《2》'ŞİZOFREN'

Start from the beginning
                                    

O günü hiç unutmuyorum. İnsanların yaşantısında bazı zamanlar olur da birden düşer ya zihnine. İşte öyle bir anı benim için. Hiç nedensiz hiç sebepsiz zamanlarda gelir, yerleşirdi beynime. Oldukça eski olan evimizin altına yerleştirilen imha edicilerle kenardan olanları izliyordum. Yıkım gerçekleştiğinde ses yerimden sıçramama sebep olmuş, etraf toz dumana karışmıştı ki babamın sesi ulaşmıştı kulaklarıma.

"Geçmişte olan her şeyim, her derdim, her sıkıntım, her günahım tıpkı bu evin taşları gibi yeni hayatımın altında kalıp yok olacak. Eski ne varsa unutup üzerine koyduklarımla yeni bir hayat kuracağım. Aynen bu evin enkazının üstüne yaptırdığım ev gibi. O taşlar yerinden asla oynamayacak." demişti.

Dokuz yaşında olan bir çocuğa göre yine de iyi hatırlıyordum o günleri. Yaşadığımız sıkıntılı günlerde anneme destek ve dayanak olmak için erken olgunlaşmak zorunda kalan bir kız çocuğuydum ben. Yeni bir sıkıntı olmak yerine daima yanında olmayı seçmiştim. Babamın o gün söylediği cümlenin tek kelimesini unutmadım. O taşlar yerinden oynadı mı bilmiyorum ama bizim hayatımız fazlaca değişti. Büyük bir değişimdi bu. Fazla büyük. Yeni yaşantımıza tam anlamıyla uyum sağladığımız zamanda Miran da aramıza katılmıştı. Annemle her konuda dost gibi olsam da bu yakınlık babamla hiç olmamıştı. Hiç yakın olmamıştık.

Bu, bir sonuca bağlanmayan düşünce sillesinin içine düşmeden bir öncekinden sıyrılmayı hedefleyerek kendime gelmek için silkelendim. Düşünmek bu kadar sancılı olur mu bilemiyorum ama ben sancısız olanına hiç rastlamadım. Derin bir nefes alarak üzerimdeki yorganı uzaklaştırdım. Yattığım yatakta oturur pozisyona gelerek beynimin sarsıntıyı bitirmesini bekledim.

Ayağı kalkmaya o kadar eriniyordum ki bazen sırf şu sabah yataktan kalkıp ayaklanma işkencesi yüzünden hiç uyumak istemiyordum. Ayılmak resmen uyuduğum saatler için intikam alıyordu benden.

Nihayet ayağı kalkıp, odamdan çıktım. Lavaboya gidip elimi yüzümü yıkadıktan sonra işlerimi halledip aşağı indim. Annem televizyonun karşısında oturmuş, Miran'la ilgileniyordu. Babam evde yoktu, işe gitmiştir büyük ihtimalle. Kahvaltıyı yaptıktan sonra ailesine ayıracağı vakti çok görüp çıkmıştır. Hafta sonları evde olmama rağmen ailemle kahvaltı etmiyordum. Sebebi çok erken ediyor olmalarıydı. Annem de hafta içinde fazla yorulduğum ve erken kalkmaktan hoşlanmadığımı bildiği için asla beni çağırmazdı.
Zaten kalkar kalkmaz yemek yiyemiyordum. Bu yüzden annemin yanına adımladım.

"Günaydın" dediğimde annem bana bakarak. "Sana şimdi gün aydı. Bana ayalı bayağı oldu." diyerek keskin imasını hissettirdi. Hafif bir tebessüm ettim. Sonuçta annemdi ve yaptığı mizaha karşılık vermem gerekiyordu. Anneme bakıp yanaklarını sıktım.

"Aman da aman. Laf sokmayı da öğrenmiş." dedim ve ekledim

"Biraz daha pratik yapsan çok iyi yerlere geleceksin." diyerek göz kırptığımda bozulmuştu. Bana gözlerini devirdikten sonra terliğini gösterdi. Onun çarpıttığı laf kutsal olacak ki ben yapınca terlik hak ediyordum.

"Kahvaltıdan önce canın terlik çekti galiba?" Anneler de yeni uyanılınca hiç çekilmiyor ya! Bir de o yüksek mizah seviyeleri. Sevgili annemi kendime bulaştırmamalı ve daha fazla kızdırmamalıyım. Biz annemle atışmamızı yaparken gözlerim Miran'a kaydı. Canım terlik çekmese de fazlaca Miran çekmişti şu an.

Miran bana alttan alttan bakıp gözlerini kaçırdığında onu içime sokasım geldi. İyi ki doğmuştu ve hayatımın bir parçası olmuştu. Her ne kadar o gençken ben yaşlı olacak olsam da iyi ki gelmişti hayatıma. İyi gelmişti.

Koltuğa oturdum ve onu kucağıma aldım. Öpmek için boynuna eğildimde elleriyle yüzünü kapattı. Böyle yaptığında boynunu da kapattığını zannediyordu. Güldüm. İşte çocuk masumluğu. Ne kadar saf bir zihniyet. Nasıl da kirletilmemiş emeller.

MELÂLWhere stories live. Discover now