Bakışlarım siyah şeytan ve sahibi arasında birkaç kez gidip geldi. Demek deminden beri sahibi onu sakinleştirdiği için kendine dokunmama izin veriyordu. Sesli bir şekilde yutkundum ve refleks olarak korkuyla göğsüme çektiğim ellerimi iki yanıma indirip duruşumu dikleştirdim.

Bu sırada Bruce benden hala bakışlarını çekmiyor, her saniye buharlaşıp yok olacakmış gibi hissetmeme neden oluyordu. Üstelik yüzündeki alaylı ve az önceki saçmalıklarımı duymasından kaynaklanan hafif gülümseme beni bitiriyordu.

Az ileride duran meşalenin ateşi ile daha belirgin bir hal alan ve ateşin tam zıttı yöne düşerek titreşen gölgeler yüz hatlarını daha da belirgin bir hale getirmişti. Yeşil gözlerine bakarken aklımdaki tüm düşünceler dağıldı. Bu kadar kusursuz olmak zorunda mıydı?

"Bu saatte buraya girmek yasak. Seni içeriye kim aldı?"

Harailt'in aldığını söylersem başı kesinlikle belaya girerdi. Hatta Kennis'in de adını vermemeliydim, şifahanedeki öğrenimi için sorun olabilirdi. Bu lord her an her şeyi yapabilecek türden bir adama benziyordu.

"Yalnız girdim, sadece merak etmiştim. Üzgünüm. Hemen çıkarım." dedim ve cevabını beklemeden arkamı dönüp çıkışa doğru yürümeye başladım.

"Dur," dedi ipeksi sesiyle. Tonu sert veya soğuk değildi. İstemsizce olduğum yerde donup kaldım.

Duyduğum sürgülü kilit sesinden, arkasında durduğu kapıyı açtığını anlayabiliyordum. Ardından ses ikinci kez yankılanınca bu kez de kapıyı kapattığını fark ettim. Ayak sesleri ağır ağır bana doğru gelirken kalbim büyük bir gürültüyle atıyordu.

Tam karşıma dikildiğinde nefesim kesildi. Başımı hafifçe yere eğmiştim ve yüzüne bakamıyordum. Terleyen ellerimi eteğime silmemek için kendimle mücedele veriyordum.

Sessizce birkaç saniye bekledi.

"Buraya yalnız gelmediğini biliyorum Euphemia," dedi kulaklarıma kadar kızarmama sebep olarak. Bu ufak yalanımı yakalaması bile beni bu denli zor duruma düşürürken ve son derece berbat hissettirirken söylediğim büyük yalanın gün yüzüne çıkması sonucu ne yapacağımı hiç bilemiyordum.

O an boyumdan büyük bir işe kalkıştığım gerçeği yüzüme bir tokat gibi indi...

"Üzgünüm," diye fısıldadım alt dudağımı dişleyerek.

Yüzündeki ifadeyi merak ediyordum, duygusuz sesinden hiçbir şey anlaşılmıyordu. Hoş, yüzü de çoğu zaman ifadesizdi ama.

Yine de kafamı kaldırıp bakacak cesareti kendimde bulamıyordum. Acaba sinirli miydi? Muhtemelen buraya yasaklı saatte girmiş olmam onu sinirlendirmişti. Şifahanede yattığım gün konta, "Şüpheli hareketinde buradan gönderilir," demekle ne kadar ciddiydi? Ya da bu yaptığım şey şüpheli bir harekete girer miydi?

"Siz ikinizi iki seferdir hiç beklemediğim zamanda, olmadık bir yerde buluyordum. Neden diğer kızlar gibi normal şeyler yapmıyorsunuz?" dedi yaptıklarımızı anlamlandıramadığını belli eden bir tonda. Nefesi saçlarıma çarpıyor ve ayaklarımdaki gücün yavaş yavaş yok olmasına sebep oluyordu. Her an yere düşecek gibi hissediyordum.

Normalde bu sözleri duymak bir leydi için oldukça büyük bir itham olsa da şu an Leydi Clarine değil, köylü Euphemia'yı oynadığım için buna aldırış etmedim.

"Sadece merak ettiğimiz için girdik buraya," dedim kafam hala eğik bir haldeyken, "Üzgün olduğumu söyledim ayrıca." diye devam ettim sert tutmaya çalıştığım sesimle.

"Dur tahmin edeyim, atlarla konuşmanın nasıl bir duygu olduğunu merak ettin." dedi. Alaycı ses tonu yeniden gelmişti.

Utanç duygusu tüm bedenimi yeniden sararken dudaklarımı birbirine bastırdım. Her şeyi duymuştu işte, her şeyi! Buraya hiç gelmemeliydim, evde Lyonet ile birlikte kalmalıydım. O atla hiç konuşmamalıydım...

Kurtarıcı ve MaviWhere stories live. Discover now