56. BÖLÜM: GÜNEŞ

98.1K 5.7K 4.8K
                                    

✂️


Saturnus – Rain Wash Me


56. BÖLÜM

GÜNEŞ


Güneş, gökyüzünün göğsünde bronz bir madalyon gibi asılı duruyordu.

Tupturuncuydu, hatta artık kızıla çalıyordu. Güneşin kızıl bedeninin ortasından aşağı sarkan idam ipi, güneşin göğsünü ikiye ayıran bir dikiş izi gibiydi. Üzerinde uyuduğum, ağladığım, unuttuğum, sustuğum yataktaydım; yatak havadaydı ve idam ipi hemen tepemde, tavanda asılı duran bir floresan gibi öylece yanıyordu. Gözlerimi yavaşça aşağı çevirdiğimde yatağın ne kadar yüksekte asılı olduğunu görmüştüm ve yeryüzünden gökyüzüne uzanan kalın, uzun dikenler bedene saplanmak isteyen kazıklar gibi görünüyordu. Yatağın üzerinde anne karnındaki pozisyonumu geri kazanmaya çalıştım ama göbek deliğimden sarkması gereken o kordonun olduğu yerden mürekkep sızıyor, bembeyaz çarşaflara kelimeler dökülüyordu.

Bazen düşünüyordum; çok mutsuz bir kız çocuğu olarak uyuduğum bir gecenin sabahına omuzlarındaki yüklere rağmen adımlarını sağlam atan, mutlu bir kadın olarak uyanabilecek miydim? Bazen düşünüyordum; dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir kadın, benimle aynı anda gözlerini yumuyor muydu ve yumduğumuz gözlerimizden aynı anda bir damla yaş düşüyor muydu?

Karan'ın çıplak göğsüne yasladığım yanağımdaki ter kurumuştu ama kuruyan terin soğuğunu hissetmiyordum, teni sıcaktı. Gözlerim hemen ayaklarımızın ucunda uzanan şehir ışıklarındaydı, güneş tohumlarını gökyüzüne ekmeye başlamış olsa da şehir hâlâ ayaktaydı, ışıklarını söndürmemişti. Parmaklarım Karan'ın göğsünü saran tüylerde dolaşıyordu, dokunuşlarım o kadar hafifti ki Karan'ın nefesi belirli bir düzene girdiğinde uykusunun geldiğini anlamaya başlamıştım.

Ufuk çizgisi kızıldı, gökyüzünü sarmaya başlayan o buz mavisi renk yavaşça damarlara ayrılıyor, gökyüzünün damarları tatlı bir mor rengine dönüşüyordu. Parça parça duran bulutların karanlıkta gizlendiğini anlamıştım. Çünkü aydınlık tüm gökyüzüne dokunduğu anda parçalanmış pamuklar gibi karmakarışık bir şekilde etrafa dağılmış bulutlar artık göz önündeydi.

"Uyuyor musun?" diye fısıldadım, fısıltımı kendim bile duyamamıştım, sanki yalnızca dudaklarım hareket ediyordu ama sesim bu harekete uyum sağlamayı reddediyordu.

"Hayır," dedi sakin bir sesle.

"Uykun yok mu?"

"Sen kollarımdayken hemen uykum geliyor," diye itiraf etti, yanağımı göğsüne bastırıp bu itirafın bana verdiği hisleri sindirmeye çalıştım. "Ama uyumak istemiyorum."

"Neden?" Burnumu çektim. "Yorgun değil misin?"

"Sen kollarımdayken yorgun hissetmiyorum," dedi bu defa.

Artık o güneşin dizlerinin dibinde asılı duran yatakta değildim, tavanımdan sarkan bir idam ipi değil, güneşin ta kendisiydi ve güneş bu kez beni yakmıyor, yalnızca ısıtıyordu.

Burnumu çektim, şakaklarıma oturan ağrının sebebi sonunda susmuş düşüncelerimin susarken arkasında bıraktığı yankılardı ve asıl gürültü enseme binmek için sessizliğin oluşmasını bekliyordu.

"Ne düşünüyorsun?" diye sorduğunda gözlerim hâlâ ufuk çizgisindeydi.

Gözlerimi kıstım. "Her şeyi."

ASİ ÇAKILTAŞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin