29. bölüm

957 347 227
                                    

Hanımefendi evi...



Erganili, Hicran'ın Kara tarafından kaçırıldığını duymuş, ama ona bir türlü ulaşamamıştı. Her yerde ama her yerde onları arıyordu. Hiçbir şey olumlu sonuç vermiyordu. Yaşlı adamın, Hicran'ın nerede olduğunu bildiğini az çok hissedebiliyor hatta öyle olduğunu tahmin ediyordu. Yaşlı adam, Kara'yı yani oğlunu, Erganilinin bulmasını istemiyordu. Çünkü iki ezeli düşmanın karşılaşması demek, birisinin mutlaka ölmesi demekti. Erganili, Yaşlı adamın yardımı olmadan Hicran'ı bulamayacağını da biliyordu. Aklına hiç düşünmek istemediği şeyler geliyordu. Bunlar, Hicran'ın ölmüş olması gibi kötü şeylerdi. Yine aynı düşünceler içine çöreklenmişti. İstemsizce nefesi daralırken sol yanında bir acı hissetti. Buna inanamıyordu, ama kalbi acıyordu. Kalp acır mıydı? O an acıdığını ve çok canı yandığını, Hicran olmadan da hep acıyacağını anlamıştı. Elini kalbine götürüp bastırdı ve usulca, "İşte tam burası anne, onun yokluğunda tam burası acıyor," dedi.



Annesi ne yazık ki duymuyordu onu, çünkü yine bir sinir krizi geçirmiş ve yapılan ağır iğnelerden sonra uyuyakalmıştı. Erganili gözlerinin ıslandığını fark etti. Hicran sadece aylardır hayatındaydı, ama sanki hep varmış gibi hissediyordu. Hicran, yokluğunu en derininde hissettiği bir tanecik aşkıydı. Erganili, annesinin durumunun kötüye gittiğini anlayabiliyordu, fakat annesi bazen öyle tepkiler veriyordu ki sanki hiç hasta değilmiş, hiç gitmemiş, hep varmış gibiydi. Mesela en son, 'Hicran ölmedi,' demişti. Bunu nereden biliyordu? Bu hep bir muamma olarak kalacaktı. Çünkü hanımefendi o günden beri hiç uyanmamış, hep baygın bir şekilde yatıyordu. Uyandığı vakitlerde ise sinir krizleri geçirip tekrar bayıltılıyordu. Bu durum ölene kadar da böyle devam edecekti. Erganili, annesine Hicran'ı kaybetmenin verdiği yorgun ve çaresiz gözlerle bakarken telefonu çaldı. Telefonu açar açmaz gözleri parladı. Bir telaşla ayağa kalkıp odasına doğru yürüdü. Çok geçmeden giyinip hazırlanmış bir şekilde villadan ayrıldı. Saatler sonra odaya Doktor Gizem soylu girdi. Hanımefendi hâlâ uyuyordu. Gizem Soylu doktorluk mesleği boyunca birçok hastayı iyileştirmiş, alanında en iyi doktordu. Ama nedense hanımefendinin durumunda herhangi bir değişiklik hiçbir zaman olmadı. Psikolojik sorunların ve ağır ilaçların ağırlığını ne yazık ki hanımefendi kaldıramıyordu. Hastalığını tetikleyen sanki özel bir durum varmış gibi daha da kötüye gidiyordu. Belki de bu, buz dağının sadece görünen kısmıydı. Çantasından bazı ilaçlar çıkartıp yatağın üzerine koydu ve acırcasına kadına baktı. Daha sonra telefonu eline alıp birini aradı ve fısıldayarak şunları sordu. "Sadece tek doz yeterli demiştiniz, değil mi hocam?" Karşısındaki kendinden emin ses, "Evet, sadece tek doz! Fazlası bağımlılık yapar ve yavaş yavaş ölümüne sebep olur," dedi. Gizem Soylu, telefonu kapatıp elindeki dozun miktarına baktı ve bu kesinlikle tek dozdan daha fazlaydı, ama nedense bunu hiç umursamadı. Hanımefendinin kolunu yarıya kadar sıyırıp iğneyi yaptığında yüzünde bir cana kıymanın ne yazık ki rahatsızlığı yoktu. Evet, Doktor Gizem Soylu bunu bilerek yapıyordu. Bu hayatta hiçbir şey nedensiz değildi. Bunun arkasında elbette bir şeyler vardı, ama ne olabilirdi? Hanımefendi, Hicran'ın ölmediğini Doktor Gizem'den öğrenmişti. Baygın da olsa insanları duyabiliyordu. Gizem'in Kara'yla konuştuğuna bizzat şahit olmuştu ve her şeyi Kara'ya anlatanın Gizem olduğunu da biliyordu. Gizem'in yanlış ilaçları yüzünden iyileşmediğini de biliyordu.

***

KARAKOL



Komiser Arif Arıkan odasında elindeki fotoğrafla düşünceli bir şekilde boşluğa bakıyordu. Fotoğrafı gencin yaralandığı gün dağ evindeyken montunun cebinden almıştı ve geç de olsa fotoğraftaki güzel kızın Erganilinin eşi olduğunu, adının Hicran olduğunu hatırlamıştı. Peki diğer kız kimdi? Ve bu fotoğrafın Delikanlı lakaplı seri katilde ne işi vardı? Komiser aklının sınırlarını zorluyordu. Hicran'ın kaçırılmasını Delikanlıya bağlasa da onu dağ evine kendisi götürmüştü ve götürürken de baygın olduğundan emindi. Bu bir rastlantı mıydı? Belki de öyleydi. Delikanlının, Hicran'la ne işi olabilirdi? Komiser Arif, aklında cevabı olmayan deli sorularla beyin savaşı halindeydi. Bütün bu soruların cevabını elbette öğrenecekti, ama şu an yapması gereken bir basın açıklaması vardı. Ayağa kalkıp karakolun önünde toplanan basın mensuplarına doğru yürüdü. Yürürken söyleyeceklerini hızla düşündü.


Gazeteciler, Komiser Arif'i görür görmez soru yağmuruna tuttu.


"Seri katil yakalanmış bu doğrumu?"


"Neden hâlâ ifadesi alınmadı?"


"Kendi bizzat teslim olmuş diyorlar, böyle bir şeyi neden yapmış?"


"Şu ana kadar kaç kişiyi öldürdüğünü itiraf etti mi?"


"Pişman mı?"



Komiser Arif, "Tamam arkadaşlar, tamam. Şu anda olayla ilgili bir açıklama yapmamız doğru değil. Sanığın ifadesi hâlâ alınmadı. Ben bizzat ifade alınırken orada bulunağım ve size gerekli açıklamayı da o zaman yapacağım," diye konuştu.



Bu da neydi? Seri katil teslim mi olmuştu? Bu gerçek olabilir miydi? Belki de Feda, Hicran'a her şeyi anlatmış, Hicran da onu teslim olmaya ikna etmişti.



Komiser Arif Arıkan karakoldan içeriye tekrar girdiğinde fazlasıyla telaşlı ve gergindi. Uzun koridorlar adeta bir mezar gibi kasvetli ve sıkıcıydı. Soluğu kesiliyordu. Her yerde 'Seri katil yakalandı! Seri katil teslim oldu! Seri katilin sırrı ne?' gibi haberler dolaşırken, Delikanlının böyle bir şeyi nasıl yapabileceğine bir türlü akıl sır erdiremiyordu.




"Sen ne yaptın küçük kahraman," deyip duruyordu. Ve ifade odasına her şeyden umudunu kesmiş biri gibi girdi. Karşısındaki kişiye öylece baktı. Başını iki yana hayır der gibi salladı. Artık her şey için çok geçti.



***



BOŞ DEPO



Yaşlı adamın mekânı...



Yaşlı adam aldığı haber üzerine televizyonu açıp pür dikkatdinledi. Bütün kanallar aynı haberden bahsediyordu. 'Seri katil teslim oldu!'



Bu gerçek olabilir miydi? "Hayır!" diye söylendi. Delikanlı bunu ona yapamazdı. Teslim olması demek, Yaşlı adamın da yakalanması demekti.



Neden teslim oldu? Ablası onu nasıl ikna etti? Bu kadar kin ve öfke doluyken birden ne değişti? Ve asıl soru, iş birlikçisini yani Yaşlı adamı ele verecek miydi? Yaşlı adam bir şekilde kurtulmayı başarabilirdi, ama Delikanlı bir daha o delikten asla çıkamazdı. Bunu neden yaptığına bir türlü anlam veremiyordu. Feda'dan adı gibi emindi ve bunu yapacak biri değildi. Pişman olup teslim olacak biri değildi. Hicran'ın Feda'yı ikna ettiğini düşünüyordu. Nasıl olur da bu kadar kısa bir zamanda ikna edebilmişti? Ablasına hayatının geri kalanını hapiste geçirecek kadar mı bağlıydı? Feda'yı çok iyi tanıyordu. Ablası için bile olsa bunu yapmazdı. Davasından vazgeçecek biri değildi. Feda katı yürekli, zaafı olmayan, güçlü ve korkusuz bir kızdı. Geriye sadece, Feda'nın teslim olmasının ardında başka şeylerin olması kalıyordu. Evet, kesinlikle başka bir şey vardı. 'Yine neyin peşindeydi?' diye düşünürken bazı korkuları belirdi çünkü onun da sırları vardı ve Feda'nın bilmesini asla istemiyordu. Öğrenmesinden korktuğu gibi Feda'nın gerçekleri öğrendiğinde hiç de sakin kalmayacağını biliyordu. O küçük ama cesur kızın dünyayı onlara nasıl dar edeceğini çok iyi biliyordu. Belki de teslim olup tüm dünyaya yer altında ne gibi pisliklerin döndüğünü anlatacaktı. Bu, Yaşlı adamın ve onun emri altındaki herkesin sonu demekti. Feda gerçekleri öğrendiğinde kesinlikle intikam almak isteyecekti. Yaşlı adam ilk defa endişelenmişti. Hiç kimse onu korkutamazdı, fakat Feda farklıydı. Feda'yı bizzat yetiştirmiş, kendi elleriyle soğukkanlı bir canavar yaratmıştı. Feda'nın yapabileceklerinin sınırı yoktu. Gözünü intikam bürüdüğünde onu hiç kimse hatta Yaşlı adam bile durduramazdı.



Yaşlı adamı büyük bir endişe kaplamıştı. Feda'dan gizlediği sırları vardı. Öğrenmiş olma ihtimali bile onun gerilmesine sebep oluyordu. Bir yandan da hâlâ haberlerde ki alt yazıları okuyordu. Alt yazıda geçen son dakika haberinde, "Seri katilin ifadesi alınıyor! Seri katili kim koruyor?" yazıyordu.



Yaşlı adam böyle beklemenin fayda vermeyeceğini anlayınca çözüm arayışına girdi. Önce birini arayıp seri katilin ifadesinin alınıp alınmadığı sordu. Henüz ifadesinin alınmadığını öğrenince hâlâ bir şansı olduğunu anlayıp hızla odadan çıktı. Belki de kaçması gerekiyordu. Delikanlı her şeyi anlatmadan kaçıp kurtulabilirdi, ama yapmadı. Özel arabasına binerken dalgındı. Şoförün, "Efendim nereye gidiyoruz?" sorusunu bile cevaplamadı. Uzun bir süre sadece düşündü. Ardından soğukkanlı bir sesle, "Karakola!" dedi ve yol boyunca hiç konuşmadı.



***






FEDA-İ "DELİKANLI KIZ"  | Kitap OlduWhere stories live. Discover now