1- Cesaretin beni etkiledi küçük olan.

6.1K 397 37
                                    

Burun deliklerimin içine işleyen o kesif kan kokusuna aldırmadan, ufak tefek bedenimle yerdeki cesetlerin üzerinden atladım. Ellerime bulaşan bu bordo renkli sıvının tanıdık kokusu tenime işlerken ayaklarım beni buralardan uzaklara taşımak istiyordu.

Kargaşanın ve ölümün izlerini taşıyan bedenler dört bir yana saçılmıştı. Qen cesetleri, şövalye cesetleri... Tergaron'un güney kıyıları kan ağlıyordu. Halk kendini sokaklara dökmüştü. Panik içinde bir o yana bir bu yana savruluyorlardı. Ruhları, endişenin müritleriydi. Çünkü biliyorlardı. Sevdikleri birileri yitip gitmişti bu alaca karanlığa bakan ufukta. İki yıl boyunca süregelen bu istila ile bunca kan, bunca ölüm harap etmişti herkesi en derinlerden.

Kendilerine qen diyen bu yaratıkların anavatanı bilinmiyordu. Yine de büyücülerin bir teorisi vardı. Onlar bu yaratıkların başka boyutta yaşayan canlılar olduğuna inanıyordu, ancak büyü nitelikleri olmayan bu canlılar kendi boyutlarını aşıp nasıl buraya gelebilmişlerdi? İşte bu algıda asılı kalan bir soru olmuştu.

Qenler ortak dili bilmiyordu. Belki de bizim bu şekilde düşünmemizi istiyorlardı. Onlarla hiçbir şekilde iletişim kurulamıyordu. Yakıcı ve yıkıcı varlıklardı. Metalik ten renklerinde vücutlara ve kaya kadar sert boynuzlara sahiplerdi. Bir boğa kadar kuvvetli ve bir sırtlan kadar da acımasızlardı. Tergaron'a adım attıklarından beri şehir kargaşadan kurtulamamıştı. Yine de tüm bu hadiselere rağmen muzaffer olan Tergaron'du.

İstilada yakınında yaşadığım rakamlarla anılan köprüler; üç cesur şövalye tarafından savunulmuştu. Sonrasında ise Üç Kılıç Köprüsü olarak anılmaya başlanmıştı. Taş köprülerin başarılı bir şekilde savunulması ile saldırı bu noktada geri püskürtülmüş, vahşi qen saldırganları Tergaron'un başkenti olan Thedas'a ulaşamamışlardı.

Genç yaşıma rağmen gördüğüm fazlasıyla kan ve dehşet ruhumu darmaduman ederken, biraz olsun nefes alabilme umuduyla kendimi yakınlardaki ormana attım.

Ormanlar...

Her zaman ruhumu dinlendirebileceğim yegâne durağım olmuşlardı. Çoğu zaman yaşamımı bir başıma ormanlarda geçirdiğimi düşlerdim. Çünkü buralar dingindi. Sükûnetliydi. Hadisesizdi ve huzurun temel uğrak noktasıydı. Kaltaban ve zalim insanlardan uzaktaydı.

Çokça düşlerdim ve dilerdim... İçimdeki bu büyü gücünü dilediğim gibi sarf edebilmeyi. Hiçbir kısıtlama olmadan, çevremde bana mâni olacak insanlar olmadan.

Ormanın kendini hissettirmeye başlayan zifiri karanlığı bile kalbimi korku çukuruna hapsedememişti. Korkmuyordum. Öyle ki ruhuma bir yetişkinin zincirlendiğinden şüphe duyuyordum. Korku duygusundan yoksundum. Bir griffin(1) kadar da yürekliydim.

Ruhumda her zaman daha yüce gayeler barındırmayı, daha benzersiz bir kimlik taşımayı ve uğruna savaşacak idealleri olan bir savaşçı olabilmeyi istiyordum. Çünkü biliyordum: İçimde yeşeren bu cesaret tomurcukları, yabana atılır gibi değildi.

Ayaklarımın kaba bir cisme çarpmasıyla yere yığıldım. Gövdem sert bir zemindense, yumuşak bir bedenle buluşmuştu. Ayağa kalkmaya çalışırken ufacık, şaşkın gözlerim iri iri açıldı. Çarptığım ve üzerine düştüğüm şey, yarı çıplak bir qen cesediydi. Zırhlarından arındığı yaralı vücudunun alt kısmında yalnızca koyu kahve rengindeki deri pantolonu vardı.

Gözlerim merakla onu inceledi. İlk kez bu kadar yakından bir qen görüyordum. Uzun saçları arkasında at kuyruğu yapılmıştı. Kemikli, keskin yüzü; ifadesini çerçeveliyordu. Üst bedeninin neredeyse tamamı kırmızı savaş boylarıyla donatılmıştı. Yine de artık bir ceset olduğundan bunların bir öneminin kaldığını düşünmüyordum. Derken, aralanmış dudaklarının arasından bir inilti kaçtı.

Kadim Yürek #2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin