5. bölüm

2.2K 774 132
                                    

KARAKOL

Polisler yeni vakayı aralarında konuşuyorlardı. Konuşmaya Komiser Arif Arıkan başladı. "Yine bir cinayet mi?"
"Evet."
"Ölen kişi kim?"
"Kâzım Tüfe. Otuz dört yaşında. İki ay önce hapisten çıkmış. İşsizmiş. Gece içkili bir şekilde evine dönerken boğazı kesilerek öldürülmüş."
"Hapse neden girmiş?"
"İki yıl önce çocuk istismar suçundan. İki ay önce de aftan yararlanıp çıkmış."
"Bir iz ya da ipucu yok mu?"
"Şu âna kadar hiçbir ize rastlanmadı ama..."
"Ama ne?"
"Komiserim emin değiliz, ama daha önce işlenmiş cinayetlerle bir bağlantısı olabilir."
"Ne gibi bir bağlantıdan bahsediyorsun?"
"Son iki yılda işlenen üç meçhul cinayetin ortak tek bir özelliği var. Hepsi çocuk istismarı suçundan daha önce hapse girmiş kişiler."
Komiser bıyık altından hafifçe gülümsedi. Kendi kendine, "Bir seri katil bütün pislikleri temizliyor," diye söylendi. Üst üste işlenen cinayetler artık dikkat çekiyordu. Bunun biri tarafından bilinçli olarak yapıldığını düşünüyorlardı. Bu işin arkasında kimin olduğu merak konusuydu. Komiser Arif Arıkan kendi alanında başarılı biriydi. Çocuk istismarı onun için en hassas konuydu. Bu işle bizzat ilgilenecekti, ama seri katilin yakalanması için değil, tam tersine daha güvende devam edebilmesi içindi.

***













ŞEHİRDEN UZAK ESKİ BİR DEPO

Burada yasa dışı işler yapılır ve şehrin bütün pislikleri burada toplanırdı. Bugün fazlasıyla kalabalıktı, çünkü bugün büyük gündü. Bugün burada ölümüne bir dövüş olacaktı. Başrolde bugüne kadar dövüşte hiç kaybetmeyen, 'Yenilmez' lakaplı, yirmi yedi yaşında bir genç vardı. Rakibi daha on yedi yaşındaydı. Bir adı yoktu. Adını soranlara, "Unuttum," diyordu, ama çevresindekiler ona farklı farklı lakaplar takmıştı. İsimsiz gencimizin boyu fazlasıyla uzundu. Düzgün fiziğinden her gün düzenli olarak spor yaptığı belli oluyordu. Güzel bir çehreye sahip, rakibinin karşısında fazlasıyla acemiydi. Rakibi onu yiyecek gibi baksa da o, bunu pek umursamıyordu, çünkü oldukça zeki ve kurnazdı. Rakibi hafife almanın her zaman bir dezavantaj olduğunu düşünüyordu ve bu karşısındaki 'Yenilmez' lakaplı kişinin zayıf noktasıydı. Rakibinin zayıf yanlarını da çok iyi biliyordu.
Yenilmez lakaplı gencin daha önce ayağından bir sakatlık geçirdiğini, ilk hamlesinin tekme olacağını ve en zayıf yanının bel boşluğu olduğunu da biliyordu. Dövüşten çok rakibin 'Zayıf noktaları neresi?' diye kafa yormuştu. Çünkü dünyadaki en güçlü kişinin bile zayıf noktasının onun en güçsüz yeri olabileceğini biliyordu. Daha önce kafes dövüşü denilen yani bayılana kadar dayak atmak diye adlandırılan kavgalara girmişti bu isimsiz genç, ama hiç bu kadar tecrübeli biriyle kavgaya girmemişti. Bir de kendi isteğiyle girmemişti bu ringe. Paraya ihtiyacı vardı ve bugün onu buradan ancak kurnazlığı kurtarabilirdi.
Korkmuyordu. Korku onun semtine asla uğramazdı, ama endişeliydi. Kazanması gerekiyordu ve o paraya ihtiyacı vardı. Alacağı para, yüz bin liraydı. Kendi geçmişi pek temiz olmasa da başka bir gencin geleceği kurtarılacaktı. Rakam büyüktü ve tabii kavga da öyle...
Herkes kulakları sağır edercesine hep bir ağızdan, "Yenilmez! Yenilmez! Yenilmez!" diye bağırırken o fazlasıyla rahattı. Etraftan gelen destek sesleri rakibinin gururunu ve egosunu fazlasıyla okşuyordu, ama o, bu aşırı desteğin rakibine artı bir heyecan ve stres olarak döneceğinin de farkındaydı. Ringin başladığını belirten gonk sesi duyuldu. Dövüş başladığında aklını kullanması gerektiğini de çok iyi biliyordu isimsiz genç. Rakibinden sürekli kaçarak onun yorulmasını sağladı. Yorarken de kızdırmayı ihmal etmedi. Yenilmez, etrafında sürekli dönen bu isimsiz gencin ne yapmaya çalıştığına bir anlam veremedi. Pis bir ifadeyle sırıtıp, "Kaçarak benden kurtulamazsın!" diye kendi egosunu da okşamayı ihmal etmiyordu.
Karşılıklı atılan yumrukların ardından ilk ring sona ermişti. Görünürde isimsiz genç yorgun ve güçsüz dursa da bu sadece bir taktikti. Yenilmez kazanacağının garantisi varmışçasına göğsünü gere gere yürüyordu. İkinci ringde bir anda parlayan isimsiz genç, rakibinin bel boşluğuna art arda attığı yumruklarla hem şaşırtmış hem de rakibini fena halde bozmuştu. Yenilmez, en zayıf yerine art arda yediği yumruklardan sonra fazlasıyla yorgun düşmüştü. İsimsiz genç, son hamlesini yapmak için yaklaşıp onu ensesinden yakaladı. Bütün gücüyle dizini Yenilmez lakaplı gencin yüzüne geçirdi. Bir anda yüzü kanlar içinde kalmıştı. Muhtemelen burnu kırılmıştı. Rakibi dengesini kaybedip düşünce isimsiz genç dizlerini karşısındaki adamın karnına geçirip, sert yumruklarını yüzüyle buluşturdu.
Yenilmez acıyla, "Dur!" deyince yumruğu havada kalmıştı. "Pes ediyorum, yeter!" Sözlerinin ardından rakibinin üzerinden kalkıp ringi terk etti. Herkes olan bitenin şaşkınlığı içinde giden gencin arkasından bakıyordu. Genç nereye gideceğini biliyordu. Koridordan sağa dönüp ilk kapıyı açtı. İçerde yaşlı sayılabilecek bir adam vardı. Bu mekânın sahibiydi. Kapıya arkasını dönmüş, açık olan televizyondan haberleri izliyordu. Haberlerde dikkatini çeken bir şey vardı. Bu büyük kavga anlaşılan Yaşlı adamın hiç ilgisini çekmemişti. İsimsiz genç, saygılı bir şekilde Yaşlı adama yaklaştı.
"Kaybetmedim."
Adam hiç istifini bozmadan elini ceketinin cebine koyarak bir kâğıt çıkardı. Gözlerini ekrandan ayırmadan gence kâğıdı uzattı. "Bu gece..."
Genç kâğıda bakıp gözlerini televizyonun ekranına kilitledi. Ekranda sekiz yaşındaki bir kız çocuğunun resmi vardı ve şöyle bir alt yazı geçiyordu. "Sekiz yaşındaki Seda Nur'u hunharca katlettiler."
Suçlu kaçmış izini kaybettirmişti. İsimsiz genç öfkeyle elindeki kâğıdı buruşturup şimşek hızıyla olduğu mekânı terk etti. Buruşturup cebine koyduğu kâğıda bir kez daha baktıktan sonra çakmağıyla yakıp çöpe attı. Nereye gitmesi gerektiğini biliyordu. Doğruca oraya doğru yürüdü. Bu şehrin sokaklarını avucunun içi gibi biliyordu. Az ilerde bir bina vardı ve ikinci katında sokağa bakan bir kamera vardı. Yolunu uzatıp kameraya gözükmeden ilerledi. Bu sokak diğer sokaklara göre kalabalıktı. Başına siyah beresini takıp kapüşonunu üşüyormuş gibi başına geçirdi. Başını öne eğip yüzünün görünmesini engelledi. Gideceği yere yaklaşınca cebinden çıkardığı eldivenleri eline taktı. Derin bir nefes aldıktan sonra sessizce harabe bir eve girdi. Çok geçmeden oradan çıktığında sırıtıyordu. Elindeki bıçağı duvara sürterek üzerindeki kanı temizledi. Ardından cebine yerleştirdikten sonra eldivenleri çıkartıp diğer cebine koydu. Hiçbir şey olmamış gibi geldiği yoldan devam ederken, bir ses duydu.
"Delikanlı!" Arkasından seslenen biri onu çağırıyordu. Dönüp baktı. Bu hitap her zaman hoşuna giderdi onun. Gece fazlasıyla karanlıktı. Kafasına geçirdiği kapüşon ve gece sayesinde yüzü net seçilmiyordu.
"Birini arıyorum, yardımcı olabilir misin?"
"Kimi?"
"Sedat Akoğuz adında biri. Buralarda eski bir evi varmış ve yeni hapisten çıkmış."
"Kimsin?"
"Komiser Arif Arıkan."
Bu delikanlı için evi tarif etmek hiç de zor değildi, çünkü kendisi az önce sırıtarak o evden çıkmıştı.
"Bu yolu devam et, yolun sonundaki ilk bina. Bodrum katında kalıyor. Uyumadan yetişirsin umarım."
Kastettiği şey, kesinlikle tamamen farklı bir uykuydu.
"Sağ olasın delikanlı."
Genç sırıtıp yoluna devam etti. Sırıtmasındaki sebep yaptığı şey değildi elbette. Ona delikanlı diye seslenilmesinden memnun olmuştu. Çünkü babası da ona öyle seslenir, 'Delikanlı kızım,' derdi. Evet, bu delikanlı Feda'nın ta kendisiydi.

***

FEDA-İ "DELİKANLI KIZ"  | Kitap Olduजहाँ कहानियाँ रहती हैं। अभी खोजें