39. Bölüm - Acının Hapsettiği Zihinler

9.1K 941 879
                                    

Can I Exist bölüm şarkımız, yukarıya bıraktım. Bütün bölüm çalıp durabilirsiniz şu şarkıyı.

Öpüyorum. İyi okumalar.

Başlamadan önce bölümü beğenmeyi unutmayın. 🖤

Uzandığım yatakta, gökyüzündeki bulutlardan dökülüp camdan tavana çarpan yağmur damlalarını sessizlik içinde izledim. Geceyi, odanın sessizliğini bölen tek ses o yağmur damlalarının çıkardığı sesti. Hiçbir şey düşünmeden, düşünmek istemeden uzanmaya devam ettim. Kaç gündür buradaydım, aklım karışmaya başlamıştı. Her geçen saatte, her yağmur damlasında içinde bulunduğum durum iyice gerçeklik kazanıyor ve buraya gelmeden önceki hayatımla bundan sonraki arasında uzun bir çizgi çekiyordu.

Acı verici bir şekilde, hapsedilmeye alışıktım. Bir öncekinde tutsak düşmüş, güçlerim yetersiz olduğu için karşı koyamamıştım. Güçlendiğimde beni hapseden adamı öldürmek istemiş, sevdiğim adamın babası olduğu için vazgeçmiştim.

Bu defa, hazırdım. Bir gölgeyle, bir orduyla savaşmaya hazırdım ama saniyeler içerisinde güçlerimi benden alabilecek bir adama karşı hazır değildim. Buna hiç hazır olmamıştım, bu ihtimali hiç düşünmemiştim.

Kandırılmış olduğum gerçeği keskin bir bıçağın ucu gibi göğsüme saplanırken, ben de elimi o adamın göğsümde bıraktığı görünmez mühre götürdüm. Parmak uçları üzerimdeki kıyafetin üstünden mührün işlendiği tenime baskı yaparken gözlerimi kapattım.

Yağmur damlaları, kapalı göz kapaklarımın ardından gözlerime ulaşıp yanaklarımdan aşağı aktı. İlk defa, o adamı gerçekten öldürmem gerektiğini kabul ettim. Bir kez olsun sadece kendimi düşünecektim. Yaşamak istemiyorsa, ona yardımcı olacaktım.


Tıklattığım kapının ardında fazla bekleme gereği duymadan kolu indirdim. Yarı açık kapının diğer tarafından gelecek sesleri dinlesem de içerisi benim odam kadar sessizdi. Kapıyı sonuna kadar ittirip içeri adımımı attım. Oda boştu, kapı ağzında içeriyi incelemeyi bırakıp arkamı döneceğim sırada içerideki başka bir kapı açıldı.

Elindeki havluyla saçını ovalayan adamın gözleri benim üzerimde durduğunda kaşları hafifçe kalktı.

"Kapıyı çaldım," dedim bakışlarımı çıplak göğsünde gezdirmemek için odanın içine çevirirken. Yatağın üzerindeki koyu gri renkteki çarşafı dağınıktı. "Sonra geleceğim."

"Girebilirsin, geç otur."

Dediğini yapıp masanın önündeki sandalyenin ucuna rahatsız şekilde otururken üzerine bir şeyler giymek için dolaba yöneldi. Bana sırtını döndüğünde ona istemsiz bir bakış attım. Geniş gövdesinde kürek kemiklerinin üzerinden başlayıp neredeyse beline kadar inen iki yara izini görmemle kaşlarım çatıldı. O bölgedeki deri kabarmış, deforme olmuş gibiydi.

Dolaptan aldığı, çarşafının neredeyse aynı tonlarındaki bir tişörtü başından aşağı geçirip indirdiğinde yara izlerinin üzeri kapandı ve bana döndü.

"Nereye bakıyordun?" dediğinde yüzü muzip bir ifadeyle aydınlanmıştı. Bir gün önceki akşam onun yanından sinirle ayrıldığım andan beri odama kapanmıştım.

"Sırtına, zaten farkındaydın." desem bile gizli gizli incelemiş olduğum için bakışlarımı yüzünden uzaklaştırdım.

"Pek de iç açıcı bir görüntü değil, ne dersin?" dediğinde omuz silkmekle yetindim. Sebebini merak etsem de soramazdım, beni ilgilendirmezdi.

Karanlığın Efendisi | GÖLGEWhere stories live. Discover now