40. Bölüm - Sarmaşıklar

8.7K 806 388
                                    

Şarkı yukarıda, iyi okumalar canımın içleri. 🖤

Yağmur, ıslanan bedenden akan kanın yerdeki taşların arasından akıp gitmesini sağlarken bir şimşek aniden aydınlattı ortalığı. Gecenin karanlığına inat, adam kısa bir anlığına daha aydınlık gördü karşısındaki kadını. Arkasından gelen gök gürültüsünü duymadı, korumak için sıkıca sardığı bedenden uzaklaştı. Kanla ıslanan taşların üzerine dağılmış saçlarını toparladı, onları düzeltti.

Kapalı gözkapaklarının ardından bu bakışı hissedemedi kadın. Yaşadığı şok etkisiyle bayılmış olsa da, uyanması çok uzun sürmeyecekti. Adam son bir kez, yanağını okşadı kadının.

"Yasak olan güzeldir," diye fısıldadı kulağına. "Sen diğer insanlara inat, yasak olanı seçmedin, şeytanın seni ayartmasına rağmen."

Islanan saçlarını okşadı. Kendi göğsüne saplanan, cehennemin en dibinden getirdiği hançere bakmadı. Kanı, yağmura siper olduğu kadının göğsüne damlarken gülümsedi burukça.

"Haklıymışsın," diye mırıldandı. "Son ana kadar ölmek isterken, seni bulduğumda vazgeçtim."

Doğruldu, eğildiği yerden ayağa kalktı. Sırtından çıkan kocaman kanatları çırptı. "Kestiğim kanatların seni kurtarmak için tekrar çıkmasına ben de şaşırdım," dediğinde, kadının gözleri, gözkapaklarının örtüsü altında hareketlendi.

"Uyu," diye emretti, yumuşak bir sesle. "Sen gelip kalbini avuçlarımın içine koydun, tereddüt etmedin. Kalbini bulduğunda, kızma bana olur mu?"

Kadın uyumaya devam etti. Adam gitti.

Arkasında bir iz bırakmadı, kadının göğsüne damlayan kanlar yağmur damlalarıyla temizlendi, yok oldu.

-

Uzun, acı verici bir uykunun kollarını etrafımdan çekmesiyle kapalı olan bilincim yavaş yavaş açılmaya, çevremdeki gürültü netleşmeye başladı. Gözlerimi aralamak zordu, yorucuydu. Bunun yerine ilk önce duymayı bekledim, seslerin gerçek anlamda anlaşılabilir hale gelmesini.

Bir süre sonra kirpiklerim titredi, nefesim kadar yavaş bir hızda gözlerim aralandı. Ardından gördüklerimin yabancılığıyla kaşlarım çatıldı.

"Neredeyim ben?" diye fısıldadım. Bir hastane olduğunun farkındaydım, beyaz duvarlarla çevrili bir odanın içinde, aynı renkteki yorgan üzerimi kapatacak şekilde örtülmüştü. Uzandığım yerden doğruldum, kolumun iç yüzeyine takılı intrakete, onun bağlı olduğu şeffaf serum torbasına takıldı gözlerim.

Hasta mıydım?

Yaralanmış mıydım?

Yataktan sorunsuz şekilde doğrulduğumda, her ikisinin de doğru olmadığını anladım. Serumun takılı olduğu kolumu kanatmaktan çekinerek, çıplak ayaklarımı yere bastım ve onun takılı olduğu metal askıyı yanımda sürükleyerek odadan dışarı çıktım. Araladığım kapının ardında, koridorda yürüyen hemşirelerden biriyle göz göze gelmemiz uzun sürmemişti.

"Uyandınız mı?" dedi heyecanlı bir sesle. "Nasıl hissediyorsunuz? Baş dönmesi var mı?"

"Yok," dedim ama benim de sorularım vardı. "Neden buradayım?"

"Düştünüz," dedi ilgiyle. "Lütfen odanıza geçin, hemen doktoru çağıracağım."

Dediğini yapıp çıktığım odaya geri döndüm, dağılmış yatağın üzerine oraya ait olmadığımı gösterir gibi eğreti oturdum. Saniyeler birbirini kovalarken, çok geçmeden tam kapatmadığım kapı sonuna kadar açıldı. Boynuna stetoskobunu asmış bir doktor içeri girdi. Genç duruyordu, ilgiyle yanıma yaklaştı.

Karanlığın Efendisi | GÖLGEWhere stories live. Discover now