29. Bölüm - Beklenen An

9.2K 899 539
                                    

Buraya çok tatlı bir şey yazmak istiyorum. Hatırlıyor musunuz, ilk kitapta Melodi'yle Toprak'ın bir hediyelik eşya dükkanına girdiklerinde eline aldığı bir müzik kutusunda çalan melodiden bahsetmiştik. Toprak'ın animenin ne demek olduğunu bilmemesi üzerine, Melodi ona açıklamaya çalışmıştı. Orada bahsettiğim melodiyi daha o zaman bölüm başındaki medyaya eklemiştim. 1986 yapımı Laputa - Castle in The Sky

Ben hangi dükkana girsem müzik kutusu ya da kar küresi görünce teker teker çalıştırıp o melodiyi aradım. O satırları yazmamın üzerinden yıllar geçti ve çocukluğumdan beri severek defalarca izlediğim o animenin müziği dün akşam karşıma çıktı, en yakın arkadaşımın bana hediye ettiği bir kar küresinde.

Sizce, kar küresinin içindekiler kim olmalı?

(Medyadaki şarkıyı açmayı unutmayın)

Yağmur sadece gürültüyü bastırmazdı. İnsanın içindeki korkuyu, hüznü, endişeyi de azaltırdı. Benim için, bu böyleydi. Saklandığımız yerde şemsiyenin altından çıktığımda görünmeyeceğimin farkındaydım. Arabanın arkasına doğru ilerlediğimde ve sağ tarafındaki sürgülü kapının açılma sesi kulaklarıma neredeyse bir fısıltı kadar kısık sesle ulaştığında, yağmur saçlarımdan damlalar halinde akıp giderken dudağımın yanı yay gibi kıvrıldı.

Sakladığım bütün acımasızlık, ruhumda ortaya çıkmayı bekleyen bütün vahşet dudağımın kıvrılmasını beklemiş meğer. Yağmurun altında kalıp, bana engel olan ve beni iyi yapabilecek, bu uğurda ilerlememi sağlayabilecek bütün duygular akıp giderken kalbimde hüküm sürmeye hazır vahşet kollarını açmak üzere gülümsedi bana. O saniyeden itibaren sadece ruhum değil, kalbim de onun olmak üzereydi.

Parmak uçlarımdan akan yağmur damlaları beni hissiz bir insana dönüştürmeye başladı. Hissiz, amacından başka hiçbir şeyi gözü görmeyen ve bu uğurda canını verebilecek bir insan.

Ben.

Bir yandan komik geliyordu, birkaç saniye öncesine kadar verdiğim nefes bile ürkmeme sebep olurken şimdi içimde beni iyi yapan, tereddüte düşüren bütün hislerim akıp gitmişti. Bedenimi istila eden korku gerilere çekilmiş, köşeye sinmişti.

Toprak ve Mert de benim gibi hazır bekliyorlardı. Yağmurun sesleri yuttuğu gibi biz de o adamı yutacaktık. İlk kişi arabadan çıktığında bunun Toprak'ın tarafında olan kişi olduğunu biliyordum. Serdar, bugünkü yol arkadaşımız.

İkinci kişi. Elif'in ağına düşürüp yağmurun yutmasına izin vereceğimiz kişi, ikinci kurbanımız. Ve üçüncü kişi iniyor arabadan, Toprak kadar uzun boylu, sert bakışlı. Derin bir nefes almak istedim ama tek yaptığım ağzımı aralamak oldu. Yukarı kıvrılan dudağım şeklini bozmadan, yağmurun bastıracağı bir adım attım. Hızlı olmak zorundaydım, zorundaydık.

Ve ben bir gölgeydim, artık bunu göstermenin zamanı gelmişti.

"Selam," diye fısıldadım arkasından yanaşarak. Kulağının dibinde, parmak uçlarıma kalkıp sırıttım. "Sence de hava çok bozmadı mı?"

Ani bir hareketle bana dönüp boğazımdan kavradığında bunu beklemiyordum. Ama doğaçlama gitmenin bir sakıncası olmazdı, değil mi? Tam konuşacakken işaret parmağımı havaya kaldırıp dudaklarının üstüne koydum. "Şşt, sakin ol," dediğimde, boğazımı tutan elini hızlıca geri çekti, parmak uçları yanmak üzereydi.

Karanlığın Efendisi | GÖLGEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin