Ana Dilim Aşk 1 ❤ 3

107K 5.9K 295
                                    

EFSA
Aşk da gurur olur muydu? Olsaydı âşıklar nasıl buluşurdu? Israrlarım yüzünden bana gurursuz diyenler umurumda bile değildi. Eğer gururum Atakan'la arama giriyorsa olmasa da olurdu. Yeter ki O, yanımda olsun...
Cep telefonu sesiyle düşüncelerimden ayrıldım. Refleks olarak elim çantama gitti. O sırada Atakan'ın bluetooth kulaklığını taktığını gördüğümde çalan telefonun onunki olduğunu anladım.
''Alo?''
''Okuldan çıktım şu anda.''
''Oryantasyon haftası ders olmayacakmış.''
Atakan'ın babasıyla resmi konuşması tüylerimi diken diken yapmıştı. Sanki aralarında sevgi yoktu. ''Efsa'yla kahvaltı-'' derken bir anda sustu. Gözüm telefonunun ekranına kaydığında Ali Amca'nın telefonu kapattığını gördüm. Her zamanki gibi söyleyeceği neyse söylemiş, oğlunun cevap vermesini beklemeden telefonu kapatmıştı. Derin bir nefes alan Atakan gözlerini yoldan ayırmadan kulaklığı çıkarıp kenara fırlattı. Boş bulunup irkildim. Bir anda yolun sol tarafına geçti. Gaza bastı ve ilerideki adadan U dönüşü yaptı. Gayri ihtiyari ''Okula mı dönüyoruz?'' diye sordum. Direksiyonu sıkarken sinirle gülümsedi.
''Keşke,'' dediğinde Ali Amca'nın yanına gittiğimizi anladığım için daha fazla soru sormadım. Uzun yolu olabildiğince kısaltan Atakan, holdingin önüne geldiğimizde adamların kapıyı açmasını beklemeden arabadan indi. Bir an inip inmemek arasında kaldım ama buraya kadar gelmişken babamı görmemek olmazdı. Ayrıca Ali Amca'nın da gözüne girmeli, kaleyi içten fetih etmeliydim. Sonuçta Atakan'ın kiminle evleneceğinde söz sahibi olacaktı ve şimdiden bonusları toplamaktan zarar gelmezdi. Ben arabadan inene kadar Atakan çoktan içeri girmişti. Bende çalışanlarla çok fazla göz göze gelmemeye çalışarak peşinden ilerledim ve onu asansörün önünde yakaladım. Yukarı çıkana kadar ağzını bıçak açmamıştı. Babasına mesafeli olmasını anlıyordum ama ona olan sinirini benden çıkarması canımı yakıyordu. Babamların odalarının bulunduğu kata geldiğimizde asansörden indik. Atakan'ın adımlarına yetişmek için, ayağımdaki yüksek topuklularla koşmaya çalışıyordum. Bir an ayağım takılınca sendeledim. Düşmemi engelleyen kişi, şahane bir refleksi olan Atakan'dı.
''Yürümesini beceremiyorsan şunları bir daha giyme.''
Dili zehir gibiydi. Her bir kelimesi ruhumu ateşe veriyor, ömrüm boyunca taşıyacağım bir iz daha bırakıyordu. Kolumu bırakıp yürümeye başladı. Ben de acele etmeden peşinden ilerledim. Sekreter bizi gördüğü gibi ayağa kalktı.
''Babam odasında mı?''
''Ali Bey, Ertan Bey'in odasında efendim.''
Bir an içim sevinçle doldu. ''Yaşasın bir taşla iki kuş,'' deyip Atakan'ın yanından geçtim ve babamın odasına doğru yürüdüm. Kapıyı çalmadan açtım. Babam ve Ali Amca'nın irkildiğini hissedince yanaklarım ısındı.
''Nezaket kurallarına ne oldu Efsa?''
Sanırım yeni bende nezaket kurallarına yer yoktu. Yine de şu anda polemiğe girmek istemeyeceğim için özür diledim. ''O kadar özledim ki, bir an düşünemedim.'' Babam yine de tasrif etmeyen bakışlarıyla ''Daha iki saat önce birlikteydik kızım,'' dedi. Ali Amca'ya yöneldim. ''Seni özlediğimi nereden çıkardın babacığım. Ben Ali Amca'mdan bahsediyordum,'' deyip belli belirsiz bir tebessümle bana bakan adama sarıldım. Ali Amca, oğluna karşı ne kadar mesafeli olursa olsun bana kızı gibi davranırdı. Belki öz amcam değildi ama yerini aratmıyordu.''Farklı görünüyorsun Efsa,'' Benden ayrılan adam alıcı gözüyle beni inceledi. O da en az babam kadar bu halimden memnun olmamıştı. Gülümsemeye çalışarak ''Yeni okul, yeni imaj'' dedim. Belli belirsiz başını sallayan adam ''Bir büyükelçinin kızına yakışmıyor,'' dedi.
''Emekli büyükelçi,'' diye düzelttim. Babamın rahatsızca boğazını temizlediğini duysam da, gözlerimi Ali Amca'dan ayırmadım. ''Yine de, böyle giyinmen uygun değil.'' Kibarca kendine çeki düzen ver diyen adamın bakışları arkamdaki bir noktaya kaydı. Yüzündeki mimik kırıntılarını da kuşlar yemiş gibi gözüküyordu. Belli ki Atakan'a bakıyordu.
''Odama geç,''
Yanımdan geçip gitti. Her adımı öfkesini açığa çıkarıyordu. Oğlu onu bu kadar sinirlendirecek ne yapmış olabilirdi?
Odadan çıkıp kapıyı kapattılar. Masadaki kağıtlara odaklanmış olan babama döndüm. Ellerimi arkamda kenetleyip ağır adımlarla yürümeye başladım. Babamın arkasına geçip omzunun üzerinden bir şeyler yazdığı kağıtlara baktım.
''Ne istiyorsun Efsa?''
Sanki böyle bir şey sormasını beklemiyormuş gibi panikle geriye çekildim. ''Bir tanecik kızın yanındayken ne ile ilgilendiğine baktım sadece,'' dediğimde elindeki kalemi bırakıp gözlüğünü çıkardı. ''Bir tanecik kızın, iş saatlerinde yanıma gelirse, ilgisiz kalmayı göze alacağını hala öğrenememiş mi acaba?''
Bozulduğum için dudağımı sarkıttım. ''Ama o zamanlar konsolosluktaydın ve kafanı kaşıyacak vaktin olmuyordu baba. Artık emekli oldun ve kendi işini yapıyorsun.'' Babam gözlerini ovalarken ''İşte bu yüzden daha fazla çalışmam gerekiyor,'' dedi. Daha sonra aklına bir şey gelmiş gibi baktı. ''Sahi senin okulda olman gerekmiyor muydu? Öyle anlaştığımızı sanıyordum.'' Damağımı şaklatarak babamın masasına dayandım. Babamın rahatsızca boğazını temizleyince saniyeler içinde eski konumu aldım. ''İlk hafta etkinliklerle, tanışmayla falan geçecekmiş. Atakan'la kahvaltıya gidiyorduk ama Ali Amca arayınca buraya gelmek zorunda kaldık.''
Babam başını tamam anlamında sallarken ''Baba,'' dedim en masum ses tonuyla. ''Bir şey sorabilir miyim?'' Babamın şaşkınlıkla alnı kırıştı. Genelde bu ses tonumu bir şey istemek için kullanırdım. ''Sor bakalım,'' dediğinde masasındaki kalemlerden birini elime aldım.
''Ali Amca, neden bu kadar sevgisiz? Özellikle Atakan'a karşı.''
Babam kaşlarını çatarken ''Onu nereden çıkardın?'' diye sordu. Omuz silkip kalemi avuçlarımın içinde yuvarladım. ''Konuşmaları hep patron çalışan ilişkisi gibi...'' Babam hafifçe gülümsedi. ''Bir nevi öyleler,'' dediğinde gözlerimi kısarak 'Onu kast etmediğimi biliyorsun' bakışını attım. ''Ali, sadece oğlunun her konuda kendine benzemesini istiyor. Ona bu konuda hak veriyorum da. Sonuçta zamanı geldiğinde tüm bu servet onun olacak.''
''Konumuz bu değil,'' dediğimde şefkatli bir şekilde gülümsedi. ''Her baba, çocuğunu sever. Sadece bazıları gösterişten hoşlanmaz.'' Kalemi yerine koyup babamın boynuna sarıldım. ''Beni seviyor musun baba?'' diye sorduğumda ''Canımdan öte,'' diye cevap almam sevginin sıcak bir şekilde damarlarımda dolaşmasına neden oldu.
''Tüm uyumsuzluklarımıza rağmen, İyi ki benim babamsın.''
Babam sırtımı sıvazlarken ''İyi ki benim kızımsın,'' dedi. O sırada kapı tıklatılıp açıldı. Pozisyonumu bozmadan başımı kapıya doğru çevirdim. Atakan her zamanki gibi ifadesizleşmeden önce hafifte olsa şaşkınlığını belli eder şekilde kaşlarını kaldırdı. ''Benim işim bitti.''
''Harika,'' diyerek babamın yanağına sulu bir öpücük bıraktım. ''Evde görüşürüz babacağım.'' Koltuğa bıraktığım çantamı aldım.
''İyi günler Ertan Amca.''
Geldiğimiz gibi hızla holdingden çıktık. Yol boyunca ağzını bıçak açmayan Atakan'ın canının sıkkın olduğu her halinden belliydi. Suratı asık, bedeninin her hücresi gergin, çenesi kenetliydi. Ona baktığımın farkındaydı ama öylesine farkında değilmiş gibi davranıyordu ki, sanki varlığımdan bi haberdi. Kim bilir Ali Amca yine ne sorumluluklar yüklemişti bedenine...
Yavaşladığımızda etrafıma bakındım. Deniz kenarında ufak bir kafenin önünde durduk. Daha önce buraya gelmemiştim. Hatta İstanbul'da böyle bir yer olduğunu bile bilmiyordum. Merakla Atakan'a baktığımda saatlerdir ilk kez bana baktığını gördüm.
''Menemeni harikadır.''
Kelimeler onun ağzından alınan ender bir armağandı ama şu anda söylediği şey beni mutlu etmemişti. Kolay kilo alabilen biri olduğum için sürekli yediklerime dikkat etmem gerekiyordu ve Atakan'ın ilk kez içten bir şekilde önerdiği şeyi yiyemeyecektim.
Arabadan indik. Atakan her zamanki gibi önden ilerlemeyebaşladı. 'Bu sefer peşinden koşmayacağım,' diyerek ağır adımlarla peşinden ilerledim.
''Atakan hoş geldin.''
Garsonun laubali karşılayışı kaşlarımı çattı. Belli ki Atakan buraya çok sık geliyordu. Yine de onun gibi birine adıyla seslenmesi yanlıştı. ''Nasılsın Serkan?'' Atakan ve garson muhabbet ederek deniz manzarasına en hakim olan masaya doğru ilerlediler. Resmen benim varlığımı unutmuşlardı ve bu fazlasıyla sinir bozucuydu. Garson masadaki rezerve yazısını aldı. Atakan benim olduğumu hatırlamış olacak ki yerine oturmadan önce bekledi. Sandalyeme doğru ilerledim. Garson centilmen bir şekilde sandalye mi çekti. Otururken Atakan'a bakarak ''Rezerve mi yaptırdın?'' diye sordum. Başını hayır anlamında sallayarak o da karşıma oturdu. ''Bu masa bana aittir. Ben yoksam her zaman rezerve yazısı durur.''
Gözlerimi kafenin içinde dolaştırdım. Şirindi ama başka bir özelliği yoktu. Atakan gibi birine uymuyordu. Peki, bir masaya sahip olacak kadar sık neden buraya gelmişti?
''Burayı çok mu seviyorsun?''
Atakan bana cevap vermeyip sadece manzarayı seyretti. Temiz havayı ciğerlerine doldurdu. Milimetrik bir gülümseme yüzüne yerleşti. Dudağının kenarındaki kıvrım belli belirsiz gözüktü. Hafifçe boğazını temizleyen biriyle bakışlarımı âşık olduğum adamdan yüzü tanıdık gelen kıza çevirdim. Birkaç saniye nereden tanıdığımı hatırlamaya çalıştım.
''Hoşgeldiniz efendim.''
Atakan da bakışlarını kıza çevirdi. Benim gibi, tanıdık gelen simasına bakarken kaşlarını çattı. Sonra aniden alnı şaşkınlıkla kırıştı. Onun burada olmasını beklemiyormuş gibi duruyordu.
''Sen şu okuldaki kızsın,'' dediğinde bakışlarımı kıza çevirdim. İşte şimdi nereden tanıdığımı hatırlamıştım. ''Aa evet. Şu yetimlerden birisisin değil mi? Adın neydi? Hah. Efal.''

* *

EFLAL

''Eflal.''
Verilen formamsı kıyafetleri giymiş, önlüğümü henüz takmıştım ki, adımın seslenildiğini duydum. Bana doğru gelen, benden çok da büyük durmayan çocuğa baktım.
''25nolu masaya bir adet menü götürür müsün?''
Bahsettiği masanın hangisi olduğunu bulmaya çalıştım. Dolu olan masalarda tek başına oturan kimse yoktu. ''Neden tek menü?'' diye sorduğumda çocuğun mutfak kısmına girdiğini gördüm. Büyük ihtimal aceleden beni duymamıştı. Omuz silkip kenarda duran menülerden bir tanesini elime aldım ve önünde hiçbir şey bulunmayan çiftin oturduğu masanın 25 numara olduğunu düşünerek onlara doğru yürüdüm. Adam deniz manzarasını izliyordu, kadınsa adamı.Belli ki biri denize aşıktı, biri de denize aşık olana...
Yanlarına gittim. Beni fark etmediklerinde kibarca boğazımı temizledim. Kadının bana dönmesiyle aslında onun benimle yaşıt olduğunu fark ettim. Tanıdık gelen bir yüzü vardı ama nereden tanıdığımı bir türlü hatırlamıyorum. Kesin magazin dergilerinde falan görmüşümdür. Yoksa bu kadar gösterişli birini nereden tanıyacağım.
''Hoş geldiniz efendim.''
Yanındaki adamda bana doğru döndü. Gözlerimizin buluşmasıyla köşeli jetonum düşmüştü. Bu o okuldaki çocuktu. Kaşlarını çatan çocuğun kısa bir süre sonra yüz hatları gevşedi. Şaşkın bir ifadeyle kaşlarını kaldırınca alnındaki birbirine paralel üç çizgi belirginleşti.
''Sen şu okuldaki kızsın.''
Beni hatırlamıştı. Beni nasıl hatırlamıştı? Daha bir kere, sadece beş dakika gördüğü birini insan nasıl hatırlardı? Yoksa o da benim gibi, benim ona bakmadığım zamanlarda bana mı bakmıştı? Yanındaki kız bakışlarını bana çevirdi. Hoşnutsuz bir şekilde beni inceledi. Bu hareketiyle onu da nereden hatırladığımı çıkarmış oldum.
''Aa evet,'' dedikten sonra dirseklerini masaya dayayarak omuzlarını dikleştirdi. ''Şu yetimlerden birisisin değil mi?'' deyip düşünür gibi sesler çıkarırken ''Adın neydi?'' dedi. Cevap vermek için ağzımı açıyordum ki, ''Hah! Efal,'' diyerek rahat bir tavırla kollarını göğsünün üzerinde kavuştururken arkasına dayandı.
Bir an tüylerim diken diken olmuştu. Benimle öyle bir tarzda konuşuyordu ki, sanki iğreniyordu. Daha adam akıllı tanımadığı birine neden gıcık olur ki insan?
''Adım Eflal ve evet ailesi olmayanlardan biriyim.Tekrar hoş geldiniz.''
Elimdeki menüyü hangisine uzatacağıma karar veremezken beklenen soru geldi. ''Neden tek menü getirdin? Farkındaysan iki kişiyiz.'' İşte bende bu sorunun cevabını merak ediyordum. ''Çünkü bu senin için Efsa,'' deyip elimdeki menüyü alan çocuk kıza uzattı. Adı Efsa'ydı. Şimdi hatırlamıştım. Hatta hoca ikimizin de isminin cennetle alakalı olduğunu söylemişti. ''Benim yediğim şey her zaman bellidir.''
Şimdi o çocuğun alelacele mutfağa girmesini anlıyordum. Efsa gülümseyerek menüyü eline alırken ''Menemen mi yiyeceksin?'' diye sordu. Çocuk başıyla kızı onayladı. Kız menüyü açarken ters bir şekilde bana baktı. ''Karar verene kadar başımızda dikilmene gerek yok. Çekilebilirsin.'' dediğinde derin bir nefes aldım. Kendini haseki sultan falan mı sanıyordu bu kız? ''Peki efendim,'' deyip arkamı döndüm. Daha birkaç adım atmamla ''Bakar mısın?'' diyen kız, sabrımı zorlayacak gibi duruyordu. Yüzüme hiç alışık olmadığım bir zoraki tebessüm yerleştirdim ve arkamı döndüm.
''Buyurun efendim.''
''Ne önerirsin bana?''
Yine bir çalışmadığım soru daha... Efsa beklentiyle gözlerimin içine bakmaya başladı. Daha çalışmaya başlayalı yarım saat olmamışken ben bu kıza ne önerecektim ki. Çocuğa baktım. Yüzündeki ifadesizlik daha da gerilmeme neden oldu. ''Evet?'' diyen kıza tekrar döndüm. Beynim tüm hızıyla çalışıyordu. Bir an aklımda çocuğun söyledikleri belirdi. 'Benim yediğim şey her zaman bellidir.' Demek ki bu kafeye çok fazla geliyordu. Efsa'nın sorduğu onunda cevapladığı şey, benim cevabımın ta kendisiydi.
''Menemen. Menemeni çok güzeldir efendim.''
Efsa sorgulayıcı bir ifadeyle tek kaşını kaldırdı. Göz ucuyla çocuğa baktığımda milimetrik bir açıyla dudağının kenarının kıvrıldığını gördüm. ''Güzel,'' diyerek menüyü kapatıp bana uzatan kız ''O zaman ondan yemeyeceğim,'' dedi. ''Sezar salata istiyorum. Yalnız içinde tavuk olmasın.''
Siparişi afallamama neden olmuştu ama bu histe yalnız değildim. Karşısındaki çocuk da, kıza uzaylıymış gibi bakıyordu. Gayri ihtiyari dudaklarımdan ''Amaç?'' kelimesi döküldü. Efsa bana hesap mı soruyorsun bakışlarını gönderirken ''Yani şey,'' diyerek durumu toparlayacak bir şeyler düşünmeye çalıştım. ''Tavuk olmasını istemiyorsanız, başka bir salata da tercih edebilirsiniz.''
''Sana fikrimi sorduğumu hatırlamıyorum Efal,'' dediğinde ''Eflal'' diye düzelttim. Neyse ne der gibi tek omuzu kaldırıp indirdi. ''Canım sezar salatası istiyor, hem de tavuksuz.'' Derin bir nefes aldım. Sakin ol Eflal. Müşteri her zaman haklıdır. Belki de Amerika'da böyle bir salata çeşidi vardır. Sakin ol ve gülümse.''Peki efendim, içecek bir şeyler alır mısınız?''
''Hayır.''
Başımı tamam anlamında sallayarak ''Siparişlerinizi hemen getiriyorum,'' deyip arkamı dönmemle ''Vazgeçtim. Su istiyorum,'' dedi. Gözlerimi kapatıp sakinleşmek istercesine derin bir nefes aldım. Yapmacık bir gülümsemeyle arkamı döndüm. ''Yalnız ne sıcak istiyorum ne de soğuk.'' Bu kız kelimenin tam anlamıyla şaka olmalıydı. Beni zor durumda bırakmak istediğini düşünüyordum ama sırf bu yüzden kendini karşısındaki çocuğa rezil ediyordu.
''Ilık yani?'' İfadesi birden değişti. Az önceki eğleniyor gibi görünen tavrı benim sorum üzerine birden yok oldu. Çenesi kasıldı, gözleri kısıldı ve kanımı donduracak bir öfkeyle bana bakmaya başladı. Nedense benimle ilgili hiç de iyi şeyler düşünmediğini hissediyordum. Tamam belki Türkçe'ye tamamen hakim değildi ve bazı kelimeleri bilmiyordu. Dalga geçtiğimi falan mı sanmıştı acaba?
''Hemen ne sıcak ne soğuk suyunuzu getiriyorum,'' deyip arkamı döndüm. Yüzümdeki yapmadık gülümsemeyi saniyesinde sildim. Mutfağa doğru ilerlerken az önceki çocuk elindeki tepsiyle dışarı çıktı. Beni gördüğü gibi kaşları çatılırken ''Ne oldu?'' diye sordu ve gözleri arkamdaki masaya kaydı. ''Denge!'' deyip elimdeki menüyü yerine koydum. ''Bu evrende denge diye bir şey var. Allah belli ki her şeyi vermiş; güzellik, para...ama bunu dengelemek için beynini almış.''
Çocuğun şaşkınlıkla kaşları havalanırken matrak bir kahkaha attı. Onun bu tepki karşısında utanmış bir şekilde gülümsedim. ''Eflal'di değil mi?'' diye sorduğunda başımı evet anlamında salladım. ''O kadar şanssızsın ki, ilk iş gününde böyle bir müşteriye çattın. Bu kafeye bu tarz kızlar çok nadir gelir. O da sana rastladı.'' Yanaklarımı şişirerek nefesimi dışarı üfledim. Bir bu konu da şanssız olduğum vurgulanmamıştı.
''Bu arada ben Serkan,'' deyip tokalaşmak için tepsiyi tek eline aldı ve diğer elini bana uzattı. Gün içinde aynı ada sahip iki kişiyle üst üste tanışmamıştım. Kibar bir şekilde gülümseyerek ''Memnun oldum,'' deyip elini sıktım. Elimdeki menüye gözleri takılınca ''Ne yiyeceğine karar verdi mi?''diye sordu. Başımı evet anlamında sallarken ''Bir adet tavuksuz sezar salata ve ne sıcak ne soğuk su istiyor,'' diye cevap verdim. Serkan gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. Resmen ağlanacak halimize gülmemek için kendimizi zor tutuyorduk.
''Tamam o zaman, sen şu çayı Atakan'a götür.'' İsmi Atakan'dı. Bunu nasıl unutmuştum. ''Sonra diğer masalarla ilgilen. Daha ilk günden seni işten soğutmayalım.'' Tepsiyi elime aldım ve sakin kalmak istercesine nefes alarak arkamı döndüm. Sakarlığımı konuşturmamak, çayı dökmemek için dua ederek yavaşça masaya doğru ilerledim. Kazasız belasız getirdiğim çayı dikkatli bir şekilde Atakan'ın önüne koydum. Beni izlediğini hissediyordum. Parfüm kokusu rüzgarla burnuma doldu. İç kıpırdatıcı bir aroması vardı. Kesinlikle pahalı bir marka olmalıydı. Belli belirsiz bir tebessümle teşekkür etti.
''Bir şey değ-''
''Neden teşekkür ediyorsun Atakan. Bu onun işi.'' Efsa'nın lafları ağzıma tıkmasına mı kızmalıydım yoksa beni aşağılar gibi konuşmasına mı bilmiyordum. ''Nezaket kurallarına ne oldu Efsa?'' Atakan'ın cümlesiyle kız kıkırdamaya başladı. Bu cümle de gülünecek ne vardı şimdi?
''Siparişleriniz de birazdan hazır olur, afiyet olsun.''
Arkamı dönüp, tekrar bir şey diyerek beni durdurmasını engellemek ister gibi koşar adım yanlarından uzaklaştım. Bir süre sonra Serkan elindeki büyük tepsiyle Atakanlara doğru yürüdü. İyi ki yemek siparişlerini ben götürmüyordum. Yoksa o tepsideki her şey kesinlikle yeri boylardı. Serkan servisi yaparken Atakan başını benim olduğum yere doğru çevirdi. Göz göze gelmemek için sanki menüleri düzeltirmiş gibi yaptım. Daha sonra kaçamak bir bakış attığımda yüzünde hoşnutsuz bir ifade yakaladım. Efsa ise ciddi bir ifadeyle Serkan'a bir şeyler anlatıyordu. Arkasını dönen çocuğun yüzünden ne hissettiğini anlamıştım. Kendi kendine söylenerek bana doğru geldi. Ne olduğunu sorduğumda beni geçiştirdi. Daha sonra da Efsa'nın benim hizmet etmemi istediğini söyledi. Gözlerimi arkasındaki masaya kaydırdım.
''Ben elimden geldiğince reddettim. Acemi olduğunu söyledim ama o inatla seni istediğini ve bu sayede pişeceğini düşündüğünü söyledi.''
Tıslar gibi gülümserken ''Ne kadar düşünceli bir müşteri,'' dedim. Serkan'ın dudakları ince bir çizgi haline geldi. ''Siz daha önceden tanışıyor musunuz?'' diye sorduğunda başımı evet anlamında salladım ve bugün okulda sadece bir derse birlikte girdiğimizi söyledim. Serkan'ın şaşkınlıkla alnı kırıştı.
''Hiç konuşmadıysanız, bu kadar gıcık olması tamamen kişiliğinden.''
Bilmiyorum der gibi omuz silktim. O sırada cebimde bir şey titremeye başladı. Hızla elimi önlüğümün cebine soktum ve Mert'in bana verdiği telefonu çıkardım. Ekrandaki Cenk yazısını gördüğümde bir an tedirgin olsam da, Mert'in olabileceğini düşünerek açtım.
''Alo?''
''Eflal,'' Mert'in sesini duymak bir anda üzerimdeki tüm kötü enerjiyi yok etmişti. ''Nasıl gidiyor?'' Sıkıntıyla iç çekerken ''İyi,'' diye cevap verdim. Sesimden bezginliğim belli olmuş olacak ki Mert ne olduğunu sorgulamaya başladı. Daha ilk saatten mızmızlanmak istemediğim için, inanmayacağını bilsem de ''Yok bir şey ya,'' dedim.
''Eflal. Ne olduğunu söyleyecek misin yoksa işi bırakıp geleyim mi?''
Tam itiraz edecektim ki Efsa'nın çatık kaşlarıyla el salladığını gördüm. ''Mert gerçekten bir şey yok. Benim kapatmam lazım. Görüşürüz.'' Alelacele telefonu kapatıp cebime soktum ve koşar adım yanlarına gittim.
''Buyurun efendim.''
''Mesai saatlerinde telefonla konuşmanıza izin var mı?'' diye sorduğunda sakin kalmaya çalışarak ''Üzgünüm acil olmasaydı açmazdım. Buyurun'' dedim ama belli ki cevabım Efsa'yı hoşnut etmemişti. Arkamdaki birine gözleri kaydı ve gelmesini işaret etti. Omzumun üzerinden bize doğru hızla gelen Serkan'a döndüm.
''Buyurun hanım efendi?''
''Patronunuzla görüşmek istiyorum.'' Serkan ne olduğunu anlamaya çalışır gibi Efsa'ya bakarken ''Tavuksuz salatanızdan şikayetiniz mi var?'' diye sordu. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırırken Atakan'ın beni izlediğini fark ettim. Yüzündeki ifadesizlik ona ciddiyet verdiği için bir an tedirgin oldum ve gülümsemeyi kestim.
''Hizmetinizden şikayetim var,'' deyip gözlerini bana çevirdi. ''Bu arkadaş bizim masamızdan sorumlu değil mi?'' diye sorduğunda Serkan'la göz göze geldik. Onunda bu duruma canının sıkıldığı belliydi. ''Evet hanım efendi. Siz öyle istediniz.''
''O zaman sorar mısınız bizimle ilgilenmek yerine neden telefonla konuşuyordu? Patronunuzu görmek istiyorum.''
Kendimi açıklamak için dudaklarımı aralıyordum ki, kalın bir ses ''Efsa yeter!'' dedi. Atakan'ın da yanımızda olduğunu görmek birazda olsa iyi hissettirmişti. Efsa, bana gıcık gelen bir ses tonuyla ''Sen karışma canım. Benim birine işini öğretmem gerekiyor,'' dedi. Serkan istemeye istemeye de olsa Erdal Abi'yi çağırmak için yanımızdan ayrıldı. Ne kadar iyi biri gibi de dursa, daha ilk saatten sorun çıkardığımı gördüğünde beni işten atabilirdi. Benim bu işe ihtiyacım vardı ve sanırım bunun için ukala bir sırıtışla beni izleyen kızdan özür dilemem gerekiyordu.
''Efendim acil olmasaydı inanın açmazdım. Bir seferlik affedemez misiniz?''
Yüzündeki gülümseyip keyifli bir hale gelirken arkasına dayanıp kollarını göğsünün üzerinde bağladı. ''Annen ölse bile, iş başındayken o telefonun açılmaması gerektiğini öğreneceksin.''
Kelimeler ağzından çıkar çıkmaz yüz ifadem değişti. Sanki üzerime bir bidon benzin dökülmüştü ve içimde başlayan yangın beni komple ateşe vermişti. Gözlerim kısıldı, etraf bulanmaya başladı.Yumruklarımı sıktım. Ağlamak istemiyordum. Bir yetime söylenecek en cümleyi, hiç umursamadan kelimelere dökmüştü. Belki de ilk kez bu kızdan gerçekten nefret ettiğimi hissetmiştim.
''Hoş geldin Atakan,''
Atakan ayağa kalkıp Erdal abinin elini sıktı. ''Bir sorun mu var?'' Atakan her şeyin her zamanki gibi harika olduğunu söylese de Efsa ''Evet var,'' diyerek çoktan lafa karışmıştı. ''Çalışanlarınızı daha özenli seçmenizi öneririm beyefendi. Ben böyle bir hizmet görmedim. Saatlerdir garson benimle ilgilensin diye bekliyorum. Dikkatini çekebilmek için bir tek ayağa kalkıp oynamadığım kaldı ama Efal Hanım, telefonla konuşmaktan beni görmedi bile. Amerika'da böyle bir olay yaşansa, o yer iflas bayrağını çeker.'' Allah'ım hala Efal diyordu. Sadece iki dakika ya, sadece iki dakika konuştuğum telefon yüzünden resmen işten kovulacaktım. Erdal Abi'nin bana baktığını hissediyordum. Sesli bir şekilde yutkundum.
''Bütün çalışanlarımı özenle seçtiğime emin olabilirsiniz.'' Bakışlarımı Erdal Abi'ye çevirdim. Sinirlendiğini görebiliyordum ama garip bir şekilde benden kaynaklanmadığını düşünüyordum. ''Hizmetten memnun olmamanız tamamen sizin sorununuz.Atakan, elinin tek bir hareketiyle masasını garsonla dolabileceğini biliyor.O inatla garsonu çağırmanıza yardım etmediğine göre çok da önemli bir şey isteyecek olmamanız gerekiyor. Ayrıca benim aradığım telefonu açmadığı takdir başına neler geleceğini bildikleri için bütün çalışanlarım telefonları çaldığı an bakmakta özgürdür. Başka bir sorununuz yoksa izninizle işimin başına dönmem gerekli.''
Efsa dumur olmuş bir şekilde Erdal Abi'ye baktı. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Koskoca kafenin sahibi beni bir müşteriye karşı korumuştu. Hem de rezil rüsva edercesine.
Erdal Abi ''İyi günler,'' dedikten sonra bana baktı. Sanırım söyleyecekleri daha bitmemişti ve onu takip etmemi istiyordu. Bu kadarla yırtacağını mı sanmıştın Eflal. Orada senin gururunu kurtarmış olabilir ama bu seni yalnızken kovmayacağı anlamına gelmiyor.
Erdal Abi yanımızdan ayrıldı. Bu kadar sorun çıkmasına neden olan siparişini söylemesi için beklentiyle Efsa'ya baktım ama o hiçbir şey söylemeyip, sadece elinin tersiyle çekilmemi işaret etti. Başımla selam verip yanlarından ayrıldım. Ayaklarım geri geri gitse de soluğu Erdal Abi'nin odasında almıştım. Kapıyı tıklatıp başımı uzattım.
''Gel Eflal.''
Önündeki kâğıtlardan başını kaldırmamıştı bile. Belli ki, gözleriyle verdiği mesajı doğru algılamıştım. Ürkek adımlarla odaya girdim ve masasına birkaç adım kala durdum. Konuya nasıl gireceğimi bilmiyordum.
''Az önce Mert aradı,'' diye başladığı cümleyle kaşlarım çatıldı. Erdal Abi başını kâğıtlardan kaldırırken ''Tıpkı seni aradığı gibi,'' diye devam etti. ''Onun suçuymuş doğru mu?''
Başımı hayır anlamında salladım. ''Mesai saatleri içinde telefonu açtığım için benim suçum efendim,'' deyip başımı öne eğdim. Derin bir iç çeken ''Canını sıkan kişi o kızdı değil mi?'' diye sorunca telaşla Erdal Abi'ye baktım. Bunu nasıl anlamıştı? Yüzümün aldığı şekle hafifçe gülümseyen adam ''Tahmin etmiştim,'' dedi. ''Ve bu yüzden seni o ukala kıza karşı korudum ama bundan sonra mesai saatleri içinde telefonla ilgilenmezsen sevinirim. Mert için bu seferlik affediyorum.''
''Çok teşekkür ederim efendim. Söz veriyorum bir daha mesai saatleri içinde telefonla konuşmayacağım. Mert aramış olsa bile.'' Adam başını tamam anlamında sallarken dışarı çıkmamı işaret etti. Hızla odadan çıkarken aklımda dolanan tek bir soru vardı; Mert böyle bir sorun olduğunu nereden bilmişti?

* *

ATAKAN

''Sen ne yaptığını sanıyorsun Efsa?''
Bu kıza ne olmuştu böyle. Sanki dış görünüşüyle beraber karakterini de ucuzlaştırmıştı. ''Susayım, susayım dedim ama sen her saniye biraz daha çığırından çıktın.''
Fısıltıyla konuşuyordum ama o sanki ona bağırmışım gibi kaşlarını çattı. Neredeyse soluk bile almadan konuşmaya devam ettim. ''Hayır kızı zor durumda bırakmaya çalıştın da eline ne geçti? Koca bir rezillik. Yaptığın şeylerin bedeline katlanmak zorunda değilim. Bu yüzden ya kendine çeki düzen ver ya da benim bulunduğum ortama bir daha gelme!''
Ne kadar sakin kalmaya çalışırsam çalışayım kendimi frenleyememiş olacağım ki, cümlemin bitmesiyle çevredeki birkaç göz üzerimize çevrildi. Bu bakışlara katlanmak istemediğim için ayağa kalktım. Efsa nereye gittiğimi soracak gibi oldu ama son anda bakışlarımdan dolayı cümlesini yutmak zorunda kaldı. Olabildiğince hızlı bir şekilde masadan ayrıldım. Tuvalete gidip içimdeki kızgın boğayı sakinleştirmek istercesine yüzüme soğuk suyu çarptım. Bir daha. Sonra bir daha. Başımı kaldırıp aynadaki görüntüme baktım. Yüzümden süzülen su damlalarını izlerken derin nefesler alarak sakinleşmeye çalışıyordum. Zengin olabilirdi ama bu insanları aşağılaması, sırf saçma nedenlerden zor durumda bırakması anlamına gelmiyordu. Eflal'den onun adına özür dilemeliydim. Birkaç peçeteyi alıp yüzümü kuruladım. Tuvaletten çıkıp etrafta onu aradım. Erdal Abi'nin odasından çıktığını gördüm. Hayatımda gördüğüm en iyi patron olan adamın böyle basit bir şeyden çalışanını kovmayacağını biliyordum. Yüzündeki ifade de bunu kanıtlıyordu.
''Eflal!''
Aniden durup etrafa bakındı. Benim ona seslendiğimi anladığında panikle yanıma geldi.
''Bi-bir şey mi istemiştiniz?'' Kekelemiş miydi o? Korkuyor muydu yoksa benden?
''Sadece arkadaşım adına özür dilemek istedim. Umarım Erdal Abi'yle sorun yaşamamışsındır.''
Yüzündeki ifade böyle bir şey beklemediğini belli ediyordu. Belki de benim de Efsa gibi biri olduğumu düşünmüştü. Özür dileyemeyecek kadar egolu biri.
''Şey...Ha... Yok, bir sorun yok.'' dediğinde gülümsedim. O da verdiği tepkiden utanmış bir şekilde karşılık verdi. ''Özür dilemenize gerek yoktu ama yine de teşekkür ederim.''
''Önemli değil.''
Güzel bir gülüşü vardı; sıcak ama fazla samimi olmayan türden. Gerçekti. Hiçbir zorlama yoktu az önceki gibi. İki yanağındaki gamzeler belirginleşmiş, doğal görüntüsüne büyüleyici bir hava katmıştı. Bir anda duyduğumuz sesle yüzündeki tebessüm silinen kız, arkamdaki kişiye gözlerini dikti. Yüz ifadesindeki tedirginlik yüzünden omzumun üzerinden arkama baktım. Bugün, okulda yanında gördüğüm çocuğun bize doğru geldiğini görünce, Eflal'e döndüm ve ''Görüşürüz,'' diyerek yanından ayrıldım.

* *

MERT

İçimde bir huzursuzluk vardı ve Eflal'i aramamla bunun yersiz olmadığını anlamıştım. Sesini o şekilde duyduktan sonra, ne kadar Erdal Abi'yle konuşmuş olursam olayım, duramazdım. Bu yüzden Cenk'e bir süre beni idare etmesini söyledim ve soluğu Eflal'in yanında aldım. Kafeye girip etrafa bakındım. Eflal'i göremeyince yüreğimi bir korku kapladı. Nerede olduğunu sormak için Erdal Abi'nin odasına ilerlerken gördüğüm iki kişi olduğum yere çakılmama neden oldu. Bu bir şaka olmalıydı ya. Ben canı sıkkın diye işimi gücümü bırakıp buraya kadar geliyordum ama o karşısındaki her kimse artık, güle oynaya muhabbet ediyordu. Tüm telaşım ruhumdan çekip alınmış, yerini öfkeye bırakmıştı.
''Eflal!''
Sesimi kontrol etmeye çalışsam da öfkemi açığa çıkarmıştı. Bakışları anında benimle buluşan eşek gözün yüzündeki gülümseme anında silindi. Konuştuğu çocuk bana doğru dönünce kaşlarımı çattım. Eflal'in okulda hayran hayran izlediği çocuğun burada ne işi vardı? Üzerlerine doğru yürüdüm. Çocuk Eflal'e döndü ve yanından ayrıldı. Uzaklaşana kadar gözlerimi ondan ayırmadım.
''Mert senin işte olman gerekmiyor mu?''
Bakışlarımı çocuktan Eflal'e kaydırdım. ''Tüm sorunumuz bu mu?'' dediğimde afalladı. ''Telefon ediyorum, sesin bok gibi geliyor. Sonra aniden yüzüme kapatıyorsun. Tekrar tekrar arıyorum açmıyorsun. Dayanamayıp Erdal Abi'yi arıyorum. Bir sorun olmadığını söylese de içim rahat etmiyor, patrondan gizli buraya geliyorum.Seni üzgün bulacağımı düşünürken, ayran budalası gibi baktığın çocukla gülüştüğüne şahit oluyorum. Bana bir açıklama yapmak yerine, neden işte olmadığımı mı sorguluyorsun Eflal Bozan?''
O kadar sinirliydim ki neredeyse soluk bile almadan konuşmuştum. Eflal bir süre susup gözlerimin içine baktı. Sanki söylediklerimi kafasında toparlamaya çalışıyordu. ''Ben sadece burada olmana şaşırdım,'' dediğinde alayla gülüp ''Olmamamı mı tercih ederdin?'' diye sordum. Kalın dudakları aralanan kız ''Ne alakası var ya?'' diye sordu. Sinirlenmeye başladığını sesinin yükselmesiyle anladım.
''Sen aradığında bir müşteri ilk günü berbat etmek için elinden geleni yapıyordu. Sesim ondan kötü geliyordu anlayacağın. Sordun, söylemedim. Çünkü çalışmak isteyen benim. Daha ilk saatten mızmızlanarak seni haklı çıkarmak istemedim. Müşteri çağırdı, telefonu kapatmak zorunda kaldım anladın mı?'' Sesi titremeye başlamıştı. Yutkundu. Koca gözlerinin sulandığını görebiliyordum. ''Sonra... Erdal Abi'yi çağırdı. Sırf telefonla konuştuğum için beni kovdurtacaktı. O sırada aradığını bile duymadım ki ben telaştan.'' Titrek bir nefes alınca yargısız infaz yaptığımı anladım. Vicdanım ağır bir darbe almıştı sanki. ''O çocuk da, arkadaşının yaptığı şey yüzünden kendini kötü hissetmiş. Özür dilemek için yanıma geldi. Moral vermeye çalıştı ama sen,'' dediğinde gözünden bir damla yaş düştü. ''Beni anlayıp dinlemeden-'' derken sözcükler ağzında dolanamaya başladı. Peş peşe birkaç damla yaş daha gözlerinden süzülünce dayanamadım ve Eflal'i kollarımın arasına çektim. Ufak bir hıçkırık dudaklarından kaçtı.
''Özür dilerim, özür dilerim...''
Bir süre sarılışıma karşılık vermedi. Her hiç çekişi, beni nefessiz bıraktı. Daha sonra pes edip o da bana sarıldı. Kollarımı daha da sıkılaştırdım. ''Ağlama,'' dediğimde burnunu çekti. ''Yüreğimde çıkan yangını, gözyaşların söndürmüyor Eflal. Daha da büyümesine neden oluyor. Yalvarırım, ağlama.''

ANA DİLİM AŞKOù les histoires vivent. Découvrez maintenant