41. Bölüm - Yolun Sonunda (Final)

13K 974 776
                                    

Müziğimiz yukarıda, yavaş yavaş okuyun bölümü. Öpüyorum hepinizi.

Bir eksiklik nasıl ağırlık yapardı?

Bilinmezliğin, kalbimi avuçlayan karanlığın gözlerime de ulaşması endişelendiriyordu beni. Neden? Neden hatırlayamıyordum ve neden hatırlamadığım anların çok önemli olduğunu hissediyordum?

Banyoda, aynanın karşısında durup kendimi izlediğim bir vakit elimi kalbimin üzerine koydum. Unuttuklarım zihnimde değil, tam oradaydı sanki. Parmak uçlarım tenimi okşadı, yorgunluk bir kez daha bakışlarıma yansıdı. Elimin altında atan kalbim yavaştı, eksikti.

Sanki yoktu.

Yavaşça tıklatılan kapıyla, ruhsuzluğumun üzerini örttüm. Kalbimin eksikliğini üzerimdeki kıyafetle sakladım ve kapıyı açtım. "Sevgilim," diye mırıldandım kapının dışında dikilen adama bakarak. Tanıdık olduğum, her bakışında kendimi bulduğum ve kendimi buldukça ikimizi de sevdiğim adama baktım. Üzgündüm, neden olduğundan habersiz şekilde üzgündüm.

Göğüs kafesim bir cenazeye ev sahipliği yapıyor, kalbim gömülüyordu.

"Canım acıyor," diye fısıldadım. "Neden canım bu kadar acıyor?"

Zihnimden usulca silinip giden anılar yerlerini boşluğu tamamlayamayacak kadar acıya bırakmıştı. Ağırlık çoktu, ezilmek üzereydim.

"Neden," dedim beni kollarının arasına alıp sıkıca sardığında. "Neden eksiğim ben?"

Ellerimi göğsüne yerleştirdim, beni kollarıyla sardığında başım boyun girintisine gömülmüş, içimde tuttuğum bütün hisler dökülecek gibi sarsılarak ağlamaya başlamıştım. Toprak'ın saçlarımı okşayan eli ağlamamla titremeye başlamış, birbirimize öylece sarılmıştık.

"Ağla," diye fısıldadı kulağıma. "Ağla, istediğin kadar ağla."

Ben ağladım, o ağlarken sığındığım limanım oldu. Ben yitip gittim, o beni yaşattı. Kalbim eksikti, bir tek o geri gelmedi yerine. Yokluğu acımasızdı, diken doluydu. Her mutluluğun içine sızan, kendini hatırlatan ama sebebini asla hatırlatmayan bir acı.

Neden eksiğim ben, neden sökülüyor kalbim?

Ağladım, yere çöküp Toprak'ın kollarının arasında içimi acıtan hıçkırıklarım sessiz iç çekişlere dönüşene kadar ağladım. Sebebini bile bilmediğim bir acıya ağladım.

Beni sıkıca saran elleri gevşemişti bir yerden sonra Toprak'ın. Kucağında, kalbimi göğsünün üzerine yaslamış onun kalp atışlarını dinlemeye başlamıştım. "Kalbin atıyor," diye fısıldadım.

"Senin sayende," diye mırıldandı yanağını başımın üstüne yaslayarak. "Sen yokken atmıyor."

"Toprak," Çekinerek başımı yukarı kaldırdım, sıcacık bakmayı başaran o buz mavisi gözlere baktım. "Benim kalbim atmıyor sanki, ben neyi kaybettim?"

Duraksadı. Yüz ifadesi sözlerim onu incitmiş gibi kasıldı, bakışları iyice odaklandı ağlamaktan kızarmış gözlerime. Ne kadar baktı, birbirimizi ne kadar izledik bilmiyordum. En sonunda ağır ağır konuştu, kelimeler kalbine yük bindirirken gözlerini kapattı. "Sana bir şey anlatacağım," diye fısıldadı.

"Anlat," dedim onunkiyle aynı tonlama ile.

Elleri saçlarıma gitti, yüzüme dökülmüş birkaç asi tutamı kulağımın arkasına acele etmeden sıkıştırdı. "Küçük bir çocuk varmış," diye fısıldadı bir masal anlatır gibi. Onu dikkatlice dinledim. "Bu çocuk, doğuştan bir gölge değilmiş."

"Ben miyim?" diye fısıldadım ama soruyu sorduğum anda benden bahsetmediğini içimde hissetmiştim.

"Bu küçük çocuk, bir ritüel ile gölge yapılmak istenmiş. Gölge olmanın bedeli çok büyükmüş. Almak için vermek gerekiyormuş ve bu da söylendiği kadar basit değilmiş. Bir insanın gölge olması, bir cana eşit sayılırmış. O can da herhangi biri olamazmış, gerçekten gölge olacak kişiyi korumak istemesi gerekiyormuş."

Karanlığın Efendisi | GÖLGEWhere stories live. Discover now