12. bölüm

1.3K 620 80
                                    

LÜKS VİLLA

Hanımefendinin evi...

Hicran, uyanalı dakikalar olmasına rağmen hâlâ yatakta şaşkın şaşkın, ‘Acaba öldüm de cennette miyim, yoksa bir rüyanın içinde miyim?’ diye düşünüyordu. Çünkü odası bir sarayı andırırcasına güzel ve özenle hazırlanmıştı. En son gecenin bir yarısı mezarlıkta ağlıyordu ve şu an hiç tahmin bile edemeyeceği kadar güzel bir yerdeydi. Önce gözlerini ovdu. Daha sonra bir daha ovdu ve sonra bir daha. Bir çocuk gibi sevinip yataktan doğruldu. “Burası gerçekten çok güzel bir yer!” dedi kendi kendine. Etrafında ki görkemli eşyaları izlerken başı dönüyordu sanki. Son dört yıldır yaşadığı hayattan sonra burası kesinlikle bir cennetti. “Sonunda acılar bitecek,” diye söylendi. Hapisten önce de çok zor bir hayatı vardı, çünkü babasını kaybettikten sonra bütün yük onun omuzlarına kalmıştı. Sürekli çalışmak, ona hayatta güzel şeylerin olduğunu unutturmuştu. Önce yattığı yatağın rahatlığına ve yumuşaklığına, ardından hemen yanında duran kocaman gardıroba daha sonra avizeye ve halıya baktı. Baktıkça gözlerini kocaman açıyordu. Sevinçten ne yapacağını bilmeyen çocuklar gibiydi. Bütün eşyalara usulca dokundu. Tebessüm etti. Bir an bu güzelliklerin hepsine sahip olduğunu düşündü. Sonra kendisini aynada gördü. Önce durup yansımasına baktı, sonra yaklaşıp gözlerini daha yakından inceledi. İnsanı cezbeden, hayran bırakan o gözlerde gördüğü tek şey, sadece acıydı. Aynaya hüzünle bakarken, “Güzel kardeşim… Keşke hayatta olsaydın da ben o delikten hiç çıkmasaydım!” dedi. Gözlerinden yaşlar akıp yanağından acıyla süzüldü. Hiçbir şey ona kardeşinin acısını unutturamazdı. Ne para ne özgürlük ne de başka bir şey…
Odanın kapısı çalınca hemen gözyaşlarını silip zayıf bir sesle, “Buyurun,” dedi. Odaya yine o başı örtülü, nur yüzlü kadın girmişti. Elinde kahvaltı tepsisi vardı. Tepsideki yiyecekler uyandığı oda kadar dikkat çekiciydi, ama Hicran’ın canı sıkılmıştı ve bir şey yiyecek durumda değildi. Yaşlı kadın yüzünde kocaman bir gülümsemeyle, “Hayırlı sabahlar kızım,” dedi.
Hicran ürkek davranıp sadece başıyla onayladı. Kadın elindeki tepsiyi pencerenin önünde duran küçük sehpaya bırakıp aynı gülümseme ve sıcaklıkla, “Buyur kızım, bir şeyler ye, acıkmışsındır,” dedi.
“Teşekkür ederim, canım bir şey istemiyor.”
Yaşlı kadın, “ Yine de tepsi burada kalsın. Canın isteyince yersin,” dedi. Hicran itiraz etmedi. Yaşlı kadın çıkmaya hazırlanırken durup Hicran’a baktı ve tebessüm etti. Kim bilir aklından neler geçmişti? Kapının koluna sarıldığında Hicran zayıf bir sesle, “Bakar mısınız?” diye seslendi. Kadın hemen Hicran’a dönüp, “Buyur kızım,” dedi.
“O nerede?” diye soran Hicran, Erganiliyi kastediyordu. Her ne kadar sevmese de burada bir tek onu tanıyordu ve az da olsa o varken kendini güvende hissediyordu. Yaşlı kadın, “Birazdan gelir,” diyerek odadan çıkıp gitti. Hicran, yeni yeni bir şeyleri kavramaya başlamıştı. Buradan asla kurtulamayacaktı. Hayatta hep saflığının kurbanı olmuştu. Yine öyleydi. O imzayı atarak Erganilinin tamamen yetkisi altına girmişti. Zayıf yapısı yüzünden hep ezilip hor görülüyordu. Şimdi ise olmak istemediği bir yerdeydi ve burada kalmak istemediğini söyleyecek cesareti yoktu. Derin bir nefes aldı. Sessizce “Allah’ım bana yardım et,” dedi. Kahvaltı tepsisine göz ucuyla baktı. Canı hiçbir şey yemek istemiyor, sadece duş alıp rahatlamak istiyordu. Ceza evinden hiçbir şey almadığı için giyecek bir şeyi de yoktu. ‘Ne yapabilirim?’ diye düşünürken aklına az önce çıkan kadından giyecek bir şeyler istemek geldi. Oturduğu yerden kalkıp kapıya yöneldi, ama kapı kilitliydi. Defalarca kapı kolunu çevirip açmayı denedi. Açılmadığını görünce endişesi ve korkuları bir anda arttı. “Açar mısınız kapıyı! Ne yapmaya çalışıyorsunuz? Lütfen, açın şu kapıyı! Ben gitmek istiyorum!” diye bağırdı. Bir yandan da elleriyle sert bir şekilde kapıya vurarak açmaya çalışıyordu. Çıkan tiz sesiyle ortalığı ayağa kaldırmıştı. Kapı bir anda açılınca sustu. Gelen Erganiliydi. Erganili, Hicran’ın iki kolundan tutup sırtını duvara yasladı ve ardından bağırmasın diye de eliyle ağzını kapattı. Bağırışları onu fazlasıyla öfkelendirmişti. Hicran, bir anda karşısında gördüğü adama korku dolu gözlerle baktı. Gözlerinde her zaman bu gibi anları hazır bekleyen gözyaşları vardı. Kirpiklerinin arasından süzülüp yanağında duran yaşlarla Erganiliye titreyerek baktı. Erganili gözlerini Hicran’a dikerek öfkeyle kulağına fısıldadı. “Kes sesini!”
Hicran, nefes almakta zorlansa da yutkunmaya çalıştı. Erganili hâlâ bir eliyle kolunu sıkıyor diğer eliyle de ağzını kapatıyordu. Üst kattan gelen bir çığlıkla hem Erganili hem de Hicran aynı anda dönüp kapıya baktı. Üst kattan gelen kadının, “Yetişin!” çığlığıyla  Hicran’ı bırakıp odadan hızla çıktı. Hicran da merakına yenilip Erganilinin arkasından devam etti. Yukarıdan gelen seslerden sadece bir kişinin değil birkaç kişinin olduğu anlaşılıyordu. Merak etmiş ve Erganilinin peşine takılmıştı. Erganili, Hicran’ın arkasından geldiğini görünce geri dönüp kolundan tuttu ve onu hızla odaya götürdü. Odaya girince sert bir şekilde yatağa fırlattı. Parmağını tehdit edercesine yüzüne doğru sallayarak, “Bir daha sesini çıkartırsan seni gebertirim!” dedi ve odadan çıkıp kapıyı tekrar Hicran’ın üzerine kilitledi.
Yukarıdan hâlâ garip sesler geliyordu. Sanki birileri kapılara, duvarlara yumruk atıyormuş gibiydi. Ardından bir kadın sesi duyuldu. “Defol! Pislik herif!” diye bağırıyordu. Kısa süre sonra sesler kesilince ortam bir anda sessizliğe büründü. Sanki evde kimse yoktu. Hicran korku ve şaşkınlıkla gelebilecek her sesi dinliyordu. Belli ki bu eve hapsedilmiş tek kişi kendisi değildi ve bu kadının durumu, Hicran’ın durumundan çok daha kötüydü. Hicran korkuyla tir tir titriyordu. Ağzını kapatarak ağlamaya başladı. “Allah’ım bana yardım et!” diye sessizce dua etti. Dakikalarca ağladıktan sonra yatağına tekrar uzanıp bundan sonra neler olabileceğini düşündü. Aklı durmuştu sanki. Nasıl bir hayatın içine girmişti. Bu insanlar kimdi? Sonra aklına hapisten çıkarken duyduğu sözler geldi. O kadının sözleri Hicran’ı ürkütmüştü. Erganilinin kim olduğunu, ne kadar tehlikeli biri olduğunu ve onun hakkında başka bir şey daha duymuştu. Bu adamın belalı olmasının yanı sıra gizemli bir hayatı da vardı. Bu düşünceler içinde kaybolurken birden kapının kilidi açıldı ve içeriye kaşları çatık, öfkeli olduğu her halinden belli olan Erganili girdi. Hicran, korkuyla hemen doğrulup ayağa kalktı. Erganili ona öfke dolu şimşek gibi bir bakış attı. Hicran hemen başını önüne eğip yutkundu. Erganili, Hicran’a bakıp daha sakin bir ses tonuyla, “Ne yaptığını sanıyorsun?” diye sordu. Hicran başını kaldırmadan, “Korktum! Kapıyı neden kilitlediniz ki? Beni bu odada hapis mi tutacaksınız?” diye çocukça sorular sordu.
Erganili, Hicran’ı gerisinde bırakarak pencereye doğru yürüdü. Ceketini çıkarıp yanında bulunan koltuğa bıraktı. Gömleğinin cebinden sigarasını çıkarıp bir tane yaktı. Dumanını ciğerlerine çekip birkaç saniye bekledikten sonra cama doğru üfledi. Ardından soğuk bir sesle tonuyla, “Senin daha on dört yıl hükmün var, unutma!” dedi. Hicran gözlerini kocaman açtı. Bu da ne demekti? Aslında Erganilinin sözleri yeterince açıktı. Sadece Hicran anlamak için fazlasıyla saftı. Hicran aklından geçenleri cümlelere dökmek istiyordu, ama ne yazık ki buna cesareti yoktu. Bu yüzden de sustu. Zaten ona yakışan da hep bu oldu. Susmak bazen çaresizlerin en büyük çaresiydi. Yüreğinde korku olan, lâl olmuşların beden diliydi. Hicran, sessizce başını eğip kadersizliğine ve iki damla da çaresizliğine gözyaşı akıtırken Erganili dışarıyı izliyordu. Ara ara göz ucuyla da sessizce ağlayan Hicran’a bakıyordu. Onun gözyaşları Erganiliyi kendine getirmişti. Dönüp Hicran’a doğru yürüdü ve tam karşısında durdu. Hicran burnunu çekerken göz ucuyla karşısındaki adama baktığında Erganili tepkisiz bir şekilde kendisine bakıyordu. Bir insan bu kadar hissiz ve donuk olamazdı. Erganili, Hicran’ın gözyaşlarına doğru elini uzatsa da Hicran çekingen bir şekilde başını eğip geri çekildi. Erganili, Hicran’ın bu davranışına sinirlenmişti. Hicran geriye doğru gidince Erganili de ona doğru yaklaştı. Bu durum Hicran’ı hem korkutuyor hem de endişelendiriyordu. Geri geri adımladı. Artık adım atacak yeri de kalmadığında yatağın ayak kısmına takıldı. Geriye doğru gidemiyordu.
Erganili ise Hicran’ın rahatsız olduğunu fark etmesine rağmen üzerine yürümeye devam ediyordu. Hicran’ın kokusunu teninde hissedince durdu. Hicran o an nefesini tutmuştu. Sanki nefes alsa düşüp bayılacak gibi hissetti. Erganili, Hicran’ın dudaklarına doğru eğilince Hicran, bir cesaretle elini Erganilinin göğsüne koyup onu geriye doğru itmeye çalıştı. Erganili göğsünde onu reddeden eli umursamadan Hicran’ın kulağına doğru eğildi ve fısıldayarak, “Özgürlüğünü ancak itaat ederek alabilirsin!” dedi. Hicran bu söze karşılık hapisten çıkarken kulağına fısıldayan o kadının laflarıyla cevap verdi.
“Zehra senin yüzünden mi öldü?”
Erganili bu soru karşısında susup kalmıştı. Ne diyeceğini bilemedi. Hızla odayı terk edip dışarı çıktı. Hicran rahat bir nefes almıştı. Kafası karşıtı. Rahatlamak için duşa girdi. Hicran duştan çıkarken yüreğindeki sıkıntının nedenini merak ediyordu. Kalbi daralıyor nefes almakta zorlanıyordu gecenin bir yarısı bu gönül daralmasının sebebinin ne olabileceğini düşünüyordu. Eskiden olsa hemen, “Kardeşime bir şey oldu,” derdi ama artık kardeşinin hayatta olmaması ona bunu düşündürmüyordu. Derin bir nefes çekti içine, ardından “Allah’ım sen hayra yor,” dedi sonra yumuşacık yatağına uzandı. Adının Zelal olduğunu öğrendiği Yaşlı kadından giyecek bir şeyler istemişti ve kadın odasında bulunan koca gardırobun içindeki her şeyin ona ait olduğunu söylemişti. Hicran onlarca elbiseye gözlerini açarak bakmıştı. Uyumak için pembe renginde güzel bir pijama takımı seçti. Bu rengi hep severdi. İçinde kendini çocuk gibi hisseder, sevinirdi. Aldığı duşun rahatlığıyla kendini uykuya teslim etmeye hazırlanırken Erganiliyle yaptığı konuşmayı hatırladı. Ona, “Zehra senin yüzünden mi öldü?” diye sormuştu. Erganili hiçbir şey söylemeden öfkeyle evi terk etmiş ve hâlâ dönmemişti. Demek ki duydukları doğruydu. Zehra, Erganilinin işlediği bir suç yüzünden hapisteydi ve onun yüzünden canına kıymıştı. Zehra’ya acıdı. Oysa şu an kendisi acınacak durumdaydı. Hicran uykunun narin kollarına teslim olurken hâlâ içi daralıyordu. Erganili saatler sonra eve döndüğünde yorgun ve çok sinirliydi. Herkesin ortasında Delikanlı lakaplı dövüşçüden yediği yumruk canını çok sıkmıştı. Bir de Hicran’ın can sıkan soruları vardı. Evde hiç kıpırtı yoktu. Herkes uyumuş gözüküyordu. Yatak odasına doğru gidip usulca kapıyı açtı ve Hicran’a göz ucuyla baktı. Uyuyordu. Pembeler içinde nasıl da tatlı gözüküyordu. Sarı saçları yine boynuna düşmüştü. Erganili, uzaktan Hicran’ı biraz izledikten sonra yanına doğru yaklaştı. Sarı saçlarını koklamaya doyamadığı boynundan geriye doğru çekerek boynuna eğildi ve içine derin bir nefes çekti. Bu koku onu geçmişe, eskiye, çok eskiye götürüyordu. Erganili, Hicran’ın düzenli bir şekilde inip kalkan göğsünden onun uyuduğuna emindi.
Hicran’ı uzun bir süre izledi. Saçları hâlâ nemliydi. Yanakları al al olmuş, dudakları en güzel ruju bile kıskandıracak kadar güzel bir renkteydi. Erganili, Hicran’ın dudaklarına uzun uzun baktı. Daha önce hiçbir kadına karşı duymadığı şeyler hissetmişti. Hicran’ın şu an onun yanında olması bile onu mutlu ediyordu. İstediği tek şey, hayatına giren her kadınlar gibi Hicran’ın da ona karşılık vermesiydi. Hicran’ı uzun süre izlemesi Erganilinin başını döndürmüştü adeta. Bu güzelliğe hâlâ sahip olamaması canını sıkıyordu. Bir kadına zorla sahip olmak onun karakterine, kişiliğine aykırıydı. Daha önce birlikte olduğu bütün kadınlar kendi istekleri doğrultusunda onunla olmuştu. Hicran’ı arzuladığı kadar hiçbir kadını böyle derinden arzulamamıştı. Hayatında iz bırakan Zehra bile Hicran kadar çekici gelmemişti. Hicran her haliyle farklıydı. Bu hayattan tamamen farklı bir hayata sahipti. Saftı, iyi niyetliydi. Oysa Erganili bu duygulara tamamen uzak bir karaktere sahipti. Erganili, Hicran’ın bu hayattan uzak farklı bir hayatı olduğunu anlamıştı. Anlamadığı tek şey, bu saf kızın öldürdüğü adamla ne gibi bir işi olduğuydu. Belli ki adamıyla bir bağlantısı vardı. Aklı yine bulanmıştı. Zihnini bulandıran tek şey bu değildi üstelik. Kara’nın tehditlerle dolu mesajlarını da almıştı. Kara kendisini ölümle tehdit etmiyordu. Hicran’la tehdit edip can sıkıyor, böylece can evinden vurmaya çalışıyordu. Erganili zihnini bulandıran düşüncelerden biraz da olsa kurtulmak için duşa girmeye hazırlandı. Dolaptan giyecek rahat bir şeyler aldı. Odada bulunan banyoya girmeden önce dönüp Hicran’ın dudaklarına bir öpücük kondurdu. Bir an, bunu Hicran uyanıkken yaptığını düşündü. Hicran’ın heyecandan ve stresten bayılacağını hayal ettiğinde bu düşünceye tebessüm etti ve duşa girdi. Ardından kapıyı sert bir şekilde kapattı. Hicran kapı sesine uyandı. Uykulu gözlerle yastıktan başını kaldırıp etrafını izledi. Etrafta hiç kimsenin olmaması onu rahatlattı. Rüya gördüğünü düşünüp tekrar başını yumuşak yastığına koydu ve gözlerini kapattı. Duştan gelen su sesleriyle gözlerini irice açan Hicran, Erganilinin odada olduğunu anlamıştı. Ne yapacağını bilmeden öylece bekledi. Bu adam onun yatağında mı yatacaktı? Bir an bu soru zihnini karıştırsa da yatağın asıl sahibinin Erganili olduğunu ve tabii evli olduklarını da hatırladı.
Hicran’ın kalbi yine heyecanla atmaya başlamış nefes alıp verişi hızlanmıştı. Bir an kalkmayı düşündü, ama sonra Erganilinin kendisinin uyanık olmasını bilmesini istemeyip uyuyormuş gibi yapmaya devam etti. Çok geçmeden Erganili duştan çıktı. Hicran’a bakıp tebessüm etti. Titreyen kirpiklerinden uyumadığı belli oluyordu. Erganili önce saçlarını havluyla kuruttu, ardından ışığı kapattı. Hicran battaniyesini karnına kadar çekmişti. Erganili battaniyeyi kaldırmadan yatağın üzerine rahat bir şekilde oturdu. Hicran, yanı başında hissettiği adamla aynı yatakta yatacağı için endişe duyuyordu. Hicran, odaya giren ayın loş ışığının altında hafiften titriyordu. Bu durum Erganilinin hoşuna gitmişti. Hicran uyanıktı ve uyuyormuş gibi yapıyordu. Erganili önce keyifle bir sigara yaktı. Sigarayı ağzına alırken nefesini Hicran’dan uzağa üflüyordu. Onun bu kokudan rahatsız olduğunu biliyordu. Sigarasından birkaç nefes aldıktan sonra küllüğe bastırarak söndürdü. Ardından kalkıp battaniyeyi çekti ve altına girdi. Hicran korkudan ve heyecandan tir tir titriyordu. Stresten titrediğinin farkında bile değildi. Hicran belinde bir sıcaklık olduğunu fark ettiğinde ürktü. Erganili belinden sarılmıştı. Bayılmamak için nefesini tuttu. Erganili, Hicran’ın boynundan derin bir nefes alıp kulağına sessizce, “Uymadığının farkındayım,” dedi. Hicran gözlerini açarak, “Sarılmanı istemiyorum!” deyince Erganili onu kendine doğru çekti. Hicran, Erganilinin bu hareketiyle korkup başını göğsüne kadar eğdi. Karşı çıkmak bir yana iması bile Erganiliyi kızdırıyordu. Hicran içinden bu gecenin bitmesini diledi. Erganili, Hicran’ın huzur kokan boynuna bir öpücük kondurduktan sonra başını kızın boynuna yerleştirdi ve onun duyabileceği sessizlikte konuşmaya devam etti.
“Evet, Zehra benim yüzümden öldü.”

***

FEDA-İ "DELİKANLI KIZ"  | Kitap OlduWhere stories live. Discover now