12.2- O nefes aldıkça daha fazla insanı öldürecek.

3.1K 285 4
                                    

Doğruldum ve etrafıma bakındım. Ondan uzaklaşıp rahat bir nefes almanın tam sırasıydı. Bir süreliğine yokluğumu hissetmezdi bile.

Dizginleyemediğim merakım ayaklarıma ilerlemesi için komut verdiğinde ayaklandım ve adanın geri kalanını görmek için yürümeye koyuldum. Kathlan'ın da dediği gibi; her yer adeta kemik bahçesiydi.

İlerlediğim yön adanın ortasında bulunan kudretli dağın eteklerine doğru gidiyordu. Merakla adımlarımı hızlandırdım. Ağaçlar gittikçe sıklaşırken bastığım her adımda yerdeki otlar keskin bir hışırtı sesi çıkarıyor, gecenin sükunetini bölen çekirgelere eşlik ediyordu.

Önümdeki dal parçalarını yüzümden uzağa itekleyip, ağaç gövdelerinin arasından vücudumu geçirmeye çalıştım. Yabancı bir çıtırtı sesi kulaklarımı doldurduğu anda kafama aldığım güçlü darbe, bilincimin kapanmasına neden olmuştu.

Sonsuzluk gibi gelen uçurumun dibini gördüğümde acıyla yere çarpıyorum. Hayattayım... Yüzümü kaldırdığımda kavurucu güneşin tüm tenimi yaktığını hissediyorum.

Bu bir rüya olmalı çünkü bunu daha önce de görmüştüm. Ama bir rüya için fazlasıyla gerçek değil mi?

Kum fırtınasının içinden ayrılan karanlık birkaç siluet bana yaklaşıyor ve etrafımı sarıyor. Hepsinin talepkâr gözleri benden bir amaca hizmet etmemi bekliyor. Reddediyorum. Cildimi kavuran güneş şiddetleniyor. Acı... Acı bedenimin her bir noktasında, kanımla birlikte damarlarımda geziniyor sanki. Sonunda bu acı ayak bileklerimde toplanıyor ve bir kesik hissi gibi hiç durmadan yanıyor. Ayaklarım uyuşuyor. Parmaklarımı hissedemiyorum. Hissedemiyorum...

Ağırlaşan göz kapaklarımı aralamaya çalışırken soğuk bir esinti tüm bedenimi titreterek kıvrak bir edayla bulunduğum ortamda gezindi. Göz kapaklarım çok geçmeden büyük bir çaba ile usulca aralandı. Başımdaki ağrı tüm hislerime baskı uygularken nerede olduğumu anlamaya çalıştım.

Gri taş oluşumları her yanımı sarıyordu. Bir çeşit mağaranın içinde miydim? Bana ne olmuştu? Kathlan uyanmış ve beni girişimim için cezalandırıyor olabilir miydi? Bu soruların hepsi muammaydı. Gerçeğe ulaşmam içinse kendimi toparlayıp etrafı kolaçan etmem gerekiyordu.

Elim endişe duygusuyla boğazıma uzanırken bir eksiklik hissettim ve parmaklarımla boynumun her tarafını yokladım. Yıllar öncesinde yani çocukluk zamanlarımda kurtardığım qenin, bana verdiği kolye kaybolmuştu. Belki de çalınmıştı. Onun benim için sembolik bir anlamı vardı. Kaybetmiş olmayı veya çalınmasını kabullenemezdim.

Baş ağrım bana meydan okurcasına zonkladı. Ağrı, kafatasıma baskı uygulanıyormuşçasına devam ediyordu. Başımı ellerimin arasına aldım ve gözlerimi kısarak bu acının yok olmasını diledim. Evrenin geri kalanı benden usul usul uzaklaştı. Konsantre olabildiğim tek şey zihnimin derinliklerinde kök salan ağrı olmuştu. Tek hissettiğim, tek bildiğim o anın acısıydı.

Ellerimle burun kemerimi ovuşturup kendimi toparlamaya gayret gösterdim. Mağara ürpertici bir karanlığa sahipti. Taş duvarların üzerlerindeki meşalelerin burayı yıllardır aydınlatmadığı aşikardı. Meşaleyi elime aldım ve sihirli sözleri mırıldandım. Meşale aniden hayata kavuştu. Önümde uzanan yolu aydınlatarak titrek turuncu bir parıltıyla yıkadı.

Mağaranın o doğal yankılı sesi kulaklarımın içine boğuk bir müzik edasında işliyordu. Tüm cesaretimi topladım ve ilerlemeye koyuldum. Mağaranın duvarlarında yankılanan tok bir ses, kulaklarıma kadar ulaştığında gözlerim irice açıldı.

"Kim var orada?"

Sesim duvarlara çarpa çarpa uzak köşelere doğru taşındı. Herhangi bir cevap yoktu. Duyduğum tok ses ise derin bir sükunete gömülmüştü.

Taş oluşumların oluşturduğu bu oyuk yol boyunca ilerledim ve sonunda ay ışığının aydınlattığı mağara çıkışına vardığımı fark ettim. Dikkat çekmemek adına elimdeki meşaleyi söndürdüm.

Anlamadığım bir kelime aniden gecenin sessizliğini bıçak gibi böldü. "Grunn!" Ses melodik, yoğun ve boğuktu.

Mağaranın karanlığına gizlenip dışarıyı görmeye çalıştım. Bir kamp ateşinin kızgın alevleri çıtırdayarak dans ediyordu. Çevresini ise iri yapılı siluetler sarmalamıştı.

Enseme yapışan ani bir darbeyle ayaklarım yerden kesildi ve havaya kaldırıldım. Ne olduğunu anlamaya çalışırken ağzımdan bir inilti kaçtı.

Arkamdaki şey hiç kuşkusuz devasaydı ve beni tek eliyle kolayca havaya kaldırmayı başarabilmişti. Elinden kurtulabilmek için tepindim.

"Grunn?"

"Grunn da ne?" Sesim iniltiye karışırken beni kendine çevirdi.

Karşımda gördüğüm şeyi tarif etmesi güçtü. Yüzü tamamıyla tüy ile çevriliydi. Geniş burnunun yanında parıldayan bir çift sarı gözü, uzun saçlarının arasından uzanan sivri kulakları vardı. Oldukça iri yapılıydı ve aslında bir çeşit hayvanı andırıyordu.

"Se-sen ne tür bir yaratıksın böyle?"

Kaşlarım kalkarken ilk kez görmüş olduğum bu ırkı dikkatle inceledim. Ortak lisanı biliyor olabilir miydi? Daha da önemlisi saldırgan mıydı?

Yürümeye başladığında giysimden asılı kaldığım için sağa sola sallanmaya başladım. Ateşin yanına yanaştığında çevrem iyice aydınlandı ve siluetleri görebilme fırsatına nail oldum. Her biri neredeyse benim iki buçuk katım olan devasa yaratıklardı.

Beni esir alan şey yakamı bıraktığında yere yığıldım. Kafamı kaldırdığımda ateşin çevresinde oturanlardan biri de ayaklandı ve ırkdaşına seslendi.

"Grunn!"

Doğrulurken üzerime yapışan toz toprağı silkeledim. Ateşin başında ayakta duran avcunu araladığında elinde parlayan tirşe rengi taşa gözlerim ilişti.

"O şey benim yalnız." İstemsizce bir iki adım öne attığımda arkamda duran, beni omzumdan yakaladı.

Telaşa kapılıp aniden bir itiş büyüsü uyguladım. İri cüssesinden dolayı yalnızca geriye itilmiş gibi birkaç santim sürüklenmişti. Diğerleri ayağa doğrulurken ortada yanan kamp ateşine mırıldandım ve içerisinde yanan ateş güçlenerek etrafa saçıldı. Kamp başındaki iki yaratık çil yavrusu gibi dağılırken, saçları da alev aldı ve içlerinden biri kolyemi yere düşürdü.

İtiş büyüsünü uyguladığım yaratık, üstüme çullanırken yerden kaptığım bir dal parçasını havaya kaldırarak onu engelledim ve kalçasına doğru bir tekme savurdum. Ancak bu, taşa çarpmış olmaktan farksızdı.

Uyguladığım eforu geri çekerek hızla yana doğru takla attım, kurtuldum ve kolyemin düştüğü noktaya fırladım. Alevden kurtulandan biri üzerime doğru hamle yaptı. Güçlü olabilirdi ama cüssesi nedeniyle hantal ve yavaştı. Bana yaklaşamadan elimdeki dal parçasını ona savurdum ve yüzüne çeldirici bir darbe aldı. Daha sonra elimle onu iterek bir büyü uyguladım. Bu sefer daha kararlı bir şekilde uygulayabildiğim büyü, onu metrelerce uzağa fırlatabilirdi. Ancak bir ağacın gövdesi yolunu kesmiş ve kafasına sert bir darbe alıp bayılmasına neden olmuştu.

Diğer ikisi sinirlenerek ormanı inleten bir sesle kükrediler. Nihayet üzerindeki alevlerden kurtulabilmiş olan üzerime doğru yürüdü ve elinde taşıdığı bir kazmayı üzerime savurdu. Yerde takla atarak bacaklarının arasından sıyrıldım ve arkasına geçer geçmez sırtına dokunarak mırıldandım.

İtiş büyüm onu metrelerce uzağa fırlatırken diğerinin hemen arkamda olduğunu fark ettim. Savurduğu hançer sırtımı sıyırdı ve tenimde bir çizik açtı. Dengemi kaybederek yere kapaklanırken onu görmek için hızla yuvarlanarak yüzümü çevirdim.

O anda keskin bir sai, yaratığın boğazını tek hamlede vahşice kesiverdi.

Kathlan...

Kadim Yürek #2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin