53:Soğuk Hücre

974 124 27
                                    

Hava derece olarak soğuk değildi hem de hiç ama iliklerime kadar soğuk hissettiriyordu. Bir kış günü ya da ölüm kadar soğuktu. Rüzgarı da hissediyordum. Hücrenin altındaki aralıktan ve parmaklıklı pencereden içeri esiyordu. Buz dolu bir küvetin içine çıplak bir halde oturtulmuşum gibi üşüyordum ve acıyla sızlanıyordum. Böyle olacağını biliyordum zaten, Sirius söylemişti ama bir şeyin olacağının bilincinde olmak ve o anı yaşamak çok farklıydı. En azından benim Azkaban deneyimim bu şekildeydi.

Moody'nin geldiği günden bir gün sonra Azkaban muhafızları Sirius'un da beni ziyaret etmesine izin verdiler. Benim için elinden bir şey gelmediği için yıkılmış haldeydi. Bana burada geçireceğim süreyi daha dayanılır yapmak için bazı tavsiyelerde bulunmuştu. Bu tavsiyelerin başında asla güçsüz görünmemek vardı. Suçsuz olduğumu biliyordum ve sadece altı ay burada kalmak zorundaydım. Kısa sürede yeniden evde, sevdiklerimin yanında olacaktım. Hatta şansım varsa bebeğimin doğumunu bile görebilirdim.

İkinci tavsiye ise asla kendimden geçmememdi. Zihnime mukayyet olmalıydım aksi takdirde burası benim için daha da korkunç bir yere dönüşecekti. Kontrolümü kaybedersem çıktığımda pek çok kişiye hem fiziksel hem de psikolojik zararlar verebileceğimi biliyordum. Sirius da bunun gerçekleşmemesi için ciddi bir tavırla beni uyarmıştı. Yani şöyle söylemek doğru olurdu: Kural bir: Asaletini bozma. Kural iki: Sakın delirme. Akılda kalıcı ama uygulaması zor kurallardı.

Ben en çok içlerinden üç numaralı kuralı sevmiştim. Sevdiklerimin her an yanımda olmasını sağlayacak bir kuraldı bu. Onları istediğim zaman yanıma çağırabilirdim ve altı ay sonra delirmeden evime dönebilirdim. Hem bu sayede deli gibi düşünmeme de fırsat kalmazdı. Sirius çok kesin bir tavırla "Uyu, Regulus." demişti "Yapabilirsen tüm gün uyu." Uyumayı severdim vr burada kaldığım süre içinde sahiden tek kurtarıcım uyku gibi görünüyordu. Denedim de. Günümün uzun bir kısmını uyuyarak geçirmeye başladım.

Asil dur, delirme ve uyu. İlk birkaç hafta bunları uygulamak sahiden çok kolay olmuştu, özellikle de ilk kısmı ama bir yerden sonra canım sıkılmış ve kafamın içinde kurmaya başlamıştım. Düşünürken çıkardığım mırıltılar asaletimi bozuyor muydu bilinmez ama beni deli gösterdiği aşikardı. Bir süre sonra duvarlara sayılar ve isimlerin baş harflerini tırnaklarımla kazımaya başladığımda delirdiğime kesin olarak karar verdim.

"Gün kırk altı." dedim duvara bir çentik daha attıktan sonra. Parmaklarımdan akan kan duvarı boyarken gözüm harflere kaydı ve mırıldanmaya başladım "Rabastan Lestrange, Rodolphus Lestrange, Bellatrix, Crabbe, Goyle..." odada voltalar atarken saymaya devam ettim "Dolohov, Malfoy..." Bunu birkaç kez daha tekrarladım. En son başım dönüp patates çuvalı gibi yere yığılana kadar isimleri saydım. Sanki onları unutmam çok zormuş gibi iyice ezberime soktum. Bir çoğunun burada olduğunu biliyordum ama onlar da sonsuza dek burada esir kalmayacaklardı.

Yığıldığım yere tıpkı bir kedi gibi kıvrıldım ve derin derin soluyarak bekledim. Kalbimin hızla çarptığını hissedebiliyordum ve aldığım nefesler ciğerlerimi yakıyordu. Ne için bu kadar beklediğimi bilmiyordum, buradayken hiçbir amacım ve beklentim yoktu. Yalnız başıma elimden geldiğince çabaladım. Artık beni hayata bağlayan tek şey ocak ayının sonunda buradan çıkacak olduğumu biliyor olmamdı. O da beni bir yere kadar neşelendiriyordu.

Yerde sürünerek hücre içindeki soğuk, demir yatağıma tırmandım ve yüzüm kapıya bakar şekilde düşündüm. İçeri ansızın Sirius'un girmesini ve artık eve gidebileceğimizi söylemesini istiyordum ama içeri Ruh Emiciler dışında kimse girmiyordu. Burada kendimi terk edilmiş hissediyordum. Aslında genel olarak hep kötü şeyler düşünüyordum. Yalnızdım, çaresizdim ve uyumak istiyordum. Sonsuz uykuya yatmak buradaki tek çare gibi gözüküyordu.

Yıldızlar Ne Kadar Yaşar? | Regulus BlackWhere stories live. Discover now