11.Bölüm - Av(#1) ‧✕‧

Depuis le début
                                    

Ter basmıştı. Başkası olsa suratına saydırmıştım ama dostum bu Alex... Cidden beni fena benzetebilirdi. Kız, erkek dinlemezdi. Ve normalde kendini güçlü hisseden ben, onun yanında kendimi zayıf hissediyordum. "Burası laboratuvardı. Deney yaparlar." Hadi canım... İçimden gözlerimi devirdim. Tekrar kapılar açıldı. Bu sefer geldiğimiz yer bir erkek kulübünün ortası gibiydi. Her yer sigara dumanıydı. Bir an nefes almakta zorlandım. Bütün erkekler bir televizyonun karşısına kurulmuştu. En az 20 kişiydiler. Bazıları yarı çıplaktı hatta. "Burası ortak televizyon odası. Fakat genelde erkekler kullanır." Koltukta oturan bir çocuk bizi fark etti. "Vayy beyler. Sanırım aramıza cennetten bir fıstık düştü." Hepsi salyalarını önüme düşürür misali bana bakıyordu. Kaşlarımı çattım. Bazıları ıslık çaldı hatta. Ben yapacağımı bilirdim.

"Önünüze dönün lan." Alexandre'nın sesi araya girmişti.

Hepsi, çoğu Alexandre'nın uyarısıyla önüne döndü. Yanlarından kapıya yöneldik. Biri Alex'e selam verdi. "Alex... N'aber?" Alex ellerini cebine koydu. "İşine bak." Kapıyı açtı ve çıktı. Adam doğuştan egoistti abi. Ben de arkamdaki ergen topluluğunu geride bıraktım ve dışarı çıktım. Yine bir koridor karşımdaydı. Fakat bu genişti ve korkutucu değildi. Bir kapıyı açtı. Kızlar birden çığlık attı. "Alex!" Alex yüzünü çevirmemişti bile. Yüzünde utanma duygusu yoktu. Kızların yarısı yarı çıplaktı. "Burası da kızların odası." Beni bıraktı ve asansöre yöneldi. Ona döndüm. "Bundan sonrası Isabella'ın," dedikten sonra cebinden bir sigara çıkardı. Dudağına götürdü. Yakmadan önce asansörün kapıları kapanmıştı. Kızlara döndüm. Isabella üzerine bir şeyler geçirmiş yanıma geldi. Kolumdan tuttu ve içeri çekti. "Aramıza hoşgeldin Mumi!" Kaşlarımı çattım. "Mumi?" Gülümsedi. "Sevimli değil mi?" "Hayır." Omuz silkti. "Olsun benim hoşuma gitti. Ayrıca seni Muna'dan ayırabilmemizin iyi bir yolu." Kaşlarımı çattım. "O zaman ona Mumi deyin." Güldü. Hemen arkasından sarıldı. "Ama ben seni çok sevdim." Kucaklamasına karşılık vermedim. Gözlerimi devirdim. "Her neyse, Tanrı aşkına! Üzerine bir şeyler giyin!" Nerdeyse göğüsleri ortadaydı.

Güldü ve benden ayrıldı. Diğer kızlar da giyinmesini bitirmişti. Hepsi aynı benim geceleri giyindiğim gibiydi. Siyah, olabildiğince dar ve rahat. Kızlar dışarı çıkarken Throne dibimden geçti. Ona baktım. Solgun yüzlüydü. "İyi misin?" Kafasını yavaşça salladı. Sanki günlerce uyumamış gibi gözlerinin altı mordu. Dışarı çıktı. Isabella'ya döndüm. "Beni bu lanet şeylerden kurtar. Bu gece böyle dolaşamam," diyerek üzerimdekileri gösterdim. Hemen kazağa dokundu. "Aman Tanrım bu çok güzel!"

"İstersen senin olabilir. Ama Muna'nın sanırım." Omuz silkti. "Onun bu kadar zevkli olduğunu bilmiyordum." Halsiz bir şekilde güldüm. "Ne?" "Sinirlerimi bozuyorsun."

"Bir şeyleri bozmayı severim. Küçükken de dedemin saatini bozarmışım hep." Gülümsedim. Bir an aklıma Mandy geldi. Aynı Isabella gibiydi. Benim tam tersim. Enerji dolu. Mutlu. Yanağımdan ılık bir yaşın yere damladığını fark etmemiştim bile o söyleyene kadar. "Mumi iyi misin?" Hemen yanağımı sildim. Gülümsedim. "İyiyim." Gülümsedi. "Peki. O zaman sana kıyafet bulalım. Ama önce ben giyinmeliyim." Kısa bir sürede üzerini giyindi. O da diğer kızlar gibi siyah giyinmişti. Dolaba bir göz gezdirdi. Orta büyüklükte bir dolaptı. Fakat odayla kıyasladığımızda çok küçük kalırdı. Ben de dolaba bir baktım. "Siyah dar paça, salaş bir tişört ve hırka. Bana bunlar yeter." Bakışlarını bana çevirdi. "Kazaksız üşümeyeceğine emin misin?" Kafamı salladım. "New York'tayız. Manhattan. Mart ayında."

Gözlerimi devirdim. "Soğuğu seviyorum. Ayrıca Nisan'a girmek üzereyiz Bella. Havalar yavaştan ısınmaya başladı bile." Tek kaşını kaldırdı. "Her neyse, bir bakalım," diyerek dolabına yöneldi. Bir süre sonra elinde bir şeyler bana uzattı. Hemen aldım. Yatağın üzerine attım. Üstümü çıkardım. "Kahverengi iç çamaşırımı giyiyorsun?" "İlginç mi?" "Fazlasıyla. Kahverengi iç çamaşırı satıldığını bile bilmiyordum." Omuz silktim. "Ben seviyorum. Kendimi iyi hissettiriyor." Siyah salaş tişörtü başımdan geçirdim. "Yani kahverengiyi seviyorsun?"

"Sanırım."

Tişörtün eteklerini düzelttim. Hırkayı kollarımdan geçirdim ve önümde fermuarını çektim. Sonra pantolonumu çıkardım. "Kahverengi külot? Tanrım gözlerim kanıyor!" Kaşlarımı çattım. "Sen de götüme bakma o zaman."

Kıkırdadı. "Dikkat et o gözlerin benim deşmemle kanamak zorunda kalmasın." Yine kıkırdadı. Siyah dar pantolonu iyice çektim yukarı. Düğmesini kapattım. Saçlarımı ayna karşısında tekrar topladım. Isabella'a döndüm. "Bu Alex'in derdi ne?" Alnı kırıştı. "Ne? Ne oldu?" "Bana durmadan sürtük diyor." Biraz düşündü. "Açıkçası bilmiyorum ama ilk defa onu birisine karşı böyle davranırken görüyorum." Kaşlarımı çattım. "Nasıl yani?" "O herkese soğuk davranır. Ama sanki senden özellikle nefret ediyormuş gibi." Elimi kalbime koydum. "Çok teşekkürler Bell. Kendimi çok iyi hissettim." Güldü. "Fark ettin mi? Gittikçe ismimi kısaltıyorsun." "Üşendiğimdendir."

"Kanka oluyoruzdur belki." Dudaklarımı birbirine bastırdım. Biraz düşündüm ve cevap verdim. "Üşendiğimden." Göz kırptım ve camdan dışarı baktım. Hava kararmıştı. Isabella'ya döndüm.

"Telefonunu kullanabilir miyim?" Hemen kafasını salladı. Cebinden telefonunu çıkardı ve bana uzattı. Sonra saçlarını taramaya başladı. Telefonu elime aldığım gibi numaraları tuşlamaya başladım. Babamı arayacaktım. Dudağımı dişleyerek telefonu kulağıma götürdüm. Bu sefer ne yalan söyleyecektim? İkinci çalışta açtı. "Muna?" Boğazımı temizledim. "Baba. Bu akşam Hermione'yle ödevimizi bitireceğiz. Bu yüzden eve gelemeyeceğim." Hışırtı sesleri geldi. Büyük ihtimalle telefonu öbür kulağına geçirmişti.

"Emin misin tatlım? Hermione?" "Evet." Derin bir nefes verdi. "Muna. Ben bir kitapçıyım. Sabah akşam kitap okuyorum. Artık bana sevdiğin karakterleri kullanarak yalan söylememelisin." Kahretsin... Ben cidden aptaldım. Yutkundum. "Her neyse, Elly yanında değil mi? Ona dikkat et. Bana emanet." "Yanımda. Çizgi romanlara bakıyor. Akşam seni evde istiyorum Muna. Bana yalan söylememelisin." İçimdeki gülme isteğini yatıştırmaya çalıştım. "Bana asıl yalanları atan kişi mi söylüyor bunları?" Kaşlarını çattığını hissedebiliyordum. Konuşmasına izin vermedim. "Ne var biliyor musun? Bu akşam bütün sinirimi sokaklara dökeceğim. Gücümü sonuna kadar kullanacağım. Beni bu akşam bekleme baba. Üzgünüm." "Muna!" Devamını dinlemeden telefonu kapattım. Onun yalanlarına bulduğu tozpembe çarşafları vardı. Benim ise nedenlerim, simsiyah.

"İyi gitmedi ha?" Telefonu Isabella'ya uzattım. Aldı ve cebine attı. Cevap vermedim. Çünkü cevabı biliyordu. "Senin telefonun yok mu?" Çantamı gösterdim. "İçinde. Ama muhtemelen şarjı bitmiştir." Kafasını salladı. Kapıya yöneldi. "Hadi gidelim." Heyecanlıydım. Midem kasılıyordu. Koridora çıktık. III Numaralı Grup karşımızdaydı. Daha doğrusu III tam olarak koridorun ortasındaydı. Alex de klasik soğuk yüz ifadesi, adını hatırlamadığım kız da umursamaz bir tavır, Throne da yorgun ve bitkin bir bakış ve bunların dışındaki tek farklı, gülümseyen bakış Dylan Black'deydi. Tüm o güzelce dizilmiş beyaz dişleriyle bana gülümsüyordu. Ben de gülümsemeye çalıştım. Tam değildik. Yanılmıştım. Berry yoktu. Gitmeden önce onu görmek istiyordum ki bu fikrimden vazgeçmek zorunda kaldım. "Berry testlere giriş yaptı. Biz geldiğimizde çıkmış dinleniyor olur. Şimdi onun için çıkacağız ve avlanacağız." Herkes onaylarcasına kafasını salladı.

"Unutmayın! Öldürmek yok zorlamadıkları sürece. Onları yakalıyoruz ve İn'e getiriyoruz." Alex bu grubun başkanıydı ve bu benim için çok zor olacaktı. Tam asansöre yönelecektik ki asansör açıldı. İçeride ortalama 10 kişi vardı. Önlerinde tamamen saçlarını kazımış dövmelerle kaplı kaslı bir adam vardı. Bizim yaşlarımızdaydı. Alex'e sinir bozucu bir gülüş attı. "Gittikçe yavaşlıyorsunuz III Numara." Güldü. Alex'e baktım. Sinir küpüydü. Elinde olsa onu parçalarına ayırır ve eşya niyetine kullanırdı. Elini yumruk yapmıştı. Adamın iki yanında iki tane sarışın kız vardı. Gülüşüyle asansörün kapısı kapandı. Alex önümüzdeydi. Bize döndü. "Bu gece düzgün bir av istiyorum!" Hızlı bir şekilde asansöre yöneldi. Hepimiz asansöre doluştuk. Asansörde her yer gibi genişti. Isabella'nın yanındaydım. Kulağına eğildim. "Silahsız mı gideceğiz?" Güldü. Kapı açıldı. "Bizi izle." Dediğini yaptım. Asansörden indik. Yine bir koridor. Sağ. Sol. Sol. Küçük bir koridor. Lacivert bir kapı. Demir kapı hatta. Alex cebinden anahtar çıkardı. Isabella kulağıma eğildi. "Anahtar sadece Alex'tedir." Dudağımı dişledim. Gittikçe heyecanlanıyordum.

Büyük demir kapı açıldı. Heyecanım doruktaydı. Herkesle birlikte içeri girdim. Ellerimi dudaklarıma götürmemeye, hayranlığımı belli etmemeye çalıştım. Her yer özenle dizilmiş silahlarla ve tuzak malzemeleriyle doluydu. Kendimi cennetin içine düşmüş gibi hissediyordum. 

NAİRA‧✕‧Örümceğin Doğuşu |3K Serisi 2.kitap|Où les histoires vivent. Découvrez maintenant