17. BÖLÜM: SINIRLAR

Start from the beginning
                                    

"Vur dedim, siz öldürmüşsünüz!" dedi aynı ses. "Uyanın!" Gözlerimi aralamaya çalışırken içeri uzun sütunlar hâlinde giren güneş ışıkları kirpiklerimin arasından sızarak gözlerimi kavurdu.

"Dede?" Bu uykulu sesin sahibini tanıyordum. Elimi alnımın üzerine koyduktan sonra güneş ışığının gözümü deşmemesi için avuç içlerimi gözlerime siper ettim. Odağıma ilk giren elindeki bastonun ucuyla bizi dürten Yaşar amca olmuştu. Bir an olduğum yer, içinde bulunduğum zaman hepsi su gibi zihnime aktı ve düşüncelerimi ıslattı. Gözlerim aniden irileşti. Karan'ın kollarındaydım.

"Bu ne hâl?" diye sordu Yaşar amca kaşlarını çatarak bize bakarken. "Ahtapot gibi dolamışsın kollarını kıza!"

Utancın sivri bıçağı karnıma saplandı. Zaten hafif terli olan bedenim şimdi cayır cayır yanıyordu. Nasıl bu pozisyonu alabilmiştik hiçbir fikrim yoktu ama Karan'ın sıcak, çıplak göğsünde yatıyordum ve kollarını bedenime sıkıca sarmış, bana tıpkı bir yılan gibi dolanmıştı. Geri çekilmeye çalıştığımı fark ettiğinde kollarını gevşetti ama beni bırakmadı.

"Hâlâ yatıyorlar! Kalkın ulan!" diye bağırıp yatağa bastonuyla vurdu.

Karan uykunun çatlattığı erkeksi sesiyle, "Senin amacın da bizi baş başa bırakmak değil miydi zaten?" diye sordu. Doğrulup sırtını deri yatak başlığına yasladı ve beni serbest bıraktı. "Sabah sabah bu kadar tantanaya gerek yok. Uyuduk dede. Senin için torun yapmadık. Yalnızca uyuduk."

Yanaklarım artan baskıyla zonklamaya başladı. Dönüp ona bir yumruk çakmak istedim ama yapamadım. Tüm bedenim kaskatı kesilmişti. Yaşar amca hakkımda ne düşünecekti şimdi?

"Edepsiz herifin sözlerine bak!" diye bağırdı Yaşar amca. "Şu bastonumu görüyor musun? Kırarım bunu belinde, it herif!" Huysuzca bastonuyla Karan'ın ayaklarına vurdu. "Sarılmış, yılan gibi dolanmış kızın koynuna! Madem bu kadar meraklısın şu kızcağızın koynuna, evlendireyim işte sizi. Yapalım bu yaz düğünü."

Damağıma bulaşan metalik kan tadının sebebini yeni uyanmış olmama bağlamaya çalışsam da Yaşar amcanın söyledikleri üzerimde şok etkisi bırakmıştı şu an.

Karan yataktan kalkarken dedesine tek kelime etmedi. Doğrudan banyoya doğru yürüdü, kapıyı açıp banyoya girdi ve kapıyı çarparak kapadı. Dağılan saçlarımı düzeltmeye çalışırken Yaşar Çakıl gözlerini dikmiş yüzüme bakıyordu. Bir an bakışlarının altında utancım ikiye katlandı, ne söylemem gerektiğini düşündüm ama doğru kelimeler bir türlü dilimin ucuna gelmedi.

"Yalnızca uyuduk," dedim çaresizce.

"Bunu görebiliyorum," dediğinde sesi sakindi. Derin bir nefes alıp gözlerini banyonun kapalı kapısına çevirdi. Gözlerini kısarak kapıya baktı. Banyodan su sesleri yükselmeye başladığında gözlerini tekrar gözlerime çevirdi. "Karan'ın o taraklarda bezi olmadığını biliyorum. Siz bakmayın bana... Ben eski kafalıyım biraz. Yeniçağa ayak uydurmak biz yaşlılar için sandığınızdan daha zor. Ama kendinizi bizim yerimize koysanız, inanın siz de zorlanırsınız. Düşünsenize, cep telefonu, internet ve hatta elektriksiz bir dünyada yaşadığınızı? Bizim için de şimdiki çağda yaşamak böyle bir şey işte." Güldü. "Ama biliyorum. Diğer gençler gibi değilsiniz. Sizde farklı bir şey var. Sizi bambaşka kılan bir şey."

Yanaklarımın içini dişledim. Başımı yavaşça sallayarak, "Karan öyle biri değil," dedim. Utançtan yerin dibinin de dibindeydim. Daha dip varsa oraya da girebilirdim. "Onun öyle biri olmadığını bildiğim için şu an buradayım. Ona güveniyorum."

Yaşar Çakıl sevecen bir şekilde gülümserken, "Karan'ın kazakları çok değerlidir," dedi üstümdeki kazağa bakarken. "Gülseren Hanım kazaklarını yıkayacağında Karan ona bin tembih eder. Gerçi Karan'ın her şeyi değerlidir. Bir şeyleri erken yaşta kaybettiği için elinde olan her şeyin kıymetini biliyor."

ASİ ÇAKILTAŞIWhere stories live. Discover now