Kerim'in de ondan arta kalır yanı yoktu. Bir çiçek daha koparılmıştı bahçesinden. Hatta bu kez bir demet... Niye yolculamamıştı ki toprak gözlüsü onu? Daldığını anlamamıştı Kerim. Onu umursamadığını düşünüyordu. Halbuki o böyle hayal etmemişti. Kapıda son sarılmaları bir türlü bitmezken işe geç kaldığını bile hayal etmişti Kerim.

Zihnindeki kalabalık düşünceler başını ağrıtırken arabanın camını açtı. Mevsim yaz olmasına rağmen bahar havası vardı bugün. Bahar müjdeleyiciydi. Baharla verilirdi her güzel haber. Ve baharı beklerdi insan hiç bilmeden. Sevdiğini beklerken de, güzel günleri beklerken de, umutların yeşereceği zaman dilimini beklerken de hep baharı beklerdi insan. Bu bahar gönül baharı. Beklenen bu bahar, gönle müjdelenmesi beklenen bir gönül baharıydı. Belki de birazdan annesine kavuşacağı haberini veriyordu bu güzel hava Kerim'e. Gönül bahçesindeki gül sayısı artacaktı belki de...

Havalimanına ulaşınca derin bir nefes alarak park ettiği arabadan indi Kerim. Cebindeki telefonu çıkardı, saat 8'i çeyrek geçiyordu. Uçağın kalkmasına 15 dakika vardı. Hızlı adımlarla havalimanının kapısından içeri girdi. Yolcu alımının henüz yeni başladığını anonsta söyleyen kadından öğrendi. Uçağa binmiş olamazdı. İlk sıradan itibaren dikkatlice göz gezdirdi Kerim. Kalbi annesini görmesini aynı zamanda onu kaybetme ihtimalinin korkusuyla atıyordu. İki duygu aynı anda çarpıntıya uğratıyordu kalbini. Annesini sırada göremeyince bekleme salonuna ilerledi hemen. Tüm salonu gezdi, orada da yoktu. Yolcu listesine baktı ama annesi öldü diye biliniyordu. O yüzden babasının farklı bir isim kullanacağını biliyordu. Tüm isimlerin yabancı olduğunu görünce tekrar valizlerini bırakıp kapıdan geçen yolculara baktı. Yoktu... Lavaboların önünde durup giren çıkanlara baktı. Yine yoktu. Yoktu, yoktu, yoktu...

Son bir göz gezdirdikten sonra telefonunu çıkarıp Erdem'i aradı.

- Alo, Erdem.

- Söyle kardeşim.

- Annem burada yok. Muhtemelen diğer havalimanındadır. Gittin mi yoksa yolda mısın?

Erdem, korkuyla fırladı yatağından. Nasıl olurdu da alarmı duymazdı. Kerim çok kızacaktı bu duruma.

- Erdem, konuşsana oğlum. Neredesin sen şimdi?

- Kardeşim, ben çok özür dilerim. Yeminle farkında değildim ama.

- Ne oldu lan? Gitmedin mi yoksa daha?

- Ben, uykuda kaldım abi.

-Has...

Kerim'in küfürünü ağzında bırakan karşısındaki manzara oldu. Neredeyse telefonu düşürecekti elinden. Hayat öylesine farklı ki birçok duyguyu aynı anda yaşatabiliyordu insana. Birkaç dakika tepkisizce durdu öyle. Öldüğüne ne de zor inandırmıştı kendini. Ölmek istemişti arkasından. Niye öyle bir şey yaptığını bile sorgulayamıyordu. Babasının bir oyunuydu, adı gibi emindi.

- Kerim, hemen kalkıyorum ben merak etme. Yetişirim.

Kerim kendine gelerek hemen bir yere saklandı. Annesinin yanında bir adam vardı.

- Yok çıkma, gerek yok.

Başka bir şey demeden telefonu kapatıp cebine attı. Şimdi bir şekilde annesini alıp götürmeliydi buradan. Yanında tek bir adam vardı, kolay alt edebileceğini düşünerek saklandığı yerden çıktı Kerim. Tam yanlarına varmaya az bir mesafe kalmışken son anda fark ettiği silahla hemen eski yerine saklandı. Bu adam bu kadar cani nasıl olabiliyordu. Adam elinde tuttuğu ceketin altında bir silah dayamıştı annesinin beline. Resmen silah zoruyla götürüyorlardı. Bunun hesabını çok fena soracaktı babasına. Hele bir ailesini toparlasın... Annesini, kız kardeşini alıp eve götürecekti. Rüveyda'yla da beraber o mutlu günleri göreceklerdi. İşte o zaman soracaktı hesabını o adama.

AŞKIN ÖRTÜSÜ Donde viven las historias. Descúbrelo ahora