23. Bölüm

5.4K 605 75
                                    

Selamunaleykum canlar.

Güzel Okumalar... ❤❤❤


Ruhumun bir parçası seni zamanın başlangıcından itibaren seviyor gibi hissediyorum. Belki aynı yıldızdanızdır. -Emery Allen


Hani filmlerde, çok önemli anlarda zaman yavaş ilerlerdi ya. İşte tam şu an, Leyla, tam karşımda benim ona yazdığım mektubu ağır çekimde açıyordu. Kalbimin atışı ise bu yavaşlamaya karşı koyarak hızını maksimuma çıkarmıştı. Leyla o mektubu açarken belki de karşısında durup hislerimi bir de yüzüne söylemem gerekirdi. Mektuba gerek kalmaz, hoş bir hatıra olarak kalırdı sadece. Bunu yapabilirdim aslında. Güzel de dururdu. Ancak cesaretim stoklarla sınırlıydı ve kalbimdeki her şeyi bir mektuba yazıp Leyla'ya verdiğim zaman stoklar sıfırlanmıştı. Cesaretimden gelen boş akbil sesini duymamak imkansızdı. Ve o an tam da benden beklenilen bir hareket yaptım. Arkamı döndüm, elimi kaldırarak, "Ben gidiyorum," dedim ve gerçek anlamıyla tabanları yağladım. Askerdeki uygun adım marş olayının böyle bir zamanda işime yarayacağı aklımın ucuna gelmezdi. Ama işte, hayat böyleydi, beklemediğin şeyler hep başına gelirdi. Leyla'nın ona yazdığım aşk mektubunu benim karşımda açmasını ummadığım gibi.

Sokağın sonuna gelince büyükçe bir ağacın arkasına saklanıp Leyla'ya baktım. Mektubu açmış ve okuyordu. Yüzünden hiç ama hiçbir şey okunmuyordu. Leyla benim gerçekliğimle yüzleşmişti, bakalım ben bu işin sonunda hangi gerçekle yüzleşecektim?

Yanımdan geçen insanların bana tip tip bakmasıyla hiçbir şey olmamış gibi yolum devam ettim. Romantik komedi filmleri benim hayatımın yanında halt etmişti.

***

Bir insan hayatında kaç kez böyle bir an yaşardı ki? Ya da kaç insan hayatı boyunca aşk mektubu alabilirdi? Muhtemelen az sayıdaydı. Geçmiş zamanların birinde yaşıyor olsaydık bu sayı çok daha yüksek olabilirdi ancak günümüzde aşklar çok daha farklı anlatılıyordu. Sevginin değerini yeterince gösteremeden ya da sanki normal bir şeymiş gibi tüketilerek aktarılıyordu. Ancak, bir aşk mektubu insanın gönlünden geçen her şeyin kağıda dökülmesi demekti. En saf, en yalın haliyle. Ve ben de tam şu an Ertuğrul'un kalbinden geçenleri dinliyormuş gibi hissediyordum. Sanki karşılıklı oturmuşuz, birer de çay almışız elimize, başlamış her şeyi anlatmaya.

Hayatım boyunca sevmenin çok güzel bir şey olduğunu öğrenerek yaşadım. Bir insanın sahip olması gereken ilk şeydi sevgi. Eşini, dostunu, kardeşini, sevgilini, komşunu, iş arkadaşını, hayvanları, çiçekleri, ağaçları. Evet, ben o romantiklerdendim. Her şeyi sevmeye çalışan, her şeyde güzellik arayanlardan. Bu huyum bazen beni yorsa da huylu huyundan vazgeçmez diyen atalarımı hiç yanıltmadım. Ve sevmeye, sevgimi göstermeye devam ettim. Küçük bir yerde yaşadığım için etrafımdaki insanların sayısı da sınırlıydı. Küçük bir dünyada yaşıyordum aslında. Bir nevi korunmuş bölge gibiydi benim için Fethiye. Hep güzelliklerin, saf, temiz insanların olduğu bir yerdi. Suyu, yiyeceği, insanı, denizi. Hepsi onca yeniliğe rağmen kendini korumuştu.

Fethiye'de doğup büyüdüğüm, hayatımın büyük bir kısmını orada geçirdiğim için her yeri orası gibi sanacak kadar saf değildim. Ancak yine de üniversiteyi kazanıp İstanbul'a yerleştiğimde her şey beni şaşırmıştı. İstanbul'un imkanları çok güzeldi ama çok insan vardı. Herkes aceleciydi. Benim için yepyeni olan bir çok durum onlar için sıradan hale gelmişti. Diyorum ya size, ben her anda güzellik bulmaya çalışan o romantiklerdenim diye. İstanbul'a gelince herkese rağmen yine de bu huyumu devam ettirdim. Çünkü sevmek çok güzeldi, insanı iyi hissettiriyordu. En basitinden sevdiğiniz yemeği yediğinizde hissettiğinizle sevmediğiniz yemeği yemek zorunda kaldığınızda hissettiklerinizi bir düşünün. Sonra bunu hayatın geneline yayın. Şahsen ben bakla gibi bir hayattansa mantı gibi bir hayatı tercih ederdim. Ya da çilek reçeli gibi.

Bir Leyla HikayesiWhere stories live. Discover now