22- Karanlık, önüne geçilmediği sürece,tüm dünyayı saran bir yıkım haline gelir.

2.1K 230 31
                                    

Gökyüzünden hışımla ayrılan damlalar sadece denize ulaşana kadar yağabiliyordu. Daha sonra dalgalar gibi hareket ederek tuzlu mavinin bir parçası oluyorlardı.

Bu; beklenmedik bir yağmurdu. Sanki şerrin alameti gibi uyarıyordu yeryüzündekileri. Yağmurun esintisinden güç alan Keskin Deniz de hırçınlığını sergiliyor, dalgalarıyla adeta kıyıyı dövüyordu.

Yağmur bulunduğum kamelyanın çatısına patır patır çarparken, gözlerim; ufkun gizemli boşluğundaydı. Sanki bir hiçliğin ortasındaydım ve boğuluyordum. İnanmak istediklerim ve uğruna güçlü kalmak istediklerim usul usul siliniyorlardı zihnimden.

Lonril'in endişeli sesi beni kendime getirdi. Biriyle konuştuğunu duyabiliyordum. Ancak elf lisanında konuştuğu içim kelimelerini seçmesi zordu. Kamelyanın diğer tarafında yürüdüm ve aşağıdaki ağaç kökünün çevresinde gözlerimi dolandırdım.

Eldarion ile birlikte ciddi bir tartışma içerisindelerdi. Lonril biraz daha pasif görünse de Eldarion'un yüzündeki kızgınlık okunabiliyordu. Kulak misafiri olmanın kötü bir huy olduğunu biliyordum. Ancak içimden bir ses bu tartışmanın bir şekilde benimle bağlantılı noktaları olduğunu söylüyordu. Bu nedenle konuşulanları anlamak için biraz daha konsantre olmayı denedim. Lakin yağmurun gürültüsü bunu imkânsız kılıyordu.

"Bayan Dragna."

Neredeyse ağzımda atan kalbimle arkamı döndüm. Yaramazlık yapıp, yakalanmış olan çocuklar gibi utanç içerisindeydim.

Karşımda oldukça uzun boylu bir elf vardı. Bir sanat eseri gibi şekillendirilmiş burnu, ince dudakları, dar ve kalın kaşları üçgen bir yüz çevreliyordu. Elf görünümünü tamamlayan diz boyu parlak kahverengi saçlarıyla önemli birisi olduğunu düşünmüştüm. Çok geçmeden alnını yerleştirilmiş olan taç da bu düşüncemi desteklemişti.

"Lordum," dedim üzerimdeki elbiseyi hafif dizlerime doğru çekip, eğilirken. Kuşkusuz bu elf Lord Aewenor olmalıydı.

Yağmurdan ıslanmamak için elinde tuttuğu iri bir yaprağı kenara koyarak kamelyanın içerisine girdi ve ellerini önünde kavuşturdu.

"Ne yazık ki sizinle yüz yüze tanışmaya fırsatımız olamamıştı." Ellerini iki yana açarak, dingin bir ses tonuyla devam etti. "Altın Vadi'ye hoş geldiniz."

"Teşekkür ederim," dedim güçlü bir ses tonuyla. Yağmurun aniden dinmeye başlaması dikkatimi çekmişti. "Burada olmak büyük bir zevk."

Kısa bir süre başını yan çevirip, ufka baktı. Daha sonra yüzündeki gülümsemeyle bana döndü. "Benimle yürüyün lütfen." Eliyle kamelyanın dışını gösterdi. Başımla onaylayarak takip ettim.

Yağmur hafifçe çiseliyordu ama ne benim umurumdaydı ne de Lord Aewenor'un umurundaymış gibi gözüküyordu. Lonril ve Eldarion'un tartışması da çoktan bitmiş olmalıydı ki, yağmurun gürültüsü kalkmış olmasına rağmen herhangi bir ses duyulmuyordu.

"Antivia'da büyük bir mukavemet gösterdiğinizi öğrendim. Oradaki acı muvaffakiyetinizin(1) size mihnet(2) verdiğinin bilincindeyim. Zira gözlerinizin ufkunda kol gezen meyusiyet(3) bakışlarınıza da yansıyor."

Anlamsızca bastıran üzüntümü ve gözlerime alacaklı gibi dayanan yaşları ötelemek için ağaçların tepelerindeki kuş yuvalarını inceledim. Sesimin kendi tonunu kazandığına emin olduktan sonra ise yanıtladım.

"Yapmam gerekeni, yaptığımı biliyorum. Ancak çaresizliğimi bahane olarak ileri sürüp ardına gizlenemem."

Lord Aewenor'un gözleri tedirgin bir şekilde bana baktı. "Lütfen beni yanlış anlamayın. Oradaki muvaffakiyetinizi tasvip etmiyorum. Ancak mecbur olmadığınız halde, bir elfin hayatını kurtardığınız için size ancak müteşekkir olabilirim." Boğazını temizledi. "Geldik," dedi eliyle beni ileriye buyur ederken.

Kadim Yürek #2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin