Ana Dilim Aşk 2 ❤ 23

6.6K 447 23
                                    

HAYAL
Sevgi geçmişi tamamen silemezdi belki ama hataların kaydını da tutmazdı. Geleceğin daha farklı olmasının tek yolu sevgiden geçiyordu. Fakat biyolojik annem bunu fark etmemiş olmalıydı. Hoş, ufak bir geçmiş kırıntısının geleceğini batırmaması için, bugününü, şu anını silkip atan kadının, bunu fark etmemesi olası değildi. Belli ki tercih etmemişti. Bana da geleceğimi şekillendirebilmek için, yaptığı hataların tarih olmasına izin vermekten başka bir yol bırakmamıştı işte...

Ve bu yolun sevgisizlikten geçtiğini çok iyi biliyordu.

Başka biri olsa, ölüm kalım arasındaki savaşında, ona destek olmak için beyaz bayrak sallayabilirdi. Ama o, kimin, neyin kirleneceğini umursamadığı şu anında, bunu hak etmiyordu. O hiçbir şeyi hak etmiyordu.

"Sana hakkımı helal etmiyorum."

Gözlerimi son kez, affedilmeyi zerre kadar hak etmeyen kadının perişan haldeki silüyetinde dolaştırdım. Bir damla yaş, arsızca sol yanağımdan süzüldü ömrüme. Bir damla yaş ne cehennemler barındırırdı içinde. Gözyaşları ana diliydi tüm dillerdeki ayrılığın ama ben yeryüzüne susmaya gelenler sınıfındaydım ve şu anda da görevimi hakkıyla yerine getirmek zorundaydım.

Ağlamayacaktım.

Kökünü kurutmak istercesine, sert bir hareketle sildim yanağımdaki yaşın bıraktığı izi. Ne kadar zamandır bu odada olduğumu bilmiyordum ama bizimkilerin meraktan delirdiğine emindim. Özellikle de Eren'in... Daha fazla oyalanmadan, gerisi geri dönüp yoğun bakım ünitesinden çıktım. Girerken hazırlandığım odada, üzerimdekileri değiştirirken bir an duraksadım. Sanki derimin altında, benden daha büyük bir şey vardı ya da beni yutmuş bir boşluktu bu. Bu şey her neyse, bedenimi fazlasıyla zorluyordu. Ruhumu boğuyordu. Biraz daha devam ederse yırtılacakmışım, paramparça olacakmışım gibi hissediyordum. Nefes almak istiyordum ve burada oyalanmaya devam edersem, bunu başaramayacaktım. Bir an önce bu odadan, bu hastaneden hatta bu çevreden uzaklaşmalıydım.

Üzerimdekileri hızlıca çöp kutusuna attıktan sonra seri adımlarla çıkışa doğru yürüdüm. Buzlu camlı kapılar sağa sola açılırken, yoğun bir kalabalık beni karşıladı. Meraklı yüzlerden bazıları beni görür görmez ayaklandı. Oturanların ise sorgulayan bakışları üzerimdeydi. Ne bekliyorlardı ki?

Konuşacağımı mı?

Ne olduğunu anlamadan, sıcaklığı ile sarmalayan tanıdık bir kokunun içinde buldum kendimi. Dakikalardır soluduğum ölüm kokusundan sonra nasıl da hayat vermişti bana. Arel kollarını sıkıca bedenime doladı. Oksijeni bilmem ama kokun şart derlerdi ya hani. Çok haklılardı. Nefes almak için insanın en çok sevdiğine ihtiyacı oluyordu.

Şakaklarıma bıraktığı öpücük, sözlerimin ihanetiydi. Gözlerimde biriken yaşların önündeki seti çeken bir baraj misali, dökülmelerine izin vermişti. Kirpiklerimi kırpmam akan yaşları sanki daha da gürleştiriyordu. Üzerimdeki ilgiden kaçarcasına, Arel'in göğsüne sığındım. Hiçbir şey sormadan beni buradan alıp götürmesini o kadar çok isterdim ki...

Arel, yüzümü görebileceği kadar beni kendinden uzaklaştırsa da elleri hala ıslak yanaklarımın üzerindeydi. Dökülenleri yakaladığı bir oyundaymış gibi, tek tek gözyaşlarımı sildi. Yüzünde kıyamayan bir ifade, buruk bir tebessüm vardı. Gözleri dolu doluydu. Sanki benim yaşlarım ona ekleniyordu. Biraz daha devam edersem bu sefer onun göz pınarları taşacaktı.

"Gözyaşının bile bir görevi varmış bedenimizde."

Dudakları sesli olduğunu düşünmediğim bir kıpırdamadaydı. "Ardından gelecek gülümseme için temizlik yaparmış. Bak işte böyle." O söyleyene kadar gülümsediğimin farkında bile değildim. Uzanıp alnıma minik bir buse bırakırken kokumu içine hapsetmeyi ihmal etmedi. Elleri yanaklarımdan omzuma, oradan dirseklerime, bileklerime kaydırdı. Parmakları parmaklarıyla ödüllendirdi ve imkânsızı gerçekleştirmiş ve düşüncelerimi seslendirmiş gibi hissetmeme neden olan cümleyi kurdu.

ANA DİLİM AŞKWhere stories live. Discover now