Ana Dilim Aşk 2 ❤ 14

25.9K 1.1K 257
                                    


HAYAL
Saniyeler dakikalar gibi akıyordu. Zamanı hızlandırmak için derse odaklanmaya çalışsam da, aklımda dolaşan tek bir soru vardı: Arel'e annelik olayını anlattığımda ne tepki verecekti? Böyle önemli bir konuyu, bunca zamandır sakladığım için kızar mıydı? Peki Nagehan Hanım'ı ne kadar tanıyordu? Onunla ilgili endişelerimize katılır mıydı yoksa son bir umut savaşındaki bayrağı o mu kaldırırdı?
"Çocuklar 10 dakika ara verelim olur mu?"
Profesörün sınıftan çıktığını fark ettiğimde saate baktım. Nihayet ara vermişti. Yanımda tahtadaki notları defterine geçiren sevgilime döndüm. Derslerde öyle ciddiydi ki, hocalar normal hayattaki laubali haline kimse inanmazdı. Onda hoşuma giden de buydu. Yerine ve zamanına göre nasıl davranması gerektiğini iyi biliyordu.
Kalemi tuttuğu eline dokunmamla bakışlarını bana çevirmesi bir oldu."Ne oldu?" Kalemi elinden alıp, defterinin ufak bir yerini kullandım.
"Diğer derse girmesek olur mu?"
Başını omuzuna yaslayarak okuduğu sorumla kaşları havalandı. Final haftası gelen, benden beklenmeyecek teklif karşısında afallamış görünüyordu. Başını düzeltip dudaklarını okuyabileceğim yavaşlıkta "Bir sorun mu var?" diye sordu. Başımı hayır anlamında sallarken cevabımı tekrar defterine yazdım.
"Konuşmamız gerekiyor."
Bu sefer endişeyle kaşları çatıldı. "Dersin bitmesini bekleyemeyecek kadar önemli mi?"Finalleri gerçek anlamda ciddiye alıyor olmalıydı ama ona neler olduğunu anlatmadan benim sınavlara odaklanmamın imkânı yoktu. Başımı onaylarcasına sallayınca telaşlı bir şekilde gözleri açıldı."Endişelenmeli miyim?"Gerçekten şu an çok tatlı gözüküyordu. Bilmiyorum der gibi omzumu silktikten sonra "Anlatınca karar verirsin," yazdım. Arel yazıyı okur okumaz gözlerimin içine baktı. Sanki söylediğim şeyi düşünüyor, zihninde tartıyor gibiydi. Merakını kamçılayacak cümlelerin işe yarayacağını bildiğim için eşyalarımı toplamaya başladım ve bingo! Ne olduğunu daha fazla sorgulamamadan, defterinin arasına kalemini koyup kapattı ve çantasına tıkıştırdı.Masanın altına koyduğu atkısını çıkarıp boynuna doladı. Yanında duran montunu giymeden önce, tam bir centilmen edasıyla benim üzerimi giymeme yardım etti. Ardından kendi giyinirken ayağa kalktı. Tahtadaki notların fotoğrafını çektikten sonra çantasını sırtına geçirip elini tutmam için uzattı. İnsanların konuştuklarını duyamasam da ne düşündüklerini çok iyi biliyordum. Onun gibi biri beni seçmişti ve evet bu hayattaki tek şansımdı.
Uzattığı elini tutup parmaklarımızı kenetledim. Tüm gözler üzerimizdeyken sınıftan çıktık. Koridorda el ele yürümeye başladığımızda dünyanın en mutlu insanı olduğumu düşünüyordum. "Umarım bu gülümsemenin nedeni benimdir." Arel'in dudaklarından çıkan cümleyle kıkırdadım ve elini tuttuğum koluna sarılarak aramızdaki mesafeyi daha da azalttım. Az önceki konuşmaların ardından içinin rahatladığını belli eden gülümsemesiyle "Nerede konuşmak istersin?" diye sordu.Eren'e yakalanmayacağımız bir yer olmalıydı. "Baş başa kalacağımız bir yer olsun." Bu teklif hoşuna gitse de bir yandan kafasını karıştırdığını görebiliyordum.
Fakülteden çıkar çıkmaz, gökyüzü gri takım elbisesi, asık yüzü ve vakur bakışlarla bizi selamladı. Ürperdim.Kar yok ama kokusu vardı. Nefesim, beyaz bir bulut gibi havaya yayılırken, soğuk parmaklarımı ısırıyordu. Sabah ayazı sanki güne yayılmış, havanın ısınmasını yavaşlatmıştı. Soğuktu, çok soğuk. Keşke daha kalın giyinseydim diye düşünürken boynuma yünlü bir atkı dolandı. Hala sevdiğimin sıcaklığını taşıyordu. Aşk dolu bakışlarımı Arel'e çevirdim. Atkının uçlarını montumun içine sokarken "Ama sen üşüyeceksin," dedim. Hain bir planı düşünürmüşçesine gülümserken "Hiç sanmıyorum," dedi ve bir anda tek koluyla beni kendine doğru çekti. O kadar sıkı sarılıyordu ki, rüzgar bile aramızdan geçmeye cüret edemezdi. Kıkırdayarak bende bir kolumu beline dolayarak Arel'e daha çok sokuldum. Sarmaş dolaş bir halde, bizimkilerden birinin bu halimizi görmemesini umarak yürümeye başladık. Kampüsün en uç noktasında bulunan kahve dükkânına girmemizle Eren'i görmem bir oldu. Donakaldım. Bu sadece birkaç saniyeydi ama Efsa ile kahve içtiğine şahit olduğum çok uzun birkaç saniye... Onun bu kafenin varlığından bile bihaber olduğuna o kadar emindim ki... O zaman burada ne işi vardı? Nezaman o kıza kahve içecek kadar yakınlaşmıştı?
"Ne oldu?"
Arel önüme geçip yüzümü inceledikten sonra, başını baktığım yöne doğru çevirdi. Kısa bir süre sonraysa şaşkınlıktan çarpılmış bir şekilde bana döndü. Belli ki o da bu manzarayla ilk kez karşılaşıyordu.
"Efsa ve Eren ne zamandan beri arkadaş?"
Dudaklarımı kanatırcasına ısırmaya başladım. Çünkü her sözcüm dilimin ucunda küfre dönüyordu. Çok kızgındım. Bir o kadar da kırgın... Bize yaşattığı bunca olaydan sonra, bunu nasıl yapardı?!Hani bu insanlar kötüydü? Hani yarardan çok zarar getirirdi? Bu neyin nesiydi şimdi?!Ben ondan bir şeyler sakladım diye esen gürleyen insan bu olayı benden nasıl saklardı? Nasıl?!
"Prensesim iyi misin?"
Kolumdaki nazik dokunuş, beni düşüncelerimden çekip çıkardı. Eren ve Efsa ikilisine son bir kez baktıktan sonra gözlerimi sevdiğim adama çevirdim. Sırf Eren yüzünden ondan kaçtığım, onu kırdığım için kendime o kadar kızıyordum ki! Daha fazla aramıza sırların girmesini istemiyordum. Ondan daha fazla bir şey saklamayacaktım. Onunla olduğumu da...
"İyiyim sevgilim. Oturalım mı?"
Kuşkulu bir ifadeyle "Emin misin?" diye sordu. "Sanki bu ortam seni biraz gerdi. İstersen başka bi-" Başımı hayır anlamında sallayarak "Ben iyiyim. Bak şu masa boşaldı," deyip Arel'in elini kavradım ve onu boşalan bir masaya doğru çekiştirmeye başladım. Yürürken de gözlerimi bir an olsun Erenlerin üzerinden ayırmadım. Masadaki her detayı, bir dedektif edasıyla, ayrı ayrı inceliyordum. Sevmediği bir ortamda, nefret ettiği kahvelerden içiyordu. Bardağının üzerinde yazan isim Efsa olamazdı değil mi? O tepside duran şey, havuçlu kek miydi? Havuca alerjisi olmasına rağmen, kek yiyecek kadar mı önem veriyordu bu kıza?!
Arel oturmam için sandalyemi çekti. Ona kibar, minnettar bir gülümsemenin ardından Erenleri incelemeye devam ettim. Hararetli bir şekilde konuştukları konu ne ise, bu mesafeden dudaklarını okuyamayacağım kadar hızlıydı ama yüz ifadelerindeki ciddiyet her şeyi ele veriyordu. Yolunda gitmeye bir şey vardı. Eren'in yolu ne zamandır bu kızdan geçiyordu ki?
Arel, masanın üzerinden eğilip elime dokundu. Dikkatimi kendi üzerine çektikten sonra da "Ne içersin?" diye sordu. Ellerini yumruk yaptığını bile onun temasıyla fark ederken birine yöneltilecek en saçma soruydu belki de... O kadar gergindim ki, ne içersem kusacakmışım gibi hissediyordum. "Ya da söyle sorayım. Seni ne rahatlatır?" Ortamı yumuşatmaya çalıştığının farkındaydım. Hiçbir şey anlamamasına rağmen, sırf benim için bunu yapıyor olması öyle hoşuma gidiyordu ki. "Sen," diyerek yumruğumun üzerindeki eline ufak bir buse bıraktım. Utangaç bir gülümsemeyle "Bu aldığım en güzel iltifat," dedi. "Bunu kutlamalıyız. Ne içelim?" Soruyu döndürüp dolaştırıp aynı yere getirmesiyle kıkırdadım. "Şaşırt beni." Onun tarzıyla karşılık vermem kahkaha atmasına neden oldu. Yanağında beliren gamzesi başlı başına gardımı düşürüyordu.
"Hemen geliyorum."
Masadan kalkan Arel'in peşinden baktım. Gözlerimbirkaç saniyeliğine unuttuğum imkansız ikilinin üzerine kaydı. Eren'in tavrı, Efsa'nın bakışları... Kavga eder gibi bir halleri vardı.Kavga etmek için fazla samimi bir ortamdı ve ıssız... Onlarda kimseye görünmek istemiyorlar mıydı? Neden?
Görüş alanıma giren karartı sıkıntılı bir iç çekmeme neden oldu. Arel bunu garipseyerek "Hayal ne oluyor Allah aşkına?" diye sordu. Ciddileşmeye başladığını hissediyordum. Ortamı yumuşatmak adına işaret dilinin ardından mümkün olduğunca gülümsedim.
"Hemen geliyorum derken bu kadar hızlı döneceğini düşünmemiştim."
"Hızlı dönsem ne olur?"
Sandalyesini öyle bir yere çekip oturdu ki, Erenlerle aramda etten bir duvar oluştu. Bakışlarım kısa bir an onlara kaydı. Hiçbir şey göremiyordum. Tekrar Arel'e baktığımdaysa ummadığım bir manzarayla selamlaştım. Gözleri mızrak gibi keskin bakıyordu. Az önce eğleniyormuş gibi görünen tavrı benim tavrımla birden yok olmuştu.
"Buraya benimle konuşmaya değil de, Eren'i takip etmeye mi geldin?"
Söylediği cümle benden çok onu yaralamış gibiydi. Yine, Eren yüzünden onu kıracak bir şey yapmıştım. Ben bu çocuğu hak etmiyor muydum?
"Seni bu kadar sinirlendiren şey, ikisinin beraber kahve içiyor olması mı?"
O muydu gerçekten? Yoksa sadece bu yakınlıktan haberim olmadığı için mi böyle huzursuzdum?
"Senin Eren'den ne farkın kaldı?" diye sorduğunda sanki yüzüme okkalı bir tokat geçirmiş ve beni kendime getirmiş gibi hissettim. O kadar haklıydı ki... Eren'i daha iyi anlamam için belli ki benzer bir şey yaşamam gerekiyordu ama onun gibi davranarak, bunca zamandır savunduğum şeyi karalıyordu. "Eğer konuşacak bir şeyimiz yoksa, ben derse dönüyorum." Arel ayaklanır gibi olduğunda panikle öne doğru eğildim. Elini son anda yakalamışım gibi hissederken olduğu yere oturması derin bir nefes almama neden oldu. Bakışları bu temasımla yumuşadı ya da ben öyle düşünmek istiyordum. Yine de af dileyen bakışlarımı bir süre gözlerine kilitledim. Her şey puslu bir hal alırken, Arel'in yüzünde tanıdık bir ifadeyle karşılaştım. Kıyamayan, beni gözünden sakındığı haline büründüğü an, ayağa kalkıp sandalyesini yanıma çekti ve beni sıkıca kollarının arasına aldı. Suçluydum ama ağlayarak bunu örtbas edemezdim. Titrek ve derin nefeslerle Arel'le arama, ellerimi kullanabileceğim kadar bir mesafe koydum.
"Bir süredir senden kaçtığımı düşünüyordun ya," dediğimde ciddi bir tavır takınan sevdiğim başını onaylarcasına salladı. "Haklıydın." Gözlerindeki hayal kırıklığını öyle net görmüştüm ki, hızlı hızlı kendimi açıklamaya başladım."Ama bunu kendim istediğim için değil. Eren'i kırmamak için kabul ettim ama seni kırdığımı şu an fark ediyo-"
"Benden gerçekten kaçıyor muydun yani?"
Sesini duymasam da bu soruyu sorarken ki çaresizliğini yüzünden okuyabiliyordum. "Lütfen dinle." Arel'in bundan sonra söyleyeceklerimin ne kadarını dinleyeceğini bilmiyordum. Bu yüzden lafı dolandırmadan konuya girdim.
"Annemi buldum."
Arel, duyduğu kelimenin ardından donakaldı. Sanki hayat onun damarlarından ayıp gitmiş ve onu plastik bir bebeğe çevirmişti. Öyle hareketsizdi ki, hafif aralık dudaklarından yüzüme çarpan nefesi olmasa endişelenmeye başlayacaktım. İlk şaşkınlığın etkisini üzerinden atana kadar bekledim. Birkaç saniye sonra beklediğim soru, tutuk dudaklardan döküldü.
"Anneni mi buldun?"
Başımı onaylarcasına salladım ve başımdan geçenleri en baştan, hiçbir ayrıntıyı es geçmeden anlatmaya başladım. Onunda detayları kaçırmaması için ellerimi mümkün olduğunca yavaş kullanıyordum.Gözlerini üzerime öyle bir dikmişti ki, anlattıklarımı anlayıp layıkıyla değerlendirdiğine dair hiçbir şüphem kalmamıştı amadüşüncelerinin saptığı istikamet hoşuma gitmeyecek gibi bakıyordu.
Ellerim yorulana, onun beni anladığına emin olana kadar olanları anlattım. Ardından gözlerimi on beş saniye veya daha fazla kapalı tuttum. Ve böyle anlarda, on beş saniye çok ama çok uzun bir zamandı. Sonunda gözlerimi açtığımda bana çözemediğim bir ifadeyle bakan sevdiğimi görmek, rahatsızca kıpırdanmama neden oldu. Her zaman şaka yapan, esprili şeyler söyleyen birine göre ciddi gözüküyordu. Çok ciddi. Beni rahat hissettirmeyecek kadar ciddi...
"Ne düşünüyorsun?"
Sıkıntı dolu bir iç geçirdikten sonra "Nagehan Hanım'ı," dedi. "Bildiğim kadarıyla böyle özel konulara kendini feda edeceği dostları yok. Açıkçası çok iyi tanıdığım da söylenemez ama onunla kendi çıkarı olmadan bir işe kalkışmayacağını bilecek kadar çok vakit geçirdim. Bu yüzden bana bu olaylarda gizli saklı bir şeyler var gibi geldi. Yine de gerçeklerien iyi Efsa bilir."
Ne demek istiyordu? O kadının benim durumumla ilgili ne çıkarı olabilirdi ki? Nasıl bir gizden bahsediyordu? Gözlerim o an, Erenlerin masasına kaydı. Yoksa o da... Tabi ya. Bu olayı araştırmak için o kızla konuşuyordu. Bu öfkenin, bu hiddetin, bu tiksindirici bakışların başka bir açıklaması olamazdı.
"Aslında Atakan'da bilebilir. Sonuçta babası ve Ertan Amca çok yakın arkadaş. Eminim ki böyle bir durumdan haberleri vardır."

ANA DİLİM AŞKWhere stories live. Discover now