Annem denen o kadın yıllarca ortada yoktu. Bizi babamla bir başımıza bırakıp gitmişti. Ve yıllar sonra hiç bir şey olmamış gibi ortaya çıkmış, çıkmakla kalmamış, üvey oğlunu da alıp eve yerleşmişti. Bu nasıl bir yüzsüzlüktü?
Ne onu nede o üvey oğlu olacak piçi istemiyordum bu evde. Onun Emire yaklaşması ve anlayışlı arkadaş tavırları sergilemesi sinirlerimi çok feci bozuyordu ama artık ben yoktum ve Emir yalnızdı. Sevgilisi yoktu. O halde kendini başka adamların kollarına bırakabilirdi. Hoş, benle birlikteykende bırakıyormuştu.

Kendimle dalga geçmek son günlerde en büyük zevkim olmuştu. Aptallığımı kendi başıma kakıp duruyordum, çünkü büyük aptallık yapmıştım.
Onu o yatakta Kaanla gördüğümde neden onu vurmak yerine babamı vurmuştum? Neden kurtarmıştım bu orospuyu? Önce onun kafasına, sonra kendi kafama sıkacağıma babamı öldürmüştüm. Bu aptallık değildi de neydi?
Aptallık, aşk, tapmak. Beni ve duygularımı anlatan her neyse hâlâ devam ediyordu. Sanki daha da şiddetleniyordu. Ondan uzak kalmak aşkımı körüklüyor gibiydi. Öyle ki, yokluğunda onun odasına geçmiştim. Odanın en ücra köşesinden bile onun kokusunu almaya çalışıyordum. Sonra her seferinde gözümde bu yatakta geçirdiğimiz saatler canlanıyordu.
Ona "Seni her şeye rağmen seviyorum." dediğim günleri, dudaklarına konduğum günler geliyordu gözümün önüne.
Ve her defasında bu hatıralara karnıma bıçak dayayarak son veriyordum. Çünkü buna katlanamıyordum artık. O gitmişti ve ben kalmıştım. Buna alışmak zorundaydım. Gerçek buydu ve ben bu gerçeği kabul etmek zorundaydım.
Bu halimle onu unutmak imkansızdı. Yatağımda yatarak ve hiç bir insanla iletişim kurmayarak sırf düşünmek beni her daim ona itiyordu. O yüzden belkide kendime gelmek zorundaydım. Kendime yeni bir ben yaratmak zorundaydım.
Biraz umursamaz, belki vurdumduymaz. Fazlasıyla bencil ve soğuk. Sanırım bu tip insanlar üzülmeyen insanlardı. Kendilerinden başkalarını sevmeyen insanları kimse üzemezdi. Zira insanı sadece sevdikleri üzebilir ve benim sevdiğim tek kişi kendi benliğim ise, üzülmem imkânsız hale gelir.
Bir sorun vardı, oda hiç kimsenin birden bire tüm karakterini değiştiremediğiydi.
Emiri umursuyordum. Ailemi umursuyordum. Emirin kardeşlerine bile bakıyordum. Nasıl bencil olabilirdim ki?
Olamazdım ama umursamaz olmak için elimden geleni yapabilirdim. Veya en azından umursamaz gibi gözükmek için.

Herkes beni umursamaz sanarken ben yine her gece yatağımda Emiri düşünebilirdim. Gördüğüm manzaraları ve neden olduğum manzaraları yine saatlerce düşünüp, deliriyormuş gibi hissedebilirdim.

Emir sanki bana her zaman yakın ama aynı zamanda ulaşılmaz bir lütuf gibi geliyordu. Sanki ona ulaşmam için tek bir adım atmam gerekiyordu, tek bir elimi uzatmam gerekiyordu ama bunu başaramıyordum. Kendimi farelerin içinde koştuğu bir tekerlekteymiş gibi hissediyordum. Beni koşmaya motive eden hediye Emirdi. Ben ise küçük bir fare. Koşuyordum. Hatta çok hızlı koşuyordum ama ne kadar koşarsam koşayım yerimde sayıyordum. Ona ulaşamıyordum.
Zaten olması gerekende buydu. İkimiz de bir birimize iyi gelmiyorduk. Ayrılığımızı kabullenmek zorundaydım.
Bir karım vardı hâlâ. Aynı yatağı paylaşmasakta, yüzüne bile bakmasam bana aşık bir karım vardı! Belkide Melek bana yardım edebilirdi. Beni bu kâbustan uyandırabilirdi.
Bazen Meleğe bile acıyordum. Sonuçta bende onu aldatmıştım. O her gece beni mutlu etmek isterken ben onu terslemiş ve Emirle mutlu olmak istemiştim. Emir ise benimle mutlu olmak yerine Kaanla mutlu olmayı seçmişti.
Beni seveni ben sevmem, benim sevdiğim beni sevmez durumuydu.
Ama artık öyle olmamalıydı. Emir defteri kapanmalıydı. Tıpkı onun yaptığı gibi bende hayatıma devam etmeliydim.

Çarşafını ve yorgan ile yastık yüzlerini Emirden sonra değiştirmediğim yatakta biraz kıvrandıktan sonra doğruldum. Yastığa sinmiş hafif bal kokusu hala burnumdaydı. Emirin en sevdiği şampuanının kokusuydu bu. Hastalandığı gün onu yıkamıştım ve o günde şampuanı bal kokuluydu.
Yastığa ve yatağın geri kalanına artık iyiden iyiye benim kokum sinmişti. Bal kokusu yok olmaya yüz tutmuştu o yüzden iki yastıktan birini dolaba saklamıştım. Ona hiç bir kokunun sinmesini istemiyordum. Sadece Emir kokmalıydı. Özledikçe koklamak istiyordum.
Belkide yeni bir Kıvança adımımı bu yastıkla atmalıydım? Hayır, koklayarak değil. O yastığı parçalamak güzel bir fikirdi!
Ondan kopmam gerekiyordu ve daima yanımda olan kokusunu yok etmek iyi bir ilk adım olabilirdi.
Doğrulduğum yatağın sağ tarafından kalktım ve hemen karşımda duran kahverengi dolabın içinden bir eşofmanımı çıkardım.
Gri eşofmanımı giydikten sonra birde bol t-shirt çıkardım ve üstüme geçirdim.
Yatak ve dolabın arasından süzülerek odadan çıktım.
Neredeyse herkes yatmış olamıydı. Bu öldürücü sessizliğin başka açıklaması olamazdı. Merdivenleri kullanarak mutfağa indim ve bir kaç çekmece açıp kapattıktan sonra aradığımı buldum. Bir makas!
Koşar adımlarla odama, daha doğrusu Emirin eski odasına çıktım ve aralık bıraktığım kapıyı açıp içeri girdim.
Ben yastığı parçalarken kimse odaya girmesin diye kapıyı kilitledim ve yatağın üzerine oturdum.
Bal kokusuna veda etme vakti gelmişti. Makası rastgele yastığa soktum ve hırçın bir şekilde kesmeye başladım. Bazen kesiyordum bazen ise insan öldürür gibi sokup çıkarıyordum makası.
Sonunda iki yastığı da parçaladığımda kendimle gurur duymuştum!
Ona aşık olmama rağmen ondan vazgeçmek istediğimi ve buna hazır olduğumu kanıtlamıştım kendime. Onun kokusunu kovacaktım bu odadan. Nasıl o Beşiktaş formasına başka erkeklerin kokusunun sinmesine izin verdiyse, bende izin verecektim.
Parçalanmış yastığı ve yastık yüzünü makasla birlikte yatak ile dolap arasına attım ve sıradaki adımımı düşündüm.

Satılık erkekWhere stories live. Discover now