6- Ne güzel bir ismin var, Nerisa.

4K 316 9
                                    

Günün ışığı kendini göstermeye başlarken kuzeye doğru olan yolculuğumu sürdürüyordum. Hedefim Talos'a gitmekti. Çünkü peşimde birileri vardı ve bu durumda limanlardan karşı kıtaya geçmek benim için pek de güvenli olmazdı. Üstelik kolumu sakatlamıştım ve ağrısından kendimi kaybetmek üzereydim. Buna ek olarak açtım. Susuzdum. Tek bir metaliğim bile yoktu. Bir şekilde Talos'ta geceleyebileceğimi ve karnımı doyurabileceğimi düşünüyordum. Ayrıca; koluma bakması için bir şifacıya da ihtiyacım vardı.

Daha önce Talos'ta bulunmamıştım, ancak hakkında bildiğim birkaç şey vardı. Orası özgür şehir olarak bilinirdi. İyi-kötü, yerli-yabancı, insan ya da değil herkesi barındırırdı sınırlarında. Dış işlerinde Tergaron'a bağlı olsa da iç işlerinde kendi hürriyetini ilan etmiş bir şehirdi.

Talos'a doğru; Pençe Dağları'nın aşağısındaki Kızıl Orman'a yaklaşırken beni nelerin beklediğini merak ediyordum. Kara bir hüzün, başıma gelecek kötü olayların habercisi gibi içimde sinsice kol geziyordu. Bu nedenle huzursuzluğum bedenimin her bir yanını ele geçirmişti.

Elflerin ikamet ettiği Kızıl Orman, neredeyse tamamıyla akçaağaçlarından oluşurdu. Sonbahar mevsiminde kırmızı yapraklar veren bu ağaçlar, ormanı büyüleyici bir kızıl rengine boyar, ona; adının hakkını verirdi.

Olası tehlikelerden kendimi korumak için ormanın derinliklerinden uzak durup, sınır kısmına sadık kalacaktım. Yine de elf görebilme ihtimaline karşın kalbim; içimde yeşeren merak duygusu ile birlikte heyecanla çırpındı. Elfler; hiç şüphesiz ışığın timsaliydi. Çağın tüm çirkinliğine ve açgözlülüğüne rağmen hala umudun varlığını bizlere hatırlatıyorlardı. Onlar hiçbir zaman yozlaşmamışlardı. Asil, kibar, cesur ve yeteneklilerdi.

Elfleri düşünürken; kaçakçı konvoyunda tanıştığım ve henüz adını öğrenemediğim elf zihnime ilişti. İçimi sarıp sarmalayan suçluluk duygusu beni derin bir düşünce denizinin içinde nefessiz bırakmıştı. Keşke ona da yardım edebilseydim... Öylesine yüce bir varlığın köle tüccarlarının eline düşmesini hala aklım almıyordu ve bu durum beni derinden yaralamıştı. Öyle ki bu işi yapanlar, insan olmamdan utanç duymama sebep olmuştu. Gözlerini hırs bürümüş insan ırkı hep doyumsuzdu. Hep daha fazlasını isterdi ve yavaş yavaş empati duygusundan yoksun kalmaya başlamıştı.

Akçaağaçlar kızıl yapraklarını görsel bir şölenle sunmaya başlarken Kızıl Orman; zihnimin aryası olmuştu ve birbiri ardına büyüleyici bir senfoni çalıyordu. Yaprakları; duyulmamış bir ritimle dans ediyor, şarkılarını rüzgâr ile kulağıma fısıldıyordu. Orman... Orman adeta hayattaydı ve üzerimde eşi benzeri olmayan bir etki uyandırıyordu.

Uzun bir yolu arkamda bırakırken ayaklarım artık kendini salma isteği ile dolmuş ve su toplamaya başlamıştı. Yorgundum daha da önemlisi yaralıydım. Kaçarken düşüp kolumu incitmiştim. Üzerinden birkaç gün geçmiş olmasına rağmen hala hareket ettirmede oldukça güçlük çekiyordum ve bir şifacıya ihtiyacım olduğu aşikardı.

Kuzeye doğru adımlarımı hızlandırırken, gözüme ilişen ufak bir çiftlik evi bana dinlenebilmem için umut oldu. Bu mekânın geniş bir arazisi vardı ve içerisinde dört adet yapı bulunduruyordu. Geniş toprakların büyük bir bütünlüğü tarım alanını kapsıyordu. Geri kalan kısım ise büyük baş hayvancılığa ayrılmıştı.

Beni karşılayacak insanların misafirperver olmasını umarak büyük baş hayvanların arasından sessizce ilerleyerek çiftlik evine ulaştım. Kapı önünde oyuncağıyla oynayan küçük bir kız karşıladı beni. Ahşap yeşil merdivenlerin üzerine oturmuştu. Ona doğru usulca eğildiğimde, merakla bana baktı. Buralarda yabancı görmeye alışık olmamalılardı.

Kadim Yürek #2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin