefes aldı.
"Seninle görüşemiyor olmamız, ne yaptığınla ilgilenmediğim anlamına gelmez."

ANA DİLİM AŞKWhere stories live. Discover now